İbrahim Kalın'dan "vize muafiyeti" açıklaması

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Halep'te bayramdan önce ateşkesin olmasını umut ettiklerini söyledi. NTV'ye verdiği röportajda Putin'in Fırat Kalkanı operasyonuna destek verdiğini de söyleyen Kalın, vize muafiyeti konusu için "Yıl sonu gibi bir takvim söz konusu değil" ifadesini kullandı.

İbrahim Kalın'dan "vize muafiyeti" açıklaması

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, NTV canlı yayınında soruları yanıtladı.

Çin'de yapılan G-20 zirvesine yönelik değerlendirmelerde bulunan Kalın, "Terörle mücadele, mülteci sorunu öne çıkan başlıklardı. Cumhurbaşkanımız ve diğer liderler bu konuyu etraflı bir şekilde ele aldılar" dedi.

Kalın, Cumhurbaşkanı  Erdoğan'ın yaptığı ikili görüşmelerde 15 Temmuz darbe girişimini ve FETÖ'yü de diğer liderlere anlattığını aktardı.

Fırat Kalkanı operasyonu ve Suriye'de yaşanan gelişmelere de değinen Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın G-20 zirvesinde Obama ve Putin ile Halep konusunda ayrı bir görüşme yaptığını söyledi.

Kalın, Halep'te ateşkesin ne zaman başlayacağına yönelik soruyu "Anlaşmayla ilgili nihai anlaşmayı bekliyoruz, bize bir taslak geldi. Biz nihai olarak bu tamam, bütün aktörlerin uygulayacağı bir anlaşmadır şeklindeki kağıdı bekliyoruz. Umudumuz bayramdan önce olması yönünde" şeklinde yanıtladı.

PUTİN DESTEKLİYOR

Fırat Kalkanı operasyonunun başarılı bir şekilde devam ettiğini ve IŞİD mensuplarının sınırından temizlendiğini kaydeden Kalın, operasyona Rusya lideri Putin'in de destek verdiğini söyledi.

ABD İLE UZLAŞMA YOK

YPG konusunda ABD'lilerle uzlaşma olmadığını söyleyen Kalın, "Menbiç'ten bütün YPG unsurlarının temizlenmesi ısrarımızı sürdürüyoruz. ABD YPG'nin Fırat'ın doğusuna geçtiğini söylüyor. YPG'nin çekildiğini bizim kaynaklar da doğrulamalı. YPG unsurlarını Fırat'ın batısına geçerse bizim için meşru hedef olurlar" diye konuştu.

Kalın şöyle devam etti: YPG ve PYD PKK'nın uzantısıdır. Bir terör örgütünü başka bir terör örgütüyle ortadan kaldıramazsınız. Biz Suriye'nin toprak bütünüğünü muhafaza edecek şekilde DAİŞ ile mücadele edilmesini istiyoruz.

VİZE MUAFİYETİ

Kalın, AB'ye vize muafiyetinin yıl sonuna ertelendiği iddiaları için şunları söyledi:

"Vize muafiyetinde yıl sonu gibi bir takvim söz konusu değil. Bu konunun bir an önce hayata geçirilmesi konusunda sürecin hızlandırılması kararı çıktı. Vizesiz geçiş ve Geri Kabul Anlaşması eş zamanlı uygulanmalı. Fransa, Almanya, İtalya ile Cumhurbaşkanımızın görüşmeleri oldu." 

GÜLEN'İN İADESİ TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİ RAHATLATIR

Fethullah Gülen'in iade edilmesine yönelik tartışmalara da değinen Kalın, konuyla ilgili ABD'de hukuki sürecin devam ettiğini hatırlattı ve şunları kaydetti:

"Sayın Obama'nın şu ifadesi önemliydi; '15 Temmuz darbe girişimini yapanların adalet önüne çıkarılması için gereken yardımı yapacağız.' Bu önemli bir ifadedir. Alması gerekenler o mesajı almıştır. Gülen bu davada bir numaralı zanlıdır. İade anlaşması çerçevesinde gözaltına alınabilir, hareketleri kısıtlanabilir. 'de bu darbenin arkasında FETÖ'nün olmadığını düşünen yok. İade talebinin yerine getirilmesi Türk-Amerikan ilişkilerini rahatlatan bir gelişme olacaktır."

