'Haçlılara karşı İslam'ı Türkler korudu'

Suriye Kültür Bakanı Riyad Nasanağa,  "Arap ve Türkler ortak tarihlerini yeniden yazmalılar" dedi.

'Haçlılara karşı İslam'ı Türkler korudu'

Bir asır boyunca Arap-Türk ilişkilerine dair birçok tarihi gerçek örtbas edildi. Bu saklamanın koyu gölgesi, iki taraftaki milliyetçi duygulara yansıdı. Bu kara bulutların gitmesi ile artık Arap ve Türklerin müşterek tarihlerini yeniden okumaları, olumsuz etkilerden soyutlarak yeni bir bakış açısıyla tekrar yazmaları zaruret oldu.

Bu olumsuz etkiler Osmanlı döneminin son yıllarında başladı. Osmanlı devleti zayıfladı ve Batılı güçler üzerine üşüştü. Ayrımcılığı yayan, etnik ve mezhepçi çatışmaları körükleyen yeni güçler belirdi. Böylelikle devletin gücü tükendi ve ‘hasta adam’ adı verildi. Bu devletin mirası, Arapların göbeğine İsrail devletinin kurulması için çabalar harcayan Avrupa ülkelerine dağıtılmaya başlandı.

Modern tarihçilere göre Siyonist hareketin de Osmanlı devletinin parçalanmasında rolü var. Ayrıca yolsuzluğun yayılması da devleti çöküşün eşiğine getirdi.

Sultan II. Abdülhamit çöküşü durduramadı. Islahatçı Mithat Paşa’yı sadrazam olarak seçmesi, yeni anayasa ilan etmesi ile başladığı 'Rönesans' projesini tamamlamasına fırsat verilmedi.

ARAPLARIN AYRILMAK İSTEMELERİ DOĞALDI
Abdülhamit’in reform açılımı, Siyonizm’e yönelik tutumu sebebiyle başarısız oldu. Siyonizm Abdülhamit’i 1908’de tahttan indirdi ve ardından imparatorluk çöktü. Parçaları Batı emperyalizminin ağzında lokma oldu.

Araplar çöküş öncesi zaten zayıflamış ve parçalanmışlardı. Milliyetçi çeteler ortaya çıkmıştı. Arapların kendi Araplıkları etrafında kenetlenmeleri yerine, çekişmeye başlayan Osmanlı Devleti'nden ayrılmak istemeleri doğaldı.

TÜRKLER HAÇLILARA KARŞI İSLAM'I KORUDU
Böylelikle Abbasi devletinin yıkılması sonrası kaybettikleri uygarlık konumlarını geri alacaklardı. Türkler Haçlılara karşı İslam’ı savunmuştu. Burada İbni Haldun’un Türkleri öven ve İslam’ı kurtarmak için müdahalelerini Allah’ın bir lütfü olarak gören sözlerini hatırlıyorum. Türkler Arap devletinin düşüşü sonrası büyük dini koruyan Müslüman ülkeler inşa ettiler.

Türkler; Araplar, Kürtler, Çerkezler ve diğer Müslüman halkları içlerine alabildiler. Arap ile Acem arasında bir fark gözetmediler. Ümmete karşı samimi olana, adaleti sağlayanlara sorumluluk verdiler. Doğal olarak biz Araplar Türklerin Endülüs’ün düşüşünden sonra, 16. yüzyıl başlarında Arap Mağrip’i savunma noktasındaki büyük tutumlarını unutamayız. Türkler İspanyollar ve Portekizlilerin saldırısına karşı Mağrip’teki Arap halkının direnişine önderlik ettiler.

TÜRKLER CEZAYİR'İ DE KURTARDILAR
Türkler Cezayir’i de kurtardılar. Daha fazla ayrıntı isteyenler Oruç, İlyas, Muhammed, Barbaros Hayreddin kardeşlerin tarihlerini okusunlar.

