Home page
Haber Menüsü


Güncelleme: 13:35 TSİ 28 May., 2004
NTV
Sezer’in gerekçeleri

YÖK Yasası’nı veto eden Cumhurbaşkanı’nın gerekçeleri yapılan açıklamada şu şekilde belirtildi:
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER tarafından yayımlanması kısmen uygun bulunmayan, 5171 sayılı “Yükseköğretim Kanunu ve Yüksek Öğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”, 1., 5., 6. ve 7. maddelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce bir kez daha görüşülmesi için, Anayasa’nın değişik 89. ve 104. maddeleri uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na geri gönderilmiştir.
       
       Söz konusu Yasa’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na gönderilme gerekçeleri aşağıda sunulmaktadır:
       
       TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
       
       İLGİ: 13.05.2004 günlü, A.01.0.GNS.0.10.00.02-5562-18845 sayılı yazınız.
       
       Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nca 13.05.2004 gününde kabul edilen 5171 sayılı “Yükseköğretim Kanunu ve Yüksek Öğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” incelenmiştir:
       
       1- İncelenen Yasa’nın, 1. maddesiyle değiştirilen 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’nın 6. maddesinde,
       
       “Yükseköğretim Kurulu; tüm yükseköğretimi düzenleyen, yükseköğretim kurumlarının kendi aralarında ve Milli Eğitim Bakanlığı ve diğer ilgili kuruluşlarla olan ilişkilerinde koordinasyonu sağlayan, yükseköğretim kurumlarının faaliyetlerine yön veren, bu Kanunla kendisine verilen görev ve yetkiler çerçevesinde, özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip yükseköğretim üst kuruluşudur.
       
       
       Yükseköğretim Kuruluna; Yükseköğretim Denetleme Kurulu, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi ile gerekli planlama, araştırma, geliştirme, değerlendirme, bütçe, yatırım ve koordinasyon faaliyetleriyle ilgili birimler bağlıdır.
       
       
       Yükseköğretim Kurulu,
       
       
       a) Cumhurbaşkanınca rektörlük veya öğretim üyeliğinde başarılı hizmet yapmış ya da yapmakta olan profesörlere öncelik verilmek suretiyle doğrudan seçilen beş,
       
       
       b) Bakanlar Kurulunca seçilen beş,
       
       
       c) Üniversitelerarası Kurulca profesörler arasından seçilen beş,
       
       
       d) Genelkurmay Başkanlığınca seçilen bir,
       
       
       Üyeden oluşur. (b), (c) ve (d) bentlerine göre seçilenlerin üyelikleri Cumhurbaşkanının onayı ile kesinleşir. Bu bentlerde belirtilenlerin seçimleri bir ay içinde, Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmayanların yerine yeni adayların seçimleri ise iki hafta içinde yapılmadığı takdirde, Cumhurbaşkanınca doğrudan atama yapılır.
       
       
       (b), (c) ve (d) bentlerinde belirtilen üyelerin seçimleri, ilgili makam ya da kurumun kontenjanındaki üyenin üyelik süresinin bitimi tarihinden bir ay önce, süresinden önce boşalma olması halinde ise en geç bir ay içinde tamamlanır ve seçilen üyeler onay için Cumhurbaşkanına sunulur.
       
       
       İlk toplantısını en yaşlı üyenin başkanlığında yapan Kurul, üyeleri arasından bir başkan seçer. Başkan, Kurul üyeleri arasından bir başkan vekili seçer. Diğer başkan vekili Kurul üyeleri arasından, Kurul tarafından seçilir. Başkan ve Kurul üyelerinin görev süresi dört yıldır. Kurulun başkan ve üyeleri daimi statüde görev yapar.
       
       
       Başkan, Kurulun ita amiridir ve Kurulu temsil eder. Başkan, bulunmadığı durumlarda, kendisine vekalet etmek üzere başkan vekillerinden birini görevlendirir. Başkan, Kurula karşı sorumlu olup Kurul kararlarının uygulanmasını sağlar.
       
       
       Kurul, üyelerinin en az üçte ikisinin katılımıyla toplanır ve katılanların salt çoğunluğuyla karar alır. Milli Eğitim Bakanı Yükseköğretim Kurulu toplantılarına katılabilir ve katıldığı toplantılara başkanlık eder. Yükseköğretim Kurulu, üyelerinin salt çoğunluğunun isteğiyle olağanüstü toplanabilir.
       
       
       Üyeler, Yükseköğretim Kurulu Başkanı tarafından verilecek istisnai görevler dışında hiçbir kamu kuruluşu veya özel kuruluşta ücretli ya da ücretsiz çalışamaz. Bir yıl içerisinde yıllık izin, hastalık ve mazeret izinleri hariç bir ay hizmete devam etmeyen üyeler görevinden ayrılmış sayılır.
       
       
       Kurul Başkan ve üyelerinin ücretleri, birinci derecenin son kademesindeki profesörlerden rektörlüğe atananlara ödenen aylık (ek gösterge dahil), taban aylığı, makam tazminatı, temsil tazminatı ve üniversite ödeneği ile idari görev ödeneği toplamının brüt tutarının iki katını geçmemek üzere Bakanlar Kurulunca tespit edilir. Kurul üyelerine (özel veya kamu kurumlarınca telif hakları kapsamında ödenenler hariç) ayrıca herhangi bir ücret ödenmez. Kurulda görev alan kamu personelinin her türlü özlük hakları saklı kalır ve kurumlarından aylıksız izinli sayılır.
       
       
       Kurul, çalışmalarında verimlilik sağlamak amacıyla kendi içinde komisyonlar oluşturabilir.
       
       
       Yükseköğretim Kurulunun çalışma usul ve esasları Yükseköğretim Kurulunca çıkarılan yönetmelikle düzenlenir.”
       
       
       denilerek, Yükseköğretim Kurulu’nun oluşumu yeniden düzenlenmektedir.
       
       
       a- Maddenin üçüncü fıkrasının (b) bendinde, Yükseköğretim Kurulu’nun beş üyesinin Bakanlar Kurulu’nca seçileceği belirtilmiş; ancak, bu beş üyenin hangi nitelikleri taşıyacağına ilişkin herhangi bir kurala yer verilmemiştir.
       
       
       
       
       Böylece, Bakanlar Kurulu, Yükseköğretim Kurulu’na üye seçme konusunda mutlak bir takdir yetkisiyle donatılmıştır.
       
       
       Oysa, Anayasa’nın 131. maddesinin ikinci fıkrasında,
       
       
       “Yükseköğretim Kurulu, üniversiteler ve Bakanlar Kurulunca seçilen ve sayıları, nitelikleri, seçilme usulleri kanunla belirlenen adaylar arasından rektörlük ve öğretim üyeliğinde başarılı hizmet yapmış profesörlere öncelik vermek sureti ile Cumhurbaşkanınca atanan üyeler ve Cumhurbaşkanınca doğrudan doğruya seçilen üyelerden kurulur.”
       
       
       denilerek, Bakanlar Kurulu’nca, Yükseköğretim Kurulu’na seçilecek adayların rektörlük ve öğretim üyeliğinde başarılı hizmet yapmış profesörler arasından olması öncelikli nitelik olarak belirtilmiş, diğer niteliklerin yasayla düzenlenmesi öngörülmüştür.
       
       
       Nitekim, yürürlükteki düzenlemede, kendisine, üst düzeydeki devlet görevlileri ya da emeklileri arasından Yükseköğretim Kurulu’na üye seçme yetkisi tanınan Bakanlar Kurulu’nun bu yetkisi, seçeceği kişilerin mesleklerinde “temayüz etmiş” olmaları koşuluna bağlanmış; ayrıca, yargıç ve savcı sınıfından olanların seçiminde ise, Bakanlığın ve kendilerinin “muvafakatlarının” alınması zorunlu kılınmıştır.
       