İbrahim Kalın'ın canlı yayında kendisine yöneltilen sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

G-20 zirvesinin genel bir değerlendirmesinde Türkiye nasıl gitti nasıl döndü Çin’den?

11’incisi yapılan liderler zirvesiydi bu. Hakikatten hem zirvenin ana başlıkları ve sonuç bildirgesi itibariyle hem de ikili temaslara fırsat vermesi anlamında çok başarılı bir zirve oldu. Çinlileri de tebrik ederim çok güzel bir organizasyon yaptılar. G-20’nin hep iki gündemi olur birisi global ekonomik konular diğeri de gündemdeki sıcak siyasi konular. Global ekonomik gündemle ilgili epey konu ve başlık ele alındı. Onlardan birisi de bizim geçen sene Antalya zirvesinde gündeme  aldığımız kapsayıcılık meselesi. Yani dünya ekonomisinin küçük aktörlerinin de bu süreçlere dahil edilmesi. Aslında zengin ülkelerle onlar kadar şanslı ve zengin olmayan ülkeler arasındaki bu uçurumun nasıl asgariye indirileceği konusuydu. Bu konuda dünyanın alması gereken çok büyük bir mesafe var. Biz her platformda bu konuyu gündeme getiriyoruz. Bu G-20 gündeminin dışında Türkiye biliyorsunuz en az gelişmiş ülkeler sekretaryasını da üstlenmiş durumda. Birleşmiş Milletler çatısı altında yürüyen bir çalışma bu. Orada 60 küsur tane ülke var. Oradaki sayısı mümkün olduğunca azaltmaya çalışıyoruz. Orada bu gündeme geldi. Dolayısıyla ekonomi gündemi itibariyle önemli bir zirveydi. Bu arada Çin’in büyüyen ekonomi trendleri de dolaylı olarak ele alındı. Çin biliyorsunuz ikinci sıraya yerleşti. Bunun hem küresel ekonomiye hem Asya bölgesine ciddi yansımaları var. Siyasi gündemle ilgili olarak terörle mücadele, mülteciler sorunu bunlar öne çıkan iki başlıktı. Bu manada da Antalya zirvesinin bir devamı mahiyetindeydi. Bu vesileyle hem sayın cumhurbaşkanı hem diğer liderler özellikle son oturumda etraflı bir şekilde ele aldılar. Bizim açımızdan bir diğer önemli konu bir çok ikili temas oldu. ABD, Rusya, Almanya, Hindistan, AB, Çin, Güney Afrika ve diğer ülkelerle. Onlar çok verimli oldu. Ama hem G-20’nin ana oturumlarında hem de ikili görüşmelerde sayın cumhurbaşkanımız hem 15 Temmuz darbe girişimini anlattı, hem de FETÖ’yü anlattı. Küresel çapta sonuçları olan bir terör örgütü haline geldiğini etraflı bir şekilde anlattı. Özellikle dünya liderleri 15 Temmuz gecesi yaşananları ve sonrasındaki hadiseleri daha yakında gördükçe ve birinci ağızdan dinledikten sonra olayın vahametini daha iyi kavramaya başladıklarını ifade ettiler. Biz oraya hazırlıklı da gitmiştik, o geceye ait bir takım materyallerde götürdük. Daha sonra darbeci askerlerin, generallerin ifadelerinden oluşan bir paketi de sunduk. Bu mesele sadece iki grup arasındaki bir mücadele değil. Batı basını zaman zaman bunu böyle yansıtmaya çalışıyor. Birçok devlet başkanı o gece sayın cumhurbaşkanımızın televizyonlara çıkıp milleti sokağa davet etmesinden sonraki süreci hem büyük bir kaygıyla hem de büyük heyecanla izlediklerini söylediler. Kaygı bir darbe girişimi var insanlar sokağa çıkıyor, ama öbür taraftan bir liderin çağrısıyla insanların sokağa çıkıp demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve özgürlüğe sahip çıkmasını demokrasi tarihine geçecek bir hadise olarak kendileri bir çok defa ifade ettiler.

