“Başkalarını kazanmak için, kendini kaybetme”

Bu sözün sahibi bir yogi, yani yoga üstadı. Bununla sınırlı kalsa iyi. On parmağında on marifet var. Eski bir futbolcu, dansçı, NLP ve yaşam koçu, spritüel rehber ve Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’nda öğretim görevlisi; burada yoga ve spor örgütlerinde stres yönetimi dersleri veriyor. Aşkın peşinde kilometrelerce yol katetti. Bu öyle bir aşk ki, evrende güzel olan her şeye duyulan büyük bir aşk... Şiir yazdırtacak kadar ilham veren... Unuttuğumuz gülümsememizi yeniden hatırlatacak kadar güçlü...

“Başkalarını kazanmak için, kendini kaybetme”

Hindistan’da Mevlana’ya kavuştu. Şimdilerde Hindistan'da "Rumi, Aşk ve Meditasyon", ülkemizde  "Yoga, Meditasyon ve Farkındalık" üzerine eğitimler veriyor. Onun deyimiyle “Bu adeta birbirine aşkla bağlanan yüreklerden oluşan bir köprüde yürümek gibi. Savaşın ve şiddetin olmadığı; ayakları barış, sevgi, saygı ve güven üstüne kurulu bir köprü bu. Geçenlere ve geçmek isteyenlere vesile olmak da evrenin bahşettiği en büyük hediye...”

Mert hocam yıllardır içsel yolculuğumda bana da ışık oluyor. Kitap da onun gibi akışkan, su gibi akıp gidiyor. Bedeninizden zihninize, yüreğinizden aşkla gülümsemeye doğru kapılar açıyor. Hayaller kurdurtuyor, gerçekleşmesi için yollar gösteriyor, ilişkilerinizdeki uyuşuklukları yüzünüze vuruyor. Mevlana ve Şems’in hikayesinden, Hindistan sokaklarına tarih kokan sayfalarda dolaştırıyor. Dünyaca ünlü üstatlarla tanıştırıyor. Belki de bedeninizde şimdiye kadar hiç farketmediğiniz bir bilgeyle karşılaştırıyor. Yiyeceklerin enerjisinden tutun, burun deliklerine kadar hayatımızı değiştirecek bilgilerle donatıyor. Yogadan NLP’ye birçok teoriyi anlaşılır kılıyor. Bunların bir kısmını biliyor olabilirsiniz ama hepsini bir arada ve bu denli anlaşılır ve uygulanabilir halde görmek insanın içine su serpiyor.

“Başkalarını kazanmak için, kendini kaybetme” - 1

Tüm bunları öyle ahkam keserek değil, kendi yaşanmışlıklarını, acılarını, hayal kırıklıklarını, aşklarını tüm samimiyetiyle paylaşarak yapıyor. Yarı otobiyografik bu kitap size de ışık olacak... Bunca çabayı, emeği okuduktan sonra sizi de yerinizden doğrultup harekete geçirecek. Prof. Dr. Cihan Aksoy’un arka kapak yazısından bir cümle çok güzel özetliyor: “Mert Güler gülen yüzü gibi gülen iç dünyasını ve yaşam felsefesini, güleryüzle okunacak ama  hepimize bir şeyler katacak şekilde anlatmış.”

Aşkla gülümsemeniz dileğiyle...

-Gülümsemenize tanınıyorsunuz. Hatta “Derdi yok ki gülümsüyor” diye eleştiriler bile alıyorsunuz. Aşk ve gülümseme kelimelerinin bu denli yıpratıldığı günümüze inat, neden böyle bir kitap yazdınız?

Tam da bu nedenle yazdım. Derdim var mı yok mu görsünler, beni daha yakından tanısınlar,  aşk ve gülümsemek kelimelerinin gerçek anlamını fark etsinler istedim. Bence hayat yemekten, üremekten, çoğalmaktan ve çalışmaktan öte anlamlar içeriyor. Gülümsemek, içsel ve özgür bir eylemdir. Kendini özgür hisseden gülümser. Hayata ve kendime sorularım var. Örneğin “Bu hayatta neye vesile olmak istiyorsun?” En büyük arzum okurların da sorular sormasını sağlamak. Çünkü güzel cevaplar, güzel sorulara verilir.

