Ömer Çelik: Bir tür gündem yaratma çabası

Kültür Bakanı Ömer Çelik, 14 Aralık soruşturmasındaki tahliye tartışmalarını, ''Ortada mahkeme karar verdi diyeceğimiz kadar temiz bir durum mu var? Bir tür gündem yaratma, psikolojik havayı değiştirme çabası'' diye yorumladı.

Ömer Çelik: Bir tür gündem yaratma çabası

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, NTV canlı yayınında Funda Görey'in sorularını yanıtladı.

Bakan Ömer Çelik'e sorulan sorular ve alınan yanıtlar şöyle;

HSYK saat 14.00'te toplanacak ve bu tahliye kararlarını veren hakimlerle ilgili iddiaları masaya yatıracak. Müfettişlerin ön raporunda açığa alınmaları şeklinde bir görüş var. Sayın Başbakan ve hükümet cephesi ve bazı yargı mensupları burada yargıya yönelik bir darbe yapıldığını, alınan kararın hukuksuz olduğunu söylüyorlar. Ama bir taraftan da tahliye kararı uygulanmadı hukuka müdahale edildi görüşleri var.
Bu problemin ne kadar ciddi olduğu bir kere daha göründü. 27 Nisan'ın yıldönümü bugün. Silahlı bürokrasi hükümete karşı bir muhtıra vermeye kalktı ve hükümet cumhuriyet tarihinde ilk defa bunu tanımadı. Şimdi bizim iki koldan vesayetle demokrasi tarihimiz tanımlanmıştır. Birisi silahlı bürokrasi içindeki siyasete müdahale eden yapılanmalar diğeri de yargı üzerinden ortaya çıkan şey. Bunların ikisi de 27 Mayıs darbesi ile birlikte başlıyor sistematik olarak. Bunlar zaman içinde şekil değiştiriyor. Fakat bu paralel yapı dediğimiz durum farklı bir durum. Devlet içinde özellikle emniyet, yargı, istihbarat gibi alanlarda örgütlenmiş ve illegal biçimde gizli bir hükümet olarak 'yi yönetmeye kalkıyor. Bazen açıklama yapıyorlar ben çok baktım ama paralel diye bir şey görmedim diye. Bugün belli bir grubu serbest bırakmak üzere çok olağanüstü taktik ve stratejiler uygulayan birkaç hakim, onun karşısında buna lojistik destek veren bir yayın grubu çok örgütlü organize bir yapı. Bir takım AB ülkelerinde yetkililerden de şey alınmış ama dünyanın her yerinde mahkeme serbest bırakmış ama hükümet bunu uygulamadı derseniz buna tepki gösterir insanlar. Ortada mahkeme karar verdi diyeceğimiz kadar temiz bir durum mu var? Bir tür fiili durum yaratarak bir tür gündem yaratma psikolojik havayı değiştirme çabası. Bu paralel yapıya yakın olan isimlere bakıyorsunuz, dışarıdaki insanlar bu kadar ayrıntıya bakmazlar sonuca bakarlar diye atılmış bir tweet var. Yani organize psikolojik bir harp taktiği ile karşı karşıyayız. Müfettişler açığa alınmalarını talep ettiler HSYK görüşecek fakat olayın gelişim seyrinde bir yargılama usulü içinde bir hata olmanın ötesinde doğrudan ceza hukukunu ilgilendiren bir işlem gibi görünüyor. Bir tür kamikaze saldırısı gibi sonucun ne olacağını biliyor ama hükümet yargı kararına uymadı diye lanse etmek, hükümetin siyasi güçle birilerini içerde tutuyor havasını vermek için yapıldığı çok belli. Çok iyi işlenmiş çok çalışılmış, psikolojik iklimi nasıl kaosa çevirebileceğini hesaplamış eylemler. Bunun 'nin içinde çalışmayacağını biliyorlar. Fakat mesele Türkiye'nin dış dünyadaki itibarını zedelemek.

Türkiye'nin imajına topyekun zarar vererek ekonomisini, demokratikleşmeyle ilgili algınsını, seçim sürecine yönelik dünyanın algısını değiştirmeye yönelik eylem olduğu çok açık. Bu bakımdan da çok fazla dış mihrak kokusu olan, geçmişte dışarıdan yapılanlara bezeyen bir iklimi olan bir şey olarak görünüyor. Bu şey hakikatten uzaktan kumandalı yargı ve yargıç düzeni oluşturmaya çalışarak bu yapı üzerinden seçilmiş hükümetin üstünde bir yapı oluşturmak bir tür vesayet rejimi kurmak.

Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın konuşmasına değindiniz, orada dikkat çeken yeni bir anayasa ihtiyacının altını çizdi sayın Aslan ama en büyük engellerden biri çok zor görüş ve önerilerin her şeye ve herkese rağmen anayasallaşması istenmesi olabilir. Herkes pozisyonunu bir adım geri alırsa yeni anayasanın oluşması daha kolay olur dedi. Güçler ayrılığı ilkesinin de birkaç yerde altını çizdi konuşmasının. Bu da başkanlık sistemi tartışmalarına yönelik bir mesaj mı diye yorumlandı.
Türkiye'de kuvvetler ayrılığının olmaması Türkiye için ciddi bir problemdir. Başkanlık sistemine geçilirse başkan diğer kuvvetleri öteleyecek ve bu kuvvetler ayrılığı prensibini zedeleyecek tartışmaları var. Burada birkaç tane yalan var. Bir kere Türkiye'de bizim parlamenter hayatımız boyunca hiçbir zaman sağlıklı demokrasilerde olduğu gibi bir kuvvetler ayrılığı olmadı. Kuvvetler ayrılığı ya yargının yürütme ve yasamaya müdahalesi şeklinde oldu ya da askeri bürokrasinin diğer üç kuvvet üzerinde hakimiyet kurması şeklinde oldu. Yürütmenin yasama ve yargı üzerinde vesayet kurduğu tek dönemler vardır o da ihtilallar sonrasında kurulan hükümetler böyle bir vesayet kurabildiler. İkincisi, parlamenter geleneğimiz var bu kazanımlarımızı kaybedecek miyiz? Türkiye'de hiçbir zaman çağdaş anlamda parlamenter demokrasi uygulanmamıştır. 2002 yılına gelinceye kadar yürütülen sistem melez bir sistemdi. Askeri vesayetle şekli parlamenter demokrasinin birleşiminde oluşan bir melez sistemdi. Hükümetin üzerinde bir cumhurbaşkanı vesayeti kurulmuştu, anayasanın üstünde de milli güvelik siyaset belgesi yani kırmız kitap denilen bir vesayet kurulmuştu. Dolayısıyla çok sağlıklı bir parlamenter istem vardı da şimdi lağvedilmek isteniyor algısı çok yanlış. Parlamenter sistemin en azından kesintisiz biçimde ve verim üreterek işlediği tek dönem 2002 yılından itibaren AK Parti dönemidir. Onu da, işletememek için her şeyi yaptılar.

Çanakkale Savaşları’nın 100. yılında birçok devlet başkanı Çanakkale’deydi. “Kemal Kılıçdaroğlu orada olmak isterdik biz, niye davet edilmedik onu hükümete soracaksınız” dedi. Neydi sebebi?
Uluslararası bir tören bu, doğrudan cumhurbaşkanımızın himayesinde olan bir tören. Uluslararası niteliği daha çok öne çıkmış bir tören bundan olabilir. Muhalefet gelmesin buraya veya gelsin diye bir gündem olmadı. Çanakkale’de bizim safımızda veya karşı safta savaşmış askerlerin ülkelerinin liderleriyle bir araya gelerek barış mesajı vermekti. Yani özellikle muhalefetin çağrılmaması veya dışlanması gibi bir şey söz konusu olmaz.

24 Nisan’dan sonra Türkiye'nin uluslar arası platformdaki yerini sormak istiyorum. Bir tarafta Erivan’daki törenler bir taraftan Türkiye'deki törenler. 24 Nisan’dan sonra Türkiye için ne değişti?
Biz bunu diğer törenin zıttı olarak düşünmedik. Çanakkale Savaşları burası bizim millet kimliğimizin güncellendiği bir yer. Buradan dünyaya bir barış mesajı vermekti ilk amaç. Çevremizdeki savaşlara katliamlara bakarak, geçmişteki bir savaşı kim tutmadan anmak, birbirleri ile savaşmış halkların çocukları olarak dünyaya barış mesajı verebilmenin çok etkileyici ve anlamlı olacağını düşündük. Hatta başka büyük savaşlar mesela Galiçya cephesi, Kut’ul Amara bunlarında ilerde yıldönümlerini anma ile ilgili çalışmalarımız var. Bu kadar büyük bir coğrafyaya yayılmışız. Bugün Erbil’den askerler var, Gazze’den askerler var. Hepsinin ortak manevi bağını hatırlatmak adına Çanakkale çok önemli bir yer. Şimdi diğer taraftan baktığınız Yeni Zelanda ve Avustralya için milli kimliklerin inşa edildiği bir yer. Birçok kesimi ortak bir bileşen olarak çok boyutlu olarak etkileyen bir yer. Bunun bu kimlikle anılmasının hem bölgedeki gelişmeler hem dünyaya mesaj vermek açısından, geçmişin sadece kinle anılmayacağını göstermek bakımından önemsedik. Bir de saldırıya uğrayan, toprakları işgal edilmek istenen biziz ama bize saldıranları da oraya davet edip dünyaya barış mesajı verende biziz.

