Ekrem İmamoğlu NTV'de soruları yanıtladı

Millet İttifakı'nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu NTV canlı yayınında İstanbul seçimine ilişkin soruları yanıtladı. İmamoğlu, 16 Haziran'da rakibi, Cumhur İttifakı'nın adayı Binali Yıldırım'la ortak yayına çıkacak olmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Ekrem İmamoğlu NTV'de soruları yanıtladı

Millet İttifakı Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı , Simge Fıstıkoğlu moderatörlüğünde Ahmed Arpat ve Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu'nun sorularını yanıtladı.

Ekrem İmamoğlu'nun açıklamalarından satır başları;

(Yıldırım-İmamoğlu ortak yayını) Neticede biraz rol paylaşımı gibi oldu. Bu münazaranın buluşma noktasındaki çabayı kusura bakmasınlar kendime alacağım. Başından beri isteyen kişi olarak. Moderatörlük tarafını sayın Yıldırım üstlenmiş oldu. Başından beri hangi televizyonu, hangi moderatörü istiyorsanız hazırım demiştim. Bunu 31 Mart öncesinde de söylemiştim. Ama maalesef kabul görmedi. Bence burada psikolojik bir süreç var ya da stratejik bir süreç var. 31 Mart'tan önce sanırım önemsemediler. Sanıyorum sürece dair emin bir duruş gösterdiler. Biraz kendilerinden emin olduklarını düşünüyorum ama seçim böyle bir netice vermeyince şimdiki süreçte bence stratejik olarak böyle bir karar olumlu baktılar.

Yine ben özellikle 6 Mayıs sonrasındaki ilk aşamada kamuoyu önüne çıktığımda bunu dile getirdim. 17 yıl sonra bu gündeme geliyorsa aslında bu toplum adına üzücü. Bunu her gazeteci, en başta sizler istersiniz. Böyle bir münazara ortamının, tartışma ortamının olmasını sizler istersiniz. Soru sormak, cevap almak, aydınlanmak... Bu bakımdan bu çabamın, ısrarla bu çabamın kabul görmesi günün sonunda sevindiricidir.

Elbette ki yenilenen seçim sürecine dair, ya bakın çok adil bir seçim süreci var, kabul gördü, işte çağdaş da bir münazara ortamı var, asla böyle bir durum anlamına gelmez. Bunun altını çizelim. Sevindiricidir böyle bir otamın sağlanması, mutluluktur benim adıma, demokrasi adına ama asla bu yenilenen seçim sürecinini ya da bu süreçteki ortamın demokrat bir atmosfer oluşturduğuna asla bir delil değildir. Ama her yönüyle sevindirici.

Moderatör kısmında bu olumlu bakış açısı olgunlaştıktan sonra Sayın Yıldırım fikirlerini beyan etmeye başladı. Ben o alana hiç girmedim zaten. Sayın Uğur Dündar'a dair böyle bir talebi ortaya koyunca ne diyebilirim ki! Birincisi baştan zaten kabul etmiş birisiyim. İkincisi Uğur Dündar saygın bir gazteci. Kaldı ki böyle bir münazara ortamını defalarca yönetmiş birisi geçmişte. Tabii sonrasında vazgeçtiğini ifade etti. Ben aradım kendisini. Bana ortamın uygun olmöadığınuı, kendi prensiplerine uygun olmadığını, kutuplaşma gereği mesleğini orada sağlıklı icra edemeyeceğini, her iki tarafa da zarar verebileceğini bana ifade etti. Bana ifade ettiği bu.

Çünkü ben zaten ismi bana ulaştığında sevindiğimi ifade etmiştim. Sonuçta Sayın İsmail Küçükkaya için karar verildi. Detayları netleşti. İçerikle ilgili baştan beri, sunan kişinin, modere eden kişinin özgün kalması konusunda ve gündemi toparlayıcı, zihinlerde 31 Mart günü dahil olmak üzere, 'un dünü, bugünü, yarını dahil olmak üzere zihinlerde hangi soru varsa sorulmasından yanayım. Bir sınırlamanın gazetecinin oradaki duruşuna ters olacağı kanaatindeyim. Asla bir sınırlama olmasından yana değilim. Şahsen bana soruları yollamasa da olur. Elbette ki eşitliğin korunması halinde.

Bir gazeteci bir adaya hangi soruları özgürce sorabiliyorsa, aynı duyguları bir başka adaya da hissettirerek sorularını hazırlayabilmeli diye düşünüyorum. Benim bakışım bu. Bu konuda çok netim ama Sayın Yıldırım soruların görüşülmesini talep etmiş. Danışmanıma bu ifadelerimi söyledim. Biz müdahale eden değil sadece gözetleyen konumda olalım.

Sorular olgunlaşsın, çıkalım konuşalım. İstanbul'un dününü, bugününü, yarınını. 31 Mart'ı, 31 Mart 18 Nisan arasını, 6 Mayıs sürecini, o 18 günlük süreci, 6 Mayıs'ta ne olduğunu ve sonrasını ve yarınları konuşalım istiyorum.