-Bu kadar kişisel gelişim kitabı varken farkınızın ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Kitaba başlarken kendimi anlatmanın daha samimi olacağını düşündüm. Hiç kolay yollardan buralara gelmedim. Acısıyla tatlısıyla hayatımı, deneyimlerimi ve eğitimlerim sayesinde öğrendiklerimi paylaştım.  Çoğu insan oturduğu yerden mucize bekliyor. Çerez gibi önüne gelen kişisel gelişim kitabından medet umuyor. Duygular, düşünceler ve bedenler tembelleşmiş; kafalarsa karmakarışık. Olumlu bak, her şey güzel olur? Gerçekten öyle mi? Bugün sünnet, yarın deniz gibi... Bugün enerji, yarın şifacı; bugün kişisel gelişim kursu, yarın yaşam koçu; bugün yoga kursu, yarın yoga eğitmeni yaparlar seni. Mucizeler; emek harcamadan, okuduğun, duyduğun iki üç kelimeyle kapını çalacak öyle mi? Bu durumda tüm dünyanın huzur ve esenlik içinde olması gerekmiyor mu? Falcıya danışarak değil, içsel bir yolculuk yaparak bunu başarabilirsin. Ben zor olanın ve çaba isteyenin kalıcı mutluluk getireceğine inanıyorum. Bence fark bu.

-Dilenciler gülümsemez, sen de gülümsemezsen bir dilenciye dönüşürsün, diyorsunuz. Bu çok iddialı değil mi?

En önemli dilencilik, bence günümüzde enerji dilenciliğidir. Böyle kişiler, acıma duygusu yaratarak karşısındakinin enerjisini emer. Gülümseyen insan kendisinin efendisidir. Hayatta istedikleri için çaba harcar, kendine acımaz ve acındırmaz.

-Roman gibi bir hayatınız var. Neredeyse bu kadarı da olmaz dedirtiyor.

Evet, doğum anımdan itibaren inişleri çıkışları bol, zor ve renkli bir hayatım oldu. Ben baygın doğdum bu hayata. Sezaryen öncesi kalp atışlarım duyulmayınca öldüm sanılmış. Annem hamileliğin son günlerine yakın saçlarını boyatmış. Kimyasal boyalardan dolayı zehirlenmişim. Anlayacağınız normal bebeklere göre biraz geç ağlamışım.  Zaten ağlayarak ve nefes alarak dünyaya gelmeyi hep ilginç bulmuşumdur. Bana göre, giderken de tam tersi olmalı, yani  gülümseyerek ve nefes vererek gitmeliyiz bu dünyadan. Hayat her zaman kutsanması gereken büyük bir hediye.

-Dünya vatandaşı tabiri size yakışıyor...

Evet, Ankara'da doğdum, İstanbul'da büyüdüm. Babamın babası Libya'nın Fizan bölgesinde doğmuş, daha sonra Türkiye'ye göç etmiş. "Fizan'a kadar gitmek" deyimindeki o meşhur yer. Annemin kökleri ise Arnavutluk'a, Tiran'a kadar uzanıyor. Yani Afrikalı siyahi bir babanın ve Arnavut bir annenin melez çocuğuyum. Babam Çetin Güler eski bir futbolcu. Arap Çetin lakabıyla bilinir. Futbol antrenörü olması, çocuk yaşlarda beni de baba mesleğine yönlendirdi. Fenerbahçe'de minik takımdan A takıma kadar yükseldim.

- Ne yazık ki, sakatlıklar peşinizi bırakmamış. Yürüyen kaza mahali gibiymişsiniz... Hayatta kalmanız bile mucize...

Evet, maçlarda sakatlandım. Sol dizimden dört, sağ dizimden bir kez ameliyat olmak zorunda kaldım. Bir buçuk yıl engelli kaldım. Sekmeden yürümemin çok zor olacağı söylendi. Ayrıca bağdaş kurmam ve çok sevdiğim futbola geri dönmem imkansızdı.

-Çok büyük bir hayal kırıklığı olmalı...

Olmaz mı? Bunca yıllık emeğim, en büyük aşkım... Aşkta yenilgi olabilir miydi? Neredeyse yirmi yıllık bir aşk. Vazgeçmek ve veda etmek cesaret işidir. Vazgeçme cesaretin varsa yeni aşklara doğru yelken açarsın. Ya her gün tekrar tekrar ölecektim ya da tek bir seferde büyük bir sancı ile yeniden doğacaktım. Futbola sevdam büyüktü, vedam da büyük oldu. Veda etmeyi öğrenmeden hayata ancak yarım insan olarak devam edebilirsiniz.

