İbrahim Kalın: İdlib'de Türkiye ve Rusya olacak

Gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan İbrahim Kalın, Katar'daki Türk üssüne yönelik eleştiriler için "hazımsızlık" ifadesini kullandı. Kalın, Suriye'de çatışmasızlık bölgeleri oluşturulması kapsamında Türkiye ve Rusya'nın İdlib'de yer alacağını söyledi.

İbrahim Kalın: İdlib'de Türkiye ve Rusya olacak

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Beştepe’de cumhurbaşkanlığı muhabirleriyle gerçekleştirdiği sohbet toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunarak, soruları yanıtladı.

TBMM Genel Kurulu'nun tatile girdiğini anımsatan Kalın, uyum yasalarının çıkartılmasının en önemli konu olduğunu ve buna ilişkin sürecin devam ettiğini ifade etti.

Halk oylamasının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, AK Parti Genel Başkanı seçilmesinin de bir diğer önemli konu olduğuna değinen Kalın, "Bu Türk siyasetinde yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bildiğiniz gibi 'partili cumhurbaşkanlığı' aslında 1960'a kadar Türkiye'de olan bir şeydi. Daha sonra değiştirildi. Bunun dünyada çeşitli örnekleri de var. Tabii Cumhurbaşkanımızın liderlik vasıfları ve AK Parti'nin kurucu lideri olması dikkate alındığı zaman, bunun aslında yadırganacak bir şey olmadığını ve milletten büyük bir teveccüh gördüğünü müşahede ediyoruz. Zaten referandum sonuçları da bunu göstermiştir." dedi.

Erdoğan'ın genel başkan olmasının ardından AK Parti'yle olan ilişkisini daha sistematik biçimde yürüttüğünü belirten Kalın, Erdoğan'ın MKYK, MYK toplantılarının yanı sıra, iki grup konuşması yaptığını ve bunların da düzenli bir şekilde devam edeceğini bildirdi.

"TÜRKİYE'NİN GELECEĞİ AÇISINDAN UMUT VERİCİ"

Kalın, ekonomik gelişmelere ilişkin de değerlendirmelerde bulunarak, "İlk çeyrekte yüzde 5'lik bir büyüme hakikaten Türk ekonomisinin yapısal gücünü ortaya koydu. Bu çok sevindirici bir tablo. Biz ikinci, üçüncü çeyrekte de bu ivmenin devam etmesini bekliyoruz. Tabii çevremizde yaşanan sorunları, sıkıntıları düşündüğünüz zaman Türk ekonomisinin bu performansı sergilemesi geleceğimiz açısından da umut verici ve şu ana kadar izlenen ekonomi politikalarının ne kadar haklı ve isabetli olduğunu da teyit ediyor." diye konuştu.

İbrahim Kalın, Türk ekonomisinin çevre ülkelerdeki olumsuz gelişmeler, PKK, DAEŞ ve FETÖ'ye karşı mücadelenin yoğun olarak devam ettiği bir dönemde başarı trendini muhafaza etmesinin Türkiye'nin geleceği açısından umut verici bir tabloyu ortaya koyduğuna işaret ederek, "Cumhurbaşkanımız bununla yetinmiyor. Bildiğiniz gibi kendisinin zihninde 180 günlük bir eylem planı var. Yani yıl sonuna kadar özellikle bürokrasinin, ekonomiyle ilgili olsun diğer alanlarda olsun, yeni bir ivmeyle tekrar çalışmalarına hız vermesi için kendisinin hazırlıkları var. Bunlar da inşallah zaman içerisinde peyderpey hayata geçecek." ifadesini kullandı. 

"KATAR KONUSUNDA YAPICI BİR TUTUM İÇERİSİNDE OLDUK"

Dış politikaya ilişkin görüşlerini de paylaşan Kalın, Katar ile bazı Arap ülkeleri arasındaki krizin sıcaklığını koruduğuna işaret etti.

Bölgedeki bir diğer gelişmenin de Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz'in oğlu vekil veliaht Muhammed bin Selman'ı veliaht prens olarak ataması olduğunu vurgulayan Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hem Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile hem de Kral Selman bin Abdülaziz ile birer telefon görüşmesi yaptığını anımsattı.

Erdoğan'ın tebriklerini ve başarı dileklerini ilettiğini aktaran Kalın, "Hem Sayın Cumhurbaşkanımız hem de Kral Selman, Türk-Suud ilişkilerinin bundan sonra güçlenerek devam edeceğinin altını çizdi. Muhammed bin Selman da bu yönde tam bir kararlılık içerisinde çalışmalara devam edeceklerini ifade ettiler." diye konuştu.

Kalın, Muhammed bin Selman ile iyi ilişkileri bulunduğunu ve düzenli olarak görüştüklerini belirterek, Muhammed bin Selman ile görüşerek tebriklerini ve başarı dileklerini ilettiğini ifade etti.

Kalın, şöyle devam etti:

"Biz özellikle Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin geliştirilmesi noktasında bu atamanın inşallah hayırlara vesile olmasını diliyoruz. Tabii Körfez'in en büyük ve en güçlü ülkesi, İslam dünyasının ise en büyük ülkelerinden birisi olarak Suudi Arabistan'ın Katar'la yaşanan gerilimin düşürülmesi ve krize barışçıl bir çözüm bulunması noktasında oynayacağı önemli bir rol var. Görüşmede bunun da altı çizildi. Katar konusunda yapıcı bir tutum içerisinde olduk. Bize düşen görevler söz konusu olduğunda gerekli adımları atacağımızı ifade ettik." 

