Gerçeker: Dedikodu kanıt değil

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, adli yılın açılışı töreninde yaptığı konuşmada isim vermeden Ergenekon soruşturmasına değinerek, “Dedikodu kanıt değildir. İddianamenin dayanakları arasında yer alamaz” dedi.

Gerçeker: Dedikodu kanıt değil

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, yeni adli yılın başlaması nedeniyle Yargıtay'da düzenlenen törende bir konuşma yaptı.

Son zamanlarda kamuoyunda Cumhuriyet ve Demokrasi kavramları konusunda yoğun tartışmalar olduğunu, insanlık tarihinin en önemli temel taşları olan bu kurumların sanki birbirine karşıtmış gibi gösterildiğini belirten Gerçeker, Cumhuriyetçiliğin, ''katı bir devletçilik anlayışı olarak demokrasiyi yok edici bir fonksiyonu bulunduğunun'' söylendiğini kaydetti. Gerçeker, ''Aslında toplumun, tüm bireylerin, üniter devlet yapımızın güvencesi olan bu kurumun yıpratılmaya çalışıldığı da üzüntü ile izlenmektedir'' dedi.

Demokrasinin, en basit tarifiyle ''egemenliğin halktan kaynaklandığı bir yönetim biçimi'', demokrasi anlayışının ise ''bir kurum, toplum içerisinde yaşayan bireylerin karşılıklı hak ve özgürlüklerinin varlığına dayanan bir yaşam biçimi'' olduğunu belirten Gerçeker, ''Demokrasi düşüncesinin temelinde, toplum yaşamını yönetecek otoritenin topluluğu oluşturan tüm bireylere dayanması, böylece yöneticiler ile yönetilenler arasında bir özdeşleşmenin oluşması ilkesi yatar'' dedi.

'MONDROS VE SEVR'İ ÇOK İYİ BİLMEK'
Demokrasi anlayışının, aslında bireylerin doğuştan özgür ve eşit oldukları düşüncesinden doğduğunu, bu özgürlüğü ve eşitliği korumak için de demokrasi sisteminin oluşturulduğunu anlatan Gerçeker, şunları kaydetti: ''Demokrasi ve Cumhuriyet anlayışı birbirini tamamlayıcı ve birbirinden ayrılmaz iki unsur olarak, hem toplumun hem de toplumu oluşturan bireylerin temel güvencesi biçiminde günümüze kadar gelişimini sürdürmüştür. Özgürlük ve demokrasi Cumhuriyet sistemi içerisinde birbirinden ayrılmaz, birbiri ile özdeşleşmiş unsurlardır. Özgürlükler, tarihsel sürece baktığımızda çok güç ve çok uzun süren mücadelelerden sonra elde edilebilmişlerdir. Cumhuriyetimizin nasıl kurulduğunu, bu günlere nasıl gelindiğini ve Cumhuriyetimizin değerini, yüce bir ulusun tarih sahnesinden nasıl silinmek istendiğini anlamak için Mondros ve Sevr'i çok iyi bilmek, Lozan Antlaşması ile bir ülkenin yoktan nasıl var olduğunu çok iyi görmek gerekmektedir.''

'BU TOPRAKLARDA ASIRLARDIR YAŞAYAN İNSANLAR'
Geçmişini çok iyi bilmeyen toplumların geleceğine çok güçlü ve güvenli bir biçimde bakmasının mümkün olmayacağını vurgulayan Gerçeker, şöyle devam etti: ''Bu topraklarda barış ve kardeşlik duygusu içerisinde asırlardır birlikte yaşayan, ülkenin bağımsızlığı ve kurtuluşu için birlikte omuz omuza, kanı, canı pahasına mücadele ederek bir millet oluşturan insanlar, yine aynı duygularla, bu çok zor koşullarda kurulmuş bulunan Cumhuriyeti Devletini koruyup, kollayarak, ülkenin birlik ve bütünlüğünü her şeyin üzerinde tutacaklardır. Bunun aksini düşünmemiz mümkün değildir.''

Gerçeker, ''demokrasinin en önemli ve tutarlı tanımını'', İngiliz John Locke'un 1690 yılında ''Hükümet Üzerine İki İnceleme'' isimli yapıtında, ''özgürlük insanın doğal hakkıdır, bir hükümet ancak halkla sözleşmeye dayanıyorsa meşrudur, yasama ve yürütme güçleri ayrılmalıdır'' diyerek yaptığını söyledi.