       
       İncelenen Yasa’da, Bakanlar Kurulu’nca Yükseköğretim Kurulu’na seçilecek üye adayları için hiçbir nitelik öngörülmemiş olması Anayasa’nın 131. maddesiyle bağdaşmamaktadır.
       
       
       Öte yandan, akademik yaşamı planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yükseköğretim kurumlarındaki eğitim-öğretim ve bilimsel araştırma etkinliklerini yönlendirmek gibi önemli görevleri bulunan Yükseköğretim Kurulu’na seçilecek kişilerde kimi niteliklerin bulunması ve bunların yasa ile belirlenmesi zorunludur.
       
       
       Yükseköğretim Kurulu üyesi olmak için hiçbir nitelik aranmayan ve dolayısıyla görevin gerektirdiği asgari nitelikleri taşımayan, hatta kamu görevlisi bile olmayan kişilerin politik yaklaşımlarla bu göreve atanmalarının olanaklı kılınmasının sakıncaları açıktır.
       
       
       Bu nedenle, Yükseköğretim Kurulu üyeliğine, Bakanlar Kurulu’nca yapılacak üye seçiminde herhangi bir ölçütün getirilmemiş olmasında “kamu yararı”da bulunmamaktadır.
       
       
       b- Maddenin üçüncü fıkrasının (d) bendinde, Yükseköğretim Kurulu’na Genelkurmay Başkanlığı’nca da bir üye seçilmesi öngörülmüştür.
       
       
       
       
       Anayasa’nın 131. maddesinin ikinci fıkrasında 07.05.2004 günlü, 5170 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle, Yükseköğretim Kurulu’na Genelkurmay Başkanlığı’nca üye seçilmesine ilişkin kural Anayasa’dan çıkarılmıştır. Söz konusu değişiklik 22.05.2004 günlü, 25469 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
       
       
       Anayasa’nın 131. maddesinin yürürlükteki kuralına göre, Yükseköğretim Kurulu’na, ancak Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu ve üniversitelerce üye seçilmesi olanaklıdır.
       
       
       Bu durumda, incelenen Yasa’nın, 2547 sayılı Yasa’nın 6. maddesini değiştiren 1. maddesiyle, Yükseköğretim Kurulu’nun oluşumunda Genelkurmay Başkanlığı’nca da bir üye seçileceğinin öngörülmüş olması, Anayasa’nın, yasaların Anayasa’ya aykırı olamayacağına ilişkin 11. maddesine açık aykırılık oluşturmaktadır.
       
       
       2- İncelenen Yasa’nın,
       
       
       - 5. maddesiyle değiştirilen 2547 sayılı Yasa’nın 45. maddesinin (a) bendinde,
       
       
       “a.Yükseköğretim kurumlarına, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezinin yapacağı sınavla girilir. Bu sınava temel teşkil etmek üzere, Milli Eğitim Bakanlığı genel ortaöğretim ve mesleki-teknik ortaöğretim kurumlarının program/alan/ kol/bölümlerini; sözel, eşit ağırlık ve sayısal olmak üzere üç grupta toplar. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı da yükseköğretim programlarını; sözel, eşit ağırlık ve sayısal olmak üzere üç puan türünde gruplandırır ve hangi ortaöğretim program/alan/kol/bölümünün hangi yükseköğretim programına karşılık geldiğini bu suretle ilişkilendirir. Adayların ortaöğretimdeki başarıları; Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından geliştirilecek bir yöntemle ortaöğretim başarı puanı olarak hesaplanır ve bu puan yükseköğretim kurumlarına girişteki Öğrenci Seçme Sınavı puanlarına eklenir. Herhangi bir genel veya mesleki-teknik ortaöğretim kurumu mezunu, Öğrenci Seçme Sınavında ortaöğretimdeki kendi program/alan/kol/bölümünü tercih ederse, hesaplanacak olan ortaöğretim başarı puanı (0.80) katsayısı ile çarpılır. Ortaöğretimdeki program/alan/kol/bölümü sözel olan öğrenciler eşit ağırlığa dayalı bir yükseköğretim programını tercih ederse ortaöğretim başarı puanı (0.60) katsayısı ile, sayısala dayalı bir yükseköğretim programını tercih ederse (0.45) katsayısı ile çarpılır. Ortaöğretimdeki program/alan/kol/bölümü eşit ağırlık olan öğrenciler sözel ağırlığa dayalı bir yükseköğretim programını tercih ederse ortaöğretim başarı puanı (0.45) katsayısı ile, sayısala dayalı bir yükseköğretim programını tercih ederse (0.60) katsayısı ile çarpılır. Ortaöğretimdeki program/alan/kol/bölümü sayısal olan öğrenciler eşit ağırlığa dayalı bir yükseköğretim programını tercih ederse ortaöğretim başarı puanı (0.60) katsayısı ile, sözele dayalı bir yükseköğretim programını tercih ederse (0.45) katsayısı ile çarpılır. Dil sınavı ve puan türü ile bu adayların yerleştirilmesine ilişkin esaslar ise Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenir.
       
       
       Sınav soruları, yükseköğretime girişteki puan türleri dikkate alınmak suretiyle genel ortaöğretimin tüm müfredatı gözetilerek hazırlanır.
       
       
       Yükseköğretim kurumlarına giriş ile ilgili diğer usul ve esaslar, Milli Eğitim Bakanlığı ile Yükseköğretim Kurulunca birlikte çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”
       
       
       - 7. maddesiyle 2547 sayılı Yasa’ya eklenen geçici 53. maddesinde de,
       
       
       “2004 Öğrenci Seçme Sınavına mahsus olmak üzere kılavuzda alanları bakımından ortak olarak belirtilen yükseköğretim programlarına girişte ortaöğretim başarı puanı (0.80) katsayısı ile çarpılır.
       
       
       2004 yılında birinci fıkradaki haktan yararlananlar ile 2003-2004 öğretim yılında aynı şartları taşıyan Lise II. Sınıfta olan öğrenciler, 2005 yılında girecekleri Öğrenci Seçme Sınavında aynı haktan yararlanırlar.”
       
       
       denilmektedir.
       
       
       A- 2547 sayılı Yasa’nın 45. maddesinin (a) bendinde incelenen Yasa’nın 5. maddesiyle yapılan düzenleme ile, yükseköğretime girişte uygulanan sistemin değiştirilmesi öngörülmekte, aynı Yasa’ya incelenen Yasa’nın 7. maddesiyle eklenen geçici 53. maddede de, 2004 ve 2005 yıllarında yapılacak uygulamaya ilişkin düzenleme getirilmektedir.
       
       
       a- 2547 sayılı Yasa’nın “Yükseköğretime giriş” başlığını taşıyan 45. maddesinin (a) bendinin yürürlükteki metnine göre, öğrenciler yükseköğretim kurumlarına, ilkeleri Yükseköğretim Kurulu’nca belirlenen sınavla girebilmektedirler.
       
       
       1999 yılına kadar iki aşamalı olarak uygulanan giriş sınavları, her iki aşama sınavlarının sonuçları ile elde edilen başarı arasında sıkı bir bağ bulunduğunun belirlenmesi üzerine ve Yükseköğretim Kurulu kararıyla tek aşamalı duruma getirilmiştir. Yine aynı kararla, sözel, sayısal ve eşit ağırlıklı ortaöğretim başarı puanlarının hesaplanmasında farklı katsayı uygulamasına geçilmiştir.
       
       
       Sınav sonuçlarının değerlendirilmesinde, adayların ortaöğretimdeki başarıları dikkate alınmakta; Yükseköğretim Kurulu’nun uygun göreceği ilkeler çerçevesinde hesaplanacak ortaöğretim başarı puanı, ek puan olarak giriş sınav puanına eklenmektedir.
       
       
       Ortaöğretim başarı puanının hesaplanmasında, ortaöğretimdeki alanlarla ilgili yükseköğretim programlarına yerleştirme yapılırken daha yüksek katsayı uygulanmaktadır.
       