1915 olaylarıyla ilgili bazı Avrupa ülkelerinden Rusya’dan yapılan açıklamalar var. Viyana ve Vatikan’daki elçiler çekildi diğer ülkelere sert kınama mesajları verildi. Bu görüş farkının sebebi nedir?
Siz bir milletin tarihini tarihçi olmayan insanlar siyasiler yargılıyorlar. Soykırım bir millete yöneltilebilecek en ağır ithamlardan birisidir. Bunun adına siz isterseniz modern tarihin ilk büyük katliamı deyin, ister başka bir şey, bu bir halkı karşınıza almakla ilgilidir. Bu zincir Papa’nın açıklaması ile başlıyor. Bir dini lider kendisi yani bir Hıristiyan fetvası ile başlıyor. Bu fetvanın arkasından parlamentolar benzer kararlar alıyorlar. Bu bir kere anormal bir durum parlamentoların karar vereceği bir şey değil. İkincisi biz daha üstün bir pozisyon alıyoruz ve diyoruz ki, hakikatten buna inanıyorsanız buyurun arşivlerinizi açın, biz de açalım ve tarihçiler girsin ne var ne yok baksınlar ve gerçek neyse kabul edeceğiz diyoruz. Cumhurbaşkanımız bu sene çıtayı yükseltti ve askeri arşivleri de açmaya hazırız dedi. Ama Ermenistan açmıyor arşivlerini. Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme ile ilgili protokoller imzalanmıştı. O protokoller yürürlüğe girecekken Ermenistan Anayasa Mahkemesi askıya aldı “anayasaya aykırıdır” diye. Burada bir bakıma yobazlık yapan, tutucu davranan arşivlerini açmayan, adım atmayan, iddialarının arkasına bir meydan okuma koyamayan taraf Ermenistan tarafı. O zaman siz kimi, neyle suçlayacaksınız? Bu diaspora artık kin üzerinden bir Ermeni milli kimliği oluşturmaya çalışıyor. Diğer ülkeleri de hiçbir zaman Türk milleti unutmayacaktır. Biz bu kararların, soykırım ifadesinin kullanılmasını, modern tarihin ilk büyük katliamı denmesini nasıl unutabiliriz. Bu olayda kimler bize karşı düşmanca tutum sergilemiştir, kimler dostça bir diyalog kurmuştur, biz bunu tarihimiz boyunca unutmayacağız. Rusya, Yunanistan vs. girdiği zaman bu bölgemizdeki bir Ortodoks dayanışması gibi bir şey ortaya çıkıyor. Başbakanımız bir şeyin altını çizdi, Minsk üçlüsünün tarafsızlığına artık gölge düşmüştür dedi. Burada en büyük haksızlıkta Ermenistan’daki Ermenilere yapılıyor. Diaspora’daki soykırım lobisi resmen Ermenistan’daki Ermenilere böyle bir kimliğin içine sıkıştırarak izole ediyor. İkincisi sürekli olarak Türkiye ile bir çatışma içinde tutarak Ermeni-Türk tarihinin tamamına yaymaya çalışıyorlar. Üçüncüsü de Ermenistan’daki halkın geleceğini bu bahsettiğim Fransa gibi kendi iç politikasında Ermenilerin önemli rol oynadığı ya da Rusya gibi belli hat üstünde hareket eden devletlerin siyasetlerinin parçası haline getiriyorlar.

KKTC’de yeni cumhurbaşkanı seçildi. Yani cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın açıklaması bundan sonraki ilişkileri nasıl etkiler diye soracağım. Türkiye ile ana vatan-yavru vatan ilişkisinin değişmesini istiyor. İki kardeş ülke ilişkisinin tesis edilmesi ve Kıbrıslı Türklerin kendi kendilerini yönetebilmesi gerektiğini söylüyor Mustafa Akıncı.
Kendisini öncelikle tebrik ediyoruz. Zaman zaman Kıbrıs iç siyasetinde de dillendirilen meselelerdir ana vatan-yavru vatan ilişkisi mi, iki eşit devlet ilişkisi mi? Nihayetinde Türkiye'nin yapmaya çalıştığı bütün bu altyapı yatırımları, toplantılar kalkınma ile ilgili KKTC’nin kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi yönetim mekanizmalarının standartlarını yükseltebilen bir bağımsız varlık olarak güçlü hale gelmesi. Geçmişte sadece yardım edilen bir ülke iken AK Parti döneminde bu yardımlar KKTC’nin kendi kendini yönetebilmesi şeklinde bir strateji ile temellendiriliyor. Biz nihayetinde Türkiye ile kurulan duygusal bağ Kıbrıs Türk halkının kurduğu bir bağdır. Burada ana vatan-yavru vatan ilişkisi bir hiyerarşiyi değil; bir duygusal ayrılmazlığı, ebedi bir kardeşliği ifade ediyor. Kıbrıs konusunda en ileri kararları hükümetimiz aldı. Bu zaman kadar hem Türkiye hem KKTC çözümden yana olduğu gösterdi. Ama çözümden yana her adım atıldıktan sonra her aşama geçildikten sonra bu Güney Kıbrıs’ın hoşuna gitmediği zaman ya da Yunanistan’ın hoşuna gitmediği zaman o dosya kapanıyor yine Türkiye'nin hanesine borç Yunanistan’ın hanesine alacak, Kuzey Kıbrıs’ın hanesine borç, Güney Kıbrıs’ın hanesine borç yazılıyor. Dolayısıyla sürekli adil olmayan bir çözüm sürekli getiriliyor.