O kabul etmedi, şimdi de siz vazgeçin diyenler oldu. Dedim ya olur mu öyle şey! Asla. Biz 17 yıldır bu niçin yapılmıyor diye ısrar eden bir anlayışa sahibiz.

İnanılmaz bir ferahlık yaratır toplumda. Çekişmeler, çatışmalar, iftiralar, yalanlar hepsi söner gider. Çünkü insanlar birbirine bakarken zaten söyleyeceklerinini içerisinde emin olmadığı ne varsa unutur. O bakımdan ben çok rahatım. Bugüne kadar kimse hakkında bir iftiram yok. İstanbul'u konuşmuş birisiyim. İstanbul'u anlatmış birisiyim. En azından beni sevenler, beni ilgiyle takip eden herkese şunu söylemek isterim. Gönülleri rahat olsdun, bu bir vazifedir. Ben sorumlululğum adına, demokrasiye, İstanbul halkına olan sorumluluğum adına zevkle yerine getireceğim pazar günü. Kumpasmış, oymuş bunları geçsinler, kimseye bir şey olmaz.

(Ordu'daki VIP gerginliği) Ben bir bayram tebriği için Trabzon'a gittim. Çünkü oralıyım, köyüm belli. Köyümde birkaç yüz yıldır yaşayan bir aileyiz. Dolayısıyla bizim bir geleneğimiz var, ata mezarlarımız orada. Ziyaret ederiz, dua ederiz herkesin yaptığı gibi. Bunu da birkaç yıldır siyasi sorumluluklarım gereği yapamıyordum. Dolayısıyla bu ortamda yapma ihtiyacı hissettim. Bir bayramlaşma dedik ama bayramlaşma ötesinde bir şey yaşadık. Dolayısıyla, bence Karadeniz'in yaşadığı en büyük bayramlaşmaydı. Olağanüstü bir şeydi. Olağanüstü bir kucaklaşmaydı. Bunu o bölgeyi takip eden, daha önce orada bulunmuş bütün gazetecilere, meslektaşlarınıza sorabilirsiniz. Muazzam bir şey. Giresun aynı, Ordu aynı. Bununla bitmedi, 21 konuşma yaptım. Her ilçede... Bazı ilçelerde espri oldu, Eynesil'in bu kadar nüfusu yok diye. Dolayısıyla bir özel uçak kiralayarak, altını çizelim Trabzon'a gittik. Çünkü ertesi gün dönüşümüz olacaktı İstanbul'a. Trabon'da beni nerede karşılayacaklar, ben bu işlerle ilgilenmem ki.

Gittiğimiz yerde sorumlu insanlar var. İl başkanları var, milletvekilleri var, genel başkan yardımcıları var. Bizi VIP'den karşıladılar. Geldik, otobüsümüze bindik, köyümüze gittik. Ertesi gün sabah Trabzon'daki bayramlaşma dediğimiz seremoninin büyük bir kalabalığa dönüşmesinin keyfini yaşadık. Ordu, Giresun, arasındaki ilçeler... Derken bu güzel buluşmayı örtmek isteyen bir anlayış, hangi dokunuşsa o, elbette görünen figürü Ordu valisidir. Bir tuzak kuruldu bize. Niçin tuzak? Ben oraya gidene kadar yine nereden çıkacağız, bunu bilen birisi değilim ki.

Zaten havaalanına girdik. VIP'nin otomobil giriş bariyeleri açıldı. İçeri girdik, arabaları çektik. VIP'nin önünde toplanmış insanlarla ben fotoğraf çekilmeye başladım. Belki yüz elli iki yüz, üç yüz kişi vardı orada. Fotoğrafları çekildik, o esnada benim annem, babam, kızkardeşim, diğer ekip x-ray cihazından giriş yaptılar. Çantalar x-ray cihazından geçti. Biz o dışarıdaki fotoğraf çekiminden sonra içşeri girdiğimizde bir telaş, bağrışma, çağrışma... NE oluyor, ne bitiyor dediğimde o ara annemle karşılaştım. Annemin benzi atmış, "Biz her yerden gireriz evladım, gidelim normal vatandaş nereden gidiyorsa oradan girelim" dedi. Ne oluyor dedim. "Buradan girişinizi yasakladılar". Kim yasakladı dedim. "Vali beyin talimayı var". Yanımızdaki emniyet müdürünün söylediği şey. Sayın Seyit Torun'a kurban olayım, gel gidelim, gerek yok benzeri konuşmalar yaptım. Zaten var bir kısmı da. Vali beye rütbe taktırmayın dedim. Bu bir tuzak, tuzak.

Daha sonrasında da polislerle gittim. Çünkü o arada polislerle direnç varmış gibi... Kaldı ki ben kapıdan girdim polisler önümü açtı. Sonrasında polisler bir koridor gibi oldu, yürüdüm salonun ortasına. Ne bir dirençle karşılaştım ne bir şey. Günün sonunda polislere de kusura bakmayın, bu sizinle olan bir olay değildir, bir saygısızlık varsa kusura bakmayın, hakkını helal edin deyip içeri geçtik.