       
       Ayrıca, mesleki ve teknik ortaöğretimi özendirmek için bir mesleğe yönelik program uygulayan liseleri bitirenlere, aynı alandaki yükseköğrenimi seçmeleri durumunda ek puan uygulaması getirilmiştir.
       
       
       
       
       
       
       Puanların hesaplanmasında uygulanan katsayıları ve “aynı alan”daki yükseköğrenim programlarını saptama yetkisi Yükseköğretim Kurulu’nundur.
       
       
       İncelenen Yasa’nın 5. maddesiyle, Yükseköğretim Kurulu’nun,
       
       
       - Ortaöğretim başarı puanının hesaplama yöntemini belirleme yetkisi kaldırılarak katsayılara yasa metninde yer verilmekte,
       
       
       - Ortaöğretim kurumu ile “aynı alan” içinde sayılacak yükseköğretim programlarını belirleme yetkisi kaldırılarak, bu yetki, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ortaöğretim kurumlarını sınıflandırma konusunda yapacağı saptama ile “bağlı yetki”ye dönüştürülmektedir.
       
       
       Çünkü, daha önce yalnızca ortaöğretim kurumlarının program/alan/kol/bölümlerini belirleme yetkisine sahip olan Milli Eğitim Bakanlığı’na, yapılan düzenleme ile, yükseköğretimdeki gruplandırmaya esas olacak biçimde, bu program/alan/kol/bölümlerin sözel, sayısal ya da eşit ağırlıklı alanlardan hangisine gireceğini belirleme yetkisi de verilmektedir.
       
       
       Oysa, “sözel”, “sayısal” ve “eşit ağırlıklı” gibi terimler, herhangi bir ortaöğretim kurumunun alan/bölüm/kol/programını nitelendirmeyip, yükseköğretime giriş sınavında adayın bilgi ve yeteneğini tam ve doğru ölçmek için kullanılan araçların adıdır.
       
       
       İncelenen Yasa’yla getirilen düzenlemede, tersi olması gerekirken, yükseköğretim ortaöğretime göre biçimlendirilmeye ve yönlendirilmeye çalışılmaktadır.
       
       
       Bunun nedeninin de, mesleki - teknik ortaöğretim kurumlarını, bu bağlamda özellikle imam hatip liselerini bitirenlerin kendi alanları dışında bir yükseköğretim programına girmek istemeleri durumunda, aynı gruptaki genel liselerle eşit katsayıdan yararlandırılmalarının sağlanması olduğu açıktır.
       
       
       Böylece, gençlerin imam-hatip liselerine yönlenmelerinin özendirilmesi amaçlanmaktadır.
       
       
       b- Ülkemizde eğitim ve istihdamla ilgili sorunların büyümesinin nedeni, mesleki-teknik ortaöğretim yerine, yalnızca yükseköğretime hazırlayan genel ortaöğretime ağırlık verilmesidir.
       
       
       Çağdaş ülkelerde, ortaöğretim içindeki mesleki-teknik ortaöğretim kurumlarının oranı % 65, liselerin oranı ise % 35 iken, ülkemizde bunun tam tersi geçerlidir.
       
       
       
       
       
       
       
       
       Oysa, mesleki-teknik eğitim sanayi ve ticaret sektörünün can damarıdır. Gelişmiş birçok ülkede yüzde ellilerin üzerinde payı olan meslek yüksekokullarının ülkemizde yükseköğretim içindeki payı, alınan önlemlere karşın çok düşüktür. Bu kadar düşük mesleki-teknik eğitim oran ve sayıları ile Türk sanayisinin gelişmesinin güç olduğu, gelişmiş ülkelerin sanayileri ile rekabet edilmesinin tek yolunun sayıca ve nitelikçe üstün ara işgücünün yetiştirilmesinden geçtiği tartışmasız kabul edilmesi gereken bir gerçektir.
       
       
       Bu nedenle, alınacak önlemlerle mesleki-teknik öğretimin her yönden niteliğinin artırılması ve mezunlarına istihdam olanaklarının yaratılması, böylece öğrencilerin bu okulları tercih etmeleri ve alanlarında yükseköğrenim yapmaları konusunda özendirilmeleri gerekirken, bu tür liseleri bitirenlerin kendi alanları dışındaki yükseköğretim kurumlarına yönlendirilmeleri, ülke kaynaklarının israf edilmesi, yükseköğretim kurumlarının verimsizliğe ve başarısızlığa itilmesi gibi kamu yararıyla bağdaştırılamayacak sonuçlar yaratacak niteliktedir.
       
       
       Türk eğitim sisteminde mesleki-teknik öğretimin geri planda bırakılması, bu okullardaki eğitim-öğretimin kalitesini de olumsuz yönde etkilemektedir.
       
       
       Genel ortaöğretim kurumlarıyla karşılaştırıldığında, mesleki-teknik eğitim veren ortaöğretim kurumlarında edebiyat, tarih, coğrafya, matematik, biyoloji, fizik, kimya, felsefe gibi temel kültür derslerinin yeterli düzeyde verilmediği görülmektedir.
       
       
       Ortaöğretimde yeterli temel eğitimi alamayan öğrencilerin kendi alanları dışındaki yükseköğretim programlarına girmeleri akademik öğretimde nitelik yitimine yol açmaktadır.
       
       
       Ayrıca, katsayının eşitlenmesi, hiçbir mesleki öğrenimi bulunmayan ve tek çıkış yolu yükseköğretim görmek olan genel ortaöğretim kurumunu bitiren gençler yönünden de haksızlık yaratmaktadır.
       
       
       Öte yandan, mesleki-teknik ortaöğretim, genel ortaöğretime oranla çok daha pahalı bir eğitimdir. Her bir meslek lisesi öğrencisi için, genel lise öğrencisine oranla yaklaşık altı kat daha fazla kaynak kullanılmaktadır.
       
       
       Sanayi sektörüne ara eleman sağlanması amacıyla oluşturulan mesleki-teknik liseleri bitirenlerin, bu amaca yönlendirilmeyip üniversiteye girmelerinin özendirilmesi, kaynak israfı ve üniversite öğretim kalitesinin düşmesinden başka bir sonuç yaratmamaktadır.
       
       
       Bu nedenle, yapılan düzenlemede, her yasanın genel amacı olması gereken “kamu yararı”na uygunluk bulunmamaktadır.
       
       
       c- Mesleki-teknik ortaöğretim kurumlarını bitirenlerin farklı katsayı uygulaması sonucu haksızlığa uğradıkları savı gerçeği yansıtmamaktadır.
       
       
       Çünkü, bir kez, mesleki-teknik ortaöğretimi bitirenler, kendi alanlarında bir yükseköğretim programını tercih ettiklerinde büyük avantaja sahiptir.
       
       
       İkinci olarak, mesleki-teknik ortaöğretimi bitirenlerin, kendi alanları dışındaki yükseköğretim programlarında okumaları kesinlikle engellenmemiştir. Başarılı öğrencilerin alandışı yükseköğretim programlarını kazanmaları ve bu programlarda öğretim görmeleri olanaklıdır. Nitekim, uygulamada bunun pek çok örneği görülmektedir.
       
       
       Üçüncü olarak, mesleki-teknik ortaöğretimi bitirenler, sınavda başarısız olmaları ve istemeleri durumunda, bitirdikleri programın devamı niteliğinde ya da buna en yakın meslek yüksekokullarına ya da Açıköğretim Fakültesi önlisans programlarına sınavsız yerleştirilebilmektedir.
       
       
       Dördüncü olarak, sınavsız geçişle meslek yüksekokuluna yerleşen öğrencilerin, bu okulları bitirdikten sonra dikey geçiş sınavı ile yine aynı alanda lisans programlarında okuma olanakları bulunmaktadır.
       
