Suriye’yi anlamak: Hafız Esad’ın mirası

Suriye rejimine bugünkü şeklini büyük oranda Hafız Esad verdi. Şam’da 30 yıl hüküm süren Baba Esad’ın İslamcı muhalefetle amansız mücadelesine bir bakış…

Suriye’yi anlamak: Hafız Esad’ın mirası

2. Savaşı sonrası bağımsızlığını müteakip Suriye’de yaşanan iç karışıklık ve darbeler döneminin ardından, 13 Kasım 1970 darbesiyle Hafız Esad’ın iktidara gelmesi göreli bir istikrar ve siyasi konsolidasyon dönemi başlattı. Darbenin ardından Devlet Başkanlığı yolunda formalite niteliğinde birkaç adım kalan Esad, yeni bir anayasa hazırlama işine koyuldu. Şubat 1971’de geçici bir anayasa ilan edildi ve içinde Baas dışındaki partilerden de temsilciler bulunan bir asamble yeni anayasayı hazırlamakla görevlendirildi.

Esad bir yandan da, Baas’ın 1966-70 arasında ülkeyi yöneten radikal kanadının sosyalizan ekonomi politikalarını yumuşattı. Tek aday olarak girdiği Devlet Başkanlığı seçimini oyların yüzde 99.2’sini alarak kazandı (Mart 1971). Hafız Esad Suriye’nin ilk Alevi (Nusayri) Devlet Başkanı olmuştu.

Baas’ın 1963’te iktidara gelmesinden beri rejime karşı İslamcı bir muhalefet faaliyet göstermekteydi. Esad döneminde bu muhalefet git gide güçlendi, devlet güçleriyle Sünni militanlar arasında çatışmalar yaşandı, katliamlar meydana geldi ve en sonunda 1982’de İslamcı ayaklanma Hama şehrinde çok sert bir biçimde (vahşice de denebilir) ezildi.

30 küsur yıllığına sessizliğe gömülen Baas karşıtı İslamcı muhalefet, “Arap Baharı” konjonktürünün hüküm sürdüğü bu yılın başında yeniden ayağa kalktı ve Suriye rejiminin günlerinin artık sayılı olduğu, yaygın bir kanaat.

70’lere dönecek olursak, Baas kadroları kırsal kökenli kadrolardı ve izledikleri devletçi ekonomi ve laiklik politikalarına karşı İslamcı-kentli bir muhalefet odağı tepki gösteriyordu.

William Cleveland’ın deyişiyle İslamcı muhalefet seküler ve reformcu bir rejime karşı muhafazakâr bir tepkiyi, kırsal kökenlileri kayıran bir rejime karşı kentli bir tepkiyi, baskıcı ve yozlaşmış bir rejime karşı da halkın tepkisini ifade ediyordu. İslamcı muhalefet yalnızca rejimin Alevi ve askeri nitelikli oluşuna değil, aynı zamanda devletin ekonomi üzerindeki kontrolüne de karşıydı.

İslamcılara göre Baas iktidarında güçlü bir bürokratik sınıf oluşmuştu ve devletin ekonomideki yerini sınırlandıracak bir “İslami iktisada” ihtiyaç vardı. İslamcılar hür müteşebbislerin “adil kazanç” elde edebilecekleri bir ekonomik düzen istiyordu. Marksist bir yorumla değerlendirmek gerekirse, rejim ile (İslamcı) burjuvazi arasındaki sürtüşme, artı-değere el konulmasında bürokratların son sözü söylediği ve kendileriyle yandaşlarına pay ayırdığı bir rejimle artı-değere doğrudan el koymak isteyen sermayedar sınıfı arasındaki çatışmaydı.

REJİM İLE İSLAMCILARIN ANAYASA GERİLİMİ
Hafız Esad’ın yönetimi ele almasını takiben Müslüman Kardeşler’in ilk kitlesel hareketi 1973’te gerçekleşti. Yeni anayasa taslağında İslam’ın devletin resmi dini olarak tanımlanmaması üzerine çeşitli gösteriler oldu. Esad Sünni halkın tepkisini yatıştırmak için anayasaya Devlet Başkanı’nın Müslüman olması gerektiği yönünde bir madde koydurdu, sık sık Cuma namazlarında boy gösterdi ve bir sonraki yıl kutsal toprakları ziyaret etti.

Ancak bu hamleler İslamcı muhalefeti pek yatıştıramadı. Yeni anayasa Mart 1973’teki referandumda yüzde 97.6 evet oyuyla kabul edilince (bu tür aşırı yüksek oy oranları elbette ki oylamaların yahut sonuçların güvenilirliğine gölge düşürüyordu) Şam ve Halep’te gösteriler düzenlendi.

İslamcılar kadınlar lehine yapılan reformlara da karşı çıkıyordu. Kadınların erkeklerle aynı haklara sahip olmaları için yasalar çıkartıldı, meclisteki kadın milletvekili oranı arttı, profesyonel yaşamda daha aktif hale geldiler ve 1976 yılında bir kadın Kültür Bakanlığına atandı. Rejim karşıtı İslamcılara göre tüm bunlar hükümetin İslami değerlere saygısızlığının işaretiydi.

