Başbakan Yıldırım: AKM'nin ne özelliği var? Kimliği olan bir yer yapalım

Başbakan Binali Yıldırım, "İşte Taksim Atatürk Kültür Merkezi... Ne özelliği var o binanın? Tamam, Atatürk'ün adını taşıyor eyvallah ama çok daha güzel bir mimari yapı olabilir. Diyoruz ki, 'Onu kaldıralım, o alanı da genişletelim, kimliği olan, dört köşe cam giydirme bir bina yerine bizim kültürümüzü, tarihimizi, geçmişimizi geleceğe taşıyan güzel bir bina yapalım.' Bunda ne var?" dedi.

Başbakan Yıldırım: AKM'nin ne özelliği var? Kimliği olan bir yer yapalım

Yıldırım, Sepetçiler Kasrı'nda Şehrin Mimarları Buluşması etkinliğindeki konuşmasında, şehrin köken itibarıyla medeniyet anlamına geldiğini, insanların şehirleri meydana getirdiğini, şehirlerin insanların karakterini yansıttığı, duygu ve düşüncelerine tercüman olduğunu dile getirerek, "Dolayısıyla kendi elimizle medeniyetler inşa edebildiğimiz gibi kendi elimizle inşa edilmiş medeniyetleri de yok edebiliyoruz." diye konuştu.

Falih Rıfkı Atay'ın 1930'larda İstanbul için yazdığı "Kırmızı alevden daha korkunç bir canavarın, zevksizliğin, bilgisizliğin, kontrolsüzlüğün canavarlaştırdığı betonun bu sefer İstanbul'un bütün güzelliğini yalnız tahrip değil, yok ettiğini göreceksiniz. İstanbul şehri çirkinleştirilmektedir, artık ne alev ne de zelzele ile temizlenemeyecek tarzda çirkinleştirilmektedir. Cahil ve sanatsız beton canavarını çabuk sıkboğaz ediniz.” ifadelerini aktaran Yıldırım, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"O tarihte böyle bir ahvali, durumu Falih Rıfkı Atay görmüş ise bugünkü halinden bahsetmek istemiyorum. Bu, aslında İstanbul şehrinin karşı karşıya olduğu tehlikeyi en açık şekilde ortaya koymaktadır. 'Marka şehirler', 'Yaşanacak şehirler' diyoruz. aslında biz de AK Parti olarak hükümet programlarımızda, seçim beyannamelerimizde bunu hep söyledik: 'Yaşanabilir, marka şehirler kuracağız.' Ancak böyle bir şehir kurmaktan önce devraldığımız medeniyeti korumak, onların zarar görmesini önlemek belki daha önemli. Medeniyetimizin izlerini taşıyan büyük şehirlerimize baktığımızda, İstanbul, Edirne, Bursa, Konya gibi şehirlerimizde maalesef imar rantıyla geçmişin değerlerinin büyük bir savaşım içinde olduğunu görüyoruz ama ne yazık ki geçmişimiz, medeniyetimiz imar rantına her geçen gün yenik düşmekten kurtulamıyor. Belediyelerimizin, üzülerek söylemek isterim ki, meclislerinin gündemindeki dosyaların yüzde 85'i imar revizyonudur. İmar revizyonu konusunda da mecliste hiç kavga, gürültü olduğuna bugüne kadar şahit olmadım. Muhalefet-iktidar ayrımı hiç olmaz ve şehri çirkinleştirmekte adeta yarış haline girerler."

Yıldırım, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve uzun yıllar belediye başkanlığı yapan Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki de salondayken bir uyarıda bulunmak istediğini ifade ederek, "Uyarım, tavsiyem; artık kendi ellerimizle şehirlerimizi mahvetmekten, yok etmekten sakınalım, imar revizyonlarına ve dikey yapılaşmalara artık bir 'Dur' diyelim." dedi.