       
       Beşinci olarak, mesleki-teknik ortaöğretimi bitirenlerin, hiçbir yükseköğretim programında okuyamasalar bile, kendilerine ortaöğretim kurumlarının kazandırdığı mesleklerinde çalışma olanakları vardır.
       
       
       Altıncı olarak, eşit katsayı uygulaması, asıl adaletsizliği, imam hatip lisesini bitirenlerle diğer mesleki-teknik liseleri bitirenler arasında yaratmaktadır. Ortaöğretimde görülen derslerin program ve yoğunluğu arasındaki fark, sınavlarda mesleki-teknik lise mezunları yönünden haksızlığa neden olmaktadır.
       
       
       Son olarak, Yükseköğretim Kurulu’nun, 1999 yılından başlayarak yükseköğretim kurumlarına öğrenci seçme ve yerleştirmede uygulanacak esasların belirlenmesine, bir başka anlatımla farklı katsayı uygulanmasına ilişkin 30.07.1998 günlü,98.8.90 sayılı kararının, haksızlık ve eşitsizlik yarattığı gerekçesiyle iptali istemiyle açılan davaların tümü Danıştay Sekizinci Dairesi’nce reddedilmiş; bu kararlar, yapılan temyiz incelemesi sonucunda Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nca onanmıştır.
       
       
       Yukarıda açıklanan gerekçeler, farklı katsayı uygulamasının haksızlığa neden olmadığını, tam tersine adaletli bir düzen kurduğunu göstermektedir.
       
       
       Üstelik, incelenen Yasa’nın gerekçesinde yer verilen, farklı katsayı uygulaması ve alanları dışındaki yükseköğretim programlarına katılmalarının zorlaştırılması nedeniyle meslek okullarına ilginin azaldığı yolundaki sav da gerçeği yansıtmamaktadır.
       
       
       
       
       
       
       Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre, yıllar itibariyle mesleki-teknik liseler ile imam hatip liselerindeki öğrenci sayıları aşağıdaki gibidir.
       
       
       Öğretim Yılı Meselek Liseleri İmam-Hatip Liseleri
       
       
       1998-1999 - 192.786
       
       
       1999-2000 - 134.224
       
       
       2000-2001 902.715 95.718
       
       
       2001-2002 947.358 77.389
       
       
       2002-2003 981.224 71.100
       
       
       
       
       Yukarıdaki veriler incelendiğinde açıkça görüleceği gibi, farklı katsayı uygulaması nedeniyle mesleki-teknik ortaöğretim kurumlarının öğrenci sayıları, azalmamış, tersine artmıştır. Azalma yalnızca imam-hatip liselerinde olmuştur.
       
       
       İncelenen Yasa’nın gerçek amacı da, imam-hatip lisesini bitirenlerin alanları dışındaki yükseköğretim programlarına girişlerini kolaylaştırmak ve imam-hatip liselerini yeniden çekici duruma getirerek bu okulların öğrenci sayısını daha da artırmaktır. Oysa, bu okullarda bugün bile gereksinimden çok fazla sayıda öğrenci bulunduğu bilinen bir gerçektir.
       
       
       Milli Eğitim Bakanlığı verileri 2003 yılı itibariyle Türkiye’de 536 imam hatip lisesinin bulunduğunu, bu liselerde 105 bin öğrencinin okuduğunu göstermektedir. Yıllık imam-hatip gereksinmesinin 5 bin olmasına karşılık, bu liseleri bitirenlerin sayısı 25 bini bulmaktadır. Yapılan araştırmalardan, 2003 yılı itibariyle imam hatip lisesini bitirenlerin sayısının 511 bini aştığı anlaşılmaktadır.
       
       
       Bu sayılar, eğitim düzeninde yaratılan çarpıklığı ve ülke kaynaklarındaki önemli israfı, başka bir yoruma gerek bırakmayacak biçimde ortaya koymaktadır.
       
       
       d-İncelenen Yasa’nın katsayıları belirleyen 5. maddesinin gerekçesinde,
       
       
       “Anayasanın 130. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki yükseköğretime girişin kanunla düzenlenmesine dair amir hüküm gereğince, yükseköğretime giriş yeniden düzenlenmiştir.
       
       
       Bu düzenleme ile yükseköğretime girişte görülen birtakım eşitsizliklerin giderilmesi ve haksız uygulamaların önlenmesi amaçlanmış, genel lise ve mesleki ve teknik lise mezunları ile fen ve Anadolu liseleri arasındaki farklı katsayı uygulamalarının giderilmesi amaçlanmıştır.”
       
       
       denilmektedir.
       
       
       
       
       
       
       Oysa, Anayasa’nın 130. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki “yükseköğretime giriş” anlatımı, yetkili organı belirlemeye değil, hangi koşulları taşıyan öğrencilerin yükseköğretime girebileceğinin yasayla belirlenmesine yönelik bir anlatımdır. Yükseköğretime giriş ilkelerinin belirlenmesi bir ortaöğretim etkinliği değildir. Okutacağı öğrencinin bilgi düzeyini, yeteneklerini çeşitli yöntemlerle saptayarak en uygun öğrenim birimine yerleştirmek Anayasa ile Yükseköğretim Kurulu’na verilmiş bir yetki ve görevdir.
       
       
       Öte yandan, ülkenin öğrenim çağındaki gençlerinin bilgi ve yeteneklerine göre ve ülke gereksinimleri de gözönünde tutularak uygun alanlara yönlendirilmeleri, ülkenin geleceği ve gelecekteki ekonomik, kültürel, sosyal gelişmesini çok yakından ilgilendirdiği, bu gelişme ve kalkınmayı derinden etkileyeceği için iktidarların siyasal tercih ve değerlendirmelerine bırakılmayacak kadar önemlidir.
       
       
       Anayasa’nın 130. maddesi uyarınca, üniversiteye giriş esasları ve koşullarını belirleme yetkisinin yükseköğretim organlarının bilimsel değerlendirmelerine bırakılması gerekmektedir.
       
       
       Başka bir anlatımla, Anayasa’nın 130. maddesine göre, üniversiteye girişin yasayla düzenlenecek olması, yasakoyucunun, Anayasa’nın 130. ve 131. maddelerindeki diğer kuralları ve bu konuda yükseköğretim organlarının yetkilendirildiğini gözardı ederek dilediğince düzenleme yapabileceği, bu yetkiyi başka organlara bırakabileceği anlamına gelmemektedir.
       
       
       Nitekim, Anayasa’nın 131. maddesinde, “yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek” görev ve yetkisi Yükseköğretim Kurulu’na verilmiştir.
       
       
       Bu bağlamda, hangi ortaöğretim programlarını bitirenlerin yükseköğretimin hangi programlarına, hangi ölçütler kullanılarak girebileceği, Yükseköğretim Kurulu’na tanınan bir yetkidir. Ölçütlerden biri olan ortaöğretim başarı puanı uygulamasıyla, adayların ortaöğretimdeki öğretimleri sırasında okudukları derslerden olanaklar ölçüsünde yararlanarak iyi not almaları özendirilirken, aynı zamanda, ortaöğretimdeki ders programının gereği gibi kavranması ve bilgi birikiminin sağlanmasıyla adayların yükseköğretimdeki öğrenimlerinin kolaylaştırılması, böylece öğretimin kalitesinin artırılması amaçlanmaktadır.
       
       
       Bu nedenlerle, incelenen Yasa’nın 5. maddesinin, Anayasa’nın 130 ve 131. maddelerine aykırı olduğu sonucuna varılmaktadır.
       
       
       e- İmam-hatip lisesini bitirenlerin kendi alanları dışındaki yükseköğretim programlarında okuyabilmelerine olanak sağlayan düzenlemenin Anayasa’daki laiklik ilkesi yönünden de incelenmesi gerekmektedir.
       
       
       Anayasa’nın 130. maddesinde, üniversitelerin kuruluş amacının, çağdaş eğitim ve öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde ulusun ve ülkenin gereksinimine uygun insan yetiştirmek olduğu belirtilmiştir.
       
