Haftanın filmleri

Bu hafta 7 yeni film vizyona girdi. "Nikahta Keramet var mı?", "Yusuf Yusuf", "Aşk-ı Suzan", "İki Gün ve Bir Gece", "İnsanları Seyreden Güvercin", "Ayı Paddington", "Son Umut", seyirciyle buluşuyor.

Haftanın filmleri

İKİ GÜN VE BİR GECE

Haftanın filmleri - 1

Dardenne kardeşlerin son filmi, Ken Loach’ı bile imrendirecek cinsten. Pekala şöyle yazabilirdik: İşçi sınıfından bir ya da bir kaç karakteri seçip onların önüne özgürlüklerine ulaşmalarını zorlaştıran meseleler koyan hayata dair bir öykü. Ama öyle değil, eksik. Düpedüz işçi sınıfının gerçeğinin öyküsü bu!  Film, Sandra’yla tanıştırıyor bizi. Küçük bir şirkette çalışan Sandra, zaten çok para kazanmadığı yetmezmiş gibi günün birinde kapı önüne konulma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Şirket patronu dahiyane(!) bir çözüm getirir. Ya Sandra işten kovulacak ya da şirket çalışanları maaş primlerinden vazgeçerek onun işte kalmasını sağlayacaktır. Sandra’nın iki gün ve bir gece içinde mesai arkadaşlarını ikna etmesi gerekir. Jean-Pierre ve Luc Dardenne kardeşler, bu güzelim filmleriyle kariyerlerinde ilk kez Cannes Film Festivali’nden ödülsüz döndüler. Film aynı zamanda Belçika’nın yabancı dilde Oscar adayıydı ama ilk dokuza kalamadı. Tüm bunlara aldırış etmeyin. Sandra rolündeki Marion Cotillard, Dardenne’lerin çalıştığı ilk A-sınıfı başrol oyuncusu ve resmen döktürüyor. Senaryoyu okumadan rolü kabul eden Cotillard film boyunca Belçika aksanında konuşmuş. Ona Olivier Gourmet ve Catherine Salee eşlik ediyor. Dardenne kardeşler, bu filme hazırlanırken defalarca “12 Angry Men”i izlemiş. “İnsanların fikrinin zamanla nasıl değişebileceğine” güzel bir örnek doğrusu.

İNSANLARI SEYREDEN GÜVERCİN

Haftanın filmleri - 2

İsveç sinemasının büyük isimlerinden Roy Andersson, Yaşayanlar Üçlemesi’ni “Dostoyevski’den etkilendim” dediği bu son filmiyle nihayete erdiriyor. Venedik Film Festivali’nde “Altın Aslan” kazanması da sizi etkilemediyse şunu deneyin: Modern zamanda geçen bir Don Kişot öyküsü! İki seyyar satıcının sıradışı maceralarına odaklanan yönetmen, insanoğlunun içindeki kırılganlığı ve mizahı ortaya çıkararak geçmişle ve gelecekle hesaplaşma biçimini anlatıyor, bir anlamda insanoğlunun yaklaşan kıyametini haber veriyor. Sam ve Jonathan’la tanıştırıyor bizi. Şaka ürünleri satan iki seyyar satıcı. Mutsuzdurlar. Beceriksizdirler. Çevrelerindeki insanlar gibi onlar da yaşadıklarını “sanırlar”. Andersson, kamerasını sabit tutarak izleyiciden sabır bekleyen gayet uzun sahneler tasarlamış. Her defasında da sahnelere dikkat gerektiren semboller yerleştirmiş. Bu anlamda, Hollandalı ressam Pieter Brueghel’in “Kardaki Avcılar” tablosundan ilham alarak; bir dala tüneyen güvercinin bizi gözetlemesi gibi kamerasını bizzat bizim yüzümüze çevirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Filmekimi programında da yer almış bu filmi öncelikle minimalizm tutkunlarına sonra da sinemayı seven herkese tavsiye ediyoruz.

SON UMUT

Haftanın filmleri - 3

“Gladiator”le çok haklı bir Oscar’ı bulunan Russell Crowe, ilk kez yönetmenliğe soyunacak, kadroda da çok ünlü iki Türk oyuncu yer alacak ve o film, ilgi çekmeyecek öyle mi? Hiç sanmıyoruz! Çanakkale Savaşı’na gönderdiği oğullarından bir daha haber alamayan Avustralyalı bir çiftçinin öyküsü bu. Şunu baştan söyleyelim: Aslen bir Türk olan Fatih Akın’ın “The Cut”ta 1915 olayları için zahmet etmediği/gerekli görmediği “gerçeklere ulaşma” arzusunu, aslen Yeni Zelandalı olan ve aynı dönemde yaşanan Çanakkale Savaşı’na ilişkin bir film çeken Crowe’da fazlasıyla bulabilirsiniz. Senaryoyu okuduktan sonra Çanakkale’de tam olarak nelerin yaşandığı konusuna o güne kadar Türklerin tarafından hiç bakmadığı için utandığını söyleyen bir adam karşımızdaki. Avustralyalı çiftçi Connor, üç oğlunu da Çanakkale Savaşı’na gönderir ama bir daha haber alamayınca Türkiye’ye gitmeye karar verir. İstanbul’dan Çanakkale’ye ve daha uzaklara uzanan bir yolculuğa çıkar. Bu macerasında en büyük yardımcıları iki Türk subayı olur. Türk subaylara bildiğiniz gibi Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz hayat veriyor. Connor rolünde Crowe’un ne yaptığından çok yönetmen koltuğunda ne numaralar çevirdiği merak konusu. Jai Courtney ve Olga Kurlylenko’nun da kadroda yer aldığı filmin galası çok önceden yapıldı ama ticari gösterime bu hafta dünyayla aynı anda giriyor.