İmarsız yapılaşma konusuna değinen Yıldırım, İzmir'in yüzde 62'sinin imarsız, sağlıksız yapılardan oluştuğunu kaydetti.

"MAZİMİZİN GEREĞİNİ ATİMİZE TAŞIMAKTA YETERİNCE BAŞARILI OLAMADIK"

Başbakan Binali Yıldırım, bir arkadaşının anısını paylaşırken, şunları anlattı:

"Almanya'ya giden bir arkadaşımız, uzun yıllar orada çalıştıktan sonra çocukları oluyor, çocukları orada büyüyor. Çocuk sürekli babasından da İstanbul'u, İstanbul'un güzelliklerini dinliyor. Çocuk artık iyice sabırsızlanıyor, meraklanıyor, 'Baba, çok anlattın ben İstanbul'u görmek istiyorum' diyor. Babası da yıllık izninde çocuğunu İstanbul'a götürme sözü veriyor. Atatürk Havalimanı'nda iniyorlar, şehre doğru gelirken çocuk, merakla etrafa bakıyor. Babası, 'Nasıl evladım, İstanbul'u beğendin mi?' diye soruyor. Çocuk, gayet şaşkın bir şekilde 'Baba savaştan sonra gelsek daha iyi olmaz mıydı?' diyor. O filizi çıkmış kolonları, çatısız binaları görünce bütün hayalleri yok oluyor."

İnsanların böyle şehirlere layık olmadığını ifade eden Yıldırım, "Biz, dünyaya medeniyet nedir götürmüşüz, medeniyetleri buluşturmuşuz, maneviyatla geleceği, atiyle maziyi birleştirmişiz. Asırlarca insanlığa barış, kardeşlik öğütlemiş ve bu ortama hazırlamış ecdadın torunları olarak maalesef mazimizin gereğini atimize taşımakta yeterince başarılı olamadık." dedi.

Yıldırım, Fatih Sultan Mehmet'in "Asıl marifetin halkın kalbini, ruhunu, benliğini inşa edecek, insana huzur verecek şehirler imar etmektir" sözlerine atıf yaparak, "Şehirler de binalar da insanların karakterini ve ruh halini yansıtıyor. Eğer sorunlarını aşmış, zihninizde meseleleri çözmüş bir toplumsanız, ona göre şehirlerinizi de daha estetik, daha ruhu, kimliği olan binalardan oluşturuyorsunuz. Maalesef elimizde imkan olsa da bu estetiği, zarafeti, ruhu binalara veremiyoruz." diye konuştu.

Karadenizli bir müteahhidin İstanbul'da çok sayıda bina yaptığını, yaşı ilerleyince memleketinde hayır işi olarak hastane yapıp devlete bağışladığını, ancak katın biri kaçak olduğu için hastanenin açılamadığını anlatan Yıldırım, şunları kaydetti:

"7 kat izin almış, 8 kat yapmış. Alışkanlıktır ya belediyeden ruhsatı alırsınız 'Balkonu şöyle, girişi böyle, çatısı böyle', hepsinin tanımı vardır. Ondan sonra illa yaparken bir çıkıntı, bir değişiklik, 'Tavan arasına da bir kat daha sıkıştıralım' gibi şeytan dürtüyor ve orijinalliği bozuluyor."

Avusturalya'da şehir ve mahalle kurarken önce arazinin alındığını ve bir ada oluşturulduğunu, daha sonra yolların çizilerek altyapının yapıldığını ve ardından 'Ev yapılabilir' ilanı verildiğini dile getiren Yıldırım, "Şehircilik, mimari konusu Avrupa'da neden bu kadar daha düzenli bize göre? Bir kere izin, ruhsat verme işiyle sorumluluğu sınırlı tutmuyorlar. Her aşamasında, dış cephe boyası, balkonların demirlerinin işçiliğine varıncaya kadar her binanın bir mesulü var. 'deki aile hekimliği gibi belediyeler de bu işin sahibi kuruluşlar da her binaya bir sorumlu tayin ediyor, baştan sona hizmete girinceye kadar bunlardan mesul oluyor, bu konuda asla ve asla tolerans, müsamaha tanımıyorlar." diye konuştu.

