Rejim yıkıldı, peki ya şimdi?

Tunus’u Mısır takip etti. Peki iki ayaklanma ne kadar benzer? Sonrası için neler vaadediyor?

Rejim yıkıldı, peki ya şimdi?

Son bir ayda Arap dünyasına kısa bir söz dizisinde vücut bulan kuvvetli bir haykırış yön verdi: “El-şab, yurid iskat el nizam! - Halk rejimin yıkılmasını istiyor!”.

Tunus’un merkezindeki Habib Bourgiba Caddesi bu sloganla çınladı yaklaşık iki hafta boyunca. Sonuç, Zeynel Abidin Bin Ali’nin 23 yıllık rejiminin yıkılması oldu. Aynı slogan benzer bir zaman aralığı içinde Mısır’ın başkenti Kahire’nin sokaklarında yankılandı.

29 yıllık Hüsnü Mübarek iktidarı bu kısa sloganı haykıran onbinler tarafından noktalandı. Peki şimdi ne olacak? Slogan ve yöntem aynı olsa da diktatörlerinden kurtulan Mısır ve Tunus halklarını farklı gelecekler bekliyor. Bundan sonra “demokrasiyle yönetilen ülke” sıfatını taşımaya Tunus şimdilik Mısır’dan daha yakın duruyor.

İKI AYAKLANMANIN YAPISI
Benzerlikler:
Tunus ve Mısır’daki halk ayaklanmalarının birçok ortak yönü var. Öncelikle her iki toplum da uzun yıllardır baskıcı ve gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış yönetimlerin boyunduruğundaydı –ki tam da bu noktada Bin Ali ve Mübarek’in demokrasi standartlarını belirleyen Batılı devletler tarafından sürekli sırtlarının sıvazlandığını birkez daha hatırlatmakta fayda var-. Bu rejimlerin iktidar çeperinde oldukça dar bir çevreye sınırsız zenginlik, halkın büyük bir bölümüne de yoksulluk ve yoksunluk sunması, bekalarının güçlü kolluk kuvvetlerinin –özellikle polis ve gizli polis – halka yaydığı korkuya dayanması diğer benzerlikler.

Elbette Habib Bourgiba Caddesi ve Tahrir Meydan’nı dolduran kitlelerin yani halkın fiilen başkaldıran kesimlerinin toplumsal profilleri de bu iki hareketin ilişkilendirilmesini mümkün kılan en büyük etken. Hem Tunus Hem de Mısır’da başkaldırının başarısı ne islami örgütlere ne de sol geleneğe mensup muhalif örgütlere mal edilemez. Çoğunluğu orta sınıf mensubu 18-35 yaş arası kitle her iki ayaklanmada da başat rol oynadı. Küresel ekonomik krizin diğer birçok yerde olduğu gibi bu iki ülkede de gelir dağılımı uçurumunu derinlştirmesinden, gelecek kaygısı içindeki bu kesim etkilendi en çok. “Başka bir dünya mümkün!” diyen bu kitle, gençliklerini, orta yaşlarını ve ihtiyarlıklarını, Bin Ali ve Mübarek’le yaşayan “böyle gelmiş, böyle gider” diyen kitlenin ataletini benimsememişti.

Dünyayı tamamen rejimin kontrolündeki televizyon ve gazetelerden değil, internet, uydu kanalları ile izliyorlardı. Kaygıları ortaktı; işsiz kalmak istemiyorlardı, polisin günlük hayatlarının üzerinden kalkmayan gölgesinden usanmışlardı. Onurunu yitirmiş, kimliksiz, Batı’nın uydusu olmuş bir ülkenin vatandaşı olmaya tahammülleri kalmamıştı. Yangını 26 Aralık’ta Tunus’lu Muhammed Buazizi çıkardı. Manav tezgahına izinsiz olduğu gerekçesiyle el konulan 26 yaşındaki bu genç üzerine döktüğü tineri ateşe verdi, onun alevi önce Tunus’u ardından haftalar sonra Mısır’ı sardı. Sosyal paylaşım ağları hızla devreye girdi Buazizi’nin facebook ve twitter’dan paylaşılan resimlerine eylem randevuları eşlik etti. Ellere Tunus bayrakları alındı.

Temel slogan rejimin yıkılmasını istiyoruz olarak benimsendi. Hiçkimse bu ayaklanmanın dışında bırakılmadı-kalmadı çünkü hareket en geniş ortak paydada buluşmuştu: Tunuslu olmak ve rejimin değişmesini istemek. Ne, yorgun ve güçsüz muhalefet partileri, ne en diri güçlerden büyük işçi sendikası, UGTT, ne de başı Bin Ali tarafından serçe ezilmiş olan zayıf İslami hareket El-Nahda lider bir figür olarak ortaya çıktı ayaklanmada. Hepsi çokluğun içine karıştılar. Ordu halka silah çevirmeyi reddedince Bin Ali’nin kaçmaktan, milislerinin de saklanmaktan başka çaresi kalmadı.

