Jüpiter’in uydusunda yaşam!

Dünya üzerinde varoluşunun ve ölümün bilincinde olan en zeki tür kuşkusuz insan. Diğer canlılarla, özellikle memelilerle bir seviyeye kadar iletişim kurabiliyor olsak dahi, bizim dışımızda zeki canlılar ile iletişime geçememenin verdiği bir burukluk ve benim kollektif yalnızlık diye tanımladığım bir durum var.

Jüpiter’in uydusunda yaşam!

Masallarımızda, romanlarımızda, efsanelerimizde, filmlerimizde bu yalnızlığın karşılık bulduğunu görebiliyoruz.  Kitaplarımızda hayvanları konuştururuz, uzak yıldızlardan gelen küçük yeşil adamlar hayal ederiz, ya da yapay zekaya sahip ve bizi anlayabilen bilgisayarlarımız olur. 

Peki neden? Evrendeki tek zeki tür olabileceğimiz düşüncesini ürkütücü buluyorum. Bizden zeki bir tür ile iletişime geçip, yanıtını belki asla öğrenemeyeceğimiz soruları cevaplamak için istiyoruz bunu. Belki de, bizi bizden kurtaracak birilerini bekliyoruz.

KOZMİK EVRENİN ENGİNLİĞİ

Evrenin büyüklüğünü göz önüne aldığımız zaman, tek zeki tür olabileceğimiz, ya da yaşamın evrilebileceği tek  gezegenin dünyamız olduğu fikri, bizim kendimize verdiğimiz aşırı önemle ilgili de bir ilüzyon. Sadece bizim galaksimizde, bizim güneşimiz gibi 300 milyar yıldız bulunuyor. Her geçen gün yıldızların yörüngelerinde dönen yeni gezegenler keşfediliyor, tıpkı bizim güneş sistemimizde olduğu gibi. Yani bu koskocaman dünyamız, unutulmuş bir galaksinin, yine ufacık bir bölgesindeki, küçücük bir yıldızın etrafında dönen, Nazım Hikmet’in tabiriyle ‘bir yaldız zerresi’.

Jüpiter’in uydusunda yaşam! - 1

Gözlemlenebilir evrende ise Samanyolu gibi yüzmilyarlarca galaksi bulunuyor. Büyük astronom Carl Sagan; ‘dünyanın tüm sahillerindeki kum tanelerini saysak, yine de evrendeki yıldızların sayısına yaklaşamayacağımızı’ söylemiştir.

İnsan aklının gerçekten algılamakta zorlanacağı böylesine büyük bir evrende, yaşamın gelişip, serpilebileceği tek gezegenin dünyamız olduğunu düşünmek, çok ben-merkezci ve çocukça görünüyor bana.

SUYU TAKİP ET

Bizim yıldızımıza en yakın güneş sistemi olan Alpha Centauri’nin dünyamıza olan uzaklığı 4.3 ışık yılı. Dünya ile güneşin arasındaki uzaklık 80 milyon km. Alpha Centauri bundan 300.000 kat daha uzakta. Şu anda elimizdeki en hızlı uzay aracıyla, binlerce yıl sürecek bir yolculuk. Henüz yıldızlara gidecek teknolojimiz yok. Öte yandan, bir gezegende evrilmiş bir biyolojik bir yaşamın yıldızlar arası yolculuk yapabileceğine inanmak için çok az nedenimiz var. Bir gün bizi ziyaret edecek olan zeki bir tür olursa, makinalaşmış olacaklarına inanıyorum (Bu ayrı bir yazının konusu olsun)

Şimdilik tek yapabildiğimiz, uzay teleskoplarımız ile ışık tayfındaki bilgilere dayanarak suyun izlerini aramak. Bildiğimiz şekliyle yaşam, ‘sıvı’ halde suya ihtiyaç duyuyor. Yaşamın suda başladığı bilinmekte.
Jüpiter’in uydusunda yaşam! - 2 Okyanus dipindeki hidrotermal bacalar.

Bizler karbon temelli yaratıklarız. Karbon çok yetenekli bir molekül. Sıvı halde su gibi iyi bir çözelticiyle çok çeşitli kimyasal reaksiyonlar, varyasyonlara girebilmekte. Öte yandan hayal dahi edemeyeceğimiz tipte yaşamlar da evrilmiş olabilir. Söz gelimi silikon da çok yetenekli bir molekül, ve gerekli koşullarda yaşamın evrilmesine neden olmuş olabilir. NASA’nın stratejisi ‘bildiğimiz anlamda yaşamı aramak’ yani sıvı halde suyu takip etmek.

Mars’ta bir zamanlar akarsular (keşfedilen akarsu yataklarına dayanarak), okyanuslar olabileceğini neredeyse kesin olarak biliyoruz. Bilmediğimiz Mars’ın geçmişte başına ne geldiği ve atmosferinin neden yok olup, sıvı halde suyun buharlaştığı. Yine de hala Mars’ın yer altında, sıvı halde su olabileceğine dair deliller mevcut. Mars’ta bir gün ya fosiller, ya da mikroskopik düzeyde yaşam keşfedeceğiz, ya da Mars’ın da sayısız ölü gezegenden biri olduğu anlaşılacak. Ancak güneş sistemimizde yaşamın evrilmesi için gerekli koşulların olduğunu düşündüğümüz bir dünya daha var: Jupiter’in uydusu Europa

BUZDAN VE SUDAN BİR DÜNYA

Europa’nın kalın buzları altında sıvı halde su ve enerji var. Bildiğimiz anlamda “yaşam” Europa’da evrilmiş ise, bu neye benziyor olabilir? Dünya dışı yaşam hakkında tahminlerde, öngörülerde bulunabilmek için, öncelikle yaşam barındırdığını bildiğimiz biricik gezegenimiz, dünyaya bakmamız gerekiyor.