Bu süreçte işte yok onu dedi, bunu dedi. Zaten zor konuşan bir insanım, kurduğum diyalog bu. Aynı helalleşmeyi öbür tarafta yine polsilerle yaparak uçağımıza geçtik. Konuşacaksa basın, medya, 1 milyona yakın insanın o Karadeniz sahilinde bizi ağırlamasını konuşsun. Başkalarının istediği yola gitmesinler. Buı yazıktır, günahtır. İnsanların o gösterdiği ilgiye, alakaya karşı provoke edilmiş bir süreçtir. Onun için vali bey bize tuzak kurmuştur ancak Vali beye kim talimat vermiştir onu da açıklasın. Onu bilemem. Çünkü bizi VIP'den içeri alan kişi de Vali. O da Trabzon'da bir Vali.

Orayla da irtibat kuranın oranın il başkanı, milletvekili. Buranın da irtibat kuranı Ordu'nun milletvekilleri ve vali. Dert ne yani. Telefonuna çıkmamalar, mesajına bakmamalar vesaire. Bence gereksiz bir konu. Benim için bu kadar.

Büyükşehir belediye başkanlığı yapmış birisiyim. Görev yapmış, karar almış, üç meclis yapmış bir belediye başkanıyım. Benim de oradan geçme hakkım var.

İki profil yok, tek profil var, aynı şey. Ben insanım. Siz de 72 yaşındaki annenizin yüzünü beyaz görünce gidersiniz içeride insanları dışarı çıkarırsınız ya da kavga edersiniz, bilemem. Ben kavga etmedim. Tutanak uydurma, tuzak. Benim teşekkür ettiğim polisler ne dediğimi biliyor. Hiç önemli değil. Ben çok rahatım, huzurluyum, keyifliyim.

Bu tuzaklar çok defalar kurulmuştur. Benim eğer bir anlık yüzümdeki sertlik insanlara ya da size çok sert geliyorsa ben sizi bu ülkenin bakanlarının söylediği sözleri analiz etmeye davet ediyorum. Bir günden öbür güne konuştukları yalanı tarif etmeye davet ediyorum. 

Basitlik yapmıştır. Vali basitlik yapmıştır. Çok net. Bunun dışında vali beyin kurduğu da bir tuzaktır, özür borcu vardır, gündem yaratmıştır. Gündemin esası yoldadır, onları analiz edin.

Bir başka şey, bakın diyorsunuz ki 'siyasete alet olmuş bir grup'. Siz (Okan Müderrisoğlu) bile şu an bence bir kusur işliyorsunuz. Yani bir firmadan uçağın kiralanmasıyla ilgili, ki bu işlerle ben ilgilenmeme, arkadaşlarım ilgilenir. O uçağı Binali Yıldırım kullanırken ne kadar analiz etmişse, bakanlar o firmadan helikopter ve uçak kiraladığında ne kadar analiz etmişse benim arkadaşlarım da o kadar analiz etti.

Yani Türkiye Cumhuriyeti'nin yaklaşık yüz yıllık bir kuruluşunu hangi ithamla suçluyorsunuz? Şüphe doğurdunuz. Bir grubu suçlamak, Türkiye'nin neredeyse dört nesildir bu ülkeye yüz binlerce insan istihdamı yapan Türkiye'nin gururu bir grubun seviyesizce bu şekilde eleştirilmesine başta gazeteci olarak sizin (Okan Müderrisoğlu) biraz seviyeli ve mesafeli davranmanız gerek.

Sizinle (Okan Müderrisoğlu) ne kadar temasımız varsa, inanın onunla da o kadar temasımız var. Yani şöyle mesela, sizin (Okan Müderrisoğlu) şu an çalıştığınız gazetenin bağlı olduğu grubun parti olarak bugünkü iktidarla temasının milyonda biri kadar temasım yok. Eğer bu etik bir kuralsa sizin (Okan Müderrisoğlu) için.

(Adayların hemşehri stratejisi) Elbette ki bu kavram irdeleniyor. Hemşehrilik kavramı yorumlanıyor. Ben bunun biraz dışında kalmayı tercih ettim. Örneğin İstanbul'da hemşehrilikler üzerinden buluşmaları minimuma indirmeye çalıştım. Bunu sahada engelleyemiyorsunuz. Bu siyasi bir realite. Ama bitmesi lazım. Bakın TÜrkiye'de her kavram bir bölünmeyi oluşturuyor. Bu ama hemşehriliktir ama etniktir ama başka bir şeydir. Dolayısıyla ben işin o tarafında değilim. Arkadaşlarım bana sekiz dokuz il saydılar. Ben dedim ki ya ben bayramda bir özelim var, yerine getirmek istiyorum. Trabzon'a gitmek istiyorum. Sonra madem oraya gittiniz, Giresun ve Ordu talebi var, onu yerine getirelim dediler. Onu ilave ettik. Bu da bir siyasi yönlendirmedir. Arkadaşlarımın bahsettiğiniz zemindeki bir yönelendirmesidir. Sayın Yıldırım'ın da düşüncesi o yöndedir, fark etmiyor ama bunun sona ermesi lazım. Ben İstanbul hemşehriliğinin peşindeyim. İstanbul kültürü oluşmalı. İster Diyarbakır'dan gelin, ister Trabzon'dan gelin, ister Van'dan gelin, ister Balıkesir'den gelin. Bakın bunu bizim düzeltmemiz lazım. İstanbul'da hemşehri dernekleri üzerinden siyasallaşmanın çok tehlikeli olduğunu düşünenlerdenim. Herkesin bir değeri var. Yani bu kültürel değerdir, etnik kökeni ile ilgili bir değerdir, yaşamsal biçimi ile ilgili bir değerdir, inançlarıyla ilgili bir değerdir. Bu değerlerin siyasete alet edildiği ortamlar günün sonunda inanın yaşama zarar veren şeyler.

