“Sahnedeki cazcıya çiçek atılmaz”

Bizim Cazcılar’dan Selen Beytekin bir yandan inşaat mühendisliği yapıyor, bir yandan da sahnede caz söylüyor. Caz müzisyeni ve caz dinleyicisinin, diğer müzisyen ve dinleyicilerden farkını anlatırken “Sahnedeki cazcıya çiçek atılmaz” diyor

“Sahnedeki cazcıya çiçek atılmaz”
“Sahnedeki cazcıya çiçek atılmaz” - 1 İREM GÖKBUDAK

Caz sanatçısı Selen Beytekin gündüz tulumunu giyip, baretini takıp şantiyede, akşam ise allı-pullu elbisesini giyip, makyajını yapıp sahnede. Bu tempo onu hiç zorlamıyor. Caz müziğin mutluluk verdiğini, enerjisini artırdığını söylüyor. Türkiye’deki caz algısı için ise, “Kilisede ölülerin arkasından bile kendilerini iyileştirmek için söyledikleri müzikken burada sıkıcı olarak gösteriliyor. Aslında hiç de öyle değil” diyor.

NTVRadyo’nun, "Bizim Cazcılar" programına konuk olan Selen Beytekin caz yolculuğunu ve daha fazlasını anlattı ve Dee Dee Bridgewater’dan “Filthy McNasty”, Roy Hargrove’dan “Crayz Race”, Take 6 solisti Mark Kibble’dan “I’ve Got Life” ve Chaka Khan’dan “Hazels Hips” parçalarını çaldı. 

3-4 YAŞINDA GREASE ŞARKILARIYLA BAŞLADI?

“Müzik hayatıma çok erken yaşta girdi. 3-4 yaşlarında diyebilirim. Grease müzikali vardı. Olivia Newton-John, John Travolta... Daha İngilizce hiçbir şey bilmezken Grease’i izler, baştan sona şarkılarını söylerdim. O zamanlarda ailem “Bizimki müziğe yatkın” dedi. Ailem de yabancı müzik dinlerdi. Gospel, blues, Stevie Wonder’lar, biraz rock –ama çok az-, Queen dinlendiğini hatırlarım. Onları da dinleye dinleye, Klasik Müzik de tabii, bende bir eğilim oluşmaya başladı. 7 yaşımda konservatuara girmem için beni sınava götürdüklerini hatırlıyorum. Sınava girdim, birincilikle de kazandım. Sonra müdür beni odasına aldı ve “Sana günde 8-9 saat özel ders vereceğiz. Piyano çalacaksın. Özel olarak eğitim vereceğiz. Hemen alıyoruz seni” dedi. Annem “İstiyor musun” diye sorunca, müdürün “Çocuğa sorulur mu?” dediğini hatırlıyorum. Ben de döndüm baktım ve “Yok istemiyorum” dedim. Başka bir şey olmayacak mı, matematik, fizik, hiçbir şey öğrenmeyecek miyim, diye. Çünkü onlara da meraklıydım. Bu derslerin olmayacağını öğrenince istemedim. Ve okuluma devam ederken dışarıdan piyano dersleri almaya başladım. Bu şekilde müzik hayatıma girdi diyebilirim.

PİYANO ÇALMAK ÖZENİLECEK BİR ŞEYDİ

“Çocukluğumda piyano dersi alırken aynı zamanda basketbol oynuyordum. İki zıt şey. Her hafta topa vurmaktan, parmaklarım şişerdi. O yüzden piyano dersini aksatmak zorunda kalırdım. Bir de hareketliydim. İlk 2-3 sene egzersizlerde çok zorlandım, sıkıldım.  Ailem “Git çalış! Çok yeteneklisin” diyerek, baskıyla gönderdi piyano kursuna. Egzersizlerle yeterli tekniği alınca, bir anda çalmaya başladım. Ailem de, arkadaşlarım da çok mutlu oldu. Şimdi öyle değil ama özendirici etki yaratıyordu piyano çalmak. Çünkü şu anda herkesin elinde cep telefonları, bilgisayarlar... Doğal şeyler yapmıyorlar. Benim zamanımda müzik yapmak, piyano çalmak arkadaşlarım ve öğrenciler arasında özenilecek bir şeydi.

“Sahnedeki cazcıya çiçek atılmaz” - 2

A CAPELLA KOROSUNDA ŞARKI SÖYLEMEYE BAŞLADIM

“İlkokulda hep korolarda şarkı söylerdim. İtiraf ediyorum! Aslında en büyük zevkim koroda şarkı söylemek. Herkes solo söylemek ister. Şu anda bile “Çok güzel bir vokal grubu var sen de söyler misin” deseler, orada alto söylemeyi tercih ederim. Çünkü koro ile başladım bu işe. Daha sonra ortaokulda amatör müzik yarışmalarına katıldım, bir “A Capella” korosuna girdim. Viyana Konservatuarı şefi Vijay Upadhyaya geliyordu. Her ay 4 - 5 gün Viyana’dan gelip burada bizi Avusturya Konsolosluğu’nda çalıştırıyordu. “A Capella”, sadece insan sesine dayalı müzik yapmak demek. O zaman şarkı söylemeye tam anlamıyla başladım, diyebilirim. Zaten “Gospel” da sevdiğim için burada tatmin ettim kendimi. Şarkı söylemek eşittir, ben. Başka hiçbir şey diyemem.