"5 BİNİN ÜZERİNDE TARİH ESERİ YENİLEDİK"

Yıldırım, 14 yılda ata yadigarı eserleri ihya etme konusunda çok titiz çalıştıklarını dile getirerek, "Onun için de özel düzenleme yaptık. Alınan vergilerin bir kısmını o amaca yönelik kullanma mecburiyeti getirdik. Bu şekilde 5 binin üzerinde tarihi eserimizi yeniledik. Şimdi gittiğimiz yerlerde ziyaret edince şehrin bir alameti olarak bunları görebiliyoruz." diye konuştu.

Bunların güzel şeyler olduğunu belirten Yıldırım, şöyle devam etti:

"Anadolu’da bir şehre girince iki ya da üç tane biçimsiz yüksek bina görürsünüz. Bunların biri kaymakamlık, biri belediye biri de jandarma ya da polisin durduğu binadır. Birkaç tane de öle alelacele yapılmış okullar vardır. Onun dışındaki mimariyle bu yapıların mimarisi arasında hiç ama hiçbir uyum, benzerlik olmaz. Yani devlet o karamsar bakışını yaptığı binalara da yansıtıyor. İçeri girince ruhunuz kararıyor. Kurşuni renkli boya içeride. Bizim Hamdi Akın’ın ceketi gibi boyalar boyuyorlar içeriye. Kiri göstermesin diye. Ama son zamanlarda hakikaten güzel binalar yapılıyor. Şahsen dikey mimariye karşıyım. Dikey mimari insanları yalnızlaştırıyor. Aramızdaki bağları zayıflatıyor. Binada 50 aile kalıyor. Kimse birbirini tanımıyor. Bu bizim kültürümüz değil ki. Bizim kültürümüz ortak yaşam. Acıyı da sevgiyi de mutluluğu paylaşmak. İnsanlar birbirlerine ziyarete gitmiyor, selam vermiyor, karşılaşmıyor. Yıllardır aynı yerde yaşıyorlar ancak bir olay olunca, ‘Bu adam burada mı yaşıyor?’ diye hayretini ifade ediyor. Özellikle tarihi yarımadanın son yıllarda eskiden gelen tahribatının daha da ileri gitmemesi için Büyükşehir ve Fatih belediyelerimiz çok titiz davranıyor ve buradaki eserler tek tek elden geçiyor. Süleymaniye’de yapılan çalışmalar ortada. Tarihi eserlerimiz değerlendiriliyor.”

"SİT KONUSU DOĞRU ANLAŞILMIYOR"

Binali Yıldırım, sit konusunun Türkiye’de tam olarak anlaşılamadığını vurgulayarak, "Sit deyince biz de ‘otur’ anlaşılıyor. İngilizceden herhalde bize böyle geçti. Eser orada yok olup gidiyor. ‘Bir şey yapamazsın.’ Ya niye yapmayayım kardeşim. Yapalım. Dışını muhafaza edelim. İçeriye de istediğimiz fonksiyonu verelim. Ne yaptırıyorlar ne de müdahale ediyorlar. Böyle çok zor durumlarla da karşılaştık. Onun için bu sit konusunda da bakış açısının mutlaka gözden geçirilmesi lazım." şeklinde konuştu.

Bazı ülkelerdeki binalardan örnekler veren Yıldırım, bu yerlerde bu tip yerlerin dışarısının tarihi, içerisi modern şeklinde yapıldığını, ikisinin bir araya getirildiğini ve Türkiye’de de böyle yapılması gerektiğini söyledi.