Sayın Cumhurbaşkanının dün yaptığı açıklamalar yankı buldu. Suriye’de IŞİD’den temizlenen sınır bölgesinde belki biraz daha güneye inmek suretiyle terörden arındırılmış alan oluşturuldu diyebiliriz onun için ama burada bir güvenli bölge hatta uçuşa yasak bölge oluşturulması konusunda da çok olumsuz bir bakış açısı olmadığını söyledi. Amerika ve Rusya’nın. Ne noktadayız uçuşa yasak bölge konusunda?

Fırat Kalkanı operasyonu çok başarılı bir şekilde hayata geçirildi ve şimdi Çobanbey üzerinden yani batı yakasından bu hat tamamlanmış oldu. Böylece yaklaşık 90 kilometrelik bir hat üzerinde bulunan bütün DAİŞ unsurları sınırımızdan temizlendi. Bu çok önemli bir durumdur. Bunu bütün dünya liderleri tabi konuya doğrudan muhatap olan Rusya ve Amerikan devlet başkanları da büyük taktirle izlediklerini ifade ettiler. Bu operasyonunun amacının ne Suriye’nin toprak bütünlüğünü bölmek ne de orada bir etnik grupla çatışmak olmadığı da zaten açık. Ama sınırımızın terör unsurlarından temizlenmesi noktasında tam bir mutabakat olduğunu ve Türkiye'ye destek verildiğini de gördük. Tam da bu aşamada o sınıra bir derinlik kazandırmak gerekiyor. O yüzden şimdi ÖSO unsuları ve diğer muhalif gruplar yavaş yavaş aşağıya doğru inerek hem o bölgeyi temizliyorlar hem de orada bir asayiş ortamı inşa etmeye çalışıyorlar. Bu çok kolay değil tabi çok değişken bir durum var Suriye’de. Ama gerçek olan o bölgede DAİŞ yaklaşık bir buçuk iki yıldır fiilen bir hüküm sürmekteydi. Cerablus’ta onu gördük insanların en kadar mutlu mesut sokağa çıktığını hayatın ne kadar kısa sürede normale döndüğünü gördük. Batı’dan doğuya doğru ilerlerken o hat üzerinde bu derinliğin sağlanması gerekiyor. Tabii bizim özellikle Suriye mülteci krizinin çözümü ve terörle mücadele konusunda sayın cumhurbaşkanımızın yaklaşık 2 yıldır gündeme getirdiği bir konuydu bu. Burada bir güvenli bölge oluşturalım ve hem muhalefet burada bulunsun hem mülteciler burada kalsınlar. Bu sınırlarda böylece teröristlerden yabancı savaşçılardan, illegal geçişlerden temizlenmiş olsun diye. Maalesef bugüne kadar taşın altına elini koyan ikinci bir aktör görmedik. Türkiye bu yükü yüklendi. Orada da birçok devlet başkanı ifade ettiler bunu. Türkiye burada yükün çok büyük bir kısmını taşıyor daha fazla yardımcı olmayız, Avrupalı liderlerde bunu özellikle söylediler. Bizim daha önce mart ayında yaptığımız anlaşma çerçevesinde Türkiye'ye vaat edilen fonların bir önce tahsisinin yapılması ve harcanmasıyla ilgili. Fakat orada da maalesef süreç çok yavaş ilerliyor. Ama genel olarak mülteci meselesinde Türkiye'nin üstlendiği yükün adil olmadığı çok fazla olduğu konusunda bir konsensüs var. Mesele bataklığı kurutmaksa yapılması gereken sadece mülteciler harekete geçmesi veya şurada yaşasın meselesi değil. Asıl mülteci krizine yol açan sorunu ortadan kaldırmak gerekiyor. Bu da Suriye’de bir siyasi geçişin sağlanması ve savaşın sona erdirilmesi. Orada maalesef hala karmaşık bir tablo var. Ama en azından bu geçiş sürecinde bu bölge bir güvenli bölge haline getirilebilir. Cumhurbaşkanı bu teklifini yeniledi. İtiraz yok ama nasıl uygulanacağı konusuna gelince tamam beraber yapalım gibi bir ortak irade de sergilenmiyor. Aslında fişlen orada bir güvenli bölge haritası ortaya çıkmış oldu ama bunun formel manada güvenli olması için mutlaka bir hava korumasına alınması gerekiyor. Orada siviller olduğunda, mülteci kampları olduğunda onları kim koruyacak sorusu en önemli soru. Burada uluslar arası toplumun tekrar taşın altına elini koyması gerekiyor. Tamam bu sınır boyu temizlendi belki mülteci akınını durdurma anlamında olumlu bir sonuçta doğuracak ama bu tek başına sorunu çözmeyecek. Halep’te çatışmalar devam ediyor. Dün biz oradan ayrılmadan son anda cumhurbaşkanı Obama ile Putin’le birer defa tekrar görüştü. Şu Halep’teki ateşkes veya çatışmasızlık ortamını sağlanması ile ilgili anlaşmayı bir an önce hayata geçirelim. Biz de nihai anlaşmayı bekliyoruz. Bize bir taslak geldi ama nihai olarak bu tamam bütün aktörlerin mutabık kaldığı ve uygulayacağı bir anlaşmadır şeklindeki kağıdı bekliyoruz biz şu anda. Cumhurbaşkanımız G-20’ye gitmeden bir hafta önce sayın Putin ile yaptığı telefon görüşmesinde söylemişti, ‘Kurban Bayramı da geliyor Müslüman dünyanın hassasiyetlerini de dikkate alarak bu zamanlamayı böyle planlayalım. Hiç olmazsa şu Kurban Bayramı’nda Halep ve civarında insanlar rahat bir nefes alsın’ diye.