Umut yoksa zindan, varsa meydan
Yeter ki ara...
Şeytan da sensin, melek de
Savcı da sensin, hakim de
Yalan da sensin, gerçek de
Seçmek sadece senin elinde,
Anahtarsa yüreğinde... MG

-Pes etmek sizin sözlükte hiç yok değil mi?

Ne ekersen onu biçersin. Gülümsememi kaybetmeyeceğim konusunda kendime söz verdim. Yıllarca çabaladım, çok çalıştım. Düşünsenize yürüyemeyeceksin dediler. Neyse ki, daha sonra yedi yıl dans ettim, uzun yıllar step, aerobik, dans, fitness eğitmenliği yapabildim.

Kelimelerin anlamını veren, uğruna yaşananlardır;
Uyanış, anlayış, diriliş gibi...
Cesaret, gayret, yürek gibi…
Birlik, beraberlik, bütünlük gibi…
Teslimiyet, güven, minnettarlık gibi...
Böylesine derin kelimelerin gücünü tekrar tekrar gösterenlere selam olsun…. MG

-Bir de çocukken geçirdiğiniz menenjit ve sizi iyileştiren koca yürekli doktor Recai amca... Sevgi dolu ve  içten gülümseyen insanların hayatta ne derin izler bırakabildiğinin ispatı gibi...

Çok özel bir adamdı Recai amca. Çocukluğu fakirlik içinde geçmiş. Kendini doğup büyüdüğü Feriköy semtinin fakir çocuklarına adamıştı. Yıkık dökük muayenehanesinde herkese yardım eli uzatıyordu. Bana da uzattı o eli ve sayesinde sapasağlam ayağı kalkmayı başardım. Mütevazi hayatı, bilge duruşu ve içten gülümsemesiyle sadece bedenime değil, ruhuma da dokunmuştu. Meditatif rehberlik yolunda, ilk ve ciddi dersimi bu hastalıktan, beni hayata döndüren Recai amcadan ve ona koşulsuz bir güvenle teslim olan ailemden aldım.

-Yıllarca dans ettiniz, özellikle tango. Dansa da vedanız büyük oldu. Peki neden?

Hayatımın bir döneminde dengemi kaybettim. Bazı günler sekiz saat dans ediyordum. Bedenimi dinlememeye, yıpratmaya devam ediyordum. İçsel huzurumu arıyordum. Yogayla birlikte sorularım ve arzularım değişti. Bu kez yaşamla dans edebilir miydim? İçsel denge ve dışsal denge bir bütündür. Şu an meditatif çalışmalara sevdam, aşkım büyük. Bedenden akıla, akıldan yüreğe doğru yol almaya sevdalıyım. Kendimi tanımaya, bilmeye sevdalıyım.

-Peki neden yoga?

Aktif spor hayatım boyunca, sadece bedeni çalıştıran Batı egzersizlerinin yeterli olamayacağını keşfettim. Büyük yoga üstadı İyengar'ın "Yoga, insanın bölünmüş varlığını tamlığa ve sağlığa döndürebilecek bütünleyici bir bilimdir"  sözü bunu çok güzel özetliyor. İçsel öğretilerin temeli, öncelikle kendimizi öğrenmek ve tanımaktır. Hayat bu konuda en büyük öğretmenim oldu; yoganın beş önemli prensibi ise daimi rehberim: Doğru nefes, doğru egzersiz, doğru beslenme, doğru gevşeme, doğru düşünce ve meditasyon... Yoganın felsefesine de aşık oldum. Yoga öğrenmek ve ilerlemek istiyorsan ilk iş şiddeti bırakacaksın. Merhametle dolu olacaksın. Konuşmalarında, davranışlarında, egzersizlerinde, bedeninde ve zihninde önce kendine, sonra insanlığa, doğaya ve tüm canlılara karşı şefkatle yaklaşacaksın. Aslında dünyanın en büyük ihtiyacı bu değil mi?

Önce acıtır sanırsın,
Kor alevlerden korkarsın.
Ancak...
Aşk kapını çaldığında anlarsın.
Yanmak
Ve cesurca yaşamaktır
Seni sana kavuşturan... MG

-Gülümsememizin kontörü mü bitti? Bu hayat ancak cesaret sahiplerine mi gülümser?