Çözüm sürecinde gelinen aşamada çok hızlı adımlar atılıyordu. Hatta Nisan ayı içinde silah bırakmaya yönelik bir çağrının yapılacağı kongreden söz ediliyordu. İzleme heyeti tartışması, Ağrı olayları, karşılıklı yapılan sert açıklamalar bir anda seçim öncesinde buz dolabına kaldırılmış görünüyor. Böyle mi ve bu soğuma sürecinden sonra nasıl hızlanabilir?
Çözüm süreci siyasi ve sosyolojik bir süreç. Bir kere sanki iki ayrı devlet varmış, iki ayrı irade varmış, iki ayrı halk varmış gibi bir algı yönetimi yapmaya çalışıyor HDP. Bir kere böyle bir şey yok. Terör örgütü ile görüşmek demek zaten bu silahlı unsurlar bu silahlı mücadeleden vazgeçsin, silah bıraksın bunun için yapılıyor. Bu terörü meşrulaştırma süreci değildir. Bu unsurlar silah bırakmadığı sürece ve Türkiye'ye karşı silahlı tehdit oluşturmaktan vazgeçmediği sürece terör sıfatının dışına çıkmış sayılmazlar. Dolayısıyla Ağrı’da eli silahlı geziyorlarsa halk üzerinde baskı kuruyorlarsa ya da Türkiye'ye karşı silahlı tehdit oluşturan unsurlar insanların yaşadığı bölgelere iniyorsa buna tabii ki güvenlik güçleri müdahale edecektir. Bizim istediğimiz bu tip çatışmalar olmasın. Bu silahlı unsurlar Türkiye için terör tehdidi üretmekten vazgeçsin. Burada en dramatik olan herkesin pozisyonu net, kendisinin de kafası karışık olan dışarıya da karışık mesajlar veren HDP. Mesela cumhurbaşkanlığı seçimlerinde zannedersiniz ki Kanada’daki liberal parti gibi bir kampanya yürüttüler. Sosyal mesajlar verdiler. Yine ifadeleriyle algı operasyonu yaptıkları şey Kürt halkının siyasi organizasyonu gibi göstermeye çalışıyor, böyle bir şey de yok. Aşırı liberal bir parti görüntüsü verdiler o seçimlerde ama sonra 6-8 Ekim olayları gelince siyasi parti kimliğinden sıyrıldılar, bizzat kendi eş bakanlarının çağrısı ile sokak eylemine imza atılmasına olanak sağladılar. Şimdi seçime gidiyoruz ve yine aynı liberal üsluba döndüler. Doğru da siz zannetmeyin bu liberal demokrat şeyi saha da var. Sahada müthiş bir baskı var. İkincisi demokratik retolikle silahlı pratik arasında bir melezleşme üretiyorlar. Onu da Ağrı olayında gördünüz. Gayrimeşru olan silahlı unsurların yerleşim yerlerinde dolaşmasına itirazları yok. Dünyanın hiçbir yerinde bu tür olaylarla meseleyi yürüten hakim olan siyasi taraftı. Silahlı taraf siyasi tarafın sözünü dinliyordu. Burada meselenin patronu silahlı taraf olduğu için siyasi taraf bir etkinlik üretemiyor. Baraj konusunda geçip geçmemesi bizi ilgilendiren bir gündem değil. Kendileri açıklama yapıyorlar biz barajı geçemezsek bu Türkiye'de sivil darbe olur AK Parti bunu engellemiş olur filan, bizim HDP barajı geçsin geçmesin Cumhuriyet Halk Partisi şu kadar oy alsın, almasın bir derdimiz yok. Bizim derdimiz anayasayı değiştirebilecek kadar çoğunluğa ulaşacak milletvekili çıkarmak. Ama biz barajı geçebiliriz diyip seçime parti olarak girme kararı aldıktan sonra barajı geçemezsek şunlar olur diye bir kaos edebiyatı yaptıklarında demokratik siyaset olmaz tehdit siyaseti olur.

Sayfa Yükleniyor...