Hayat denen kutunun içindeki insanların hikayesi (SEM)

Ne kadar çok insan ölüyor... İradesiyle gerçekleştirebileceği tek şeyin cinayet ve ardından intihar olacağını bilen bir kadını, yüzleri bombanın isinden kararmış çocukları, yürümenin bile zor olduğu dağlarda uyuyanları, hepsini izlemek, neden ben orada değilim sorusu ile iyi ki ben buradayım sonucu arasında gidip gelmeme sebep oluyor. Bu durumda kendimi tam anlamıyla sevmem imkansızlaşıyor.

Hayat denen kutunun içindeki insanların hikayesi (SEM)
Hayat denen kutunun içindeki insanların hikayesi (SEM) - 1

İnsanları öldüren şey, önce şeylerin ölmesi... İyiliğin, güzelliğin, saflığın, berraklığın yitip gitmesi... Anda kalmak, anı yaşamak diye yıllardır öğrenmeye çalıştığım ruh hali, karamsarlıktan ve yok olmaktan kurtulmak için bir araç haline geldi. İnsan, kendi iyiliği söz konusuysa, her şeyi becerebiliyor. Neyse... O kısa anlardan birini geçen hafta yaşadım. Elime bir kitao düştü. İçini heyecanla açtım, acaba bir not yazmış mıdır yazarı diye düşünerek. Yazmıştı: “Ansızın sevindiren hikayeler sizinle olsun.” temennisiyle göndermişti kitabı Çiğdem Aldatmaz. Ben de aynı temenniyle anlatacağım şimdi “Sem”in bana söylediklerini...

Hayat denen kutunun içindeki insanların hikayesi (SEM) - 2 1982 yılında İstanbul’da doğdu. Trakya Üniv. Turizm ve Otel İşletmeciliği bölümünden mezun oldu. Bu süre zarfında okula gitmek yerine fotoğraf kursuna katıldı, stajyer muhabirlik yaptı. Okul biter bitmez yayınevleriyle tanıştı. Aynada Yeni Bir Kadın yayımlanmış ilk öykü, Elli Kelime ilk biyografi kitabıdır. Bunun dışında Seksenlerde Çocuk Olmak, Bozcaada Öyküleri ve Doksanlar Kitabı gibi kitaplara yazar olarak katıldı. Vosvos Hikâyeleri adlı bir foto-öykü çalışması bulunmaktadır.

Sem... Zehir yani... Doğadan insana, insandan toplumlara, sonra tekrar doğaya akan bir nehir, zehir. Kitabı açmadan dahi bir şeyler hissettirmeye başlıyor “Sem”. Vurucu, tek, biricik ve bütüncül... İçindeyse karanlık dünyalar var. O karanlık dünyalar, karanlık sokaklardan çıkıyor. Yani dünya gibi her şey birbirinin içinde yüzerken, birbirine hiç değmiyor. Aldatmaz’ın kaleminden dökülen öyküler, o öykünün kahramanının karakter analizi gibi de bir yandan. Sıkılan adamların, aşık olan kadınların, kötü olmayı gençlikten seçenlerin, öldürmeyi kafaya koyanların, katili haklı bulanların, evden kaçanların, cesur olanların, bir baltaya sap olamayanların, daha onlarcasının hikayesini okudukça bana değmediğini düşündüğüm insanların omuzları çarpmaya başladı ruhuma... Bir ailenin sırrını, ölüm çıkarır ya ortaya, onun gibi işte! Bu kitaptaki herkes ölü ve okuyanın tüm sırları açığa çıkıyor! Sayfalarda hep bir nem kokusu, ara yağan bir yağmur var. Yalnızlık iklimi olsa gerek. Okumak zaten yalnız yapılan bir iş ya, Çiğdem yalnızlığın da yalnızlığına iniyor. Aldatmak, sevişmek, öldürmek için geçerli neden yaratmak gibi davranışlar sadece bir zümreye ait değil. Bunu bir kez anlıyorum. Biri karanlık bir sokakta oturen bir ilkokul mezunuysa haksız bir hırsız, yurtdışında okumuş bir iş adamıysa anlaşılır bir katil olmamalı. İnsan denen harika ve hain varlık, güzelliği de çirkinliği de verdiği kadar almalı. Bunları düşündüğüm için Çiğdem Aldatmaz manifesto yazmış olmuyor tabi ki. O akla mıh gibi işleyen kısa cümlelerle ve bazen tekrar okumayı gerektiren uzun cümlelerle, edebiyat denen iyi ki var dedirten öykülerle düşündürüyor bana tüm bunları... İşte, hayat bu. “Sem” de hayat denen kutunun içindeki insanların hikayesi... Tatilde sıcacık bir kuma uzanmışken, deniz sıcağa inat dalgalanırken ve keyfiniz çok yerindeyken okumanız dileğiyle...

Hayat denen kutunun içindeki insanların hikayesi (SEM) - 3

Sayfa Yükleniyor...