Evet kesinlikle. Hayat sürekli hareket ve değişim halinde. Risklerle, sürprizlerle ve olasılıklarla dolu. İnsanlar  güvenli sandıkları rutin yaşamlarına sarılıp kıpırdamak istemiyor. Peki neden bu kadar “güler-yüzsüz” insan var etrafta? Başkalarını suçlayarak ya da kurban rolü oynayarak değişemezsin.  Önyargısı ve koşullanmaları olan bir zihin için olumlu yönde değişim zordur. Kişisel değişim  için fizik, zihin, yürek ve davranış merkezlerinin sağlıklı çalışması çok önemlidir. Değişim önce kendinden başlamalı. Yatırımı önce en değerli emanetin yani bedenin için yapmalısın. Cesaretini toplayıp yarın hayatının son günü gibi harekete geçmelisin. Bir adım attın mı, hayatının en güzel yolculuğu başlamış olacak.

Ağladığının görülmesini istemediğin,
Hatta herkesin içinde,
İçine ağladığın anlar vardır.
İşte o anlarda,
Sadece senin gördüğün,
Çok özel keşifler vardır...
Paylaşmak istesen de
Kelimelerin yetmeyeceğini düşünüp
Sessiz kaldığın... MG

- İki kez evlenip ayrılmış biri olarak kitapta ilişkilere dair önemli tespitleriniz var. Bu kadar aşkı arayan ve yazan biri aşkı bulabildi mi?

İlişkilerin de özel bir dinamiği var. Çiftleri bekleyen  en büyük tehlike ise duygusal uyuşukluktur. İlişkiler de insanlar gibi değişir, bu doğaldır. Sorunları dile getirmemek, ilişkiyi daha da çıkmaza sürükler. Bunları etkili, içten, samimi ve doğal bir iletişim yoluyla; suçlamadan,  önyargısız ve dolaysız şekilde dile getirmek gerekir. İki kişinin buluşması, iki ayrı dünyanın buluşması gibidir. Bu iki dünya, yepyeni bir dünya yaratır. Bu birleşme sırlar, gizemler ve sürprizlerle doludur. Bedenlerin buluşması, özlerin buluşması demek değildir. Sevişiyor olmak, sevgiyi yaşıyorsun anlamına gelmez.  Uçlar buluşmuştur ama içteki köprüler kurulamamıştır henüz. Lafla peynir gemisinin yürümediği gibi, aşkım demekle de aşk yaşanmaz. Lütfen ilişkilerde türlü türlü icatlara, kurgulara kalkışmayın; sevgi dolu, hesapsız ve çıkarsız ilişkiler keşfedin. Aşkın en büyük gizemi budur. Aşkla gülümseyen ve aşkla gülümseten ilişkilere ender rastlanır, çünkü bu ilişkilerin zamanı burada ve şimdidir. Ve elbette kimse ayrılmak için bir araya gelmez. Devamını kitaba bırakalım mı? (Gülümsüyor)

-Sizde aşk çok. Hayata, insana, doğaya, çiçeğe, hayallerinize yani güzel her şeye aşıksınız. Ve elbette Büyükada’ya...

Bazıları için tutsaklık, benim içinse tam bir özgürlük. İstanbul'da bulunan, sanki İstanbullu olmayan bir yer. Asil, sakin, dengeli, doğal bir cennet. En büyük hayallerime de ortak oldu. Büyükada her daim benim yuvam; uzak kaldığımda ise gurbetim, hasretim ve özlemim oldu.

-Neden üstadlar içine kapanmak yerine bu öğretileri yaymaya çalışır? Üstelik sizinki gibi her bir hayalin gerçekleşmesi ortalama on yıl alıyorken... Örneğin bu kitap on beş yıllık bir hayalin sonucu...

Aydınlanan zihin, aydınlatmak ister. Paylaştıkça çoğalıyor, çoğaldıkça ilham alıyorum. İlerledikçe  benim de içsel gülümsemem artıyor. Yeni projeler ürettikçe, kendimi de yenilenmiş hissediyorum. Hayallerim gerçekleştikçe, motivasyonum artıyor. Bu hayatta hayal kırıcı değil, ilham verici olmak gerekiyor. Tüm insanlığın mutlu olmaya, huzuru bulmaya ihtiyacı var. Suya değil, göğe düşen hayaller yaratmak gerekiyor. Uzakdoğu öğretilerinde kullanılan bir cümleden uzun süredir feyz alıyorum: "100 kişiden bir kişi bile yola devam etse, bu bir başarıdır." Çünkü gönülden kazanılan bir kişi, çevresine yaydığı enerjiyle daha çok kişiyi etkileyebilir.