Binlerce Müslüman’ı ve Cezayir’i kurtardıkları gün ünleri zirve yaptı. Oruç Reis Cezayir’i savunurken şehit oldu. Kardeşi İlyas da Mustagnem’i kurtarırken şehir oldu.

AVRUPALILARIN ARAP HAYALLERİNİ AVLAMASI TRAJİKTİ
Tarihi uzuncasına anlatmak niyetinde değilim, ancak Araplar ile Türkler arasındaki müşterek tarihin büyüklüğüne işaret etmek istiyorum. Bu müşterek tarih İslam’ın rolünün gerilemesinden bu yana nüksetti. Avrupa emperyalizminin büyük Arap isyanı kanalıyla bağımsız birleşik Arap devletini kurmayı isteyen Arap hayallerini avlaması trajikti.

Araplar, Fransızlarla birlikte Şam ve Irak ülkelerini bölüşen Britanya'nın tuzağına düştü. Yeni emperyalistler Arap vatanındaki istilalarını tamamlarken, Araplar ile Türkler arasındaki ilişki bitti. Taraflar yıllar boyunca acı olayların esiri olarak kaldı.

ARAPLAR CEMAL PAŞA'NIN YAPTIKLARINI UNUTMADI
Araplar, Cemal Paşa'nın kendilerine yaptıklarını unutmadılar. Ona kan dökücü adını verdiler. Türkler, Arapların kendilerine karşı isyan ettiklerini ve Batı'yla işbirliği yaptıklarını unutmadı.

Böylece iki millet arasındaki uçurum genişledi. Her biri, yaşananların tarihini kendi görüşüne göre yazdı. Hafıza, kamu vicdanına baskı yapan trajik olaylara boğuldu ve 600 yılı aşkın müşterek tarihin değerlendirilmesinde nesnellik yitirildi. Araplar ve Türkler kendilerini tek bir ümmet içinde kılan birçok olumluluğu unuttular ve sadece olumsuzluklar üzerinde durdular.

Türkiye 1923’ten itibaren Batı'yla koalisyon içine girince, bazı tarihi komşuları ve ortaklarıyla çatışınca, kendi halkının kültürel ve inanç oluşumuyla, Müslüman tarihiyle uyuşmayan uluslararası bloklar içinde taraf olunca siyasi uzaklaşma yaşandı.

2002'DE GELEN GÜÇLER TÜRKİYE'Yİ DOĞAL SEYRİNE DÖNDÜRDÜ
Ta ki 2002 yılında yeni aydınlıkçı siyasi güçler gelinceye kadar. Bu güçler, Türkiye’yi doğal seyrine, tarihi rolüne, Arap, İslam ve Hıristiyanlık coğrafyasına geri döndürdü. Yeni yüzyıl ilk on yılını bitirmeden Türkiye diplomatik ilişkilerinde gelişmiş bir vizyona sahip, yükselen bir bölgesel güç oldu. Arap ve İslam dünyasının kalbindeki yerini geri aldı. Halkının adalet ve Hak değerlerini koruma asaletini ifade etti.

Türkiye’nin yaşadığı değişim teorik siyasi bir söylem değildi. Özgürlük kafilesinde şehit olan evlatlarının kanıyla geldi.

Özgürlük kafilesi, Türk kanını Arap kanına karıştırdı. Tıpkı geçmiş yüzyıllarda karıştığı gibi. Müşterek tarihimizi yeniden okumaya başlamak ve olumlu yönlere açılan nesnel bir bakış açısı içinde yeniden yazmak için, Suriye Kültür Bakanlığı 'Araplar ve Türkler: Tarih ve Uygarlık Yürüyüşü' başlıklı bilimsel bir konferans gerçekleştiriyor. Davet, tarihin yeniden okunması ve yazımına katkıda bulunmak için Arap ve Türk bütün aydınlara açık.

* Suriye Kültür Bakanı, Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi El İttihat, 30 Temmuz 2010, Arapça'dan çeviri: Halil ÇELİK

Sayfa Yükleniyor...