       
       Anayasa’nın 42. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında ise, eğitim ve öğretimin, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devlet’in gözetim ve denetimi altında yapılacağı, bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim kurumları açılamayacağı belirtilerek, laiklik ilkesine uygun eğitim ve öğretim öngörülmüş, eğitim ve öğretim özgürlüğünün Anayasa’ya sadakat borcunu ortadan kaldırmayacağı vurgulanmıştır. 42. maddenin amacı, kapsamlı ve nitelikli öğretim programlarıyla toplumu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmaktır.
       
       
       Devlet’in eğitim ve öğretimdeki gözetim ve denetim görevi, laiklik ilkesine aykırı etkinlik ve öğretim yapılmasına izin verilmemesi görevini de kapsamaktadır. Eğitim ve öğretimde böylesine önemli yer tutan laiklik ilkesinin anayasal içeriğinin irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.
       
       
       aa- Anayasa’nın 1. maddesinde, Türkiye Devleti’nin bir Cumhuriyet olduğu belirtilmiş; 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin, başlangıçta yer verilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulanmış; 4. maddesinde de, 1 ve 2. maddelerdeki “Cumhuriyet”in ve “Cumhuriyet’in nitelikleri”nin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin önerilemeyeceği belirtilmiştir.
       
       
       Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerinden olan laiklik, anayasal içeriğiyle güvence altına alınmıştır.
       
       
       Anayasa’nın 176. maddesine göre, başlangıç bölümü, Anayasa metnine dahildir. Anayasa’nın dayandığı temel görüş ve ilkeleri içeren başlangıç bölümü, maddelerin amacını ve yönünü belirten bir kaynaktır. Madde gerekçesinde de, başlangıç bölümünün Anayasa’nın diğer kuralları ile eşdeğer olduğu vurgulanmıştır.
       
       
       Anayasa’nın başlangıç bölümünde,
       
       
       - Yüce Türk Devleti’nin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa’nın, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda anlaşılması, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanması gerektiği,
       
       
       - Hiçbir etkinliğin Atatürk ilke ve devrimleri karşısında koruma göremeyeceği,
       
       
       - Laiklik ilkesi gereği kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı,
       
       
       
       
       belirtilmiştir. Böylece, Cumhuriyet’in niteliklerinin en önemlisi ve diğer niteliklerin temeli olan laiklik, Anayasa’ya yön veren ilkeler arasındaki yerini almış ve anayasal tanımını bulmuştur.
       
       
       Bu tanıma göre laiklik, dinin, sosyal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını önleyen temel ilkedir. Bu işlevine uygun olarak Anayasa’nın 24. maddesinde de,
       
       
       - Devlet’in sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı,
       
       
       - Dinin ya da din duygularının yahut dince kutsal sayılan şeylerin, siyasal ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla kötüye kullanılamayacağı,
       
       
       açık biçimde kurala bağlanmıştır.
       
       
       Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyet’in gereklerine uygun olarak yasayla sınırlanabileceği; 14. maddesinde de, Anayasa’da yer verilen hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyet’i ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı belirtilmiştir.
       
       
       Böylece, temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyet’i zedeleyecek biçimde kötüye kullanılması önlenmiş, gerekirse laik Cumhuriyet’i korumak için temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması kabul edilmiştir.
       
       
       bb- Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, coğrafi yönden tekil devlet yapısını, yönetsel yönden laik, demokratik, sosyal, hukuk devletini, siyasal yönden tam bağımsızlık ilkesini, ekonomik, sosyal, kültürel ve sanatsal yönden de çağdaş bir Türkiye’yi hedeflemektedir.
       
       
       Atatürk devriminin amacı, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktır. Bu amaç, Anayasa’nın başlangıcında “çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak”, 174. maddesinde de, “çağdaş uygarlık düzeyini aşmak” biçiminde anlatımını bulmuştur.
       
       
       Devrimin temeli, amacına bağlı olarak laiklik ilkesidir. Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır. Anayasa’da benimsenen laiklik ilkesinin, yukarıda belirtilen amaç bağlamında değerlendirilmesi ve yorumlanması zorunludur.
       
       
       Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarında da belirtildiği gibi, laiklik, ülkelerin içinde bulunduğu tarihsel, siyasal, toplumsal koşullara ve her dinin bünyesinin gerektirdiği isterlere bağlı olarak ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir.
       
       
       Bu farklılığa bağlı olarak her ülkenin laiklik anlayışı o ülkenin Anayasa’sına yansımıştır. Türkiye için özellik taşıyan laiklik de Anayasa’da benimsenen ve korunan içerikte bir ilkedir.
       
       
       Laiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullardan ve her dinin özelliklerinden esinlenmesi, bu koşullar ile özellikler arasındaki uyum ya da uyumsuzlukların laiklik anlayışına yansıyarak değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır. Dini ve din anlayışı tümüyle farklı ülkelerde laiklik uygulamasının, aynı anlam ve düzeyde benimsenmesi beklenemez.
       
       
       Anayasa Mahkemesi’nin 1961 ve 1982 Anayasaları dönemlerinde verdiği çeşitli kararlarında, laikliğin hukuksal, sosyal, siyasal tanımları ve ulusal değeri geniş biçimde ele alınıp, özenle korunması gereken bir ilke olduğu vurgulanmıştır. Bu kararlara göre laiklik ilkesi şu öğeleri içermektedir:
       
       
       - Din, Devlet işlerinde egemen olamaz.
       
       
       - Din, bireylerin manevi yaşamına ilişkin olan inanç bölümündeki yerinde, sınırsız özgürlük tanınarak anayasal güvenceye alınmıştır.
       
       
       - Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar konulabilir; dinin kötüye kullanılması ve sömürülmesi yasaklanabilir.
       
       
       - Devlete, kamu düzeninin koruyucusu sıfatıyla, dinsel hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi tanınmıştır.
       
       
       Bu tanım, devlete, dinsel hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi tanırken, devrimlerin, dinin toplumsal görevlerden sıyrılıp, vicdanlara bırakılması doğrultusundaki amacına koşut bir anlam içermektedir.
       
       
       Buna göre, Atatürk devrimlerinin hareket noktasında laiklik ilkesi yatmakta ve devrimlerin temel taşını bu ilke oluşturmaktadır. Laiklikten verilecek en küçük ödün, Atatürk devrimlerini yörüngesinden saptırarak, yok olması sonucunu doğurabilecektir.
       
       
       Laiklik, ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan bir uygar yaşam biçimidir.
       
       
       Anayasa, bireyin inanç alanında kaldığı sürece din ve inanç olgusuna sınırsız bir özgürlük tanımakta, buna karşın toplumsal yaşamı etkilediğinde, açığa vurulduğunda kamu düzenini koruma amacıyla bu özgürlük sınırlanabilmektedir. Bu bağlamda, devlet, dinin kötüye kullanılmasını ve sömürülmesini önleyecek önlemleri alacaktır.
       
       
       Genel olarak laikliğin din işleri ile dünya işlerinin ayrılması anlamına geldiği söylenmektedir. Bu, laikliğin dar ve klasik tanımıdır. Bununla anlatılmak istenen, yalnızca devlet içinde din ve dünya işleriyle ilgili otoritelerin birbirinden ayrılması değil, aynı zamanda sosyal yaşamın, eğitimin, aile, ekonomi ve hukuk alanlarının din kurallarından arındırılarak, zamana, yaşamın gereklerine göre saptanmasıdır.
       
       
       Laiklik ilkesi, din ve mezhep ayrılıklarını bireyin özel yaşam alanına sokarak siyaset dışında tutmayı amaçlamıştır. Böylece, din siyasallaşmaktan kurtarılmış, yönetim aracı olmaktan çıkarılmış, gerçek saygın ve kutsal yerinde tutularak, bireylerin vicdanına bırakılmıştır.
       
