'Yusuf annemle olan ilişkime benzetilebilir'

Semih Kaplanoğlu, 'Yusuf karakteri de annemle olan ilişkime benzetilebilir. İzmir'de doğdum, oraya gittiğim zaman oralarda yaşadıklarım, yüzleşmelerim benden bir şeyler...' diyor.

'Yusuf annemle olan ilişkime benzetilebilir'

Semih Kaplanoğlu, ilk filmi 'Yumurta'nın ardından yayınlanan röportajlarında 'Yusuf Üçlemesi', filmde taşranın rolü, filmin oyuncuları ve Cannes Film Festivali'ne nasıl katıldıklarını anlattı.


Kaplanoğlu'nun gazete ve dergilerde yayınlanan röportajlarından bir derleme...

Yusuf üçlemesi nasıl ortaya çıktı?
"Aydınlık Gün" diye bir projem vardı; taşradaki bir şair üzerine. Yıllar önce yazmıştım, fakat unutmuşum. Sonra tekrar elime aldığım zaman, beğendim projeyi. O şairin o anını, gençliğini, çocukluğunu görmek istedim. Üçleme fikri böyle çıktı. Orçun Köksal var. O hep benimle birliktedir; mekân bakarken, projeler üzerine düşünürken, oyuncuları denerken. Onunla başladık çalışmaya. Bir de modern zamanlarda bir şeye konsantre olmak çok zor. Eğer üçünü hazırlayıp bir takvime bağlarsak çekebiliriz ancak diye düşündük ve işe koyulduk.

Peki Üçlemenin neden sonundan başladınız? Filmlerinizde zaman geriye doğru akıyor çünkü...
Sondan başlamamın sebebi bir tür geriye dönüş ama bir geriye dönüşten ziyade aslında şimdiki zamanımızı meydana getiren geçmişin, meselelerini keşfetmek, anlamak, algılamak anlamında kullandım. Fakat bu filmler bir tür dönemi ele almıyor, hepsi günümüzde geçiyor. 'nin farklı coğrafyalarında, ilişkilerin ve ekonomik farklılıkların olduğu arka planda geçiyor.

Son yıllarda sinemamızda taşraya bir dönüş başladı. Sizin filminizde taşranın nasıl bir rolü var?
Biz yer değiştiren bir ülkede yaşıyoruz. Herkes doğduğu büyüdüğü yerden uzakta yaşamaya başlıyor; ve insanlar yaşadığı yere yabancılaşmış durumda, oraya bir türlü ait olamadığını hissediyor. Diğer taraftan da geldiği yere döndüğünde orada olamama, oranın zamanını kaçırma sorunu yaşıyor. Ben bu meseleye biraz zaman odaklı bakmak istedim. 'Bir insan annesinin ölümüyle evine, taşrasına döndüğünde o ev, o kasaba ne ifade eder?', 'Kendisi kendisine ne ifade eder?'. Bu soruları sordum. Hepimizin annesi var. Onunla kurduğumuz ilişki hayatla kurduğumuz ilk ilişkidir. 'Bu ilişkinin kaybı insanda nasıl bir duyguya neden olur?' Bu duygunun üzerine gitmek istedim ve o duyguyu açmaya çalıştım.

"Yumurta"da Yusuf kendi taşrasına döndüğü zaman samimiyet ve doğallık buluyor. Fakat bir zamanlar reddettiği şeyleri yapmak zorunda da kalıyor; kurban kestirmek gibi...
Bu belki de filmin meselesi. Evet, Yusuf'u bir zamanlar yaşadığı taşra sarmalıyor. Ne kadar oradaki durumu reddetse de bir şekilde o reddettiği şeyleri yapıyor.

"Yumurta" ölüm sonrası boyutu da olan bir film...
Annenin çizdiği bir hayat var... Aslında biz bilerek ya da bilmeyerek biraz da onun içinde hareket ederiz. Yusuf'un annesi de oğlu ondan uzaklaşsa, başka bir şehirde, başka bir hayat yaşasa da o kasabada Yusuf ile ilgili bir dünya kurmuş. Yapmadıklarını yapmış. Kendince hikayeler anlatmış. Onun adına hediyeler göndermiş. Kasabada aslında Yusuf olmayan bir Yusuf tanınıyor. Annesiyle birlikte yaşayan kız da ısrarla annesinin adağını yerine getirmek istiyor. Yusuf bunu kabul ettikten sonra kozmik güçler giriyor devreye. Bir tür kader ortaya çıkıyor. Yusuf buna karşı koyamıyor.