GÜNDÜZ ŞANTİYE, GECE SAHNE

“İnşaat mühendisliği 3. sınıfında piyano çalıp Q Jazz Bar’da şarkı söylemeye başladım. Sonra Aşkın Arsunan ve Volkan Öktem ile tanıştım. İlk orkestra derken, okulu da bitirdim. Bir yandan da konser vermeye başladım Aşkın Arsunan’ın ekibiyle. Bu dönemde bir de üzerine mimarlık okudum İstanbul Teknik Üniversitesi’nde. Mimarlık bittikten sonra da kendi orkestramı kurup konserlere devam ettim. Ferit Odman, Kağan Yıldız, Ercüment Orkut, Şenova Ülker, Bulut Gülen ve Engin Recepoğulları ile çalıştım. 4 sene gündüzleri şantiyeye gidip, akşam Nardis’te konsere gidip, pullu elbisemi giyip, süslenip, konser 01.30’da bittikten sonra da, makyajı silip iki adım aşağıda (Sümerbank binasının restorasyonunu yapıyordum) tulumumu giyip, baretimi takıp, saat 04.00’te beton dökümünü kontrole, ne yaptılar ne ettiler denetlemeye gittim. Oradan ayrıldıktan sonra, kendi şirketimi kurdum. Danışmanlık yapıyorum. İnşaat, mimari falan. Aynı zamanda da konserler devam ediyor.

“Sahnedeki cazcıya çiçek atılmaz” - 3

BİG BAND, BÜYÜK ORKESTRA PROJELERİM VAR

“Piyano dışında bas gitara çok büyük ilgim var. Ozan Musluoğlu bir bas gitar hediye etmişti. Esperanza Spalding’in parçalarını taklit ettiğim doğrudur. Ama tabii ki çok iyiçalabilecek düzeyde değilim. Konserde belki bir-iki parça yapabilirim. Bu zamana kadar çalışmalarım konser ağırlıklı oldu. Farklı bir disiplinde okuyordum. Şu anda yaptığım besteler var. Aranjmanları yapıyorum. Big Band içeren, çok fazla nefesli, büyük orkestra içeren, büyük projelerim var. Yakın zamanda hayata geçireceğimi umuyorum.  Bunlar haricinde festivallerde, caz kulüplerde sıkça yer alıyorum. NTVRadyo’da da bir programım var: Afro Caz.

“Sahnedeki cazcıya çiçek atılmaz” - 4

SAHNEDEKİ CAZCIYA ÇİÇEK ATILMAZ

“Hani vardır ya Türk filmlerinde, şarkıcı sahneye çıkar, ona çiçekler atılır, takılan adamlar, asılanlar, peşinden “Namusumsun” falan diye dolaşanlar. Bizde öyle bir şey yok. Biraz daha elegant bir şekilde bunu yapan izleyiciler var. Mesela her konsere gelen, kaçırmayan, ne çalacağımı ne söyleyeceğimi bilen, her yerde takip eden insanlar var. Bunlar caz müziğini de çok severek dinliyor. Sahnede de o enerjiyi alıyorum ve bu dinleyiciler giderek artıyor...

