Çanlar kimin için çalıyor?

National Geographic Türkiye araştırdı... Türkiye'de küresel ölçekte tehlike altında 134 tür var.

Çanlar kimin için çalıyor?

Elimdeki Hazar kaplanı resmini bütün sınıfın göreceği yüksekliğe kaldırıp soruyorum: "Sizce bu hayvan bir zamanlar 'de yaşamış olabilir mi?"

Öğrencilerin hep bir ağızdan verdiği yanıt, pek çok okulda doğası ile ilgili yaptığım sunumlarda aldığım yanıttan farklı değil: "Haaayır örtmenim!"

Hazar kaplanını sadece belgesellerde gören öğrenciler, onun, 40 yıl gibi kısa bir süre önce Anadolu'da var olduğunu öğrendiğinde gözbebekleri büyüyor.

Bugün Türkiye'de pek çok tür Hazar kaplanının 40 yıl önceki kaderini paylaşmanın eşiğinde...

Türkiye'de doğa koruma sürecinin baş aktörlerinden iri başlı deniz kaplumbağası, Birecik'in simgesi kelaynaklar, Kafkas fisto kelebeği, dünyada sadece Fırat ve Dicle havzalarında yaşayan Fırat kaplumbağası, Akdeniz foku, Çoruh engereği, uzun balina, kırmızı benekli alabalık, Burdur Gölü'nün simgesi dikkuyruk ve sadece Anadolu'da yaşayan yüzlerce bitki türü...

Bazılarının sayısı onlarla ifade ediliyor ve yaşamlarını sadece koruma alanlarında sürdürebiliyorlar. Bazıları ise artık çok nadir görülebiliyor. Nesilleri henüz tükenmemiş ancak artık Türkiye'de görülmeyen bazı türler ise Anadolu'da birkaç yüzyıl öncesinin yaban hayatı hakkında fikir veriyor. Bilinen son bireyi 1874'te Birecik'te vurulan aslan veya en son 1900'lü yılların başında Kars civarı ve Hatay'da görülen yakalı toy...

Kimi yaşam alanları daraldığı için, kimi de aşırı avlandığı için artık Türkiye'de görülmüyor. Bir zamanlar Anadolu'da yaşayan 3 türün ise artık tüm dünyada nesli tamamen tükendi.

1980'li yılların başında Sudak aşılanmasından sonra yok olan, Beyşehir Gölü'ne endemik Gökçe balığı, son bireyleri 1974 yılında Şırnak'ta avlanan Hazar kaplanı ve 1974'te Beypazarı'nda vurulan Anadolu parsı...

Türkiye, tarihi ve sosyal açılardan olduğu gibi biyolojik çeşitlilik açısından da bir köprü ve kavşak noktası. Ülkemiz, yeryüzündeki 37 ayrı bitki coğrafyası bölgesinden üçünün (Avrupa-Sibirya, Akdeniz ve İran-Turan) kesiştiği coğrafya olması nedeniyle zengin bir biyolojik çeşitliliğe sahip. Ayrıca dünyada acil koruma altına alınması gereken biyolojik çeşitlilik açısından zengin 34 sıcak noktadan üçü de (Kafkasya, Akdeniz, İran-Anadolu) Türkiye'de buluşuyor. Bu özelliği ile Türkiye, Çin ve Güney Afrika ile birlikte, sınırları içinde üç sıcak nokta barındıran üç ülkeden biri. Ancak hem tür, hem de genetik ve ekosistem seviyelerinde sahip olduğumuz bu çeşitlilik üzerindeki tehditler giderek artıyor. Bilim insanları, dünyadaki tüm canlı türlerinin sayısının 5-30 milyon arasında olduğunu tahmin ediyor. En iyi tahminler ise 8-14 milyon arasında. Bu canlı türlerinden şu ana kadar sadece 1,8 milyonu tanımlanmış durumda. Ancak insanın dünyadaki etkinliği arttıkça birçok tür yok oluyor. Ve belki bazıları hiç tanımlanamadan kayboluyor. IUCN (Dünya Doğayı Koruma Birliği) Kırmızı Listesi, türlerin bugünkü durumu ile birlikte, acil koruma önlemlerine de dikkat çeken en önemli araç. Ancak şu ana kadar dünyada tanımlanmış olan türlerin sadece yüzde 2,5'i değerlendirilmiş durumda. IUCN 2008 yılı Küresel Kırmızı Listesi'ne göre incelenen 44 bin 838 tür içinde 869'u tamamen yok olmuş ya da artık doğada görülmüyor (EX veya EW). Bilinen türlerin 16 bin 928'i ise yok olmak üzere (CR), tehlike altında (EN) veya hassas (VU) türler arasında yer alıyor. IUCN verileri, dünyada memeli hayvanların neredeyse dörtte birinin (%22) küresel ölçekte tehlike altında ya da yok olduğunu gösteriyor. Araştırmalara göre, 16. yüzyıldan bu yana en azından 76 memeli türü yok oldu. Çift yaşamlılarda tehlike altındaki türlerin oranı %31, kuşlarda ise %14'e ulaşıyor.