'Yusuf annemle olan ilişkime benzetilebilir' - 1

"Meleğin Düşüşü"nde Balthus'un tablolarından etkilenmiştiniz. "Yumurta"da belirli bir görsel etki var mı?
Empresyonistler. Pisarro ve Courbet başta olmak üzere. Filmin arka yapısında Anadolu kırsalındaki hızlı değişimi ele aldım. O değişim devam ediyor. "Süt"ün merkezinde bu değişim var. Bir yanında santral, baraj öte yanında antik kent dururken ortada kalıp bocalayan Anadolu kasabası... İnsan ruhundaki değişimi en iyi hissedecek kişinin şair olduğunu düşünüyorum. Bunun da görsel karşılığı empresyonizm.
 Erime duygusu, zamanın geçişini hissettirmesi, doğa duygusunu geçirmesi... Renk ve doku olarak bunun üzerine gittim.

Üçlemeye baktığımız zaman olayları bir erkek karakter üzerinden anlatıyorsunuz. Neden?
Erkek bir karakter var ama işin merkezinde asıl anne-oğul ilişkisi var. Buradaki annenin kapsadığı alan da tabii ki çok önemli. Ben toplumumuzda anne ve erkek çocuk arasındaki ilişkinin çok önemli olduğunu, yaşanan birçok şeyde de önemli yer tuttuğunu düşünüyorum.

Yumurta'da şair Yusuf var, sizin de şair yönünüzü biliyoruz. Bu bağlamda filmde de sizden bir şey görmek mümkün galiba...
Aslında birçok filmimde bunu gözlemlemek mümkün. Herkes Kendi Evin'de de oradaki karakter benim akrabamdı. Onunla konuştum vs. Orada benim algılarım birebir benim yaşadıklarım var. Meleğin Düşüşü 'nde de çok zor bir konuydu ama yine benim gözlemlerim kopmaz bir şekilde ilişkilendirilebilir. Yusuf karakteri de annemle olan ilişkime benzetilebilir. İzmir 'de doğdum, oraya gittiğim zaman oralarda yaşadıklarım, yüzleşmelerim benden bir şeyler...

'Yumurta'nın kastına baktığımız zaman seçilmiş simalara rastlıyoruz. Bu kastı nasıl oluşturdunuz?
Biz Nejat'la 'Şehnaz Tango'dan beri tanışıyoruz. O dönemden beri de hep "Bir proje olsa da Nejat'la bir araya gelsek" diye düşünüyordum. 'Yumurta'daki karakter de ona çok uyuyordu. Yani; Nejat işin başından beri vardı. Bu arada Ufuk'u (Bayraktar) çok beğeniyor, geleceğinin de çok parlak olacağını düşünüyorum. Zamanın ruhunu çok iyi yansıtabilen bir oyuncu... Tülin'le neredeyse beraber başladık diyebilirim. Şimdi yeni bir oyuncu var: Saadet Işıl Aksoy... Ben Saadet'i görür görmez ekranda aradığımı bulduğumu hissettim. Onun çok özel bir fiziği, farklı bir yüz yapısı var.

'Oyuncu keşfeden yönetmen'e çıktı adınız. 'Meleğin Düşüşü'nde Tülin Özen 'Yumurta'da Saadet Işıl Aksoy. Nedir bu işin asıl astarı?
Oyunculukta birtakım klişelere, teknikIere, yöntemlere inanmıyorum. Ben yazılan karakterle onu canlandıracak olan insanın bir ilişki kurması gerektiğine inanıyorum. O ilişkiyi kurabiliyorsa oyuncu ve o ilişki üzerinde biz bir şey bulmaya başlıyorsak çalışmaya devam ediyoruz. Nejat ve Saadet'le o ilişkiyi iyi bulduk. Senaryo yazılırken oturup konuşmaya başladık. Yazdığım karakteri konuştuklarımız ölçüsünde şekillendirdim. Yoksa 'senaryoyu yazdık kim oynasın?' olayına girmiyorum.

Oyuncuların kendi hikayeleri, zevkleri, yaşam biçimlerinden yararlanıyorum. Çünkü bu yöntem bana yazılan karakterin derinliğini ortaya çıkarmamızı sağlıyor. Oyuncuya da şöyle bir avantaj saglıyor bu: Oyuncu hiç tanımadığı bir insanı canlandırmak için uğraşmıyor. O karakteri kendi içinde aramaya başlıyor.

Cannes'a nasıl katıldınız?
'Yumurta'nın proje olarak tanıtıldığı Rotterdam Film Festivali'nin sinema marketinde Fransız yapımcı ve dağıtımcılarla ilişkiye girdik. Derken bu projeyle ilgili bir hava oluştu. Filmi bitirdikten sonra yani bundan 3-4 ay önce Berlin Film Festivali'nde bu sefer 'Süt'ün dünya promiyeri için gittik. Bu kez filmi tek değil, üçlemeyi sunmaya başladık.

Sayfa Yükleniyor...