"TALEPLERİN NE OLDUĞUNU BİZ DE TAKİP EDECEĞİZ"

ABD Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada, özellikle teröre destek suçlamasının delillerle temellendirilmesi gerektiğinin altının çizildiğini anımsatan Kalın, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Biz de aslında baştan beri hep bu noktanın üzerinde durduk. Yani teröre destek iddiası çok ciddi bir iddiadır. Bunun mutlaka temellendirilmesi gerekir. Katar da haklı olarak, böyle bir suçlamayla karşı karşıya kalan herhangi bir ülkenin yapacağı gibi, 'Deliller nedir, somut veriler nedir? Bunları bizimle paylaşın' dedi. Şimdi Katar tarafına Kuveyt üzerinden bir liste ulaştırılacak. Burada, somut talepler ve Katar'ın yapması gereken olacak. Ağırlıklı olarak Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır olmak üzere dört ülkenin taleplerini ileteceklerini ifade ettiler. Muhtemelen önümüzdeki birkaç gün içerisinde bu talep listesi Katar tarafına iletilecek. Tabii biz de takip edeceğiz. Somut olarak taleplerin ne olduğunu biz de takip edeceğiz, değerlendireceğiz."

Kalın, körfez ülkeleri arasında saygın bir yere sahip olan ve arabuluculuk misyonuyla hareket eden Kuveyt Emiri Şeyh Sabah'ın süreç içerisinde yapıcı bir rolü olduğunu belirtti. Kalın, Şeyh Sabah'ın 2014'te Katar'la Körfez ülkeleri arasında yaşanan krizde de önemli bir rol oynadığını hatırlattı.

"GERİLİM İÇERİSİNDE OLMAK İSTEMEYİZ"

Kendilerinin de bu girişimi desteklediklerini, Katar, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin Türkiye için önemli komşular ve müttefikler olduğunu vurgulayan Kalın, "Biz hiçbir Körfez ülkesiyle herhangi bir gerilim içerisinde olmak istemeyiz. Onların birbirleriyle bir gerilim içerisinde bulunmasını da arzu etmeyiz. Bizim baştan beri bu krizle ilgili yaklaşımımız hep bu oldu. Yani eğer iki arkadaşınız, iki dostunuz, iki komşu ülke birbiriyle ihtilaf ediyorsa, bununla ilgili sizin üzerinize düşen bir şey varsa bunu yapmak için harekete geçmeniz gayet doğal." ifadesini kullandı.

Cumhurbaşkanının ilk günden itibaren gerçekleştirdiği yoğun telefon diplomasisinin amacının da bu olduğunu aktaran Kalın, "Orada herkesin üzerinde mutabık kaldığı konu bu meselenin, bu krizin müzakere yoluyla çözülmesi. Karşılıklı güven ve saygı esasına dayalı olarak gerilimin azaltılması noktasında ise Katarlıların bir talebi var. Onlara uygulanan blokajın haklı olmadığı, gayrı insani olduğu, uluslararası normlara aykırı olduğu, ayrıca Ramazan ayının manevi havasını, ruhunu da düşündüğünüz zaman, bunun Müslüman ülkeler arasında olması gereken kardeşlik, dostluk hukukuna da aykırı olduğunu ifade ettiler." dedi.

İbrahim Kalın, Türkiye'den Katar'a gıda ağırlıklı insani yardım gönderilmesi noktasında bakış açılarının bu olduğunu, sevkıyatın devam ettiğini belirterek, şunları kaydetti:

"İnsani gerekçelerle yaptığımız bu yardımlar, bundan sonra da ihtiyaç olması halinde devam edecek. Bizim değerlendirmemiz, Katar'a karşı uygulanan bu yaptırımların aşırı olduğu ve sıradan vatandaşların hayatını etkileyecek noktaya gelmesinin de üzüntü verici olduğu şeklinde. Şu anda tabii Suudi Arabistan'ın özellikle Hadimul Haremeyn Şerifeyn Selman bin Abdülaziz'in oynayacağı rol önem arz ediyor. Katarlıların ise 'Blokaj kaldırılsın, biz ondan sonra oturup konuşalım' gibi bir yaklaşımı var. 'Bu endişe ve talepler neyse masada konuşalım' diyorlar. Sayın Cumhurbaşkanımız bu çerçevede hem Muhammed bin Selman'la hem Selman bin Abdülaziz ile bu konuları paylaştılar."

Ramazan Bayramı'ndan sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, 7-8 Temmuz'da G20 zirvesi için Almanya'ya gideceğini hatırlatan Kalın, yoğun bir G20 gündeminin kendilerini beklediğini söyledi.

Kalın, küresel ekonomi, finans sisteminin güçlendirilmesi, dijital teknolojiler, iklim değişikliği, kadınların ekonomiye katılımı ve 2030 sürdürülebilir kalkınma hedefleri gibi başlıkların G20'nin ana gündem maddelerini oluşturacağını belirtti.

Bununla ilgili Erdoğan'ın konuşmalarının, zirve marjında yapacağı ikili görüşmelerinin olacağı bilgisini paylaşan Kalın, "Bunlardan bir tanesi konusunda Kral Selman ile mutabık kaldılar. Orada da Kral Selman'la bir görüşmesi olacak. Şu anda onun programı üzerinde çalışılıyor." dedi.