NİKAHTA KERAMET VAR MI?

Haftanın filmleri - 4

Haftanın gizli sürprizi olabilecek 2013 yapımı bir film karşımızdaki. ABD’de yaşayan bir Filistinlinin öyküsü bu. Ama öyle aklınıza hemen siyasi çıkarımlar gelmesin. 30 yaşında, ailesiyle yaşayan Arafat aktör olmaya çalışıyor. Ailesi evlenmesini istiyor ama o porno film izleme bağımlılığıyla yetiniyor. Bu durumdan kurtulmak için bir terapi grubuna katılıyor. Burada tanıştığı bir arkadaşının fikrini parlak buluyor ve yeşil karta ihtiyacı olan biriyle evlenmeye karar veriyor. Tabii evlenmeye karar verdiği kadın İsrailli olunca işler karışıyor. Çeşitli festivallerden ödüllerle dönen komedi türündeki yapımın yönetmenliğini Bandar Albuliwi ile birlikte üstlenen Ghazi Albuliwi aynı zamanda başrolde. Anne rolünde ise usta aktris Hiam Abbas var.

YUSUF YUSUF

Haftanın filmleri - 5

Yusuf hep araba yarışçısı olmayı hayal etmiştir ama hayat ona dolmuş şoförlüğüyle yetinmesini öğretir. Bir gün dolmuşa papaz kılığında bir yolcu biner. Ama bu papaz, Ankara’yı ziyarete gelen Papa’nın peşindedir. Üstelik bu saldırganın adı da Yusuf’tur (bakın filmin adı çıktı işte!). Zaman zaman gülüşü ve mimikleriyle ölümsüz babasını hatırlatan Ali Sunal, TV programcılığındaki başarılı işlerinden bir nefes sıyrılıp bu sinema filminin başrolünde karşımıza çıkıyor. Sunal, inandırıcı olabilmek adına çekimler öncesinde üç gün boyunca bir dolmuş sürücüsü gibi  yaşamış. Ersoy Güler’in yazıp yönettiği komedinin oyuncu kadrosunda Burak Satıbol ve Oya Başar da var.

AYI PADDINGTON

Haftanın filmleri - 6

Dağıtımcılar sağolsun, bu haftayı da animasyonsuz geçmemişler. Ama durun, bu kez durum ciddi. Canlı animasyon tekniğiyle çekilen ve bol övgü alan bir yapım karşımızdaki. Üstelik 30’dan fazla dile çevrilmiş ve 30 milyon küsur satmış bir çocuk kitapları serisinin uyarlaması.

Perulu bir genç ayının hikayesi bu. Gülmeyin. Her şey normal hayatta olduğu gibi işliyor. Onu yetiştirip büyüten teyzesi günün birinde iyice yaşlanıp huzurevine gidince sevimli ayımız kendine yeni bir yuva arıyor. İngiltere takıntısı yüzünden bir şekilde Londra’ya ulaşıyor. Boynunda asılı duran “bu ayıcıkla ilgilenin. teşekkürler” yazısını gören iyi niyetli Brown ailesi tarafından sahipleniliyor. Aile ona, buldukları istasyondan hareketle “Paddington” ismini veriyor. Normal hayat dedik, işler de her zaman iyi gitmiyor elbette. Paddington, tam sıcak bir yuvaya kavuştuğunu düşünürken kendisinin nadir bulunan bir tür olduğunu fark eden “hayvan doldurma” sanatçısının kapsama alanına giriyor. O andan itibaren Paddington, tüm acemiliğine rağmen bu modern dünyada hayatta kalmanın yollarını aramaya başlıyor. Sevimli ayıyı, “Perfume” filminden beri her işini yakından takip ettiren eksantrik İngiliz oyuncu Ben Whishaw seslendirmiş. Kadroda Nicole Kidman, Sally Hawkins ve Jim Broadbent de var. Yönetmen Paul King’in bu film için 5 yıl çalıştığı ve ortaya başarılı bir iş çıkardığı yorumları çoğunlukta.

Sayfa Yükleniyor...