Size gelen taslakla ilgili ipucu verebilir misiniz?

Temel olarak çatışmaların durması. Burada en önemli unsur. Rusya’nın hava unsurları durdurması. Burada en önemli aktör rejimle birlikte hareket eden Rusya.

Süre belli mi?

İlk planda 48 saat gibi bir süreden bahsediliyor ama neticeleri olumlu olursa bizim önerimiz bunu Kurban Bayramı boyunca uzatalım. Eğer bugün ya da yarın hayata geçecek olursa bunu uzatalım diye Cumhurbaşkanı bu teklifi de yaptı. Bu süreçte Ruslar uçmayacak, rejim Halep üzerinde uçmayacak, bombardıman olmayacak, muhalefette çatışmaları durduracaklar, rejim karadan bir operasyon yapmayacak, muhaliflerde rejim unsurlarına yönelik operasyon yapmayacak herkes tetikten parmağını çekecek. O sırada da bir insani yardım koridoru açılacak. Aslında iki. Bir güneyden Şam üzerinden yardımların ulaştırılmasıyla ilgili bir hat oluşturulacak bir de Türkiye üzerinden.

Uçuşa yasak bölge fikrini itiraz etmediler ama harekete de geçmiyorlar. Türk askerinin ya da güneye ve doğuya doğru ilerleyen ÖSO’nun varlığı biraz daha itici güç olmuş mu?