Düşünsenize, etnik köken üzerinden hakaretlerle karşılaşıyoruz vesaire. Bunlar iş mi, konu mu Allah aşkına! Koca koca insanlar bunları mevzu edip siyasi gündeme düşürmeye çalışıyor. Sonra başlarına gelenleri görüyoruz. Üzülüyoruz yani.

Tüm hücrelerimle söylüyorum, İstanbul'da yaşayan 16 milyon insanın benim için A'sı da bir, Z'si de bir. İstanbullu. Bu şehrin çocukları, gençleri, kadınları, yaşayanları. Halayı da değer, horonu da değer, zılgıtı da değer, türküsü de değer, hepsi değer. O bakımdan bir İstanbul kültürü oluşması noktasında benim ciddi bir eğilimim var.

(Kampanyaya yapılan bağışlar) Öncelikle şunu söyleyeyim, miniminnacık çocuklarımızın bile 20 liralarını verdi, çok kutsal. Dolayısıyla en mantıklı, en tasarruflu şekilde İstanbullu'ya kendimizi tanıtmaya, anlatmaya çalışıyoruz. Şunun da altını çizmek isterim, yüz binlerce insan bağışta bulundu. Mutlaka ve mutlaka seçim süreci tamamlandığında tüm şeffaflığıyla süreci kamuyouna aktaracağımızı partimizin yöneticileriyle, genel başkanımızla konuştuk. Çünkü şu an yapılan bağışların 23 Haziran seçimiyle ilgili bir kampanya olduğunu, özellikle Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul adaylığıyla ilgili bir kampanya olduğunu, bu süreci tüm şeffaflığıyla, ne harcandı, ne geldi, ne kaldı, çünkü partinin hesabında biliyorsunuz, benimle hiçbir ilgisi yok. Ve orada kalan kısmının da ne şekilde kullanılacağı ki birkaç manevi harcama konusunda düşüncelerim var.

Manevi harcamadan kastım, şehrimizde ama ülkenin farklı noktalarında kalıcı bir takım şeyler yapabilir miyiz diye öngörümüz oldu. Tabii ne geleceğini bilmiyoruz, ne harcanacağı çok net değil ama mutlaka taahhüdümüzdür, 23 Haziran'dan sonra topluma her şeyi açıklıkla anlatacağız.

Bir kere bu ülkenin bir atmosferi var. Bu atmosfere göre dün başka bugün başka, seçimi kazanacağız şu oya ihtiyacımız var diye başka konuşan bir kimliğe sahip değilim. Bir kampanya döneminde aynı kampanya bütünlüğü içerisinde hiçbir siyasi yol arkadaşım benim namıma ya da bu sürece dair çelişkili hiçbir tarifte bulunamaz. Bakın net söylüyorum. Bu yetkiyi kimden aldım, genel başkanımdan aldım. Genel başkanımla konuştuk ve sürece dair benim bir söylemim var, herkes buna uymak zorunda, nokta. Yani ben ilk başladığım gün, "Evet ve İYİ Parti'nin adayıyım ama ben İstanbul ittifakının oyuna talibim" diyerek bu izni alıp adaylık lansmanında kullanmış biriyim. İstanbul ittifakında herkes var. İyi bir şehirde yaşam isteyen, mutlu olmak isteyen, adil bir paylaşım, hak hukuk adalet süzgecinden geçen bir erdemli yönetimin bu şehre hizmet etmesini isteyen herkesin oyuna talibim.

Saydım, bunun içinde HDP'li hemşehrim var, AK Parti'ye oy vermiş hemşehrim var, MHP'li hemşehrim var, BBP'li hemşehrim var, DP, DSP, Vatan Partisi, Saadet Partisi herkes var. Herkesin oyuna talibim.