       
       Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nde “ümmet”ten “ulus”a geçmenin itici gücü olmuştur; kişileri ve toplum kesimlerini birbirine güvenle bağlayan, uluslaşmayı, ulusal birliği ve ulusal dayanışmayı sağlayan ve güçlendiren içeriktedir.
       
       
       Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi gücünü laiklikten almakta, demokrasi herşeyden önce laikliğe dayanmaktadır. Çünkü, demokrasinin iki önemli öğesi olan özgürlük ve eşitlik, ancak dinsel zorlamaların olmadığı laik toplumlarda gerçekleşebilmektedir.
       
       
       Laiklik, tüm özgürlüklerin, bu bağlamda din ve inanç özgürlüğünün de güvencesidir. Çünkü, yalnız laik düzende insanlar inanıp inanmamakta, din seçiminde ya da dinsel uygulamalarda özgürdürler.
       
       
       cc-Anayasa’nın 174. maddesinde, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacı güden devrim yasaları tek tek sayılarak anayasal güvenceye alınmıştır.
       
       
       Bu yasalar, maddede de belirtildiği gibi laiklik ilkesiyle doğrudan ilgili bulunmakta, Cumhuriyetimizin laik niteliğini somutlaştırmakta ve ona içerik kazandırmaktadır. Bu nedenle, Anayasa’nın 174. maddesi, başlangıcı ile 2. ve 24. maddelerinden ayrı düşünülemez ve onları tamamlayıcı niteliktedir.
       
       
       Ayrıca, 174. maddede yer verilen ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında yeni rejimi oluşturmak amacıyla çıkarılan yasaların “inkılap yasaları” olarak anılmaları, bu yasaların Türk Devrimi ve Atatürk ilkelerinin gerçekleşme aracı olduğunu göstermektedir.
       
       
       Bundan da anlaşılmaktadır ki, laiklik, tüm anayasal kurallara egemen bir ilkedir.
       
       
       Anayasa koyucu, Atatürk devrimlerinin temel felsefesinin önemini, devrim yasalarını 174. maddesi ile korumaya alarak vurgulamak istemiştir. Gerçekten, 1982 Anayasası’nın “İnkılap kanunlarının korunması” başlıklı 174. maddesinin gerekçesinde,
       
       
       “Atatürk inkılaplarının Atatürk’ün amaç olarak gösterdiği Batı uygarlık düzeyine varıştaki önemleri tartışılmayacak kadar açıktır. Türk Milleti bu inkılapların bilincine varmış ve onlarla ilgili değerlendirmelerini etrafında toplandığı fikirler nüvesine katmıştır.
       
       
       Ancak zaman zaman Atatürk inkılaplarının anlamını kavrayamayanların belirdikleri görüldüğünden inkılapları Anayasanın himayesine alan 1961 Anayasasındaki hükmün yeni Anayasada korunması yerinde görülmüştür.”
       
       
       denilerek, devrimlerin Anayasa’nın korunmasına alındığı belirtilmiştir.
       
       
       dd- Ülkemizde laik öğretime geçiş, Anayasa’nın 174. maddesiyle korumaya alınan 03 Mart 1924 günlü, 430 sayılı Öğretim Birliği Yasası ile gerçekleştirilmiştir. Bu Yasa ile,
       
       
       - Türkiye’deki tüm okullar, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış,
       
       
       - Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ile vakıflarca yönetilen medreseler ve dini eğitim veren okullar kapatılmış,
       
       
       - Diyanet uzmanları yetiştirmek üzere ilahiyat fakültesi, imam ve hatip gibi din hizmetlerini yürüteceklerin yetiştirilmesi amacıyla okullar açılması için Milli Eğitim Bakanlığı’na görev ve yetki verilmiştir.
       
       
       Öğretim birliği ilkesinin amacı, akla ve bilime dayalı programlarla çağdaş uygarlık hedefine yönlendirilmiş yurttaşlar yaratmaktır.
       
       
       İkili öğretim, yani bir yanda akla ve bilime öte yanda dinsel öğretiye dayalı öğretim toplumda ikiliğe yol açacak kaos ve karmaşa yaratacaktır. Bunun çağdaşlaşma hedefine ve ulusal birliğe zararı açıktır.
       
       
       Öğretim Birliği Yasası’nın gerekçesinde,
       
       
       “Bir devletin genel eğitim ve kültür politikasında ulusun düşünce ve duygu bütünlüğünü sağlamak için öğrenim birliği en doğru, en bilimsel ve her yerde yararı ve olumluluğu görülmüş bir ilkedir. 1839 Gülhane Fermanı’ndan sonra açılan Kutlu Düzenleme (Tanzimat-ı Hayriye) döneminde öğrenim birliğine başlanmak istenmişse de, bunda başarılı olunamamış ve tam tersine bu alanda bir ikilik yaratılmıştır. Bu ikilik eğitim ve öğretim açısından birçok olumsuz sonuç yaratmıştır. Bir ulus bireyleri, ancak bir eğitim görebilir. Bir ülkede iki türlü eğitim, iki türlü insan yetiştirir. Bu ise duygu, düşünce ve dayanışma birliği amaçlarını tümüyle yok eder. Yasa önerimizin kabulü durumunda, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki her çeşit eğitim-öğretim kurumlarının bağlanacakları tek yer Eğitim Bakanlığı olacaktır. Cumhuriyetin kültür politikasından ve kültürümüzü duygu ve düşünce birliği içinde ilerletmekte görevli olan Eğitim Bakanlığı, müspet ve bütünleşmiş bir eğitim politikası uygulayacaktır.”
       
       
       denilerek, öğretim birliği ilkesinin önemi vurgulanmış ve temeli atılmıştır. Öğretim birliği ilkesi, laik eğitimin vazgeçilmez koşulu olarak laiklik ilkesinin önemli alanlarından birini oluşturmaktadır.
       
       
       Öğretim Birliği Yasası’nda, imam hatip yetiştirecek okulların kurulmasının öngörülmesinin amacı, din kültürünü bilimsel ortamda edinmiş, aydın, toplumu batıl inançtan kurtarabilecek din adamları yetiştirmektir.
       
       
       Bu amaç, imam hatip liselerinin imamlık, hatiplik ve Kuran kursu öğreticiliği gibi alanlardaki dini hizmetleri yerine getirmek amacıyla, öğrencileri bu mesleğe hazırlayıcı programlar çerçevesinde eğitim ve öğretim verilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
       
       
       ee-1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası’nın 32. maddesinde, öğretim birliği ilkesine uygun olarak imam hatip liseleri, imamlık, hatiplik ve Kuran kursu öğreticiliği gibi dini hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli elemanları yetiştirmek üzere, Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan, ortaöğretim sistemi içindeki öğretim kurumları olarak tanımlanmıştır.
       
       
       Madde gerekçesinde,
       
       
       “İmam-hatip okulları, imamlık ve hatiplik gibi din hizmetlerinin ifası ile görevli kimseleri yetiştirmek üzere açılan okullardır. 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu, amaçları dolayısıyla din öğretimine mecburi dersler arasında geniş ölçüde yer ve önem verilen bu okulların, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, Ôayrı mektepler’ olarak açılmasını amirdir.
       
       
       Tevhidi Tedrisat Kanunu, Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacını güden bir konu olarak, Anayasanın 153. maddesinde (1961 Anayasası) yer almış bulunmaktadır.
       
       
       Bu defa 31. madde (32. madde olarak yasalaştı), Tevhidi Tedrisat Kanununun ilgili maddesi hükmünü yerine getirmek, imam-hatip okullarının milli eğitim sistemi içindeki yerini açıklamak ve sekiz yıllık temel eğitime dayalı ve meslek icabı yalnız erkek öğrencilere mahsus ayrı meslek okulları olduğunu belirtmek amacıyla getirilmiştir. İmam-hatip okullarını bitirenler, bugün olduğu gibi, kendi alanlarında yükseköğrenime geçebileceklerdir.”
       
       
       denilmektedir.
       