Montesquieu'nun da ''Kanunların Ruhu Üzerine'' isimli yapıtında, güçlerin ayrılığı ilkesini ortaya koyduğunu, bu ilkenin bugün de Batı demokrasisinin temellerinden birini oluşturduğunu anlatan Gerçeker, şöyle konuştu: ''İktidarın kurumlaşmış biçimi olan devlet, ulusal birliğin simgesidir. Bütün bu nedenlerle cumhuriyet ve demokrasiyi birbirinden ayırmaya, üniter devlet yapımızın güvencesi olan temel değerlerimizi yıpratmaya yönelik düşünceleri doğru bulmuyoruz. Vatan, millet sevgisi, ilkel, modası geçmiş bir duygu değil, özgürlükçü demokrasinin ve toplumların geleceğinin de vazgeçilmez güvencesidir. Bu moral değerleri korumak ve güçlendirmek için çaba sarf etmek hepimize düşen en önemli görevlerden birisidir."

Gerçeker, Adalet Bakanlığı'nın daha önce hazırladığı ''Yargı Reformu Stratejisi Taslağı'' ile ilgili görüşlerinin ve yargı bağımsızlığına aykırı buldukları konuların rapor halinde Adalet Bakanlığına gönderildiğini anımsattı.

Görüşler alındıktan sonra düzenlenen ve Bakanlar Kuruluna sunulan ''Yargı Reformu Stratejisi'' ve ''Yargı Reformu Stratejisi Eylem Planı''nın önceki stratejik rapora göre bir kısım iyileştirici görüşler içerdiğini söyleyen Gerçeker, ''İçeriyor ise de bunlarda da katılmadığımız, yargı bağımsızlığına,kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı bulduğumuz bazı hususlar bulunmaktadır'' dedi.

Yargı mensuplarının özlük haklarının statülerine uygun olarak, diğer kamu görevlilerinden farklı ve ayrı ''özel'' bir yasa ile düzenlenmesi gerektiğini kaydeden Gerçeker, Anayasa Mahkemesinin mevcut üye sayısının çoğaltılabileceğini ancak, Parlamento tarafından Anayasa Mahkemesine üye seçimesinin yerinde olmadığını söyledi.

1961 Anayasa'sı döneminde getirilen bu şekildeki düzenlemenin, ortaya çıkan sakıncalar nedeniyle 1971 yılında yapılan değişiklikle terk edildiğini ifade eden Gerçeker, ''Uygulanmış fakat olumsuzlukları nedeniyle terk edilmiş bir konunun yeniden gündeme getirilmesi doğru görülmemektedir. Böyle bir uygulama kaçınılmaz olarak yargının siyasallaşması eleştirilerini de beraberinde gündeme getirecektir'' diye konuştu.

Gerçeker, askeri yargıyla ilgili düzenlemelerin de bir bütünlük içerisinde, demokratik hukuk devletinin gereklerine uygun olarak Anayasa değişiklikleriyle birlikte yapılmasının bu konudaki tartışmaları sona erdireceğini kaydetti.

'YARGI BAĞIMSIZLIĞI NOKTASINDA DAHA GERİYE'
Taslakta, Adalet Bakanının, HSYK'daki varlığının korunduğu ve demokratik meşruiyet için bunun gerekli olduğu vurgusuna yer verildiğini anımsatan Gerçeker, bunun da ötesinde, Adalet Bakanının Kurul Başkanı olarak statüsünü devam ettirmesinin öngörüldüğünü ifade etti. Gerçeker, şunları söyledi: ''Hakim ve savcıları mesleğe kabul etme, atama, nakletme, geçici yetki verme, yükseltme, birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, görevden uzaklaştırma işlemleri bakımından tam yetkili olan HSYK'ya, Adalet Bakanının başkanlık etmesi yargı bağımsızlığını zedeleyen bir olgudur. Her ne kadar hakim sınıfından olsa da konumu itibariyle yürütme erkinin içinde bulunan Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın kurulun doğal üyesi olması da yargı bağımsızlığı ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Yargı Reformu Stratejisi taslağında bu yönde bir ilerlemeye rastlanmadığı gibi, aksine, Kurulun oluşumunda Yasama ve Yürütme organı (Cumhurbaşkanı) tarafından üye seçimi planlandığı belirtilmiş olmakla yargı bağımsızlığı noktasında mevcut durumun dahi gerisine düşülmesi olasılığı söz konusudur. Adalet Bakanının Kurul'da yer alması ile Yasama organının Kurul'a üye seçebilmesinin demokratik mesruiyet ile açıklanmasının yerinde olmadığı düşünülmektedir.''