Mısır’daki ayaklanmayı, başta ülkedeki belki yegane örgütlü muhalif güç Müslüman Kardeşler’in komplosu olarak görenlerin Tahrir’in gerçek anlamda partiler, hareketler ve sınıflar üstü bir demokrasi meydanı olduğunu anlamaları da zaman aldı. Oysa Tahrir’deki slogan Tunus’takiyle aynıydı, başkaldırı ruhu da. Mübarek’in henüz yüzbinler toplanmadan ayaklanmayı bastırmak için denediği kirli yöntemler de Bin-Ali’ninkini andırıyordu. Kendisine bağlı olan polisine sınırsız şiddet kullanma yetkisi vermek ve gizli polislerini bir avuç taraftarıyla birlikte halkın ve gerektiğinde yabancı basın mensuplarının üzerine sürmek. Ancak Mısır Ordusu’nun tavrı Tunus’taki meslekdaşlarınınki gibi olunca durum değişti. Asker halkla karşı karşıya gelmeyi istemedi. Mübarek rejiminin anahtarı ayaklanmanın son 2 gününde tamamen ordunun eline geçti.

Farklılıklar
İki ülke ve toplum arasında özeti bile sayfalar sürecek tarihi ve jeostratejik farklılıkların yanısıra belki de bundan sonraki süreci belirleyecek bir büyük fark daha var: Ordu! Tunus’ta ordu süreci izleyici konumunu - en azından görünürde – hep korumayı bildi. Geçiş hükümetiyle halkın pazarlığına izin verdi.

Mısır’da ise ordu artık yönetimin fiilen de yeni sahibi. Mısır ordusu geleneksel olarak siyasetin başlıca aktörü. Öncelikle tüm devlet başkanlarını bünyesinden çıkaran yapı. Ülke ekonomisinin yüzde 10’unu bizzat ya da dolaylı olarak bulunduğu teşebbüsler üzerinden elinde tuttuğu ifade ediliyor. İsrail’den sonra, Amerikan yardımlarının geleneksel olarak en yoğun gönderildiği ikinci durak. Ordu yer yer iktidar seçkinlerini üreten, iç ve dış politikada statükoyu sağlayan en önemli güç.

Mısır’daki gelişmeleri büyük bir endişeyle izleyen İsrail’e derin bir nefes aldıran açıklamanın da sahibi: “Tüm uluslararası anlaşmalara bağlı kalacağız!”. 32 yaşındaki Mısır-İsrail barış anlaşmasının –en azından bir süre daha- yürürlükte kalacağı yönündeki açıklama, Refah sınır kapısının açılarak Gazze’ye yönelik ambargonun delinmesini isteyen Hamas yönetiminin hevesini daha en başta kursağında bırakmış olsa gerek.

SONRASI
Hem Tunus’ta hem de Kahire’de sokaklara dökülüp onyıllar sonra haykırabilmenin verdiği güçle sesi kısılana kadar slogan atan, “halk rejimin devrilmesini istiyor!” sözlerini yüzlerce kez tekrarlayanların bir ortak yanı daha vardı. Bundan sonra ne olacağı yönündeki soruya verdikleri muğlak yanıtlar.

Her iki coğrafyada da temel görüş “rejimden kurtulduk ya artık herşey çok kolay!” şeklindeydi. Beklentiler “demokrasi ve özgürlük istiyoruz” kadar temel ancak bir o kadar da genel kavramlarla ifade ediliyordu. “Peki eski rejim yavaş yavaş yeniden yeşerirse ne olacak?” sorusuna verilen yanıt da ortaktı “köklerini kazımadan sokağı terketmek yok!”. Arap halkları birbiri ardına sokağa dökülüyor. Birşey kesin, bu coğrafya bir daha asla eskisi gibi olmayacak.

Siyaset bilimi ve sosyolojinin temel akımlarının kavram ve analizlerini gözden geçirmesinde fayda var. Sokak diliyle ifade etmek gerekirse: Artık olmaz olmaz dememek lazım! Yaşananlar yüzbinlerin sınıf, din ve etnik kimlik özdeşliği olmaksızın asla devrilmez denen rejimleri nasıl alt ettiğini gözler önüne serdi. Ancak bundan sonra nasıl bir yönetimin geleceğine de dikkat etmek gerekiyor, özellikle de toplumsal örgütlenmenin en alt seviyelerde olduğu bu coğrafyalarda. Mevcut dinamikler bir rejimi yıkabildi ancak acaba bir yenisini kurmayı başarabilecek mi? Sokakların gündelik siyesete yön verebildiği Tunus’ta bu şimdilik daha mümkün gözüküyor. Halkına silah çevirmese de statükoyla hiçbir sorunu olmayan ve antiemperyalist bir geleneği bulunmayan ordunun 6 aylığına yönetimi devraldığı Mısır’da ise durum daha farklı. Sokakların, kazanımlarını daha yakından, ısrarla ve örgütlü bir biçimde takip etmesi gerekebilir. O sokaklarda birlik görüntüsü sergileyen kalabalığın da isyan ateşinin dinmesiyle siyasal yelpazenin farklı renklerine bürünüp birbirine karşı cephe alması da sözkonusu üstelik.

Sayfa Yükleniyor...