Kalın, Erdoğan'ın Antalya'daki G20 zirvesinde gündeme getirdiği, daha sonra Çin'de de gündem olan "küresel terörle mücadele" konusunun bulunduğunu hatırlattı. Bu konunun devam edeceğini kaydeden Kalın, "Biz yine bu konuda gerekli müdahaleleri ve katkıları yapmaya devam edeceğiz. Zira terör, mülteci krizi gibi diğer konular sıcaklığını muhafaza ediyor. Küresel boyutta hem bölge siyasetini hem diğer ülkeleri etkilemeye devam ediyor." değerlendirmesinde bulundu.

"İLİŞKİNİN KARŞILIKLI ÇIKAR VE SAYGI ESASINA DAYALI OLMASI GEREKİYOR"

Kalın, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine de değinerek 25 Mayıs'ta Brüksel'de yapılan görüşmelerin pozitif bir ortamda gerçekleştiğini belirterek şöyle devam etti:

"Amacımız son 3-4 aydır oluşan havayı değiştirmek, iklimi daha pozitif hale getirmek ve bu çerçevede Türkiye'nin, AB üyelik sürecinde atılacak adımları daha sağlam, sağlıklı, kolay bir şekilde atmak. Bununla ilgili de temmuz ayının başında Genişlemeden Sorumlu Komiser Johannes Hahn'ın bir Türkiye ziyareti olacak.

Özellikle Avrupa Birliği Bakanımız Ömer Çelik ve Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu temaslarına devam ediyor. Türkiye'nin, AB üyeliği konusunda kararlılığı tam. O konuda herhangi bir değişiklik söz konusu değil. Fakat bu ilişkinin karşılıklı çıkar ve saygı esasına dayalı olması gerekiyor. Bazı AB üyesi ülkelerin Türkiye'ye yönelik ön yargılı yaklaşımlarını elbette kabul etmemiz mümkün değil."

İbrahim Kalın, çok sayıda Avrupalı liderin 15 Temmuz darbesinin boyutlarını tam olarak kavrayamadığını, erken reaksiyon vermediklerini, bu süreçte Türkiye'nin yanında güçlü bir şekilde durmadıklarını kendileriyle yapılan özel görüşmelerinde ifade ettiklerini aktardı.

Darbe sonrasında Türkiye'de alınan birtakım tedbirler, OHAL gibi konularda da eksik değerlendirmelerin bulunduğunu vurgulayan Kalın, "Biz bu konuyu da onların gündemlerine getirmeye devam edeceğiz. Orada bir yeni sayfa açılması, özellikle referandum sürecinde yaşananların artık geride bırakılması konusunda genel bir mutabakatın olduğunu gördük. Bu memnuniyet verici bir durum. Konuyla ilgili de çalışmalarımız devam edecek." diye konuştu.

"TEKNİK ÇALIŞMALAR DEVAM EDİYOR"

Kalın, Suriye, Irak ve diğer konulara da değinerek Suriye konusunda özellikle hem Astana hem Cenevre sürecinin devam ettiğini söyledi. Bir sonraki Astana toplantısının temmuz ayının başında yapılacağını anımsatan Kalın, daha sonra ise Cenevre toplantılarının olacağını dile getirdi.

Baştan beri bunların "birbirine alternatif değil, birbirini tamamlayıcı" nitelikte olduğunu söylediklerini belirten Kalın, Astana sürecinin başında bazı ülkeler nezdinde tereddütlerin bulunduğunu ifade etti.

Kalın, sürecin yürüyüp yürümeyeceği, Cenevre'ye alternatif olup olamayacağının konuşulduğunu vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ama geldiğimiz noktada yaklaşık 6-7 aylık sürede sürecin bazı somut neticelerini gördük. Mesela aralık ayı sonunda hayata geçirilen ateşkes, ihlallere rağmen çatışmaları nispeten asgariye indirdi. Şu anda da bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımızın 3 Mayıs'ta Soçi'ye yaptığı ziyarette kararlaştırılan bir 'çatışmasızlık bölgeleri oluşturulması ve bunun mekanizmalarının kurulması' kararı var. Bununla ilgili teknik çalışmalar devam ediyor.

Bildiğiniz gibi dört ana çatışmasızlık bölgesi belirlendi. Buralara kim, nasıl konuşlanacak? Oradaki asayişi nasıl sağlayacak? Süreci kim, nasıl izleyecek? Bununla ilgili Türk, Rus ve İranlı yetkililer arasındaki müzakereler yoğun bir şekilde devam ediyor. Biz umutluyuz."

İbrahim Kalın, bu iki sürecin bir arada yürümesinin, en azından çatışmaların durdurulması, insani yardımların ulaştırılması ve siyasi sürecin hızlandırılması noktasında önemli katkılar sağlayacağına dikkati çekti.

"PKK TERÖRÜNÜN AKLANMASI, MEŞRULAŞTIRILMASI GİBİ BİR SÜRECİ YAŞADIK"

Suriye'nin giderek derinleşen, kronik hale gelen bir mesele olduğuna işaret eden Kalın, işin askeri-siyasi boyutu bir tarafa insani dramının her gün daha da derinleşerek devam ettiğini kaydetti.

Kalın, dünyanın zengin, gelişmiş ülkeleri açısından ahlaki ve vicdani anlamda pek övünebilecekleri bir tablonun olmadığını vurguladı.