Dünya'nın her yanında olduğu gibi, ABD'de de türlerin soylarının tükenmesine giden gerisayımın durdurulması, sağlıklı yaşam alanlarının korunmasıyla eşanlamlı. Ülkede hem övülen hem de yerilen ABD Tehlike Altındaki Türler Yasası'nın amacı da bu.

Merritt Adası'nın çinteleri artık yok. Son esmer kıyı çintesinin nihai dinlenme yeri, Florida Doğa Tarihi Müzesi'nin Kuşbilim Koleksiyonu'ndaki bir cam kavanozun içi. Kuşun gözleri ince bir tabakayla örtülü, tüyleri ise şişeyi neredeyse ağzına dek dolduran alkolle darmadağın olmuş. Kağıt bir etiket, bu yaşlı erkek kuşun 16 Haziran 1987'de öldüğünü belirtiyor. Çintenin ölümünden üç buçuk yıl sonra Federal Register dergisinde yer alan kısa ve öz bir yazı ise esmer kıyı çintesinin soyunun tükendiğini ve çintenin federal hükümetin tehlike altında ve tehlike altına girmeye yakın türler listesinden silindiğini bildiriyor. Diğer bir deyişle, artık ne bu kuş ne de onun kritik yaşam alanı olan Florida Merritt Adası'nın tuzcul bataklıkları, Tehlike Altındaki Türler Yasası ile korunacaklar listesinde yer alıyor. Merritt Adası'nın çintelerini öldüren neydi? Tek kelimeyle ifade etmek gerekirse, yapılaşma. Kimse esmer kıyı çintesini yemiyor, ya da spor amaçlı avlamıyordu. Çinte, yeni ortaya çıkan herhangi bir yırtıcı tarafından avlanmıyor, kimse yuvasına zarar vermiyordu. Ancak sivrisinekleri kontrol altında tutmak için DDT püskürten ve tuzcul bataklıkların tatlı su bitkilerince ele geçirilmesine yol açacak setler inşa eden insanlar, kendi yaşam standartlarını artırma umuduyla ekosistemle oynadılar. Esmer kıyı çintesinin, sahil otları arasındaki ortamına ne denli hassas bir uyumla bağlı olduğu keşfedildiğinde ise artık çok geçti. Şişenin içindeki son çinte, yaşam alanı sonsuza dek yok olan bir türün sonunun ne olacağını gözler önüne seriyor. Tehlike Altındaki Türler Yasası, 35 yıldır, Richard Nixon tarafından imzalandığı Aralık 1973'ten beri bir biyolojik rehabilitasyon merkezi, yani yok olma tehlikesi altındaki yaşam formları için koruma amaçlı bir tür yasal nezarethane görevi görüyor. Aslında yasayı adlandırırken Tehlike Altındaki Türler ve Yaşam Alanları ifadesini kullanmak daha doğru olurdu. Çünkü amaç, türleri korumak için önce kritik yaşam alanlarını belirlemek ve korumak. Örneğin benekli alaca baykuş için doğal yaşlı ormanların, tatlısu levreği için Little Tennessee Nehri'nin korunması gibi... Zaten yasanın, imzalandığı günden beri tartışmalar yaratmasının nedeni de, bitki ve yaban hayatını değil, onların hayatta kalabilmesi için gerekli olan yaşam alanlarını kurtarmaya çalışması. Yaban hayatını kurtarmaya çalışmak, genellikle insanların söz konusu ekosistemleri herhangi bir şekilde değiştirmelerini engellemek anlamına geliyor ve sorun da tam bu noktada ortaya çıkıyor.

Sayfa Yükleniyor...