CAZ MÜZİĞİN ENERJİSİ, DİNLEYİCİYE GEÇMELİ

“Caz müziği ile Türkiye’de çok bir bağlantı yok. Bunun birçok sebebi var. Caz, kültürel olarak bizim müziğimiz değil. Caz müziğinin geldiği yer siyahî kökenler. Kiliseden geliyor aslında. Baktığınız zaman bu 1930’ların, 1940’ların Big Band müziklerini yapan, işte Mel Lewis, Hank Jones, Thad Jones, Elvin Jones mesela, 3 kardeşten biri davulcu, biri trompetçi, diğeri de piyanist. Herkesin örnek aldığı cazcılar. Kilisede büyümüşler, anne kilisede şarkıcı, baba rahip... E şimdi bizde böyle bir kültür yokken caza bu kadar sıkı sıkıya bağlı bir dinleyici kitlesine sahip olmamız mümkün değil. Türkiye’de cazı, beyaz caz, beyaz ırkın yaptığı caz olarak sunuyorlar. Oysa caz siyahî kökenden, o coşkuyla geldiği için beyaz caz olduğunda daha tekniğe yöneliyor. Tekniğe yönelindiğinde de, sadece kendini tatmin eden bir müzisyen çıkıyor sahneye. Tamamen seyirciyle bağlantıyı koparan, iletişimi kesen. Ve yaptığı müziği öylesine üstün görüyor ki, adeta “Siz benimle iletişim kuramıyorsanız, bu sizin eksikliğinizden” diyerek oradan sıyırıyor ve kendini haklı çıkararak müzik yapmaya devam ediyor. Böyle olunca izleyici ne yapıyor, caz çok sıkıcıymış, diyor ve gidiyor. Sahneye baktığında da bir görsellik yok, bir şov yok, bir eğlence yok. Kendi kendine solo atıp, kendini tatmin eden müzisyenler var. Bir dönem böyle müzisyenler çok fazla çıktığı için, caz müziğini bir kere dinleyen insanlar, ne kadar sıkıcı, diyorlar. Ben bile diyorum. Benim bile dinleyemediğim bazı sahneler var. Ama caz böyle bir şey değil ki. Cazda sürekli bir iletişim vardır. Sürekli bir laf atar müzisyen, doğaçlama yapar, kalkar yerinden, seyirciye takılır. Kesinlikle dönen bir enerji vardır. Ve bu enerji çok doğal bir enerji. Tamamen içten gelen, insanın o doğasındaki sevgi ihtiyacını karşılayan bir enerji. Caz müziği insana mutluluk veren, enerjisini arttıran bir müzik. Kilisede ölülerin arkasından bile kendilerini iyileştirmek için söyledikleri müzikken burada sıkıcı olarak gösteriliyor. Ama bunun zamanla değiştiğini, değişeceğini düşünüyorum. Çünkü şimdi bu müziği yapan, seven insanlar, artık bunu daha fazla izleyiciye aktarabiliyor.

“Sahnedeki cazcıya çiçek atılmaz” - 5

CAZ DIŞINDA BAŞKA MÜZİK DİNLEMİYORUM

“Dinlediğim müzikler blues, gospel gibi siyahî müzikleri. Bunun dışında ne dinliyorsun derseniz, dinlemiyorum. Hiçbir şey dinlemiyorum. Ama bunu eleştirdiğim için değil, bana doğal gelmediği için diğer müzikleri dinlemiyorum. Mesela şöyle söyleyeyim, Türk Halk Müziği’ni kendimle özdeşleştiremediğim için dinlemiyorum. Dinlediğimde doğal olan, samimi olan müzikten keyif alıyorum. Ama şu andaki pop müziğine bakarsanız, içi boş. Yani hiç kimse bir şey yaşamıyor, toprağa dokunmuyor, aşk yaşamıyor, duygu yaşamıyor, bir şey elde etmiyor. Her şey sanal ortamda. Böyle olunca müziğin de içi kof çıkıyor. Bir meyve alıyorsunuz, bakıyorsunuz içi kurtlanmış. Aynı şey. Yani bunu eleştirebilirim. Caz, blues, gospel dinlerken içimdeki heyecan, tutku, aşk, ne derseniz... Gerçekten böyle bir şey var. O yüzden zaten bütün müzikler aşk üzerine yazılıyor. Dünyadaki müziklerin yüzde 98’i aşk, sevgi üzerine, hani terk edilmek derseniz, onun olumsuz bir yorumu diyebiliriz. En yükselten müzik de bu benim için, caz ve gospel. O yüzden başka müzikler benim çok fazla dikkatimi çekmiyor.

CAZCILAR KEYFİNE DÜŞKÜNDÜR, ÇALIŞMAYI SEVEN AZ

“İnsanları genellemeyi sevmiyorum ama, benim için cazcılar esnek düşünebilen, yaratıcı insanlar. Gördüğüm insanlar ve onların müzik şekline göre bir yorum yapmak istedim. Yemek yemeyi severler, estetik anlayışları güçlüdür. Aynı zamanda görsel, dokunsal, işitsel estetiği de güçlüdür. Duyduğu şeyden keyif almak istemesi gibi, yediği yemeğe de çok önem verir. Dediğim gibi her türlü zevklerine düşkünlerdir. Türkiye’deki cazcıların, bir problemleri var -bu da küçük bir eleştiri olsun benden- çok fazlaçalışmayı sevmezler. Çalışmayı seven, provalara düzenli olarak giden, çok emek veren maalesef az cazcı var. Umarım bu da dünya standartlarına yakında yaklaşır. Tamam çok keyfimize düşkünüz, eğlenceyi seviyoruz, ama bu bize içe dönük olarak geri dönüyor. Bizim ilham kaynağımız, her türlü güzelliği alıp, filtreden geçirip, onu her konserde farklı bir şekilde seyirciye aktarmak; ki işte o enerji kurulsun. Yoksa kendi kendimize çalıp söylersek zaten herkesi de kaçırmış oluruz. Caz müziğini nasıl sevdireceğiz, bu şekilde...”

Sayfa Yükleniyor...