"Mülteci krizi" konusunda özellikle Avrupa ülkelerinin takındığı tavra işaret eden Kalın, " 'Aman bize gelmesinler, bulundukları yerlerde kalsınlar, başka ülkelere gitsinler, böylece mülteci meselesinden en azından biz kurtulmuş olalım' yaklaşımı tabii çok palyatif bir yaklaşım." dedi.

Kalın, terörle mücadele konusunda da çifte standart, ikiyüzlü yaklaşımın olduğu belirtti.

DAEŞ ile PKK terörü arasında yapılan ayrıma işaret eden Kalın, şunları kaydetti:

"Terör tanımı açısından baktığınız zaman ikisi arasında hiçbir fark yok. Ama temel fark PKK terörünün Türkiye'yi hedef alması, DEAŞ terörünün ise diğer ülkeleri de hedef alması. Yani DEAŞ söz konusu olduğunda uluslararası koalisyonların kurulduğunu, bütün imkanların seferber edildiğini görüyoruz. Ama PKK terörü söz konusu olduğunda 'bu Türkiye'nin kendi meselesi' noktasına gelindiğini müşahede ettik. Hatta daha da ilerisi.

YPG-PYD üzerinden 'PKK terörünün aklanması, meşrulaştırılması' gibi bir süreci de yaşadık. Bu yeni bir şey değil, yıllardır devam ediyor. Eğer bu yaklaşım değişmezse bundan sonraki yıllarda da terörle bu şekilde baş etmek zorunda kalacağız."

"BİZİM İÇİN YETERLİ BİR DURUM DEĞİL, ASIL MESELEYİ ÇÖZMÜYOR"

Kalın, ABD'nin, PYD-YPG terör örgütüne yönelik desteği ve Türkiye ile bilgi paylaşımı hakkındaki bir soru üzerine ise şu değerlendirmelerde bulundu:

"Şu anda onunla ilgili Genelkurmay ve Milli Savunma Bakanlığımız arasında bir mekanizma işletiliyor. Bizim Washington seyahatimizde 'somut olarak size bu verileri ileteceğiz, böylece PYD'ye verilen silahlar Türkiye'ye karşı kullanılmayacak' dediler. Tabii bu bizim için yeterli bir durum değil, yani bu asıl meseleyi çözmüyor. Amerikalıların, Türkiye'ye yönelik tehditler söz konusu olduğunda bunun minimize edilmesi noktasında bir önerileri bu. Biz bunu yeterli görmüyoruz tabii. Çünkü baştan beri biz YPG'ye, PYD'ye bu şekilde silah ve destek verilmesini doğru bulmadığımızı ifade ettik, ediyoruz.

PYD-YPG varsa biz o operasyonda yokuz. Tamam, buyursunlar yapsınlar ama Türkiye'ye dönük bir tehdit, bir risk söz konusu olduğunda da Türkiye bu konuda ulusal çıkarlarını korumak için gerekli adımları atar. Bunun için de kimseden izin almaz. O konuda bizim tavrımız çok net."

İbrahim Kalın, Amerika'nın, Obama döneminde başlattığı ve şimdi Trump'la devam eden bu politikasının sadece Türkiye açısından değil, Suriye'nin geleceği açısından da çok ciddi riskler barındırdığını kaydetti.

ABD-Rusya arasında yaşanan gerilim ve bu durumun yeni bölgesel riskler oluşturup oluşturmadığına yönelik bir soru üzerine Kalın, Ruslar ve Amerikalılar arasında uçuşlar konusunda bir koordinasyon mekanizması bulunduğunu ve bunun amacının da Rus ve Amerikan uçaklarının operasyon yaparken birbirleriyle karşı karşıya gelmemeleri olduğunu anımsattı. Rusya'nın, Amerika'nın Suriye uçağını düşürmesinin ardından bu mekanizmanın durdurulduğunu ilan ettiğini belirten Kalın, "Daha önce de Rusya ile Amerika arasında bu tür gerilimler oldu. Ama o mekanizmaların işletilmesi gerekiyor. Aksi halde başka riskler doğabilir, kazalar olabilir. Kim nerede uçuyor, kim kimin sahasında gibi konulara dikkat edilmezse çok ciddi riskler olabilir. Suriye savaşının geldiği noktayı göstermesi açısından kaygı verici bir durum bu. Bu savaş sürdüğü müddetçe bu sorunlar büyüyerek devam edecek." diye konuştu. 

Türkiye'nin Katar'da askeri üs kurmasına yönelik çalışmalara dair soru üzerine Kalın, askeri üsse ilişkin takvimin Genelkurmay Başkanlığının oluşturduğunu ve bu plan çerçevesinde peyderpey hayata geçeceğini söyledi.

İbrahim Kalın, Katar ile yapılan anlaşmanın yeni olmadığına ve 2016'da imzalandığına işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Hep altını çizdik, tekrar vurgulamakta fayda görüyorum, bu üssün amacı herhangi bir üçüncü ülkeye karşı tehdit veya risk oluşturmak değil. Biz Körfez bölgesinin tamamının güvenliği için bunu yapıyoruz. Bir de açıkçası Türkiye'de veya bölgede 'Türk üssünün bölgede ne işi var?' diyenlere de başka ülkelerin Katar başta olmak üzere, birçok Körfez ülkesinde çok ciddi üsleri var. Yani Amerika'nın orada ciddi bir üssü, 9 bin küsur askeri var. BAE'de, Kuveyt'te var. Teknik olarak Suudi Arabistan'da yok ama o civarda bir askeri mevcudiyet söz konusu. İngiltere'nin, Fransa'nın var. Dolayısıyla bu ilk defa olan bir şey değil. Başka ülkelerin yaptığı şeyler, Türkiye yapınca niye böyle büyük bir mesele oluyor? Bazıları için bir hazımsızlık meselesi."