Burada hiç kimseyi birbirinden ayırmıyorum. Benim garipsediğim taraf şu, terör örgütlerinin sözcüleri ya da ifade eden kimlerse. Ben takip etmem terör örgütlerini. Takip etmem, işim değil. Niye takip etmem? Yok hükmündedir benim için. Yani kaldı ki sizi birisi kötülemeye kalksa terör örgütünü övdürtürüm sizi yani. Bu bir siyasi metodsa, stratejiyse birileri yaptırıyor olabilir, beni ilgilendirmez. Dolayısıyla terör örgütünün hiçbir sesine kulak vermeyen ve özellikle söylediklerini dikkate almayan ve bunun altında manidar birtakım kavramlar arayan anlayış, bunu nasıl benimle bağdaştırır, anlamış değilim. Benim için yok hükmündedir.

Terör örgütü başka ne ifade edebilir ki! Üzüntüm ne biliyor musunuz? Terör örgütlerinin ismini her gün dile getiren insanlar terör örgütü kampanyası yapıyorlar. Anlamış değilim. Benim için terör örgütü senin için de terör örgütü bir başkası için de terör örgütü. Ya yok hükmündedir. Kaldı ki bu ülkenin bir tavrı var terör örgütlerine karşı. Bu tavır, benim tavrımdır, milli tavrımdır. 31 Mart'a kadar ben İstanbul'da yaşayan Kürt seçmenim için, Kürt hemşehrim için, Kürt vatandaşım için, HDP'li seçmen için ne dediysem bugün aynısını söylüyorum. Benim söylemim değişmez. Söylemi değişenlere sorun lütfen. Niçin söyleminiz değişti? Bunun sorgulanması lazım. HDP, Türkiye'nin siyasi partisi. Ben varsayımlar üzerinden konuşmam.

Rakibimiz dün başka konuşuyordu, bugün başka konuşuyor. Bunun sorgulanması gerek.

(Beylikdüzü Belediyesi Başkanlığı döneminde israf iddiaları) Ben beş yıllık belediye başkanlığım farklı konularda şahsım da dahil olmak üzere yüzlerce soruşturma geçirmiş bir belediye başkanıyım. Dava açılan, soruşturma talebinde bulunulan birçok konu var. Gururla söylüyorum ki Ekrem İmamoğlu olarak, beş yıl boyunca Beylikdüzü'nde belediye başkanlığı yapmış birisi olarak, özellikle adaylığım söz konusu olduktan sonra da ayrı bir mercek altında tutulma çabası, 31 Mart öncesinden bahsediyorum, çabalar olmasına rağmen zerre kadar ne bir görev zararı, Sayıştay raporları var, Sayıştay denetimi geçirmiş birisiyim. Çok enteresandır, 11 yıl üzerine Beylikdüzü Belediyesi Sayıştay denetimi geçirdi. Niye bilmiyorum, benden önceki 10 yıl AK Parti yönetimiydi. Niye bilemiyorum. Sordum hatta, unuttunuz mu Beylikdüzü Belediyesi'ni diye. Çünkü normalde, rutinde yılda bir Sayıştay denetimi geçirilir.

Dolayısıyla bütün bu denetimlerden geçmiş, hakkında tek bir dava açılmamış, tek bir soruşturmada aleyhine sonuç alınmamış bir kişi olarak tertemiz pırıl pırıl, hatamız, eksiğimiz olabilir ama tasarruflu bir dönem, minimum bütçeyle maksimum iş yapma ahlakıyla edebiyle hareket etmiş birisiyim. Ben bir iş insanıyım. Bir iş nasıl minimuma mal olur bunu iyi bilirim. Bakın ihalelerimiz oldu belli çapta, naklen yayınla ihaleleri yayınlamış birisiyim. Beylikdüzü Belediyesi'nin geçmiş görüntülerine bakabilirler.

Tertemiz bir beş yıl geçirdiğime inanıyorum. Şunun da altını çizeyim; 6 Mayıs'ta YSK'nın aldığı karar sonrası, Beylikdüzü Belediyesi'ne 15 uzmanla bir önceki seçimde AK Parti'den milletvekili adayı olmuş bir müfettişin görevlendirilmesi ve ısrarla ifadeleri, raporları 23 Haziran'a kadaer yetiştirin çabasıyla orada görev yapması da tırnak içinde çok manidardır. Ahlaka, vicdana, hukuka sığmayan bir davranıştır .

Biz tasarrufu önemseyen, israfı kurumundan uzak tutmaya çalışan bir beş yıl geçirdiğimizin sözünü, taahhüdünü buradan net olarak verebilirim, altına da imzamı atarım Beylikdüzü için. İsraf merceğini her kurumun yeni nesil bir dönemi başlatma adına tekrar tekrar kendi kurumuna tutmak ve o konuda tedbirleri almak mecburiyetinde olduğunun altını çiziyorum. Sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi değil, devletin hangi kurumu olursa olsun. Bakın Türkiye'nin kamu alanı en çok zarar yazan alan haline gelmiştir Türkiye'de. Kamu vicdanı korunmamaktadır. Kul hakkı çok değerli bir kavramdır. Bütün bu yapılan harcamaların yanlışları, geçmişte çok vizyon iş diye çöpe atılmış, Olimpiyat Stadı'ndan Formula 1 pistine kadar çöpe atılmış 500 milyon dolara varan yatırımlar.

Dolayısıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Beylikdüzü Belediyesi, devletin kurumları tümüyle bu milletin parasını, tüyü bitmemiş yetimin hakkını, kul hakkını koruma adına herkesin bu sürece dair yeni nesil bir bakışla dikkat etmesi gerekir. Çünkü Türkiye'nin şu an en çok zarar eden kurumları kamu kurumları. En çok paraların harcandığı yer, makam araçları vesaire. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar çarçur edilen bir alan yoktur.

Benim ilk sunumum yine kent yoksulluğu üzerine oldu. Tam dört ay önce bugün, Şubat ayının 11'inde yine yoksulluğu konuştuk ama ne yazık ki o zaman sesimizi çok duyuramıyorduk. Şimdi sesimiz daha çok çıkıyor. Ben aslında keyif alıyorum, neden? İstanbul'un önceliğine eşlik ediyor olması. Yani düne kadar hiç kreşin adını bile ağzına almayanlar, 800 mahallede kreş yokmuş diyerek kreşi önceliğinde konuşanlar. Biraz kopayala yapıştır gidiyor, olsun önemli değil. Toplumun sıkıntılarının tekrar görülmesi benim için bir kazanç. Kreşi biz konuştuk. İndirimi biz konuştuk. Bakın 17 yıldır yönetiyorsunuz. Bizim 18 günde yaptığımız indirimleri bile sahiplenme çabası var. Kent yoksulluğu bizim önceliğimizdi. Ama şunun da altını çizeyim, ne yazık ki dört ay önce açıkladığımız kent yoksulluğunu o zaman varolan bütçenin üç katı demiştik. Şu an beş katına çıkarmak zorunda kaldık. Çünkü dört ayda Türkiye daha kötü bir yere geldi. Hem işsizlik rakamlarında hem enflasyon rakamlarında. 

Dolayısıyla ben kendim olarak Cumhuriyet Halk Partisi'nde siyaset yapıyorum. Dün başka konuşan, bugün başka konuşan değilim. Ben 11 yıldır, 12 yıldır Mustafa Kemnal Atatürk'ün ruhuna 10 Kasım'da mevlit okutan birisiyim. Niye? Kendim öyle inandığım için yapıyorum bunu, yeni değil ki. Yani benim Kuran okumam anlık vesaire. Kusura bakmayın cami avlularında neler neler yapılıyor. Bütün adaba aykırı, yanında Diyanet İşler Başkanı varken neler neler söyleniyor insanlara. İftiralar, bakın bu laflarla kul hakkı yenir. Başka bir şey olmaz. Bunlara bakılsın. Ben inancımla siyaseti birbirine karıştıran bir insan değilim. Ama inancımdaki referansları, inandığım ve hassasiyetle kabul ettiğim referansları, samimi bir dindar olarak kendimi tanımlıyorum, kendi alanında kullanan ve insanlara örnek veren birisiyim. Dolayısıyla okuduğum, kendimi yetiştirdiği ne varsa, beni insan yapan, beni Ekrem İmamoğlu yapan hangi unsur varsa onu siyasal yaşamına katan birisiyim.

Ya bu indirimleri açıklayan ben, meydanlarda kimin parasını kime dağıtıyorsunuz diyen sizler, bu parayı nereden bulacaksın diyen rakibim, hesap yapmayı bilmiyor diyen rakibim. Kayıtları var, açın bakın. Ondan sonra bu indirimleri yaptık. Neymiş efendim, AK Partili meclis üyelerinin verdiği bu projeyi sahiplendi diye beni suçluyor.

Yaşam vadilerini açıkladım. 30 milyon metrekarelik yeşil kuşak. Tarih 15 Ocak 2019. Aynı projeleri 15 millet parkı ve millet bahçesi diye açıklanan tarih 5 Şubat 2019. 200 bin işçiye istihdam sağlayacağız diyen ben. Tarih 14 Şubat. İlk tepki, iş vermek belediyenin işi midir, sen bu işi bilmiyorsun diyen rakibim. Aynı projeyi açıkladığı tarih 22 Mart 2019. Başka bir örnek daha vereceğim. Kadın emeğiyle ilgili projeyi 28 Şubat'ta açıklayan ben, aynı projeyi kelimesi kelimesine 31 Mart'ta açıkladı.

Şu anda gündemin kent yoksulluğuna oturmuş olması, bunu rakibimizin görmesi, rakibimizin bunu görerek hazırlık yapması beni ziyadesiyle mutlu ediyor. Çünkü toplumun sorunlarını onların da görerek gerçek siyaset yapma arzuları beni mutlu ediyor. 31 Mart öncesi İstanbul seçimini beka sorunu diye tanımlayarak sayın cumhurbaşkanı, sayın bakanlar meydanlarda, 39 ilçede miting yaparak, tabiri caizse İstanbul'a mitili atarak, siyaseti İstanbul odaklı beka sorunuyla eşleştirerek yapıyorken ben onlara ne dedim? Sayın Cumhurbaşkanı ülkenin başka sorunları var. Bakın uluslararası politika sorunları var. Siz bırakın o işlerle uğraşın. Ekonomi sorunları var, güvenlik sorunlarımız var, terör sorunlarımız var. Saygıdeğer bakanlar lütfen siz de o işe bakın, devlet adamlığı bunu gerektiriri diyerek meydanlarda bunu söyleyen ben. Bugün sayın cumhurbaşkanının meydandan çekildiğini görmek, bütün caddelerde fotoğrafı varken fotoğraflarının indirilmiş olduğunu görmek

İnanın hissiyatım, inşallah diyorum ki benim sözümün değeri karşılığı olmuştur da böyle bir yöntem seçmiştir diyorum örneğin.