Başbakan Binali Yıldırım, birçok tarihi binanın etkin olarak değerlendirilemediğinin altını çizerek, şunları kaydetti:

"Böyle bir toplumsal baskı var; ‘Vay efendim sen Haydarpaşa Garı'nı filanca işe kullanacaklar.' Ya Haydarpaşa Garı her işine kullanılır. Ne var bunda? Dışarıda duruyor güzel, biblo gibi. İçeriye de kütüphane, kültür merkezi, galeri, her türlü sosyal kültürel faaliyetin yapılabileceği şeyler yap. Orayı 24 saat yaşam alanı haline getir. İnsanların gece gündüz gelip gideceği yer olsun. Şimdi in cin top oynuyor. Kim bahsetse, ‘vay tarihi Haydarpaşa Garına el sürdürtmeyiz.’ El sürdürtmeye sürdürtmeye bir gün elden çıkacak haberleri yok. Taksim Atatürk Kültür Merkezi. Ya onun ne özelliği var o binanın. Tamam Atatürk’ün ismini taşıyor. Eyvallah. Ama çok daha güzel bir mimari yapı olabilir. 'Onu kaldıralım. O alanı genişletelim.' diyoruz. Kimliği olan 4 köşe cam giydirme bir bina yerine bizim kültürümüz tarihimizi, geçmişimizi geleceğe taşıyan güzel bir bina yapalım. Bunda ne var? Bunun gibi çok şeyler var."

"Biz gül desenli kilimlerin dokunduğu, ucu yanık mektupların okunduğu bir memleketin çocuklarıyız" diyen Yıldırım, şöyle devam etti:

"Buhara’dan Bursa’ya, Semerkant’tan Sivas’a, Merv’den Kastamonu’ya ulaşan gönül köprüsü bizim köprümüz. Türküler, nefesler bizim. Asırlar boyunca farklı renklerin beraber kardeşçe yaşadığı bu gönül coğrafyası hepimizin. Sokağında tarih akan, bahçeleri lale kokan, kubbeleri arşa çıkan şehirler bizim. Bütün mücadelemiz, havanın, suyun, toprağın, duyguların tertemiz kaldığı bir dünya. Dedelerimizden bize miras kalan çevreyi torunlarımıza bırakırken, yüzümüz ak olsun diye yorulmak bilmeden çalışıyoruz. Sizlerle birlikte el ele gönül gönüle çalışmaya, geleceğimizi inşa etmeye devam edeceğiz.”

"ÜLKEYİ BÖLMEK İSTEYENLERLE NEYİ KONUŞACAĞIZ?"

Yıldırım, terör örgütü PKK’nın Doğu ve Güneydoğu'daki sokakları, binaları tarumar ettiğini, hendekler kazıp, patlayıcılar yerleştirip, şehirleri, ilçeleri, beldeleri perişan ettiğini anımsattı.

İki aydır enkaz kaldırma çalışmalarının ancak tamamlanma aşamasına geldiğini anlatan Yıldırım, şunları aktardı:

"Yok olan, ağır hasarlı olan 36 bin civarında bina, konut var. Bütün bunların hepsini yeniden ve oranın mimarisine, o şehrin, beldenin ilçenin alışkanlıklarını yansıtacak şekilde yeniden planladık. Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız, TOKİ, bunların yapımına başladı.Bir senede inşallah büyük bir kısmını tamamlamış olacağız. Vatandaşlarımıza teslim edeceğiz. Büyük bir bedel. 10 milyarı bulan bir bütçeden bahsediyoruz. Tabii yıkılan yok olan mal yerine konur da giden can geri gelmiyor. Bir an önce hedefimiz, amacımız ülkemizde bu terörü gündemimizin en alt sıralarına indirmek. Bunun için gayret gösteriyoruz. Bazıları, ‘efendim oturun konuşun. Niye böyle yapıyorsunuz?’ gibi laflar ediyor. Neyi konuşacağız? Adamlar bölmek istiyor memleketi. Bölücülerle neyi konuşacağız? Türkiye’nin ülkesiyle milletiyle bölünmez bütünlüğü dışında konusunda konuşacak bir şey yok. Ne zaman bu noktaya gelirlerse o zaman buyursun herkes gibi memleketin hangi köşesine istiyorlarsa otursunlar, yaşasınlar, seyahat etsinler. Milleti rahatsız etmesinler. Bu gerçekleşmeden asla ve asla terör örgütüyle bu işler konuşulmaz. Aslında terör örgütünün 'Kürtler' diye bir sorunu var. Kürtlerin terör örgütüyle bir sorunu var. Biz bu sorunu çözmeye çalışıyoruz. Şimdi aramızdan bu alçak terör örgütünü çıkararak milletimizle devleti tekrar kucaklaştırmaya çalışıyoruz. Gayretimiz bunun için."