"BİRİLERİ BU SÜREÇTE TÜRK-ARAP HUSUMETİ YARATMAYA ÇALIŞIYOR"

"Birileri bu süreçte bir Türk-Arap husumeti yaratmaya çalışıyor." ifadesini kullanan Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Türkler ile Arapların arasını tekrar açmaya dönük bir kampanyaya dönüştürmeye çalışıyor. 'Türkiye, Katar'ın yanında duruyor, Türkiye asker gönderiyor.' gibi. Bir kere bu oyuna gelmemek lazım. Bunun maalesef eski bir tarihi var. Yani 'Araplar, Türkleri sırtından hançerledi, İngilizlerle işbirliği yaptı, Osmanlı'ya ihanet etti.' söylemi uzun yıllar Türkler ile Arapların arasını açmak için kullanıldı. Buna tabii malzeme taşıyan yanlış politikalar İttihat Terakki tarafından izlendi. Milliyetçilik akımının çok güçlü olduğu bir dönemde Osmanlı tebaası isyan ediyor. Arnavutlar, Yunanlar, Araplar ediyor diye yola çıkarak böyle bir perspektif geliştirdiler. Ama aslında bu baştan beri olgusal olarak yanlıştı. Şerif Hüseyin isyanı sadece Hicaz bölgesinde meydana gelmiş, çok sınırlı ve tamamen İngilizlerin bir operasyonu olarak hayata geçirilen bir hadisedir."

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, aynı dönemde Yemen, Trablus, Mısır ve Çanakkale'de Türk, Arap, Kürt bütün Osmanlı tebaasının birlikte mücadele ettiğini hatırlatarak, "Dolayısıyla buradan bir Arap ihaneti diye bir şey çıkartmak tarihi gerçeklerle örtüşmüyor. Tabii tersinden bakıldığında da Arapların Türklere karşı uzun bir süre çok ciddi önyargılar taşıdıklarını biliyoruz.' Türkler sırtını Arap-İslam dünyasına döndü, tamamen Batı sisteminin içerisine girdiler, hatta İslam'ı terk ederek gavurlaştılar.' gibi Arap milliyetçiliğinin körüklediği birtakım önyargıların öne çıktığını gördük. Ama hamdolsun Cumhurbaşkanımızın liderliğinin en önemli sonuçlarından birisi bu efsanenin yıkılması oldu." şeklinde konuştu.

Türk, Arap ve diğer Ortadoğu milletlerinin kardeşlik içinde, karşılıklı çıkar ve saygı esasına dayalı olarak birlikte yaşayabileceklerine işaret eden Kalın, "Üs meselesinde de zaman zaman Arap medyasında ve başka mecralarda Türkiye ve Erdoğan karşıtı kampanyaların yapılmaya çalışıldığını görüyoruz. Cumhurbaşkanımızın 'Arap meselesi' olarak anılan konularda ne kadar hassasiyet gösterdiğini, risk aldığını herkes biliyor. Bunun en somut göstergesi Filistin meselesidir. Bizim başka bir gündemimiz olsaydı Cumhurbaşkanımız Filistin meselesinde bu kadar ortaya çıkmaz, bu kadar risk almaz, bu kadar ilkeli bir duruş sergilemezdi. Yani 'one minute' olayını biliyorsunuz. Bunun temelinde Filistin meselesi var." ifadelerini kullandı.

"BAŞKA BİR GÜNDEMİMİZ OLSA BU RİSKLERİ ALMAZDIK"

Kalın, Libya'da kriz olduğunda, Mısır'da Mübarek görevden ayrılıp geçiş süreci yaşandığında Türkiye'nin hep o ülkelerin yanında durduğuna dikkati çekerek, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Mısır'a yaptığı seyahat sırasında henüz Muhammed Mursi'nin cumhurbaşkanı seçilmediğini anımsattı.

Kalın, "Biz daha o seçimlerden önce, seçimin sonuçlarını kimse bilmiyorken, 'Kim gelirse gelsin biz Mısır halkıyla çalışmaya devam edeceğiz.' dedik. O zaman kredi tahsisleri, anlaşmalar yapıldı. Sonra Mısır'da kanlı bir darbeyle Mursi görevden uzaklaştırıldı. Libya'da aynı şekilde Kaddafi'nin bulunduğu dönemde birçok çağrı yaptık. Beyefendi, Kaddafi'yle ve oğlu Seyfülislam ile görüşerek geçiş sürecini başlatmaları yönünde telkinde bulundu. Yani bizim başka bir gündemimiz olsa bu riskleri almazdık. Dolayısıyla hep Türk-Arap ilişkilerini güçlendirme yönünde adımlar atıldı. Burada da tutumumuz farklı değil." değerlendirmesinde bulundu.