Bildiğimiz anlamda “yaşam”, başka bir deyişle “karbon temelli yaşam” sıvı halde suya, ve bir enerji kaynağına (bizim durumumuzda “güneş”, ancak alternatifler olabileceğini birazdan göreceğiz) ihtiyaç duyuyor.

Bilindiği üzere, yeryüzündeki bitkiler, fotosentez yardımıyla, güneş ışınlarını enerjiye dönüştürürler, süreçte atmosfere oksijen bırakırlar. Aynı bitkiler oksijen ile yaşayan hayvanlar tarafından tüketilirler. Aynı hayvanlar enerjilerini başka hayvanlara yem olmak üzere aktarıp, beslenme zincirindeki yerlerini alırlar.

Tüm bu sürecin tetikleyicisi güneş enerjisidir. Ancak artık biliyoruz ki, dünyamızda da buna alternatif yaşam formları mevcut.

Jüpiter’in uydusunda yaşam! - 3

GÜNEŞTEN BAĞIMSIZ BİR YAŞAM

1970’lere kadar, bilim adamları, yeryüzünde yukarıda bahsettiğim yaşam döngüsünden bağımsız bir hayat formu olamayacağını düşünüyorlardı.

Ancak 1977 yılında Galagapos yarığına yapılan bir derin su dalışında, ışığın olmadığı, yaşamı destekleyecek hiç bir unsurun bulunmadığının düşünüldüğü, çok yüksek basınçlı derinliklerde, dev tüp solucanları, deniz tarakları, karidesler ve midyeler keşfedildi. Biliminsanları şaşkına döndüler. Bu derinlikte, ışığın ve enerjinin olmadığı bir ortamda, bu canlıların yaşamlarını nasıl sürdürebildikleri büyük bir tartışma konusu oldu.

Tüm bu yaratıklar, okyanusun tabanında bulunan volkanik bir etkinlik olan hidrotermal bacaların etrafında yaşıyorlardı. Bu bacalar okyanusun içine hidrojen veye hidrojen sülfid gibi reaksyonel kimyasallar salıyorlardı.

Bazı tür bakteriler, bu bacalardan yayılan reaksiyonel kimyasalları enerjiye dönüştürebiliyorlardı! Bu “kimyasalsentez”in anlaşılması biyoloji için bir devrim niteliğindeydi. Güneşten bağımsız yaşam, dünya üzerinde keşfedilmişti.

EUROPA'NIN OKYANUSLARI

Çapı sadece 3.100 km olan Europa, bizim uydumuz “ay”dan biraz daha ufaktır. Bu buzdan dünyanın yüzeyinin altında sıvı bir okyanus olduğu pek çok biliminsanı tarafından kabul gören bir tezdir.

Yüzeyi buzdan oluşan bu küçük dünyanın çekirdeği, Jupiter’in çekim gücüyle sürekli sıkıştırılmakta ve üzerinde ciddi bir baskı oluşmakta. Bu da bize çekirdeğinin sıcak olacağını düşündürüyor.

EUROPA'NIN BALIKLARI

Eğer sanıldığı gibi Europa’nın çekirdeği sıcak ise, okyanus tabanında bu bacaların etrafında birbirinden yalıtılmış durumdaki ılık vahaların olma olasılığı çok yüksek. Belki de bu bacalardan okyanusa süzülen kaynayan sıvılar, yukarıdan sızan ölümcül soğuğu yok ediyor, deniz dibinde sıcacık bölgeler oluşturuyor. Başka bir deyişle, bildiğimiz anlamda “yaşam”ı destekleyecek tüm unsurlar Europa’da varolabilir.

Jüpiter’in uydusunda yaşam! - 4

Eğer Europa’nın balıkları varsa dünya okyanuslarının sakinlerine benzerlik herhalde kaçınılmaz olacaktır. Evrim aynı hareket problemleri için benzer çözümler bulmak zorundadır, tıpkı ; denizlere dönen balina, yunus gibi memelilerin tekrar balığa benzemeleri gibi. Ancak Europa’nın balıklarının kuvvetle ihtimal iki önemli farkları olacaktır: Süzülecek çok fazla oksijen olmayacağı için solungaçları olmayacak, ışık kaynağının pek olmadığını düşünürsek de bildiğimiz anlamda gözleri olmayacaktır. İşte bu tür bir canlıya en çarpıcı örnek, Kör mağara Semenderi.

Tamamen karanlıkta ve yer altında yaşayan bu canlılar, görme duyularını kaybetmişler. Öte yandan, kafalarının kenarlarındaki alıcılar yardımıyla sudaki titreşimleri ve düşük düzeyde elektrik akımlarını algılayabiliyorlar.

Düşük enerjili bu dünyada, yerçekimi bizim dünyamızdan çok daha az olduğu için, bir gün Europalıları görebilirsek, bizlere yavaş çekimde hareket ediyorlar gibi gelecektir.

Europa ve güneş sistemindeki diğer egzotik dünyalar keşfedilmeyi bekliyor. Ben kendi adıma, İnsanlığın bir gün bu dünyaları hatta yıldızları ziyaret edebileceğine inanıyorum. O gün gelene kadar kendi kendimizi yok etmezsek…

Sayfa Yükleniyor...