-Hindistan’ı keşfetmek üzere çıktığımız yolda, Mevlana çıktı karşınıza. Hatta Osho’nun aşramında. Sonra Konya macerası...

Aşka aşık Mevlana'nın yüreğime düştüğü yer Hindistan oldu, evet. Osho okuyanlar onun Mevlana'ya ve sufizme  olan ilgisini bilir. Osho bu aşkı çok güzel açıklar: "Dünya üzerinde aşkın yanına yakışan daha üstün bir kelime yoktur o da Mevlana'dır. Aşk ve Mevlana bütün olmuştur." O aşk beni de Hindistan’da Mevlana ile ilgili ders verecek şerefe eriştirdi. Konya’da öğrendiklerim, dergâh ziyaretlerim, el aldığım üstatların bunda büyük katkısı oldu. Kitapta hepsinin adını paylaştım.

-Şiirler de var kitapta. İnsan bu kadar meditatif yaşadığında daha çok mu ilham geliyor?

Şüphesiz. Düşüncelerden arınıp, yüreğinizle aktığınız zaman aşk adeta dile geliyor. Elbette kitapta da kullandığım Mevlana’dan Yunus Emre’ye onca üstadın büyük şiirleri ve derin sözlerinin yanında benimkilerin hükmü geçer mi, siz karar verin...

-Madonna’nın hocası Gurmukh Kaur Khalsa, Guinness rekorlar kitabına girmiş Yogaraj, dünyanın yaşayan en etkili 100 spiritüel rehberleri arasında gösterilen Ramdev, Nithyananda, Mooji ve diğerleri... Dünyaca ünlü bu isimlerle birlikte Rishikesh yoga festivalinde ders vermek nasıl bir duygu?

Büyük bir onur ve elbette büyük bir sorumluluk. Haddimi daima bilen biri oldum. Ben sadece yüreğimin götürdüğü yere gittim ama geldiğim yere çok büyük mücadelelerle geldim. Yoganın bütünlük ve Mevlana'nın aşk çatısı altında farklı ülke, dil, din, ırk ve kültürden milyonlarca kişi bir araya geliyoruz. Esasında tüm öğretilerin örtüşen yanı, arınarak kendini keşfetmek, tanımak ve bir olana yolculuk yapmak. Bundan dolayı Türkiye'de yoganın, Hindistan'da ise Mevlana'nın öğretileri kabul görüyor.  Aşram ve dergah kültürü birbirinden farklı gibi görünse de, temelde aynı öğreti edebine sahip olmaları bana çok gizemli geliyor. Mevlana’nın dediği gibi "Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.”

-Aşkla gülümse derken tam olarak neyi anlatmaya çalışıyorsunuz? Kitapta tanımladığınız gibi geleceğin insanı mı bu mertebeye erişecek?

Geleceğin insanı yoga bedenine, Buda zihnine ve Mevlana yüreğine sahip olmalı. Beden gibi zihnin de ahenk içinde olması, seni daha sağlıklı yapar. Mevlana için kullanılan "Demirdi ama ateşte erirdi" sözünde olduğu gibi, zihninden yüreğine akmayı başarır, güdülenmiş zihnin yerine yüreğini kılavuz bellersen, hata yapma şansın yoktur. Yeni bir insan ve insanlık gerekiyor. Bu insan daha duyarlı, insancıl, barışçıl, paylaşımcı, hayvansever ve doğayla uyumlu olmalı. Temelini  ise sevmek, gülümsemek ve gülümsetmek üzerine kurmalı.

Gülümsemenin dili, dini, ırkı, rengi ve mezhebi yoktur; evrenseldir. Yürekten yüreğe akan bir nehirdir, gittiği her yeri sular. Yüreğini anlamayan, içten gülümsemenin sırrını keşfedemez. Gelecek nesillere tüketilmiş bir insanlık yerine, gülümsemeni miras bırak... Bunun adı sonsuz barış ve mutluluk olsun.

Sayfa Yükleniyor...