Dolayısıyla bazen topluma doğruları vermek, doğruları göstermek önemlidir, değerlidir. Bu ister muhalefet olsun ister iktidar olsun, ister belediye seçimi olsun. Aslında yeni nesil siyaset anlayışıyla ısrarla proje ve ihtiyaçları gözeterek bir politika ortamı yaratmakla politikanın, siyasetin dilini değiştiriyoruz.

Bakın Sayın Cumhurbaşkanı, süreci terk ettiğini görüyoruz ya da sürecin sahasında olmayacağını hissediyoruz. Fotoğraflarıyla, afişleriyle olmadığını görüyoruz. Bu beni memnun ediyor biliyor musunuz. Ne adına memnun ediyor? Kendi adıma değil, millet adına. Çünkü ben bir cumhurbaşkanı makamını nasıl gördüğümü bizzat kendisine de anlattım. Görevi aldığımda ziyaretimde kendilerine de anlattım, yetinmedim meydanlarda anlattım. Bu benim talebim. Ben cumhurbaşkanını öyle görmek isterim. Kendisi nereye koyuyor bilemem ama bugün bir noktaya gelinmişse, bunda da benim çabam varsa Allah'ıma şükürler olsun.

Bugünkü mülteci sorunu da Türkiye'nin ekonomik anlamdaki gündemini tetikleyen unsurlardan bir tanesidir. İşsizliğin ve bunun gibi birtakım unsurların. Bunun ekonomik verileri elimizde var, detayına girmeyeceğim. Niye sosyal poitikalar ve yardımlaşma önde? Artık şehirimizde üç gencin biri işsiz. Bu şehirde dört aileden biri açlık sınırının altında gelire sahip. Ben sosyal politikalar açıklamaktan keyif almıyorum ki. Ben tam aksine bu şehrin başka kavramlarını ki birçok yönüyle de perşembe günü özellikle mekansal projelerini, vizyoner projelerini açıklayacağım. Ama bugüne bunları koymamızın sebebi bu. Dolayısıyla biz diyoruz ki açlık sınırın altında bir aile bırakmayacağız. Yani biz açlık sınır neyse TÜİK'in verilerine göre destek olacağız. Sofra destek paketi, aile destek paketi, evlilik destek paketi, gıda destek paketi gibi. Sosyal yardım paketini daha önce olanın üç katı diye açıklamıştık, bugün beş katı diye açıklıyoruz. Niye? Sadece son çeyrekte, bu ülkede sadece sanayi sektöründe 342 bin civarında insan işsizlik kaydı yaptırmış. Dolayısıyla bu kadar yoğun, İstanbul'u tetikleyen bu sorun bizim gündemimizde birinci sırada olmak zorunda.

Mülteci konusu kulağından tutulmuştur. Mülteci konusu mülteci kavramlarıyla uluslararası evrensel tanımları üzerinden değerlendirilmemiştir. Bu konuda Türkiye yalnız bırakılmıştır, o ayrı mesele. Ben bunu Fransa'da bir toplantıda tartışmış bir belediye başkanıyım ama Türkiye de bu konuda tutarlı, sağlıklı adımlar atmamıştır. Politikalar üretmemiştir. Günü geldiğinde iç politika malzemesi yapılmıştır. Halbuki bu bizim milli bir sorunumuz. Milyonlarca insanı mülteci olarak bu ülkede tutmak başka şkeiller ve tanımlar gerektirir, alıp şehirlerin içerisine dağıtmak başka bir kavram.

Dolayısıyla bu yükün bugün başka sosyal sorunları var, psikolojik sorunları var, yarınlarda daha farklı sorunları var. Dolayısıyla biz birkaç temel tavırla bu süreci takip altına alacağız. Çok acı, bu mülteci sorunu yaşanalı beri İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin tek bir hamlesi, tek bir akılda kalıcı politikası, ürettiği manevra alanı yok. Sıfır. Biz mültecilerin önce bütünüyle bir envaterini çıkaracağız, devletin kurumnlarıyla. Çocuğu ve kadını önemseyen bir tavırla, onların yaşadığı hangi sosyolojik problemler varsa bunun önüne geçeceğiz. Ulusal bir politika oluşturulması adına, 16 milyonluk bir kentin yöneticisi olarak mutlaka bir politika üretilmesi noktasında önderlik yapacağız. Günün sonunda, ulusal ve uluslararası arenada bu şehrin bir temsilcisi olarak, Allah'ın izniyle 23 Haziran'dan sonra bu şehrin belediye başkanıyım, hak hukuk adalet temelinde, bu şehrin insanlarının haklarını arayan bir temelde, Suriyeli mülteciler başta olmak üzere ülkelerine geri dönmeleri noktasında net tavır alarak bu sürecin en sağlıklı şekilde nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda hem ulusal hem uluslararası arenada ülkemizin sesi olarak gündeme getireceğimiz bir politkamız olacak. Tavrımız net.

