KKTC damgası Yunanistan'a girmeye engel

NTV Almanya muhabir Fulya Canşen, pasaportunda belirtilen Almanya’da süresiz oturma hakkına rağmen neden Yunanistan’a giremedi?

Gazetede okudum 25-31 Ağustos tarihleri arasında Midilli adasında “Sınırlara Hayır Kamplar” adlı, mültecileri konu alan bir konferans düzenlenmiş. Almanya’da yaşayan bir gazeteci olarak bu konferansa katılabilmeyi çok isterdim. Hem yıllar önce Almanya’daki mülteci kamplarına defalarca gidip haber yaptığım için konuya yabancı değilim hem de şu şıralar Midilli’nin tam karşısında, Dikili’de ikamet ediyorum, üstelik vaktim de var. Ancak benim bu adaya, sadece bu ada değil bütün Yunanistan’a girmem yasak. Nedeni pasaportumdaki KKTC damgası. Geçen hafta Radikal 2'de okuduğum Cavidan Soysal’in bilgilendirici yazısı bana kendi başımdan geçen bir başka “sınırlar” hikayesini anımsattı. Paylaşmadan edemedim.

Her yaz Ayvalık yakınlarındaki Dikili’de tatil yapıyorum ve Dikili’deki küçük evimin balkonundan her gün Midilli’yi seyrediyorum. Bu güzel olduğunu düşündüğüm Yunan adası, özellikle geceleri ışıklar yanınca o kadar yakın görünüyor ki, yüzerek bile ulaşılabilecekmiş hissi uyandırıyor. Birkaç yıldır yaz aylarında Ayvalık ile Midilli arasında her gün, Dikilli ile Midilli arasında ise haftanın üç günü feribot seferleri düzenleniyor. Türkler icin Yunanistan vizesi almak pek kolay olmadığından bu feribotların yolcularının coğunu Yunan ya da yabancı turistler oluşturuyor. Midillililer genellikle sabah feribotuyla geliyor, limanda bekleyen otobüsler ile Bergama ya da Ayvalik’a gidiyor, alışveriş yaparak aynı gün geri dönüyorlar. Dikili - Midilli arasındaki yolculuk en fazla iki saat sürüyor.

Ben oldum olası adaları severim. Son on yıl içerisinde en az on kez Kıbrıs’a gitmişimdir mesela. Beni sadece Kıbrıs’daki siyasi gelişmeler ilgilendirmiyor, Girne sokaklarında dolaşmayı, limanda kahve içmeyi, ada halkıyla sohbet etmeyi de çok seviyorum. Bu yüzden Midilli seferleri başladığından bu yana Dikili’de tatil yaptığım her yıl karşıya geçmeyi planlar, planımı gerçekleştiremediğim her seferinde de kendime kızar dururum. Sonunda şeytanın bacağını kırdım ve akşam feribotuna biletimi alarak yola koyuldum. İki saate yakın süren yolculuk, kaptanın ikram ettiği kahve, beyaz köpüklü dalgalar ve martılar eşliğinde kısa sürede bir şenliğe dönüştü. Feribot kıyıya yaklaştıkça benim heyecanım artıyor, ada yavaş yavaş seçiliyordu. Hele limanı görünce sanki Girne’ye gidiyormuşum hissine kapıldım. En büyük merakım, Kuzey ve Güney Kıbrıslılardaki benzerliği Midilli ve Dikili halkında da görüp göremeyeceğim idi. Feribot durdu, gümrükte elimde pasaport sıraya girdim. Pasaportumdaki Almanya’ya ait kocaman süresiz oturma hakkım sayesinde adaya kabul edileceğimden adım gibi emindim. Pasaportumu kontrol eden polis memurunun söylediği Yunanca cümleleri anlamadığım için İngilizce karşılık vererek, bir sorun olup olmadığıni sordum. O da beni anlamadı, Almanca denedim yine anlamadı. Sonra yanıma feribotta tanıştığım Yunanca bilen bir Türk yaklaştı ve beni adaya sokamayacaklarını söyledi.

- Neden?

- Pasaportunuzda KKTC damgası varmış.

- Eeee ne olmus yani, pasaportumda daha bir sürü damga var, buna rağmen Sengen anlaşmasına imza atan bütün ülkelere girip çıkabiliyorum. Yunanistan da bunlardan biri.

- İyi ama siz onların yasak olarak kabul ettiği bir gümrük kapısından giriş yapmışsınız.

- Tamam da ben Kuzey’den Güney Kıbrıs’a bile geçtim.

- Hanimefendi adamların yapacakları bir şey yok, kural böyle, sizi adaya sokamıyorlar.

Benim daha fazla ısrar etmem, üstleriyle görüşme talebim, aslında bana son derece kibar davranan polislerin oraya buraya telefon etmesi de olumlu bir sonuç doğurmadı. Şimdi en önemli sorun, adaya giremediğime göre, benim geceyi nerede geçireceğimdi. Polislerin feribotta uyuyun önerisine şiddetle karşı çıktım. Hiçbir yere kıpırdamayacağımı, gerekirse gece boyunca, gözümü kırpmadan ayakta bekleyeceğimi söyledim. Bunun üzerine beni bürolarına aldılar, birkaç yere daha telefon ederek beklememi söylediler. Bir saat sonra elime imzalı bir belge tutuşturup, limana yakın bir otelde kalmama, sabah sekizde yine orada olmam kosuluyla izin verdiler. Verdiğim mücadele beni o kadar yormuş ve o kadar sinirlendirmişti ki, gücüm ancak limandaki bir lokantaya yürümeye yetti. Adaya olan merakım silinivermişti. İcimden de “bir daha mı, asla gelmem ülkenize” diye söylenip duruyordum. Yediğim enfes yemekler ve yarım şiıe recina şarabı sinirimi yavaş yavaş tatlı bir rehavete dönüştürmüştü. Beni önce Yunan sanan garsonlarla giristiğim yarı Türkçe yarı Yunanca biraz da İngilizce karışık sohbet dikkatimi yeniden bulunduğum yere çevirdi. Etrafima meraklı gözlerle baktım, Midilliler bize öyle benziyorlardı ki, kendimi elimde olmadan evimde hissettim. Sicaga ve sivri sineklere rağmen o gece kısa ama, kafalarda değil, bir gün kağıtlardaki sınırların da kalkacağı günün rüyasını görecek kadar güzel uyudum. Sabah altıda uyanıp, adayı ışık hızıyla dolaşmayı planlamıştım çünkü. sekizde aynı polis memurları beni karşıladılar. Biri sağımda biri solumda, feribota bindik. Dışarıdan bakıldığında üç kişilik oyun, bir suçlu iki polisten ibaretti. Asıl suçluların ben ve onlar olmadığını bildiğimiz için bu oyundan ne Midillililer ne de ben rahatsız olduk. Bana Yunanca birkaç cümle kurdular. Sanıyorum özür diliyorlar ve sorumluluğu politikacılara atıyorlardı. İki fincanlık kahve içimi sonunda, yine evimin balkonundaydım ve yine Midilli bana sadece birkaç kulaç atımı kadar yakındi. Bütün sınırlara rağmen.

Sayfa Yükleniyor...