Üs meselesi üzerinden yürütülmeye çalışılan kampanyalara prim vermemek gerektiğini vurgulayan Kalın, şunları kaydetti:

"Ben aklı selim sahibi Arap kitlenin bu iddiaları çok dikkate almadığını görüyorum. Uzun vadede Türk-Arap ilişkilerinin daha da güçleneceği konusunda herkes mutabık. Bu kriz bir şekilde aşılır. Ne kadar sürer, bilemiyorum. 2014 krizi sekiz ay sürmüştü. Büyükelçiler geri çekildi vesaire ama sonunda bir uzlaşı noktasına gelindi. Bu ne kadar sürer bilemiyorum. Fakat şu anda Katar'la ilgili gündeme getirilen bu iddiaların somut verilere dayanmadığı konusunda genel bir kanaat oluşmuş durumda. Amerika'nın, Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin tavrı da bu yönde oldu Fransa'nın, İngiltere'nin açıklamalarına baktığınızda. Bundan sonra BAE ve Suudi Arabistan daha fazla pres yapmak için Katar'a yönelik yeni şeylere yeltenirler mi, bilemiyorum. Umarım böyle bir yola tevessül etmezler. Ama bu kriz aşılır. Türk-Arap, Türk-Suud, Türk-Katar ilişkileri bakidir."

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, 15 Temmuz'un sene-i devriyesi konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın direktifleriyle çok kapsamlı bir çalışma yürütüldüğünü, bir dizi faaliyetin yapılacağını bildirdi. 

Kalın, iki anıtın açılacağını, birisinin Külliye'nin hemen dışında yapılmaya başlandığını belirterek, anıtın rahatça ziyaret edilmesiyle ilgili planlamanın da yapıldığını söyledi.

Külliye'nin etrafında 15 Temmuz akşamı 29 şehidin olduğunu, onların anısına bu anıtın yapıldığını anlatan Kalın, "Böylece Külliye'yle bütünleşmiş olacak. Ana hatlarıyla 15 Temmuz direnişini anlatan bir eser olacak." dedi.

Kalın, İstanbul'daki anıtın da Ankara'dakine benzediğini dile getirerek, "İstanbul'daki anıtta Selçuklu geometrisinden faydalanıldı. Geçen cumartesi günü Cumhurbaşkanımızla giderek incelemelerde bulunduk. Boğaza hakim, köprünün hemen Avrupa tarafından gelirken çıkışında yer alacak. Etrafına şehitleri sembolize eden 250 tane selvi dikiliyor, yürüme yolları olacak. Şehitlerin isimleri o kitabelere yazılıyor. Güzel, kapsamlı bir yerleşke oluyor. İnşallah 15 Temmuz'da açılışı yapılacak." diye konuştu.

Görkemli bir tören yapılacağını, ayrıca selalar okunacağını kaydeden Kalın, 15 Temmuz'un ruhuna uygun olarak hem hüzün hem de kahramanlığı birleştiren bir anma etkinliğinin planlandığını anlattı.

Kalın, İstanbul ve Ankara dışındaki diğer illerde ve yurt dışında da anma faaliyetlerinin yapılacağına işaret etti. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Meclis'te düzenlenecek özel oturuma da katılacağı bilgisini paylaşan Kalın, "O gün Meclis'te yapılan bir anıtın da açılışı olacak. Külliye'de şehit yakınları ve gaziler için bir resepsiyon yapılması o gün için zor görünüyor. Ancak (Erdoğan) hem Meclis oturumunda hem İstanbul'daki etkinlikte olacak. Hep beraber olacağız. Basın camiası olarak 15 Temmuz konusunu ve o günden bugüne yaşananları iyi işlemeniz önemli." değerlendirmesinde bulundu.

Askeri, ekonomik ve stratejik iş birliği konularında geri adım atmamak gerektiğine dikkati çeken Kalın, ilerleyen dönemde daha da güçlenmesi gerektiğini söyledi.

Kalın, "Biz nasıl Avrupa'yla, Balkanlar'la, Amerika'yla çok güçlü stratejik ilişkilere sahipsek aynı şeyi neden Arap, Körfez ülkeleriyle yapmayalım? Dış politika, sıfır toplamlı bir oyun değil." ifadelerini kullandı.

Başka ülkeler bunu yaptığında kimsenin bunu eleştirmediğini ancak Türkiye böyle bir açılım yaptığında, buralara dönük birtakım politikalar geliştirdiğinde eski ve bayatlamış argümanların gündeme getirildiğini vurgulayan Kalın, "Halbuki 360 derece perspektifle bir denge politikası izleyelim." görüşünü savunduklarını kaydetti. 

Kalın, çatışmasızlık bölgeleriyle ilgili Türkiye, Rusya ve İran arasında bir mekanizma kurulduğunu, bir çalışma grubunun bulunduğunu belirterek, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Geçen hafta (Rusya Devlet Başkanı Vladimir) Putin'in Suriye Özel Temsilcisi (Aleksandır) Lavrentiev buradaydı. Biz de onunla oturduk detaylı bir şekilde konuştuk. Şimdi teknik heyetler bu çatışmasızlık bölgelerinin lojistiğini tartışıyorlar. 'Tampon bölge' tabiri teknik olarak doğru olmaz. Ama rejim güçleriyle muhalif güçlerin arasında konuşlandırılacak güçlerin kimlerden oluşacağı, sayısının ne olacağı, mekanizmalarının ne olacağı konusunda şu anda o heyetler çalışmalarını sürdürüyor.