Plajları bırakın. Plajlarda yapılan tavır yanlıştır zaten. İnsani de değildir, ırkçı bir davranıştır. Hangi parti yaparsa, benim belediye başkanım yapsa da önemli değil. Dolayısıyla benim derdim şu an Esenyurt'un mahalleisnde çıkan kavgayla, beni mderdim Ümraniye'deki mahallede çıkan kavgayla, oradaki çatışma alanlarıyla. İşimi elimden aldı diyen benim Doğu, Gündeydoğu, Karadeniz'den göç etmiş vatandaşımın feryadıyla. Dolayısıyla bu kanayan yarayı büyütmeme adına hep birlikte, bu ülkenin her kademesindeki insanlar tedbirler alarak, günü sonunda mültecilerin vatanlarına gitmesi tavrın net olduğu bir tavırla hareket etmemiz gerekir.

Bugün medyadan siz vicdanen rahatsız değilseniz bir kere aynı yerde oturmuyoruz. Siz başka bir taraftan bakıyorsunuz, biz başka taraftan bakıyoruz. Bugün medya kanalları, medyanın içerisindeki gazeteler, bu ülkenin neredeyse 70-80 yıllık, benim için değerli, benim evime giren gazeteler. Ben esnaf çocuğuyum. Biz sabahları o dükkana Cumhyuriyet alınırdı, Hürriyet alınırdı, Tercüman alınırdı, Milliyet alınırdı, isim veriyorum. Niye? Biz esnafız ya, gelen müşteri okumak isterse hangi gazeteye alırsa okusun diye. Ben böyle bir ahlaktan yetiştim. Benim babam sağ görüşlüydü, rahmetli dedem Adalet Partili'ydi falan filan. Böyle bir ortamda büyüdüm. Dolayısıyla ben o markaların zarar görmesini istemiyorum. Ben böyle büyüdüm. Bazıları kapandı gitti, bazıları devam ediyor hayatına, hepsi devam etsin.

Aileler de öyle. Ben aileleri övdüm. Çünkü o aileler bu ülkeye geçmişleri iki nesil, üç nesil, dört nesil hizmet etmiş, on bimlerce yüz binlerce istihdam yaratmış kıymetli aileler. Dediğim şu, yönetim olarak medya ahlakına uygun hareket etmenizi talep ediyorum. Sizin ailenize yakışan bu. Söylediğim bu ama etmediğini de ifade ettim. Bakın şu anda Demirören Grubu, isim veriyorum yine, sizin az önce ekranda gösterdiğiniz reklamlarımızla ilgili yayınlayıp yayınlamayacağı konusunda bize henüz geri dönüş yapmış değil. Örneğin zaten belli bir medya gurub var, bizim reklam talebimizi direk reddediyor. Paramızla reklam yayınlayamıyoruz, bırakın daveti. Bir kısmı ismini kullanmayın diyor. İsmini bile kullanmayın diyor, Cumhuriyet Halk Partisi'nin adayı. Allah aşkına ben şikayet etmeyeceğim de kim edecek. Başka bir şey daha söyleyeyim. Ben bugün buradayım. Davet ettiniz, geldim. Diyorum ki beni kim davet ederse giderim. Gittim de zira. Benim orada söylediğimle NTV stüdyosunda söylediğim arasında fark yok ki. Çok rahatım. Milletimin çağdaş, özgür, özgün, herkese eşit davranan, sorgulayan, araştırsın beni, baksın. İstediğim şey, özgür bir basın olsun. Bu ülkenin kıymetli aileleri kolay yetişmiyor. Ben şuraya girdiğimde gurur duyuyorum. Girdiğimde, stüdyosunu gördüğümde, yapıyı gördüğümde gurur duyuyorum. İçi de dolu olsun, daha keyif alırım. Ama özgün ve özgür basın olsun. Siz de keyif alın, biz de keyif alalım.  

TRT kurumu, TRT ya. Benim vergilerimle, sizin vewrgilerinizle maaş alıyor orada binlerce insan. TRT kurumu Ekrem İmamoğlu'nu tek bir programa niçin çıkartmaz? Size sormuyorum, milletime soruyorum. Rakibimi niçin kaç kez çıkartır? Düşünsenize, Ekrem İmamoğlu bütün Karadeniz'i gezdi, sadece VIP olayı tek haber. Niçin? Bu üzücü değil mi? Bütün bunlar beni üzüyor.

Sayfa Yükleniyor...