KAN DÖKÜLMEYE BAŞLIYOR
1976 itibariyle muhalefetin bir kısmı silaha sarıldı. Müslüman Kardeşler kökenli olan ama bu hareketten ayrılan Mücahidin adlı örgüt, pek çok sivil ve askeri yetkiliye yönelik suikastlara yöneldi. 16 Haziran 1979’da geceleyin bir askeri okula sızan bir grup militan katliam yaparak 30’dan fazla öğrenciyi öldürdü. Bu olaya karşılık cezaevlerindeki 15 Mücahidin üyesi idama mahkûm edildi.

Radikal İslamcılar saldırılarında hedef gözetmiyordu, öldürdükleri kişilerin Baas üyesi olup olmamasının bir önemi yoktu, Alevi olmak saldırıya uğramak için yeterliydi. Dolayısıyla Mücahidin, toplumu dinsel bir düzlemde kutuplaştırmak amacını güdüyordu.

Haziran 1980’de Hafız Esad, Müslüman Kardeşler’in bir suikast girişiminden şans eseri kurtulunca askeri bir birlik Palmira cezaevine giderek buradaki Müslüman Kardeşler üyesi 550 mahkûmu katletti. Suriye İslami Cephesi adı altında toplanan İslamcı gruplar Ağustos ve Eylül 1981’de çeşitli bakanlık binalarını bombaladılar. Rejim soruna nihai çözümü Hama şehrinde sahneye koydu.

HER 10 KİŞİDEN BİRİNİN ÖLDÜĞÜ KATLİAM
İslamcıların geleneksel olarak güçlü olduğu Hama’da çıkan ayaklanmada isyancılar şehrin kontrolünü ele geçirdiler ve 70 civarında resmi görevliyi öldürdüler. Bunun üzerine tank, top ve helikopterlerle destekli ordu birlikleri Şubat ayı boyunca kentte operasyon yaptı. Çoğu sivil olan ölü sayısı hakkındaki tahminler 5 bin ila 25 bin arasında değişmektedir. En yüksek tahmin doğruysa, kentte yaşayan her 10 kişiden birinin hayatını kaybettiği anlaşılıyor. Hama katliamıyla beraber İslamcı muhalefet kesin bir yenilgiye uğradı.

Suriye rejimi 1982’den bu yılın başına kadar bir daha “iç tehdit”le karşılaşmadı. Suriye rejiminin geçmişte de günümüzde de temel meşruiyet sorununun, azınlığın çoğunluğu yönetmesi olduğu genel kabul görmüş bir yargı olmakla beraber, bu yargıda bir indirgemecilik olduğu da kimi uzmanlar tarafından ifade edilmiştir.

SURİYE’Yİ AZINLIK MI YÖNETİYOR?
Azınlıktan çoğu zaman kastedilen, Esad ailesinin de mensubu bulunduğu Alevi (Nusayri) toplumu. (Yeri gelmişken, Nusayriliğin Anadolu Aleviliğiyle pek bir ilgisi bulunmadığını da not düşelim). Yahya Sadowski’nin 1988’de yazdığına göre Baas Partisi üyeleri arasında çok sayıda Sünni, Hıristiyan, Dürzi ve İsmaili de yer almaktaydı. Söz gelimi Esad’ın en yakınında bulunan Abdülhalim Haddam, Mustafa Talas ve Abdullah el Ahmar gibi devlet adamları Sünniydi.

Bu isimlerin yanı sıra Hafız Esad döneminin genelkurmay başkanlarından Hikmet el Şibabi Sünni, etkili generallerden Yusuf Şakkur ise Hıristiyandı. Ülkenin hâkimi olan Esad ailesinin Alevileri ihya etmek gibi bir amacı yoktu, daha ziyade Alevileri kullanarak kendi konumlarını güçlendirmeyi hedefliyorlardı.

İnanç grupları üzerinden güttükleri politikalar sadece Alevilere ilişkin de değildi. Söz gelimi rejimin halk tarafından desteklendiği köylerden gelen Hıristiyanlar sistematik olarak istihbarat servisinde üst pozisyonlara getiriliyordu. Sadowski’ye göre Hafız Esad aslında Alevilerin siyasi bir birlik oluşturmalarını da istememekte, üç farklı dinsel akım ve dört farklı aşirete bölünmüş olan Alevi toplumundan, kendi aşiretinden ve köyünden olan insanları kayırmaktaydı. Nikolaos Van Dam da Esad rejiminde baskı gören Alevilerin varlığına dikkat çekmektedir.

Suriye’nin 30 yıl boyunca tek hâkimi olan Hafız Esad, sağlığının bozulması ve 2000’de hayatını kaybetmesiyle beraber yerini oğlu Beşar’a bıraktı.

Sayfa Yükleniyor...