Futbola giriş 101

Jose Mourinho, bir takımın teknik direktörünün o takım üzerindeki tesiri konusunda söylenen her türlü yüzdeyi, payı, oranı yalanlayabilecek bir yapıya sahip nadir özellikteki teknik direktörlerden.

Futbola giriş 101 - 1

"Futbolun kitabını yazdılar dedirten uzaylı Barfelona (telaffuzunun böylesi makbul ve moda ya, ben de uydum) Çarşamba akşamı Jose Mourinho’dan tashih yedi. İspanya’nın Avrupa Şampiyonu olurken fasiküllerini sunduğu pas futbolu Portekizli tarafından “Al ver, al ver, nereye kadar?” aşağılamasına layık görüldü. İlk maçtaki topla oynama yüzdesi ve pas sayıları zaten dillere pelesenk olmuştu, hem de deplasmanda % 68 topla oynayıp 3-1 yenilmek ne demekti?

İkinci raundda dakikalar 17’yi gösterirken Katalanlar’ın pas sayısı Inter’in çok katıydı, topla oynama ise %80-20 halindeydi.

Herhangi bir konuda “Bak bu, %80, bu da %20” deseniz “Ezmişler, yazık” denir. Ezilmiş bir Inter yoktu sahada. Burada bir miktar riyakarlık ve ikiyüzlülük de yok değil tabi. Mourinho’nun yaptığının çok az daha çirkinini yapan Otto Rehhagel Yunanistan’a kupa getirten futbolu nedeniyle bugün hala, ben dahil, pek çoklarının kara listesinde. Jose hocamız daha yakışıklı, ondan mı acaba?

İlker Yasin’in zaman zaman Iniesta dediği Xavi ekürisi olmayınca yavan mı kaldı, Messi gerçekten küçük maçların büyük oyuncusu mu, İbrahimovic’in Barcelona oyununu bozduğu doğru mu? Çok soru var ve az cevap. Cevapların hepsi Mourinho’da. Özeti şu; yapıldığında fark yaratmayacak yerlerde Barcelona’ya pas yaptırttı Inter. Sakıncalı yerlere ise yaklaştırmadı. Rakibinde sanal bir hakimiyet duygusu yaşatırken dizginleri hiç bırakmadı.

Portekizli, bir takımın teknik direktörünün o takım üzerindeki tesiri konusunda söylenen her türlü yüzdeyi, payı, oranı yalanlayabilecek bir yapıya sahip nadir özellikteki tenrik direktörlerden. Alper Öcal’ın deyimiyle, “Evrende kibir elbisesini en iyi taşıyan manken” olan hali herkesçe malum. Sevmeyi de nefret etmeyi de zevkli hale getiriyor bu yapısıyla. Seviyorsanız ve herhangi sebeple yönettiği takımı tutuyorsanız, Çarşamba akşamki maç gibi, maç sonu zaferle bittiğinde saha içine deli danalar gibi koşarak giren, tribünlere giderin kralını yapan halinin sağlayacağı tatmin inanılmaz. Nefret ediyorsanız da yenmeniz şart, o zaman bu büyük futbolun büyük laf ustasını alt etmiş olmanın hazzı büyük olacaktır. Şu anda sahip olduğu yönettiği takımlarla ligde 135 maçtır iç saha maçı kaybetmeyen teknik direktör apoletini de unutmamak, hatta duvara çentikle yazıp her hafta güncellemek lazım.

Inter Çarşamba akşamı ne yaptı, bir de ona bakalım. Yapması gerekeni yaptı diyip geçmek işin kolayına kaçmak olur. Bir önceki hafta oynanan ilk maç Papatyam dizisi kurbanı olarak malesef çoğu futbolseverin aklında özet görüntüleriyle kaldı ama %68-32’lik yüzde ve anormal pas sayısı sinyali veriyordu. İki takımın kaleye şut sayısı eşitti, ancak skor iki farklıydı. Mourinho hücum oyuncularıyla savunma oynatmıştı takımına, usta bir süikastçı gibi işini bitirmiş Barnabeu hayalleri için Real’in başına geçmeyi beklemesine gerek bıraktırmayacak avantajı yakalamıştı. İkinci maçta sadece Pandev’in yerine Chivu’yu seçerek kalınlaştırmıştı takımının arkasını. Ki bu hamlesi de Motta’nın erken kırmızısıyla hemen hemen sıfırlandı.