Temmuz başında yapılacak Astana toplantısında da bunun belirli bir noktaya gelmesini bekliyoruz. Muhtemelen İdlib bölgesinde ağırlıklı olarak bizler ve Ruslar, Şam etrafında ağırlıklı olarak Rusya-İran, güneyde Deraa bölgesinde Ürdün'ün ve Amerikalıların içinde yer alacağı bir mekanizma üzerinde çalışılıyor. Hatta Rusların bir önerisi var; Belki Kırgızlar, Kazaklar belirli sayılarda güç gönderebilirler. Bu görev gücü içerisinde onlar da yer alabilir."

Bu mekanizmanın birinci amacının, ateşkesi daha yapısal hale getirmek olduğunu dile getiren Kalın, bu güçler oralarda bulunduğu zaman çatışma ihtimalini minimize etme imkanının olacağını söyledi.

Kalın, bunun çok detaylı bir çalışma gerektirdiğini, haritalara bakıldığını, kimin nereden gireceğini, kaç askerin nerede olacağının konuşulduğunu anlatarak, "Yani 300 asker mi, 500 asker mi lazım mesela? İdlib'in şu anda bir milyondan fazla nüfusu var. Buraya ne kadarlık bir güç konuşlandırılması gerekeceğini şu anda askerler müzakere ediyor. Temmuzdaki Astana toplantısına kadar bunun daha somut bir şekil almasını bekliyoruz." dedi.

"BU BUGÜN KİLİS OLUR, YARIN BAŞKA BİR YER OLUR"

Sınıra yığınak konusuyla ilgili olarak da "Spesifik olarak Türkiye şuraya giriyor, onun için şöyle bir yığınak yapıyor" yaklaşımının genelde spekülatif kaldığına dikkati çeken Kalın, şöyle devam etti:

"Sınırda şu bölgede bir ağırlık oluyor, hemen başlanıyor; 'Karşıda ne var? Karşıda Tel Abyad var, Kobani var, şu var... Demek ki oraya hareket düzenlenecek' deniyor. Öyle olmadığını görüyoruz. Burada da aslında farklı değil. Türkiye, PKK ve DEAŞ ile aynı anda bu sınır bölgelerinde mücadele ediyor. Dolayısıyla onun gerektirdiği güvenlik tedbirleri neyse bunlar alınıyor. Bu bugün Kilis olur, yarın başka bir yer olur. Orada ihtiyaç neyse ona göre gerekli tedbirler alınır. Bunda çok olağanüstülük aramamak lazım.

Biz özellikle Afrin bölgesinde, Tel Rıfat bölgesinde Hür Suriye Ordusu'nun ve diğer muhaliflerin elinde olan bölgelere PYD'nin sızma-sarkma harekatı yapmasına baştan beri itiraz ettik. Hatta geçen sene bazı bölgeleri bombaladık. Çünkü PYD'nin oradaki amacı DEAŞ ile mücadele etmek değil. Şu anda o bölgede bir DEAŞ tehdidi, mevcudiyeti yok. Tamamen bir alan kapma mücadelesi var."

Kalın, PYD-YPG'nin yeri geldiğinde rejimle, Ruslarla, Amerikalılarla iş birliği yaparak kendi alanını genişletmeye çalıştığını vurguladı. Bunun, meşru kabul edilen, beraber çalıştıkları muhaliflerin alanını daraltan, hatta bunları hedef alan operasyonlar haline gelebildiğine işaret eden Kalın, "Dolayısıyla orada biz yine ulusal çıkarlarımız çerçevesinde ve Suriye muhalefetiyle yürüttüğümüz çalışmalar çerçevesinde her zaman gerekli adımları atabiliriz." dedi.

"UYGUN ORTAM OLUŞURSA BÖYLE BİR TOPLANTI YAPILABİLİR"

Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Almanya'da düzenlenecek etkinliklere katılımına ilişkin soru üzerine, şunları söyledi:

"Almanya ziyaretimizin öncelikli konusu G20 zirvesidir. Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel geldiğinde bu konuyu da konuştuk. Referandum sürecinde yaşanan tatsız hadiselerin tekrar edilmemesi için Alman makamlarının belirli bir sorumluluk ve olgunluk içerisinde hareket etmesi gerekir. Güvenliğin sağlanması, salonlar... Şimdi biz tabii ona bakıyoruz. Böyle bir uygun ortam oluşursa böyle bir toplantı yapılabilir. Tabii Hamburg'da yapılmayacak çünkü orada G20 var. Onun kendine göre bir güvenlik ağı var.

Vatandaşlarımızın orada bir sıkıntıya girmemesi için ama bir başka şehirde olabilir. Daha kesin kararı verilmiş değil. Cumhurbaşkanımızın programına bağlı olarak çünkü iki gün yoğun bir G20 programı olacak, olmayabilir de. Şu anda hala o opsiyonları değerlendiriyoruz. Ama umarım Alman makamları şu referandum sürecinde yaşadıklarımızdan dersler çıkartır ve daha yapıcı bir tutum içerisinde olurlar. Şu anda direkt bizim temas edip, 'Şu salonda konuşalım' dediğimiz bir şey yok. Ama yerelde bazıları araştırmak, sormak için girişim yapmışsa onu bilemem."