Bir kere Türkiye'nin bu konudaki kararlılığını net bir şekilde gördü uluslararası toplum. Yapılan da meşru bir operasyondur buna hiç kimsenin itirazı yok. TSK’nın bu operasyonu bu kadar kısa sürede başarılı şekilde hayata geçirmesi de aslında çok güzel bir örnek oldu. Bir diğer önemli neticesi de sahada DAİŞ’e karşı savaşan tek etkili güç YPG’dir, PYD’dir efsanesi de çökmüş oldu. Aslında doğru bir şekilde desteklendiğinde diğer ılımlı muhalif unsurlar da etkili bir mücadele verebilirler. Biz bu konuda hala Amerikalılarla ihtilaf halindeyiz YPG konusunda. Halep çatışmasızlık konusunda, Cerablus ve batısına doğru ilerleyen operasyon konusunda mutabıkız ama hala YPG’ye verilen desteğin hala yanlış bir politikanın ürünü olduğunu düşünüyoruz. Bu orta uzun vadede Suriye’nin toprak bütünlüğü anlamında da etnik gerilimleri tetiklemesi anlamında da sonuçları olacak bir politikadır. Dolayısıyla şu anda tabii Sacur çayının güneyine inilmesi ki Menbiç’e bir 10-11 kilometre mesafeden bahsediyoruz Menbiç’ten de bütün YPG unsurlarının temizlenmesi konusunda ısrarımızla devam ediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız bunu da  söyledi. Onlarda YPG’nin Fırat’ın doğusuna çekildiğini Menbiç’ten çekildiğini söylüyorlar ama biz açıkçası bunu kendi kaynaklarımızdan teyit ettikten sonra mutabık olacağımızı ifade ettik. Çünkü sahada bir takım oyunlarda oynuyorlar. YPG flamasını çıkartıyor SDF flamasını koyuyor. Bu YPG’nin hala orada olduğu ve Menbiç’e yönelik bir takım emelleri olduğu gerçeğini de ortadan kaldırmıyor. Bu süreçte Cerablus’ta bu operasyon devam ederken YPG, PYD ve PKK unsurlarının farklı platformlarda en sert tepkiyi veren kesimler olması da bir tesadüf değil herhalde. Madem DAİŞ’le mücadeleden bahsediyoruz siz bundan niye rahatsız oluyorsunuz?

ÖSO’nun yeni hedefi El Bab mı olacak? Aynı zamanda koridoru daha güneyde işler hale getirmeye çalışan YPG unsurları da aynı yere göz dikmiş gibi görünüyor. Orada bir çatışma riski görüyor musunuz?

Biz Suriye’nin herhangi bir bölgesinde bir terör koridorunun oluşmasına izin vermeyiz. Bunu hangi örgüt yaparsa yapsın fark etmez. Burada Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde hareket edilmesi söz konusuysa ve bir oldu bitiyle bir gruba, bu etnik bir grup olur, mezhebi bir grup olur, ideolojik grup olur fark etmez bir toprak parçası verilsin vesaire gibi tekliflerin önüne geçilecekse ki baştan beri Suriye politikası hep böyle şekillendi bizim buna izin vermemiz mümkün değil. Bizim önceliğimiz yerel halkın barış ve huzur içinde yaşamasını sağlayacak şartların oluşturulması. Bunu da zaten ÖSO ve diğer muhalifler 4-5 yıldır büyük bedeller ödeyerek hayata geçirmeye çalışıyorlar. Halep’te bu insanlar boşa ölmüyorlar. Bu iş geciktikçe DAİŞ ve benzer terör örgütlerine alan açılıyor. Nihai hedef El Bab ve Rakka dahil olmak üzere Suriye sahasının tamamından DAİŞ unsurlarının temizlenmesi. Eş zamanlı olarak tabii Musul konusu da var. Belki önümüzdeki günlerde daha çok konuşulacak bir konu. Çünkü Musul’un da temizlenmesi konusunda Irak hükümetinin bir takım hazırlıkları var peşmergenin bir takım hazırlıkları var. Bizim orada Başika kampımız var. Bakın mesela Başika kampı çeşitli gerekçelerle ve açıkçası bazı tahriklerle işte gündem yapıldı, aleyhine bir takım görüşler ifade edildi vesaire ama fişlen bakıldığı zaman Başika kampında şu ana kadar biz 2 bin 400 peşmergeyi ve 3 bin Musul gönüllüsünü orada eğittik.