AB KOMİSYONUNUN RAPORU
Bağımsız bir HSYK'nın, erkler ayrılığı ve demokratik meşruiyetinin gereği olduğunu vurgulayan Gerçeker, Avrupa Birliği Komisyonu'nun 2005 tarihli istişari ziyaret raporunda, Cumhurbaşkanının HSYK'ya üye atamasında yer almamasının tavsiye edildiğini aktardı. Gerçeker, şöyle devam etti: ''Kaldı ki, mevcut Kurulda yürütmenin temsilcisinin yer alması sisteminin nasıl sonlandırılacağı hususunda bir açıklama taslakta yer almadan, yasama ve yürütmenin üye seçimi konusundaki yöntemi açık değildir. Yasama ve yürütme organları tarafından üye seçilmesi kabul edilirse, aynı düşünceyle yasama ve yürütme erkinde de yargının yer alması yoluna mı gidilecektir? Demokratik meşruiyet bu şekilde yorumlanamaz. Böyle bir yapılanma, hakimlerin sıradan memur haline getirildiği, yargı bağımsızlığını daha da geriye götürecek bir sistemi doğuracaktır.''

Gerçeker, HSYK'nın, yargının tümünü temsil edecek şekilde oluşturulması amacıyla ilk derece mahkemeleri ve faaliyete geçecek olan istinaf mahkemelerinden üye seçilmesi hususunun taslakta yer aldığını belirterek, benzeri 1961 Anayasası ile uygulanan yöntemin görülen aksaklık ve ortaya çıkan sakıncalar nedeniyle terk edildiğini hatırlattı.

'VESAYET İZLENİMİ ŞEKLİNDE TANIMLANMASI ŞAŞIRTICI'
Yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanamadığı bir sistemde önceden denenen ve terk edilen bir oluşumun yeniden hayata geçirilmesinin yararlı olmayacağına işaret eden Gerçeker, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin sayısal olarak büyük bir bölümü ilk derece mahkemelerinde görev yapan hakim ve Cumhuriyet savcılarından seçildiği için HSYK'nın oluşumunda yargının tümünün temsilinin zaten sağlanmadığını vurguladı. Gerçeker, şunları kaydetti: ''Ayrıca taslakta bu gerekliliğin hakim ve savcılar üzerinde yüksek mahkemelerin vesayeti olduğu izleniminden kaynaklandığı belirtilmektedir. Yüksek mahkemelerin hakim ve savcılar üzerinde, yargısal görevleri açısından bir denetimi bulunduğu açık olup bu durumun söz konusu yüksek mahkemelerin fonksiyonu ve Anayasa ile yasalarla belirlenen görev tanımlarından kaynaklandığı kuşkusuzdur.

Taslakta, eğer hatalı bir yazıma yer verilmemiş ise mevcut ve yasal bir üst mahkeme olgusu ve işleyişinin, hakim ve savcıların yargısal faaliyetleri üzerindeki nesnel etkisinin 'vesayet izlenimi' şeklinde tanımlanması şaşırtıcıdır. Söz konusu izlenimin, yargının işleyişinde ne gibi bir sorun teşkil ettiği açıklıkla ortaya konulmamış ise de, ima edildiği şekliyle, bu yasal durumun hakim ve savcılar üzerinde bireysel bir 'bağımlılık modeli' oluşturduğunu ileri sürmenin, yargı erkinin tüm kurum ve kuruluşları ile ilk derece ve üst mahkemeleri ile birlikte bütünlüğünü zedeleyici, son derece isabetsiz, abartılı ve tümüyle öznel nitelikte bir saptama olduğunu değerlendirmekteyiz. Üstelik bu durumun HSYK'nun oluşumuyla doğrudan bir ilgisinin olduğu da söylenemez.'' Gerçeker, bağımsız olarak görev yaptıkları süre içerisinde mensubu bulundukları yüksek mahkemelerle bir görev ilişkileri bulunmayan kurul üyelerinin varlığı öne sürülerek, hakim ve savcılar üzerinde yüksek mahkemelerin ne doğrudan ne de nesnel nedenlerden ötürü dolaylı bir vesayeti bulunduğu sonucuna varmanın doğru ve isabetli bir yaklaşım olmayacağını vurguladı. Hasan Gerçeker, ''Anayasal bir kuruluş olan HSYK'nın seçilmiş üyelerinin kurul faaliyetleri açısından ifa ettikleri fonksiyon, mensubu bulundukları üst mahkemeyi temsil görevi niteliğinde olmayıp, mensubu bulundukları üst mahkemeden bağımsız, yasayla tanımlanmış görevlerin ifasından ibarettir ve yargının tümüne yönelik olduğu kuşkusuzdur'' diye konuştu.