"NE BÖYLE BİR KONUŞMA GEÇTİ, NE BÖYLE BİR GÜNDEM OLDU"

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanmasına tepki olarak başlattığı yürüyüş ve CHP yönetiminin iddialarına dair soruya ise Kalın, "Sayın Kılıçdaroğlu bugüne kadar böyle birçok iddia ortaya attı. Hangilerini ispat etti, ona bir bakmak lazım. Bir muhalefet liderinin ciddiyetiyle bağdaşmayacak iddialar bunlar. Bunu ispatlasınlar, neredeymiş bu servet, bu para?" yanıtını verdi.

Kalın, aynı şekilde "yargıya müdahale" iddiasının da ispatlanması gerektiğini belirterek, "Hangi yazıyla, hangi kararnameyle, hangi dosyayla ilgili, hangi davayla ilgili böyle bir müdahale yapılmış? Buyursunlar bunları ispatlasınlar." dedi.

Bir başka CHP Genel Başkan Yardımcısının da bir iddia ortaya attığına değinen Kalın, "Geçen hafta İstanbul'da yapılan medya iftarında güya Cumhurbaşkanımız talimatlar vermiş. 'Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşünü görmezden gelin' diye. Yine aynı şekilde buyursunlar ispat etsinler. Nerede söylenmiş bu? Ne zaman söylenmiş? Ben başından sonuna kadar oradaydım. Ne böyle bir konuşma geçti ne böyle bir gündem oldu. Kendileri gündem olamıyorsa bu onların sorunu. Faturayı yine nasıl Cumhurbaşkanımıza çıkarttıklarını anlamakta zorlanıyorum. Türkiye'de adalet noktasında bir arayış içindeysek burada hangi tehditlerle karşı karşıya olduğumuzu doğru tespit ederek bu mücadeleyi vermemiz lazım." diye konuştu.

Kalın, Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) bu ülkeye, bu ülkenin başına açtığı işlerinin ortada olduğunun, geçmişte adaleti, yargı sistemini, hukuku nasıl manipüle ve istismar ettiklerinin herkesçe bilindiğinin, bütün bunlardan ders çıkartarak bir adalet arayışı üzerine konuşulması gerektiğinin altını çizdi.

"ŞİMDİ DE FETÖ ELEMANLARINA KAPILARINI AÇIYORLAR"

15 Temmuz darbe girişiminde hayatını kaybedenlerle ilgili anma programları ve firari FETÖ üyelerine ilişkin bir soruya ise Kalın, "Almanya'ya 'FETÖ üyelerinin iadesi amacıyla resmi talepte bulunulmadığı' iddiası doğru değil. Adalet Bakanlığı üzerinden bir süreç yürütülüyor. Başvurular yapılıyor, dosyalar iletiliyor." dedi.

Kalın, bundan bağımsız olarak Türkiye'de darbe girişimine karıştığı açıkça belli olan asker veya sivillerin iltica başvurusunda bulunduğunda Türkiye ile iyi ilişkileri olan, darbe girişiminin nelere mal olduğunu görmüş ülkelerin vermesi gereken tepkiye ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 

"Böyle bir şeyi neden üzerinize alırsınız? Bunun Türkiye ile Almanya arasında sorun teşkil edeceğini görmez misiniz?" ifadelerini kullanan Kalın, şöyle devam etti:

"Sanki bunlar yokmuş gibi bu adamlara kapılar açılıyor. Avrupa'ya, Amerika'ya, başka yerlere kaçarak rahat bir şekilde orada operasyonlarını yapmaya devam ediyorlar. Bunun tersi olsaydı, Almanya'da darbe girişiminde bulunmuş bir örgütün üyeleri Türkiye'ye kaçsaydı ve biz onlara kapılarımızı açıp, şu veya bu gerekçeyle bu kişilerin burada rahatlıkla Almanya karşıtı kampanyalar yapmasına göz yumsaydık Almanya'nın tepkisi ne olurdu? Veya Amerika'nın veya bir başka ülkenin tepkisi ne olurdu?

Şimdi biz aynı tepkiyi gösteriyoruz. Bu tepkiyi gösterince 'Türkiye çok agresif tepki veriyor' diyorlar. Bakın burada bu ülkenin demokrasisine, hukuk sistemine kasteden bir darbe girişimi yapıldı. Bunu bu adamlar yaptı. Niye kaçtıkları belli. Nasıl PKK hücrelerine kapılarını açtılarsa şimdi de FETÖ elemanlarına kapılarını açıyorlar."

Kalın, terörle mücadeledeki çifte standartlar ve ikiyüzlülük meselesinin buralarda karşılarına çıktığını söyledi.

Ne kadar Türkiye karşıtı grup, örgüt varsa Almanya'da devletin imkanlarıyla, Türkiye aleyhinde faaliyetlerde bulunduğuna dikkati çeken Kalın, buna Türkiye'nin tepki göstermesinin doğal olduğunu belirtti.

Kalın, "O konudaki taleplerimiz son derece meşru ve bu mücadelemiz her platformda devam edecek. Görünen o ki bir yandan bazı Avrupalı liderler 'Biz 15 Temmuz'un gerçek boyutlarını kavrayamadık' derken, diğer yandan bunun tam tersi bir hareket tarzı içerisinde olduklarını görüyoruz. Gerçekten Türkiye'de demokrasiden, hukukun üstünlüğünden yana olsalardı bir kere darbe konusunda daha farklı bir tavır sergilerlerdi. Ayrıca darbeciler ya da darbe zanlılarıyla herhalde bu kadar içli dışlı olmazlardı." değerlendirmesinde bulundu.

Sayfa Yükleniyor...