Bu Başika benzeri bir yapı Suriye içinde de olur mu? Buranın güvenliği sağlandı biz artık gidebiliriz ne zaman diyecek Türk askeri?

Sahadaki şartlara bakılır, dinamiklere bakırlı orda tam bir asayiş sağlandıktan sonra bunun kararı verilir. Şimdiden 'olacak' veya 'olmayacak' demek hem askeri planlama hem de siyasi olarak doğru olmaz. DAİŞ unsurları geri gelebilir, terör unsurları tekrar bizim sınırımıza doğru ilerleyebilir, başka saldırılar veya planlar içine gerebilir. Bunların önüne geçmek için o hattın mümkün olduğunda geniş, kalın ve derinlikli olması lazım.

Bu El Bab’ta PYD unsurları da oraya geldiğinde onlarda oradan çıkarılacak ÖSO tarafından.

PYD zaten şu anda eğer Amerikalıların dediği gibi Fırat’ın doğusuna çekildilerse zaten El Bab’ta olmamaları gerekir. Bizim de söylediğimiz eğer Fırat’ın batısına geçerse ya da başka yerde karşımıza çıkarsa bunlar bizim için meşru hedef haline gelirler.

Sonra Rakka’ya doğru ilerleyecek mi bu derinlik?

Elbette. Nihai olarak bizimde parçası olduğumuz uluslararası koalisyonun amacı elbette Rakka’yı da temizlemek.

IŞİD karşıtı olmayan bir Türk manevrasını desteklemiyoruz ya da desteklemeyeceğiz şeklinde Amerikan Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin bir açıklaması olduğu yer aldı medyada. Çin’de yapılan görüşmede bu YPG konusunda pozisyonu değişmiyor mu Amerika’nın?

Bizim pozisyonumuz o konuda net. YPG ve PYD, PKK’nın Suriye koludur bir terör örgütüdür. DAİEŞ’i bir başka terör örgütü ile ortadan kaldıramazsınız bu yanlış bir politikadır. Aslında batılılar, Amerikalılar 70-80’li yıllarda Afganistan ve başka yerlerde bunun bedelini çok ağır ödediler. Dolayısıyla aynı hataların tekrarlanmaması için biz Suriye’nin çoğulcu yapısını muhafaza edecek şekilde DAİŞ terör unsurlarının tamamen ortanda kaldırılması için işbirliği yapılması gerektiğini söylüyoruz. Tabii bu arada Esed rejiminin geleceği de bu denklem içinde ele alınması gereken bir konu. Şimdi DAİŞ’e odaklanıp sorunun esas kaynağı olan Esed rejiminin zulmünü, devam eden savaşı, kimyasal silahların kullanılmasını bir kenara bırakamayız.

Burada da Rusya ile bir görüş ayrılığı olduğu görülüyor. Yapılan görüşmelerde farklı noktaya gelebildi mi Türkiye ile Rusya?