Yıldırım, Sepetçiler Kasrı'nda Şehrin Mimarları Buluşması etkinliğindeki konuşmasında, son 14 yılda Türkiye'ye bir çok hizmetler kazandırdıklarını anlattı.

"Tabii her şeyi yaptık diyemeyiz ama çok şey yaptığımıza inanıyorum" diyen Yıldırım, Marmaray, Avrasya Tüneli, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Osmangazi Köprüsü, hızlı tren, bölünmüş yolları örnek vererek, dünyada kriz sürerken, küresel anlamda enleri, ilkleri taşıyan büyük projeleri gerçekleştirdiklerini söyledi.

Yıldırım, "Bütün bunlar aslında gelecek öngörümüz, gelecek vizyonumuzu emanet edeceğimiz, geleceğimizi emanet edeceğimiz gençler için yaptığımız çalışmalar. Bu çalışmalar elbette ki gelecekte artısıyla, eksisiyle yad edilecek ve gelecek kuşaklar bizim hakkımızda bir şey söyleyecekler. Ümit ediyoruz ki güzel şeyler söylerler. Ne demişler? 'Adam odur ki bu dünyada bıraka bir eser, eseri olmayanın yerinde yeller eser'. Yerinde yeller esenlerden değil eser bırakanlardan olmak için gayret ediyoruz." ifadelerini kullandı.

İktidarları döneminde 19 bin kilometre bölünmüş yol yaptıklarını aktaran Yıldırım, "Bölünmüş yolların zamandan ve yakıttan tasarrufu yıllık 16 milyar lira, bütün Türkiye genelinde ama daha önemli bir tasarruf havaya salınan yanmış gazlar, karbondioksitten tasarruf 3 milyon 500 bin ton. Bu kadar daha az yanmış gaz havaya salınıyor. Yine bu 14 yıl içinde 4 milyar ağaç diktik. Aslında Türkiye yeşil alan bakımından artış sağladı. 1,8 milyon hektardan fazla 14 yıl içinde yeşil alan kazanımı yaptık" diye konuştu.

Yıldırım, konuşmasının bu bölümünde, "4 milyar diyor Veysel (Eroğlu) hoca. Ben de diyorum 'Nereden biliyorsun?' 'İnanmayan saysın' diyor. Biz de sayamayacağımız için dediğine itibar etmek zorundayız" şeklinde espri yaptı.

"ÇEVRE KONUSUNDA TUZAK VAR"

Çevre konusuna da değinen Yıldırım, sözlerine şöyle devam etti:

"Çevre konusunda bir tuzak var. Ona dikkatinizi çekmek istiyorum. Her yapılan iş çevre hassasiyeti olarak görülmemelidir. Gelişmiş ülkeler bazen bu çevre konusunu gelişmekte olan ülkelerin önünü kesmek, hızını kesmek için de kullanıyorlar. Buna bir çok olayda şahit olduk. Stratejik bir yatırımınız olduğu zaman eğer siz mukayeseli bir üstünlük sağlıyorsanız diğer ülkelere, onların hükümranlık alanını daraltıyorsanız hemen çevrecileri devreye sokuyorlar. Belki bunu ben söylediğim için kızacaklar ama varsın kızsınlar. Ben şahit oldum. Çünkü çevreyle ilgili hassasiyetler ciddi bir maliyet getiriyor. Bu maliyeti de gelişmekte olan ülkeler karşılamakta zorlanıyor. İşte bu çevreyle ilgili anlaşmanın bu kadar uzun tartışılmasının arkasındaki sebep de bu. Şimdi de imzalandı ama ne kadar başarılı olacak belli değil. Bir sürü delegasyonlar var bir sürü ihtiyati kayıtlar var. Bunları zaman içinde göreceğiz. 1990-91 yılında Sovyetler dağılınca Polonya, Rusya'nın kontrolünden kurtulunca Baltık ülkeleri, Almanya o bölgedeki bütün ülkeler Polonya'ya yüklendiler. 'Efendim sizin kanalizasyonlar Baltık'a akıyor. Adam da dedi ki siz şimdiye kadar neredeydiniz? Bugünü mü beklediniz. Çıktı dedi ki Polonyalı, 'Kusura bakmayın siz Baltık'ın zaten içine ettiniz, 40 yıldır, 50 yıldır, siz ne kadar attıysanız ben de o kadar atacağım ondan sonra kanalizasyon için tedbir alacağım. Yahut da gelin parayı verin yapalım'. Bu çok önemli bir tespit."

Bazen çevre konusunun da ülkelerin rekabet kabiliyetini, rekabet gücünü olumsuz yönde etkilemek için bir araç olarak kullanıldığına dikkati çeken Yıldırım, sözlerini şöyle tamamladı:

"Buna karşı da dikkatli olmamız lazım. Tabii kendi elimizle doğamızı, tarihimizi, kültürümüzü yok etmek buna asla ve asla müsamaha gösteremeyiz, bu doğru bir şey değil. Bu konuda gerekli bilinçlendirmeyi yapmamız lazım ama ülkemiz nükleer santral yapmalı mıdır? Evet, yapmalıdır. Çünkü enerjide bizim arz güvenliği için çeşitliliğe ihtiyacımız var. Bir tane değil, iki tane değil, üç tane yapmamız lazım. En az 6 bin megavatlık nükleer gücümüz olması lazım. Ben yine İsveç'teydim 1991'de nükleer santraller kapansın diye müthiş bir kampanya var. İsveç'te gece gündüz Başbakanı sıkıştırıyorlar. Ondan sonra bir gece çıktı dedi ki 'Ben karar verdim millet nükleer santralleri kapatsın diyor, kapatacağız ama küçük bir ayrıntı var, onu da paylaşmam lazım, 10 yıl boyunca elektrik veremeyiz, herkes kandillerini, mumlarını hazırlasın. 10 yıl sürer yerine koymak'. 10 yıl sürecek deyince bütün tartışma bitti. Hala devam ediyorlar. O yüzden gaza gelmeyeceğiz, ne yaptığımızı bileceğiz hem geçmişimizi koruyacağız hem de geleceğimizi en iyi şekilde inşa edeceğiz. Farkındalık çok önemli bir şey, farkındalığa dikkat çekmek istiyorum. Farkındalığı oluşturacak olan da sizlersiniz."

Yıldırım, organizasyon dolayısıyla AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Çiğdem Karaaslan'a ve katılımcılara teşekkür etti.

Etkinliğe Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Çiğdem Karaaslan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, AK Parti İstanbul İl Başkanı Selim Temurci, milletvekilleri Ahmet Eşref Fakıbaba, İsmet Uçma, Halis Dalkılıç, Nevzat Ceylan, Ali İhsan Arslan, TOKİ Başkanı Mehmet Ergün Turan, Tarihi Kentler Birliği Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, akademisyenler, mimarlar katıldı.

Sayfa Yükleniyor...