       
       Gerekçeden de açıkça anlaşılabileceği gibi, bu okullar, yalnızca din adamı yetiştirilmesi için erkek öğrencilerin öğretim görmeleri ve bunların da ortaöğretim sonrasında kendi alanlarında yükseköğrenime devam edebilmeleri amacıyla kurulmuştur.
       
       
       Yapılan incelemeler, sonraki düzenleme ve uygulamalarla imam hatip liselerinin amacından saptırıldığını göstermektedir. Geçen zaman içinde imam hatip liseleri, genel liselere alternatif öğretim kurumları durumuna getirilmiş, ikili eğitim-öğretim sistemi yaratılarak eğitim birliğine ve laiklik ilkesine aykırı düşecek önemli uygulamalar yapılmıştır.
       
       
       İmam hatip liseleri ülkenin din adamı gereksinimini karşılamak amacıyla kurulduklarına göre, bu liselerin hem okul hem öğrenci sayısı olarak ülke gereksiniminin gerektirdiği düzeyde tutulması öğretim birliği ve laiklik ilkelerine uygun düşecektir.
       
       
       ff-Türk milli eğitiminin genel amacı, Türk Ulusu’nun tüm bireylerini, Atatürk ilke ve devrimlerine ve Anayasa’da anlatımını bulan Atatürk Milliyetçiliği’ne bağlı, Anayasa’nın başlangıcında belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları yaşamında uygulayan yurttaşlar olarak yetiştirmektir.
       
       
       Yasakoyucu, kişiler yönünden hak, devlet yönünden ödev olan öğrenim ve öğretim hakkını düzenlerken, toplumun gereksinim duyduğu insan gücünün yetiştirilmesi, böylece, toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmanın sağlanması gibi hususları gözetmek zorundadır.
       
       
       Türkiye’de laikliğin, siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmelere ve bu gelişmelere öncülük edecek eğitim seferberliğine dayalı olarak yerleştirilmesi öngörülmüştür.
       
       
       Eğitimin siyasal ve toplumsal bilinçlenme ile bu bilinçlenmeye öncülük yapabilmesi için öğretim birliği ilkesine bağlı kalınması zorunludur. Tersi durumda, öğretim birliği ilkesi uyarınca kapatılan okulların yerine yenileri açılmış olacaktır.
       
       
       Bunun dışına çıkılarak, imam hatip liselerinin genel lise statüsüne yükseltilmesi ya da bu liseleri bitirenlerin genel liseleri bitirenler gibi yükseköğretim hakkından yararlanmasının sağlanması, eğitimin laikleşmesini amaçlayan öğretim birliği ilkesiyle, laiklik ilkesiyle, demokratik, laik, eşitlikçi, adil, işlevsel ve bilimsel temellere dayalı eğitim anlayışıyla, kısaca Anayasa’nın Atatürk ilke ve devrimlerini temel alan ruhuyla bağdaşmamaktadır.
       
       
       B- 2547 sayılı Yasa’nın 45. maddesinin incelenen Yasa’nın 5. maddesiyle değiştirilen (a) fıkrasının son bendinde, yükseköğretim kurumlarına girişle ilgili diğer usul ve esasların, Milli Eğitim Bakanlığı ile Yükseköğretim Kurulu’nca birlikte çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
       
       
       Anayasa’nın 131. maddesinde, yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek ve denetlemek amacı ile Yükseköğretim Kurulu kurulacağı belirtilmiştir.
       
       
       Bu kuraldaki Yükseköğretim Kurulu’nun kuruluş amacının öğeleri, aynı zamanda Kurul’un görev ve yetki alanını da belirlemektedir. Buna göre, yükseköğretimin planlanması, düzenlenmesi, yönetilmesi ve denetlenmesi yetkisi Yükseköğretim Kurulu’na verilmiştir. Bu yetki, yükseköğretim alanının düzenlenmesine ilişkin yönetsel düzenleyici işlemleri de kapsamaktadır.
       
       
       
       
       Oysa, incelenen Yasa’nın yukarıda belirtilen kuralında, yükseköğretim kurumlarına girişle ilgili diğer usul ve esasların bir yönetmelikle düzenlenmesi ve bu yönetmeliğin Milli Eğitim Bakanlığı ile Yükseköğretim Kurulu’nca birlikte çıkarılması öngörülmektedir.
       
       
       Böylece, yükseköğretim alanında yapılacak bir yönetmelikte Yükseköğretim Kurulu yanında Milli Eğitim Bakanlığı da eşdüzeyde yetkili kılınmaktadır ki, bu durum Anayasa’nın 131. maddesi ile bağdaşmamaktadır.
       
       
       3- İncelenen Yasa’nın 6. maddesiyle 2547 sayılı Yasa’ya eklenen “Özel statülü Devlet üniversitelerine atama” başlıklı ek 30. maddede,
       
       
       “İkili uluslararası anlaşmalarla kurulan özel statülü Devlet üniversitelerinin mütevelli heyet başkan ve üyeleri ile denetleme kurulu üyeleri Milli Eğitim Bakanlığının önerisi üzerine müşterek kararname ile atanır.”
       
       
       denilmektedir.
       
       
       Uluslararası sözleşmelerle kurulan ve mezunları Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerini bitirenlerle aynı haklara sahip olan iki özel statülü Devlet üniversitesi bulunmaktadır. Bunlar; Kazakistan’daki Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi ile Kırgızistan’daki Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi’dir.
       
       
       Her iki üniversiteye ilişkin uluslararası sözleşmeler ve bunların ayrılmaz parçası olan tüzükler, yöntemine uygun olarak yürürlüğe konulmuş uluslararası hukuk metinleridir.
       
       
       Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Tüzüğü’nün 4. maddesinde, Mütevelli Heyeti’nin, Üniversite’nin genel yönetimini sağlamak amacıyla ortak işletme-ortak yönetim ilkesinden hareketle, iki ülkenin atayacağı sekiz kişiden oluşacağı; Heyet Başkanı ve üç üyenin Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nce ortak kararname ile atanacağı; ortak kararnamelerin Türkiye Cumhuriyeti Yükseköğretim Yürütme Kurulu’nun önerisi üzerine Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı’nca hazırlanacağı belirtilmiştir.
       
       
       Aynı Tüzük’ün 6. maddesinde de, Denetleme Kurulu üyelerinin taraf hükümetlerce Mütevelli Heyet atama yöntemi ile belirleneceği kurala bağlanmıştır.
       
       
       İncelenen Yasa’nın 6. maddesiyle 2547 sayılı Yasa’ya eklenen ek 30. maddede, ikili uluslararası sözleşmelerle kurulan özel statülü Devlet üniversitesinin Mütevelli Heyet Başkan ve üyeleri ile Denetleme Kurulu üyelerinin atama yönteminin değiştirilmesi öngörülmektedir.
       
       
       
       
       
       
       Yapılan düzenlemede, Yükseköğretim Kurulu aradan çıkarılarak, Mütevelli Heyet Başkan ve üyeleri ile Denetleme Kurulu üyelerinin Milli Eğitim Bakanlığı’nın önerisi üzerine ortak kararname ile atanmaları kurala bağlanmaktadır.
       
       
       Bu durumda, uluslararası sözleşme eki tüzük ile incelenen Yasa’nın 6. maddesiyle getirilen ek 30. madde kuralları çelişmektedir.
       
       
       Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasında, yöntemine göre yürürlüğe konulan uluslararası sözleşmelerin yasa hükmünde olduğu belirtilmiştir.
       
       
       Adıgeçen üniversitelere ilişkin ikili uluslararası sözleşmeler yöntemine uygun olarak yürürlüğe konulmuş uluslararası metinlerdir. Uluslararası sözleşmelerin eki olan tüzükler ise, hiç kuşku yok ki bu alanı düzenleyen özel hukuksal işlemlerdir.
       