Sayın Putin’le yapılan görüşmede Fırat Kalkanı operasyonuna tam destek verdiklerini ifade ettiler. Zaman zaman dışişleri bakanlığı üzerinden eleştiriler ifadeler kullanabiliyorlar. Normaldir gelişmeleri takip ediyoruz anlamında bir şeydir diplomaside. Ama prensip olarak bizim sınırımızın DAİŞ unsurlarından bütünüyle temizlenmesi noktasında onların bir itirazı söz konusu değil. Zaten Halep anlaşması noktasında da birlikte çalışacağız. Esed rejiminin geleceği tabii ki sadece Türkiye ile Rusya arasında değil uluslar arası toplumun önünde bir mesele olarak kalmaya devam ediyor. Bu siyasi geçiş sürecinin sağlanması ve orada bir şahıstan çok mekanizma üzerine yoğunlaşılması daha önemli. Bu süreç içinde zannediyorum Esed’i destekleyen ülkelerde onun meşruiyetini kaybettiğini, Suriye’nin toprak bütünlüğünü, birlik beraberliğini sağlama kabiliyetine sahip olmadığını görmüyorlardır. Ben onların da bir çıkış yolu arayışı içinde olduklarını görüyorum. Bunun nasıl olacağını bütün aktörlerin bir araya gelerek kararlaştırması gerekiyor.

Birleşmiş Milletler zirvesini nasıl değerlendirmek lazım. Örneğin bu uçuşa yasak bölge, mültecilerin durumu ya da tam anlamıyla bir güvenli bölge oluşturulması taleplerini Türkiye orada da gündeme getirecek mi?

Birleşmiş Milletler son tahlilde bir çatı kuruluş. Orada hem Birleşmiş Milletler kurumları var ama aynı zamanda üye olan ülkeler var. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda bu yıl etraflı şekilde ele alınacak konulardan birisi mülteciler meselesi. Bu konunun en üst düzeyde ve tam bir ciddiyetle ele alınması lazım. Aylan olayında gördüğümüz gibi ekranlara yansıyan bir fotoğrafa tepki vererek gündeminize almanızla bu işin üzerine ciddiyetle gitmeniz arasında ciddi bir fark var. Sabah okudum Aylan Kürdi’nin teyzesi ki kalan ailenin bir kısmı Kanada’ya sanıyorum davet etmişti içler acısı bir açıklama yapmış. Aylan’ın ölümünün üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen uluslar arası toplumun hala bu çocukları korumak için adım atmamış olması insanlık adına utanç verici bir durumdur diye açıklama yapıyor.

Alman basınında, 'vize muafiyeti ve geri kabul anlaşmasının yıl sonuna ertelenmesine Türkiye yeşil yaktı' şeklide özellikle haberler yer aldı. Böyle bir adım atar mı Türkiye?

