Cehennem’in manzarası teknolojiyle çizilmiş
Dan Brown yeni romanının bir bölümünün İstanbul’da geçeceğini açıkladığında herkesi bir heyecan aldı. Yazar İstanbul’a geldiğindeyse, çocuğu okul birincisi olan bir anne kadar gururlandık. Yazacağı şehri gezmesi kadar doğal bir şey yoktu aslında. Büyüttük de büyüttük. Neyse roman 2013’te basıldı. Yazar bu kez Dante’nin “Cehennem”inden yola çıkıyor, dünyanın geldiği hali, o betimleme üzerinden anlatıyordu. Sonunda o gün geldi. Heyecanla oturdum sinemadaki koltuğuma. Giriş sahnesi beni avucuna aldı. İnsan nüfusunun nasıl arttığını, dünyanın ne hallere düşeceğini anlatan filmin görece kötü adamını canlandıran Ben Foster zaman zaman konudan uzaklaşmama neden oldu. Saçı ve sakalı kızıl, sinirlendiğinde kırmızı bir forma bürünen bir adamdan bu denli hoşlanmış olmam, onun başarılı oyunculuğunun mu, benim müzmin yalnızlığımın mı sonucu bilemedim. Hızlı bir kurguyla başlayan film, Dante’nin cehenneminin tasvir edildiği rüya görüntüleriyle devam etti. Profesör Langdon’un rüyasındaydık. İrinli suratlar, ters dönmüş kafalar, kırık kollar, bacaklar... İyiydi. Sonuçta cehennem tatlış bir şey olmadığından, alabildiğine korkunçlaşabilirdi. Yine de teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, gerçek cehennem hissini veremedi bana. Gidip geldiğimden değil tabii ki, çok efekt koktuğundan.
Ron Howard’ın bir kez daha yönetmen koltuğunda oturduğu filmin görüntü yönetmeni diğer iki filmde de çalışan Salvatore Totino.