Ama Inter sıfırlanmadı. İster Antik Roma’nın “Tosbağa” savunması diyin, ister Antik Yunan’ın “Falanks” sistemi, takımı ustalıkla geriye ve kenarlara ittirdi durdu erguvan-mavilileri. Futboldan ziyade iki takımın oluşturduğu iki büyük bedenin sumo güreşi gibiydi, Inter Barcelona’nın onu çemberin dışına atmasına izin vermedi, direndikçe direndi. Japonya ne alaka dersek, Avrupa’ya dönüp Jose’nin ataları arasında bizim Birinci ve İkinci Viyana Kuşatmasında Viyana’yı savunan komutanlardan birilerinin kanı var mı diye de merak edebilir insan. Avusturya – Portekiz arası mesafe uzak ama neden olmasın? Sonuçta bir maçı gerçek anlamıyla futbol oynamadan bitirip almaları gereken skoru aldılar ve adlarını uzun süreden sonra finale yazdırmayı başardılar. Bunun övgüleri tüm Inter taraftarlarının yanı sıra, Barcelona’yı Barnabeu’daki finalde Real’in soyunma odasında düşündükçe uykuları kaçan Los Galacticos taraftarlarından da dökülmekte. Mourinho’nun İtalya’daki karşılanma fotoğrafları bir pop yıldızı karşılaması kıvamında.

Inter güzellemelere özne olurken Barcelona da çeşitli soru işaretleri ve küçümsemelere nesne oldu, doğal olarak. Anormal sayıda isabetli pas yapmış olmaları, hemen hemen tüm maçı rakip ceza sahası civarında, hep alışkın oldukları şekilde oynamış olmaları ama kaleye bir türlü etkili şekilde yaklaşamamış, 2-0 veya 4-1’den itibaren skorlara gereksinimleri varken kenarlardan kalabalık içine çeşitli yükseklikte toplar keserek kalabalık Inter savunmasına savuşturma imkanı verip alternatif üretememiş olmaları bundan sonra benzer rakiplerle oynayacakları maçlar için pek çoklarına ipucu verdi.

Böyle maçların asıl önemi zaten bu maçların kendilerinden çok sonraki rakiplere verdikleri ipuçlarında. Herkes Inter değil, herkes bu taktik disiplin ve sabırla savunma düzeni içinde kurduğu boğucu üçgenleri korumayı başaramayabilir. Sıkılabilir, maçın herhangi bir anında gaflete düşüp düzeni bozabilir, kontrolsüz çekilde hücuma çıkıp maç boyunca geride boşluk bıraktıkları tek pozisyonda Barcelona tarafından cezalandırılabilirler. Ama Inter bunu yapmadı. Yedikleri tek gol, Xavi’nin hücumculardan umudu kesip araya kaçan stoper Piquet’ye verdiği pasta, Piquet’nin “Sen neden stoper oldun ki?” sorusunu sorduracak reverse hareketiyle geldi. Bir ikinci gol ise herkesin kendi tuttuğu takım atsa “Öyle el mi olur abi?” dedirtecek bir kararla iptal oldu. Madrid’deki final şimdiki haliyle beklenenden daha az heyecan verici olmaya aday.

İki taktisyen çıkacaklar meydane, ikisi de birbirinden merdane. Van Gaal’in gol olunca soğukkanlılıkla elindeki deftere “Golü atan Olic, asist Hamit” yazan tavrıyla, son düdükle birlikte Filippo Inzaghi’yi aratmayan derecede dramatik sevinen Mourinho karşı karşıya gelecek. Maç 22 Mayıs’ta, bu kez Cumartesi.

Sayfa Yükleniyor...