Böyle yıl sonu gibi bir takvim söz konusu değil. Vize muafiyetiyle ilgili konunun bir an önce hayata geçirilmesi noktasında süreci hızlandıralım kararı çıktı bütün bu görüşmelerden. Sayın Merkel’le daha sonra Fransa, Almanya ve İtalya ile dörtlü olarak Cumhurbaşkanımızın görüşmeleri oldu. Onların arsından AB başkanlarıyla bir üçlü görüşmesi oldu. Oradan çıkan netice mülteciler anlaşması, geri kabul anlaşması ve vize sistemini eş zamanlı olarak uygulayalım geciktirmeyelim daha fazla. Hatırlarsanız 2013 Aralık’ında imzalanan anlaşma aslında 1 Ekim’de uygulamaya geçecekti daha sonra mülteci krizi olunca bunun erkene alınması gündeme geldi. AB bu terörle mücadele yasası konusunda bir takım kriterlerin yerine getirilmediği gibi bir görüşü ortaya attı. Aslında süreci tıkayan da biraz bu oldu. Bunu sayın Cumhurbaşkanımız da anlattı muhataplarına. 2013 yılında bu anlaşmalar yapıldığındaki şartlarla bugünün şartları çok farklı. O günden bu güne PKK terörü tekrar hortlatıldı. DAİŞ terör sınırımıza dayandı, bizi içeri de rahatsız etti. Bir de FETÖ terörüyle mücadele ettik bir darbe atlattık. Şimdi aynı zamanda 3 terör örgütüne karşı mücadele eden bir Türkiye var burada. Bu konjonktürde bize gelip sizin terör mücadele yasanız kimi yerlerde çok esnek, kimi yerlerde çok katı gibi ifadelerle bu sürecin tıkanması aslında biraz gerçekleri görmemek anlamına geliyor. Paris saldırısı ve Nice saldırıları olduktan sonra Fransa’nın aldığı tedbirler ortada, Belçika’nın aldığı tedbirler ortada. Allah korusun yarın başka Avrupa ülkesinde veya batı ülkesinde böyle büyük çaplı bir saldırı olsa o ülkelerde en sert tedbirleri alacaklar doğal olarak. Onlar aldığında kamu güvenliğini sağlamak biz aldığımızda bu tedbirleri bu başka yerlere çekiliyor. Ekim’in başı olur ortası olur. Yani teknik heyetlerin trafiği hızlanacak. Zaten geriye kalan ufak tefek birkaç konu kaldı. Biz bu işi yakın bir vadede çözeriz diye umut ediyoruz. Bir kere Schengen vize sistemine dahil olmak Türk vatandaşlarının en doğal hakkıdır. Bu aslında çok çok geciktirilmiş bir konudur. Latin Amerika’daki, körfezdeki bir çok ülke dahil olmuşken Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hala dahil edilmemesi kabul edilebilir bir şey değil. Bana sorarsanız bu Avrupa’nın bir ufuk daralmasıdır. Avrupa kendi içine kapandıkça gidişatını da görüyoruz. Aşırı sağın, ırkçılığın, islamafobinin nasıl yükselişe geçtiğini görüyoruz. Bizim hazırladığımız terör yasaları zaten AB’nin müktesebatına uygun. Bu yasalar o zaman hazırlanırken de bu müktesebatına uygun hazırlandı. Ama her ülke kendi güvenlik ihtiyaçlarına göre bir takım düzenlemeler, uyarlamalar yapmak zorundadır. İşte Fransa’nın aldığı OHAL örneğinde olduğu gibi. Dolayısıyla burada biraz da bu konu maalesef Avrupa’da son dönemde yükselişe geçen bir Türkiye ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden tartışılır hale geldi. Bence Avrupa burada büyük bir hata yapıyor. İstikrarlı ve güvenli bir Türkiye, müreffeh ve zengin bir Türkiye Avrupa’nın da vazgeçemeyeceği bir gerçektir.

Obama ile yapılan görüşmede Gülen’in iadesinin de gündeme geldiğini biliyoruz. Ne noktadayız?

Orada sayın Obama, Biden’ın yaptığı ziyaretinde detaylı bir brifingini almış.  Olayın vahameti konusunda daha net bir tablo ortaya çıktığını bir kez daha ifade ettiler. Orada tabii ki hukuki bir süreç var ama bunun bir de siyasi yönü var. Hukuki süreç devam ediyor zaten orada bir itirazımız yok. 15 Temmuz soruşturması da devam ediyor. Tamamlandığı zaman Amerika muhataplarla bu konu etraflı şekilde konuşulacak. Orada sayın Obama’nın, “15 Temmuz darbesini yapanların adaletin önüne çıkartılması için gereken yardımı yapacağız” ifadesi önemlidir. Ama bizim bir takım taleplerimiz de var. Gülen şu anda bu davada bir numaralı zanlıdır. Bize göre failidir. Mevcut iade anlaşması çerçevesinde orada gözaltı yapılabilir, hareketleri kısıtlanabilir…

Bunu söylediğiniz de ne yanıt aldınız?

İşte sürecin devam ettiği şeklinde değerlendirmeler yapıyorlar. Bu beklenti sadece Türkiye'de hükümetin veya Cumhurbaşkanlığının değil bütün Türkiye halkının talebidir.

  • Etiketler :
  • Haberler -
  • Türkiye
  • Gündem
  • Siyaset
  • Genel

Sayfa Yükleniyor...