HSYK'ya üye seçiminde, taslakta belirtilen endişelerle kaynak çeşitlendirmesine gidilmesinde pratik bir yarar bulunmadığını ifade eden Gerçeker, ''Üstelik HSYK'nın, mevcut durum itibariyle, yargının 'tümüne' yönelik 'temsili' nitelikte bir fonksiyonu da yoktur'' dedi.

'DEMOKRATİK MEŞRUİYET'
Yargının, yasama ve yürütme organlarından farklı olarak, tek bir kişi veya kurum tarafından temsil edilmesinin söz konusu olmadığına işaret eden Gerçeker, şu görüşlere yer verdi: ''Bu itibarla, Yüksek Kurul'un seçimle gelen üyelerinin farklı kaynaklardan sağlanmasının ifa edilen göreve direkt ve olumlu bir etkide bulunacağını düşünmek doğru değildir. Yüksek Kurul'un daha verimli ve etkin çalışmasının önündeki temel sorun başkadır. Taslakta Yüksek Kurul'un oluşumunda 'demokratik meşruiyet' ilkesine yeterince uyulmamasının bir eksiklik olarak tanımlandığı göze çarpmaktadır. Bu başlık altında yapılan açıklamalarda hakimlerin seçimi ve görevlendirilmesine ilişkin kimi farklı uygulamalardan söz edilerek sonuçta, Adalet Bakanının Kurul'un doğal üyesi olarak benimsenmesinin, Anayasa'nın 9. maddesinde yer aldığı şekliyle milli egemenlik ilkesine uygun düştüğü, bu ilkenin daha da geliştirilmesi için yasama ve yürütme organına da Yüksek Kurul'a üye seçme olanağının tanınması gerektiği vurgulanmaktadır. Konuyla ilgili olarak yapılan kavramsal tartışmalara fazlaca girmeden söylemek gerekir ki, Anayasa'dan aldığı hakla Türk ulusu adına yargı yetkisini kullanan Türk yargısının, 'demokratik meşruiyet' gibi bir sorunu yoktur ve hiç olmamıştır. Taslakta, bu vahim kavramsal teşhis hatasına böylece yer verildikten sonra HSYK'nın oluşumu konusunda, ilgili tüm kesimlerin hemen hemen üzerinde birleştiği temel bir eleştiriyi, Kurulda siyasi irade ve yürütmenin temsilcisi Adalet Bakanı ile ona bağlı olarak görev yapan Bakanlık Müsteşarı'nın bulunmaması gerektiği yolundaki değerlendirmeleri bile görmezden gelerek, sözde demokratik meşruiyeti sağlamak adına yasama ve yürütme organına HSYK'ya üye seçimi konusunda geniş yetkiler tanınmasına yönelik önerilere yer verilmiş olmasının izahı mümkün değildir. Konuyla ilgili olarak yer yer ayrıntıya girerek sıralanan 'iyileştirme' önerilerinin, sonuçta Anayasa'nın kuvvetler ayrılığı ilkesine çok esaslı bir aykırılık oluşturacağı açıktır.''

'EGEMENLİK YETKİSİ YASAMA ORGANINDA TOPLANMAMIŞTIR'
Anayasa'daki ''Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanılır'' düzenlemesini hatırlatan Gerçeker, egemenlik yetkisinin yasama organında toplanmadığına işaret etti.

Gerçeker, ''Daha önce denenmiş ve fakat sakıncaları görüldüğü için kaldırılmış bir sisteme dönülmek istenmekte ve sakıncalı bu sistem 'demokratik meşruiyet' kavramı ile meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır'' dedi.

Taslakta, ''HSYK'nın düzenlenişinden itibaren en büyük eleştiriyi almakta olan Adalet Bakanı ve Müsteşarın kurulda bulunması olumlu görülerek '1982 Anayasası'nın 159. maddesi ile kurulan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda yürütme organı da temsil edilmek suretiyle, milli hakimiyet ilkesine yönelik önemli bir adım atılmıştır'' denildiğini hatırlatan Gerçeker, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Bununla da yetinilmemekte ve devamında 'Ancak, mevcut düzenlemeye göre gerek Kurul üyelerinin gerekse bir bütün olarak Kurul'un Yasama organına karşı herhangi bir sorumluluğu söz konusu değildir' değerlendirmesi yapılarak adeta Kurul üyelerinin yasama organına karşı sorumlu olmaları gerektiği gibi yargıç güvencesi, yargı bağımsızlığı ilkeleriyle bağdaşmayan ve dahası Anayasa'nın, Cumhuriyet'in niteliklerinden saydığı hukuk devleti ilkesine aykırı bir düzenleme yapılmasının gerekliliği vurgulanmakta, ayrıca Adalet Bakanının siyasi sorumluluğuyla HSYK'nın diğer üyelerinin sorumluluklarının birbiriyle ilgisi olmadığı düşünülmeden yapılan değerlendirme 'demokratik meşruiyet' şemsiyesi ile örtülmektedir. Diğer ülkelerdeki farklı yapıların, her koşulda ülkemiz yönünden örnek olamayacağı düşünülmemektedir. Türk yargı geleneğine bakılmadan, denenmiş ve sakıncaları görülerek kaldırılmış yöntemlerin yeni öneri gibi getirilmesi, bu hususta yeterli inceleme yapılmaksızın düzenleme yapıldığı izlenimini vermektedir.''

'YAPILMAK İSTENEN REFERANS BELGELERE DE TERS'
Yapılmak istenen değişikliklerin taslağın, referans gösterilen belgelere de ters düştüğünü belirten Gerçeker, AB Komisyonu raporundaki ''Hakimlerin Bağımsızlığına Dair Avrupa Konseyi Tavsiye Kararı prensibiyle uyum arz etmesi açısından, Türk Anayasası'nın 159. maddesinin, Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndan çıkartılmasını sağlayacak şekilde tadil edilmesini tavsiye ediyoruz'' ifadesini hatırlattı. Gerçeker, şöyle konuştu: ''Parlamentonun oluşum ve işleyişinde etkin biçimde söz sahibi olanlar, siyasi parti genel başkanlarıdır. Bu tabloda yasama organı tarafından seçilecek kurul üyeleri yönünden daha seçim aşamasında ve işin başında siyasallaşma söz konusu olacak, bazen tek partinin çoğunluk sağlayamadığı hallerde, uygulamada Sayıştay üyeleri seçimlerinde olduğu gibi uzun süre seçim dahi yapılamayacaktır. Ülkemizin bu konudaki özgün koşulları, demokrasi bilincinin yeterince gelişmemiş olması dikkate alındığında Parlamentonun Yüksek Kurula üye seçmesi, keza yürütme organının temsilcisi Adalet Bakanlığı Müsteşarının ve hatta etkin biçimde Adalet Bakanının Kurulda yer alması isabetli olmayacaktır. Öte yandan, yasama ve yürütme organına, Kurul'a hakim ve savcılar arasından üye seçimi görev ve yetkisinin verilmesi, kurumsal olarak yargıyı ve birey olarak yargıcı, siyasi iktidarın etkisi ve kontrolü altına sokacaktır ki bu da yargının siyasallaşması ve yasama ve yürütme organı karşısındaki bağımsızlığını ve tarafsızlığını kaybetmesi demektir. Böyle bir yapılanma, siyasal gücün hukuka egemen olması sonucunu doğurur, Parlamentoda çoğunluğu elde eden siyasal parti ve bunun içinden çıkacak siyasi iktidar, pratikte kurumsal olarak yargı denetimi dışında kalacaktır. Bu durumda da hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi zedelenecek, devlet hukuk kurallarıyla yönetileceğine, siyasi güç, hukuku ve yargıyı yönetir hale gelecektir. Esasen Avrupa Birliği ilerleme raporlarında da böyle bir öneri bulunmamaktadır. Yargı bağımsızlığı ilkesi gözetildiğinde Kurulun üye sayısı arttırılarak daha geniş kapsamlı bir hale getirilmesi, kurul üyelerinin Yüksek Mahkeme üyeleri arasından Büyük Genel Kurulları tarafından seçimle belirlenmesi gerekmektedir. Yargıtay ve Danıştay'a üye seçiminde yüksek mahkemeler aktif rol oynamalıdır. Avrupa'nın ve dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Yargıtay ve Danıştay Başkanlarının kurulda doğal üye olarak yer almaları da yargı bağımsızlığı ve bütünlüğünün sağlanması bakımından büyük yarar sağlayacaktır.''

Kurul kararlarına karşı etkin bir itiraz sistemi getirilmesi, kurulun çalışma yöntem ve kararlarının şeffaflık ilkesine uygun olması, HSYK'nın yeniden yapılandırılmasına paralel olarak kurulun sekreteryasının ve denetim sisteminin düzenlenmesi gereğine işaret eden Gerçeker, HSYK'nın ayrı bir sekreteryasının olması ve Teftiş Kurulu'nun HSYK'ya bağlanmasının kurulu daha özerk bir yapıya kavuşturacağını anlattı.

Gerçeker, ayrıca kurula mali özerklik verilerek, ayrı bir bina ve bütçe sağlanmasının gerekli olduğunu dile getirerek, hakim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturmanın Adalet Bakanlığının izni ile yapılmasını öngören Anayasa maddesinin yargı bağımsızlığıyla bağdaşmadığını vurguladı.

'DEDİKODU KANIT DEĞİLDİR'
Konuşmasında isim vermeden Ergenokon soruşturmasına da değinen Gerçeker, şöyle konuştu: "Soruşturmanın gizliliği gerekçesi çok insancadır çok güçlüdür çok tutarlıdır. Kuşkulunun şerefi örselenmemeli suç işledikleri sanılan insanlar incitilmemeli lekelenmemeli ön soruşturma asla bir güç gösterisine dönüştürülmemelidir. Özellikle mekan ve konut dokunulmazlığını çiğneyen arama ve mülkiyet hakkını örseleyen el koyma... Zorunlu olduğunda başvurulması gereken son çaredir, sıradışıdır. Öyleyse özenle kullanılması gerekir. Bunlar asla bir cezaya yaptırıma kurala dönüşmemeli gözaltı, tutukluluk süresi gereksiz yere uzatılmamalıdır. Dedikodu kanıt değildir, iddianamenin dayanakları arasında yer alamaz. Anayasal düzene karşı suçları bizzat savcı soruşturmak zorundadır, kolluk ifade alamaz. Herkesin ve özellikle tutuklu bulunan kuşkuluların iddianameleri makul sürede yazılmalıdır."

Törene Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin, CHP lideri Deniz Baykal, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt, eski Adalet Bakanı Sami Türk, Vural Savaş ve yargı üyeleri katılıyor.

''Yargı Reformu Strateji Taslağı''nda yer alan örgütlenme hakkı çerçevesinde Hakimler ve Savcılar Birliğinin kurulmasının son derece yararlı olacağını belirten Gerçeker, bu yönde yapılacak örgütlenmede, belirli sıfatları taşıyan kişilerin doğal başkan ve yönetim kurulu üyesi olmalarının idari vesayetin oluşması amacına hizmet edeceğinin unutulmamasını istedi.

Taslaktaki, yargı mensuplarına yargı bağımsızlığı konusunda eğitim verilmesi konusuna da değinen Gerçeker, özellikle Türkiye Adalet Akademisinin idari ve mali özerkliği tam olarak sağlanması gerektiğini kaydetti. Avrupa Birliği (AB) ilerleme raporlarında öngörüldüğü gibi hakim adaylarının seçiminde Adalet Bakanlığının etkisinin kaldırılması gerektiğine işaret eden Gerçeker, seçimin, tam özerkliği sağlanmış Adalet Akademisine ya da Hakimler ev Savcılar Yüksek Kuruluna (HSYK) bırakılması gerektiğini söyledi. Gerçeker, ''Hukukun üstünlüğü ile yargı bağımsızlığı arasındaki bağı çok iyi görmek gerekir. Hukuk üstün tutuluyorsa, yargının bağımsızlığı mutlak olarak sağlanmalıdır. Hukuk ayak bağı görülüyorsa, mutlaka yargı baskı altındadır'' dedi.

'YARGILAMA SIRASINDA YORUMLAR'
Taslaktaki, yargının tarafsızlığının geliştirilmesi amacına yönelik önerileri de değerlendiren Gerçeker, yargının tarafsızlığı konusunda, devam eden soruşturma ve kovuşturmalarla ilgili sadece medya değil, yasama ve yürütme organı dahil, her kesimin hassasiyet göstermesini sağlayacak yeni önlemler alınması gerektiğini vurguladı.

Yorumun sübjektif bir kavram olduğunu, bu nedenle yapılan yorumlarla gerçeklerin çarpıtılmamasını isteyen Gerçeker, yargılamanın devamı sırasında yapılan yorumların ''Adil Yargılanma Hakkı''nı ihlale neden olacağının bilinmesi gerektiğini söyledi.

Yargıya intikal eden konular hakkında yanlış ya da eksik bilgilerle yapılan yorumlar, yönlendirici yayınların, kamuoyunu yanlış etkilediğini belirten Gerçeker, bunun, mahkemeler üzerinde de bir baskı unsuru olacağını vurguladı. Yargının görevinin, yasa koyucunun koyduğu hukuk normlarını uygulamak olduğunu ifade eden Gerçeker, şöyle konuştu: ''Bu uygulama sırasında takdir hakkını ve vicdani kanaatini kullansa da normların sınırlarını aşması mümkün değildir. Yasa koyucunun iradesini yansıtan yasaların anlam ve amacına uygun yorum yapılabilir. Bunun dışında yapılan yorumlar, yasama ve yürütme alanına müdahale anlamını taşır ki bu durumda da yargının siyasallaşması gibi tarafsızlığına da gölge düşüren en önemli etkenlerden birisi ortaya çıkacaktır. Siyasallaşan yargının, yansızlığı, saygınlığı ve kendisine duyulan güveni yitirmesi kaçınılmazdır. Siyasi erkin de yargının yansız ve bağımsız olarak görevini yapması hususunu sahiplenmesi, bunun için sistemli ve kararlı bir çaba göstermesi zorunludur.''

İSTİNAF MAHKEMELERİ
Taslakta, adli yargıda istinaf mahkemelerinin (bölge adliye mahkemeleri) faaliyete geçirilmesiyle ilgili kesinlik ve somut bir takvime yer verilmesinin olumlu bulduğunu aktaran Gerçeker, Türkiye'de coğrafi bölgelere göre farklı yargı uygulamasının söz konusu olamayacağını belirtti. Gerçeker, bu nedenle istinaf mahkemelerinin ülkenin genelinde ve aynı anda faaliyete geçmesinin yargı birliği için zorunlu olduğunu ifade etti.

Yargıtay'daki iş yükünün geçen yıllara oranla çok fazla arttığını, inceleme sırası bekleyen dava dosyası sayısının neredeyse bir milyonu aştığını anlatan Gerçeker, Yargıtay'ın iş yükünün azaltılması ve davaların kısa sürede sonuçlandırılabilmesi için Bölge Adliye Mahkemelerinin kısa vadede çözüm olacağını düşünmediklerini söyledi. Sıklıkla yapılan yasa değişikliklerinin, Türk Yargı sisteminin verimliliğini olumsuz olarak doğrudan etkileyen önemli bir konu olduğuna da işaret eden Gerçeker, bu konuya da özen gösterilmesini istedi.

Adli Tıp Kurumunun kapasitesinin güçlendirilmesi yönündeki çalışmaları da yerinde bulduklarını söyleyen Gerçeker, Kurumun Adalet Bakanlığına bağlı bir kuruluş olmaktan çıkarılıp, mali, idari ve bilimsel özerkliğinin sağlanması gerektiğini kaydetti.

Yüksek mahkemelerin ilk ve son derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davaların çok sınırlı sayıda olduğunu, bulunulan görevin veya konunun önemi dikkate alınarak bu yolun seçildiğini anlatan Gerçeker, bu tür davaların yüksek mahkemelerin iş yükünü arttırması gibi bir sorunun söz konusu olmadığını vurguladı. Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalarla ilgili yeni bir düzenleme yapılması gereğinin 9. Kalkınma Planı özel ihtisas komisyonu raporunda yer aldığını anımsatan Gerçeker, Yüce Divan görevinin, yargılama birliğinin bir gereği olarak, yargılanacak kişiler bakımından oluşturacağı hukuksal güvence de dikkate alınmak suretiyle Yargıtay'a verilmesinin zorunlu hale geldiğini ifade etti. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmasına ilişkin görüşlere de değinen Gerçeker, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkının tanınması halinde kişilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmalarının önlenemeyeceğini söyledi.

'YARGI, GÜCÜ İLE ORANTILI DURUMA GELMELİ'
Konuşmasının son bölümünde, hakim bağımsızlığı ve teminatına değinen Gerçeker, hakim bağımsızlığı ve teminatının, hukuk devletinin olmazsa olmaz şartı olduğunu vurguladı.

Yargının, anayasal gücü ile orantılı duruma getirilmesinin zorunluluğuna işaret eden Gerçeker, personel, bütçe yetersizliği gibi yıllardır süregelen sorunların yavaş çözümlenmesinin Yargıtay'ı ciddi endişelere sevk ettiğinin bilinmesini istedi.

Gerçeker, yargının, temel taşlarından biri olduğu devlet sisteminden asla soyutlanmaması ve işlevini yerine getirirken, yasama ve yürütmenin etkisine girmeden karar vermesinin de temel kural olarak bilinmesi gerektiğini kaydetti. Hasan Gerçeker, ''Bu kavram zedelendiğinde, öncelikle adaletin siyasallaşacağı ve bu durumdan en büyük zararı devletin ve milletin göreceği unutulmamalıdır'' dedi.

Her gün yazılı ve görsel basında çıkan haberlere bakıldığında, yargının hep ön planda olduğunun görüleceğini ifade eden Gerçeker, demokratik hukuk devleti kurallarının üst düzeyde kabul gördüğü bir sistemde, yargının bu derece gündemde olmaması gerektiğini belirtti.

'KUŞKU VE ENDİŞE'
Yargının böylesine gündemde olmasının, toplumda bir takım huzursuzlukların, rahatsızlıkların bulunduğunun, uzlaşmazlıkların çokluğunun göstergesi olduğunu vurgulayan Gerçeker, şunları kaydetti: ''Adalet mekanizmasının iyi işlememesi, her gün kamuoyuna yansıyan ve kafalarda, vicdanlarda soru işaretleri oluşturan, yanlış uygulamalar, usule aykırılıklar, özellikle de iletişimin dinlenilmesindeki yasaya aykırı işlemler, davaların ve tutukluluk sürelerinin makul süreyi aşacak derecede uzaması, toplumda kuşku ve endişe yaratmakta, yargıya olan güven duygusunu azaltmaktadır. Türk yargısının Avrupa'da sınıfta kaldığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde defalarca mahkum olan Türk yargısının Avrupa çıtasını tutturma sınavını veremediği, hukuk üretemeyen, üretilmiş hukuku içselleştiremeyen bir yargı niteliğinde bulunduğu şeklinde basında çıkan eleştiriler bizi derinden yaralamaktadır. İnanıyorum ki, yeterli olanaklar sağlandığında ve yeterli ortam oluşturulduğunda, yargı görevini en iyi şekilde yerine getirecektir. Tek koşul, yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına hiç kimse tarafından müdahale edilmemesidir. Ne yazık ki çeşitli nedenlerle yargıya güveni sarsacak, tarafsızlığına gölge düşürecek bir takım yanlışlıkların yapıldığı da yadsınamaz bir gerçektir.''

SAMİ SELÇUK'UN KİTABINDAN ALINTI
Gerçeker, konuşmasında, Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk'un, ''Adıyla Siyasallaşan Bir Dava'' kitabından alıntı yaparak, ''Bir hukukçunun sözlerini sizlere hatırlatmak istiyorum'' dedi.

Sami Selçuk'un, ''...Bir tutamcık siyaset yargıya karışırsa, virüse dönüşür. Yargı hastalanır, kirli adalet salgılar. Dedikodu kanıt değildir. İddianamenin dayanakları arasında yer alamaz. Anayasal düzene karşı suçları bizzat savcı soruşturmak zorundadır. Kolluk ifade alamaz...'' şeklindeki ifadelerini okuyan Gerçeker, ''Bu sözlerin altına kim imza atmaz ki'' diye konuştu.

Bunların, tüm meslektaşlarının görevlerini yaparken kayıtsız şartsız uymaları gereken evrensel insan haklarının gereği olan kurallar olduğunu belirten Gerçeker, şöyle devam etti: ''Bir ülkede hukuka, adalete güven kalmazsa, düzen de kalmaz. Adil, bağımsız ve etkin bir yargı sistemi kurulmadan bu eleştirilerden kurtulmak da mümkün değildir. Gerek soruşturma, gerekse kovuşturma evrelerinde yapılacak usule aykırılıklar gerçek adaletin sağlanmasını engelleyecek, suçluların kurtulmasına neden olacaktır. İnanıyorum ki, tüm yargı mensupları, hiçbir zaman demokratik hukuk devleti ilkelerinden ödün vermeyecekler, her hal ve koşulda, temel hak ve özgürlükleri gözetecekler, insan onuruna aykırı uygulamalara göz yummayacaklar, hukuka aykırı olarak elde edilen, hukuki geçerliliği bulunmayan delillere itibar etmeyeceklerdir.''

Yargıtay'ın bu konudaki istikrar kazanmış kararlarının daima göz önünde tutulmasını isteyen Gerçeker, gerçek adaletin ancak bu şekilde sağlanacağını, yargıya güvenin bu şekilde gerçekleşebileceğini vurguladı. Gerçeker, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: ''Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Yüce Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk?ün çizdiği yolda, gösterdiği ilkeler doğrultusunda, şaşmadan, yılmadan, yolumuza devam edeceğimizden, varlığımızın nedeni olan Cumhuriyeti, üniter devlet yapısını koruyup, kollama görevimizi sarsılmaz bir inançla sürdüreceğimizden hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır''

Yargıtay Başkanı Gerçeker, yeni adli yılı açış konuşmasının yer aldığı 68 sayfalık kitapçıkta, bazı bölümlerin içeriğini değil, sadece konu başlıklarını okudu.

Sayfa Yükleniyor...