       
       Yasa kurallarının çatışması durumunda “sonraki tarihli yasa” ilkesi uygulanabilir ise de, devletlerarası ilişkilerde geçerli olan “ahde vefa” ilkesi uyarınca bunun doğru olmayacağı açıktır.
       
       
       Ayrıca, Anayasa’nın 131. maddesinde, yükseköğretimi planlama, düzenleme, yönetme ve denetleme görev ve yetkisi Yükseköğretim Kurulu’na verildiğine göre, ikili uluslararası sözleşmelerle de kurulmuş olsa, bir yükseköğretim kurumunun mütevelli heyet başkan ve üyeleri ile denetleme kurulu üyelerinin atanmasında Yükseköğretim Kurulu’nun devreden çıkarılması uygun görülmemektedir.
       
       
       4- İncelenen Yasa’nın 7. maddesiyle 2547 sayılı Yasa’ya eklenen geçici 50. maddede,
       
       
       “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte; Yükseköğretim Genel Kurulu ve Yükseköğretim Yürütme Kurulu Başkan ve üyelerinin görevleri sona erer, ancak bu kişiler yeni Yükseköğretim Kurulu Başkan ve üyeleri göreve başlayıncaya kadar görevlerine devam eder. Görevi bu şekilde sona eren Yürütme Kurulu Başkan ve üyeleri yeni bir kadroya atanıncaya kadar, eski kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali haklarını almaya devam eder. Bunların atandıkları yeni kadroların aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali hakları toplamının net tutarının, önceki kadrolarına bağlı olarak en son ayda almakta oldukları aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları ile diğer mali hakları toplamının net tutarından az olması halinde, aradaki fark giderilinceye kadar atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece herhangi bir kesintiye tabi tutulmaksızın tazminat olarak ödenir. Ancak bu madde uyarınca yapılacak ödemenin süresi, bu maddeye göre görevi sona erenlerin Yükseköğretim Genel Kurulu ve Yükseköğretim Yürütme Kurulu Başkan ve üyeliğinde tamamlayamadıkları süreleri aşamaz.”
       
       
       denilmektedir.
       
       
       
       
       
       
       Görüldüğü gibi, 2547 sayılı Yasa’ya eklenen geçici 50. madde ile, Yasa’nın, yürürlüğe girdiği günde Yükseköğretim Genel Kurulu ve Yükseköğretim Yürütme Kurulu Başkan ve üyelerinin görevleri sona erdirilmekte; ancak, bu kişilerin, yeni Yükseköğretim Kurulu Başkan ve üyeleri göreve başlayıncaya kadar görevlerini sürdürmeleri öngörülmektedir.
       
       
       a- Anayasa’nın 131. maddesinin birinci fıkrasına göre, Yükseköğretim Kurulu, tüm yükseköğretimi düzenleyen ve yükseköğretim kurumlarının etkinliklerine yön veren, 2547 sayılı Yasa kuralı uyarınca, özerkliğe ve kamu tüzelkişiliğine sahip bir anayasal kuruluştur.
       
       
       Yükseköğretim Kurulu’nun anayasal kuruluş olarak örgütlenmesi, anayasa koyucunun özerklik ve kamu tüzelkişiliği ile donattığı yükseköğretim kurumlarına verdiği önemin sonucudur.
       
       
       Özerklik, belirli sınırlar içinde serbestçe karar alıp, bu kararları uygulayabilmeyi; bir başka deyişle, verilen görev alanı içinde kalmak koşuluyla, diğer yönetsel birimlerin ve siyasal otoritenin karışması olmadan, işleyişine ilişkin kuralları kendisinin düzenleyebilmesini gerektirir.
       
       
       Bu niteliği ile özerklik, bu tür kuruluşlarda görev yapan kamu görevlilerinin, karar alma süreçlerinde herhangi bir baskı, telkin ya da tavsiye ile etki altına alınmalarını engelleyerek, yansız görev yapabilmelerini sağlamakta ve görevden alınma kaygısı taşımadan görevlerini yürütebilecekleri bir hukuksal güven ortamı yaratmaktadır.
       
       
       Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyet’in temel nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, “insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlet”tir.
       
       
       Hukuk devleti ilkesi, “hukuk güvenliği”nin ve “adalet”in sağlanmasına yönelik hukuk anlayışını yansıtmaktadır.
       
       
       “Adalet” ve “hukuk güvenliği” kavramları ile “istikrar” ve “özerklik” arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Adalet ve hukuk güvenliği, çağdaş kamu yönetimi anlayışında, istikrar olgusunun temel taşlarını oluşturmaktadır.
       
       
       Hukuk güvenliği, kamu görevlileri yönünden önemli bir güvencedir. Bir anayasal kurumun seçilip atanmış üyeleri sözkonusu olduğunda bu güvence daha da önem kazanmaktadır. Hukuk güvenliği ilkesi, tüm kamu görevlileri için, somut neden olmadan keyfi biçimde işlem yapılmasına engel oluşturmaktadır.
       
       
       
       
       
       
       
       
       İncelenen Yasa ile 2547 sayılı Yasa’ya eklenen geçici 50. madde, Yükseköğretim Genel Kurulu ile Yükseköğretim Yürütme Kurulu’nun Başkan ve üyelerinin, bu Yasa’nın yürürlüğe girdiği günde, görevlerinin sona ereceği kuralını getirmektedir. Madde gerekçesinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki görüşmelerde bu düzenlemenin hangi gereksinimden kaynaklandığı açıklanmamış, gerekçesi somut biçimde ortaya konulmamıştır.
       
       
       Anayasa’nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türk Ulusu adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ilişkin olduğu belirtilmiştir. Ancak, yasama organı, yasama etkinliklerinde hukukun evrensel kurallarıyla ve anayasal kurallarla bağlıdır.
       
       
       Bir anayasal organda, kamu hizmeti sürerken bu hizmeti yürütenlerin görevlerine, hiçbir haklı neden olmadan son verilmesi hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
       
       
       b- Hukukun bilinen genel ilkesi uyarınca yasalar, genel, nesnel ve soyut olmak zorundadırlar.
       
       
       Yasaların genelliği ilkesi, özel, güncel ve geçici bir durumu gözetmeyen, belli kişi ya da kişileri hedef almayan, kamu yararına olarak geleceği düzenleyen, soyut ve nesnel hukuk kurallarının getirilmesini zorunlu kılmaktadır.
       
       
       İktidar gücünü elinde bulunduranların keyfi ve kişisel kararlarına karşı, yasanın genelliği en etkili koruyucudur. Kişilerin keyfiliğe karşı korunması, ancak önceden düşünülüp oluşturulmuş genel nitelikte yasalarla olanaklıdır.
       
       
       Kişilerin hukuksal statüsünün güvencesi olarak öngörülen genellik öğesi, bu özelliğiyle “hukuk güvenliği” kapsamında “hukuk devleti”nin temelini oluşturmaktadır.
       
       
       Hukukun ana ilkelerine dayanmayan, devletin amacı ve varlık nedeniyle bağdaşmayan ve yalnızca Parlamento’daki çoğunluğun sağladığı oy gücüyle çıkarılan yasalar toplum vicdanında olumsuz etkiler yaratmaktadır. Bu tür yasalar hukukun üstünlüğünü temsil etmemekte ve hukuk devleti işlemi niteliğinde kabul edilmemektedir.
       
       
       İncelenen Yasa’daki, mevcut üyelerin statüsüne son veren, bir başka deyişle belli kişileri hedef alan düzenleme, yasaların genelliği ilkesiyle de bağdaşmamakta ve bu yönden de hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
       
       Yayımlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle uygun görülmeyen 5171 sayılı “Yükseköğretim Kanunu ve Yüksek Öğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”, 1, 5, 6 ve 7. maddelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce bir kez daha görüşülmesi için, Anayasa’nın değişik 89 ve 104. maddeleri uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir.

 

 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları