Ali Babacan'dan CHP'nin ''Merkez Türkiye'' projesine yorum

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, CHP’nin ''Merkez Türkiye'' projesini G20 dönem başkanı olarak kendisinin bile anlamadığını belirterek, ''Proje açıklıyorlar; Türkiye'nin neresinde, hangi bölgesinde olacağının bile ismi yok'' dedi.

Ali Babacan'dan CHP'nin ''Merkez Türkiye'' projesine yorum

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Diyarbakır'da NTV/CNBC-e ortak yayınında NTV Ankara İstihbarat Şefi Ahmet Ergen'in sorularını yanıtladı.

Çözüm süreci ve sürecin bölge ekonomisine etkisi ile başlamak istiyorum. Nasıl bir gözleminiz var Diyarbakır'daki faaliyetleriniz sonrasında? Ve rakamlar bölge ekonomisi açısından bu sürecin nasıl bir etkisi olduğunu gösteriyor? 

Ziyaret ettiğimiz bütün bölge illerinde çözüm sürecinin getirdiği olumlu atmosferi canlı yaşıyorsunuz. Şanlıurfa'da gece yarısı sokaklar kalabalık. Diyarbakır'da gece 2-3'e kadar sokaklar canlı. Türkiye'nin dört bir yanından dünyanın pek çok ülkesinden insanlar geliyor buraları yeniden keşfediyor. Bu huzur ve güven ortamının bir şehre neler katabileceğinin canlı örnekleriyle Güneydoğu Anadolu bölgemizde görüyoruz. İstikrar varsa, siyasi istikrar zemini kuvvetliyse ve güven ortamı varsa bu hem sosyal hayatı hem iş hayatını çok olumlu etkiliyor. Sanayi yatırımları özellikle uzun vadeli yatırımlarında güzel örneklerini görüyoruz. Dolayısıyla bunun olumlu sonuçları görüyoruz. Önemli olan Türkiye'deki bu istikrar zemininin güçlü bir şekilde devam etmesi. Güçlü bir siyasi irade olunca bütün bunlar oluyor.

Örneğin bölgenin ihracatı açısından rakamlar nereden nereye geldi? Üretimdeki artış işsizlik gibi verilerde nasıl bir değişim yarattı?

2002 yılında baktığımızda bu bölgedeki şehirlerimizin ihracat rakamlarına 3 milyon 5 milyon dolar gibi küçük rakamlar. Oysa şu anda ilden ile değişiyor ama 80 milyon 100 milyon 500 milyon gibi ihracat rakamları söz konusu. Gaziantep'in 6 milyar dolarını yine söylemekte fayda var. İşsizlik konusu ilden ile yine değişiyor. Maraş gibi Antep gibi illerimizde çalışacak elaman bulmakta güçlük çekerlerken bazı illerimizde hala işsizlik oranlarının yüksek olduğunu görüyoruz. İşsizliğin çözümü sanayi yatırımlarında. Zaten tarımda ücretsiz aile işçisi dediğimiz çalışanlarımız tarım potansiyelimize göre orada bir istihdam zaten oluşuyor. Bölgede turizmin canlanması hizmet sektöründe de artmasına işsizlik oranlarının düşmesine yardımcı olacak. Bu çözüm sürecinin sanayi yatırımlarına olan etkisi açık şekilde ortaya çıkmış durumda.

GAP kamu desteği ile yürüyen bir proje anlamında ciddi bütçe ayrılan bir uygulama oldu. Buna paralel diyebileceğimiz özel sektörden beklentileriniz neler?

GAP projesi bölgenin gerçek potansiyelini ortaya çıkarmak için çok önemli. Özel sektörün yatırımları için daha uygun bir iş ortamı oluşturmak adına son derece önemli. Sulama hem Diyarbakır hem Şanlıurfa olsun çok geniş düz ovalar var. Ama önemli olan suyun etkin kullanılması. Dolayısıyla sulama ile ilgili projeler GAP çerçevesinde son derece önemli olacak. Hemen yanında altyapı yatırımları. Bölgede pek çok ilimiz birbirine duble yollarla bağlanmış durumda. Organize sanayi bölgelerini altyapısı ile birlikte devletin kurguladığını düşündüğünüzde özel sektörümüzün bu bölgeye yatırım yapmak için çok daha fazla sebebi olacak. Teşvikler zaten özellikle Güneydoğu Anadolu bölgemiz için maksimum seviyede. Teşviklerimiz daha çok vergi indirimi şeklinde uygulanan teşvikler. Arazi ile ilgili teşvikler var ama bunlar dönem dönem şehir şehir değişebiliyor. Ama pek çok noktada yatırım için uygun arazi temini de mümkün. Yatırımcının asıl baktığı ülkedeki istikrara durumu, bölgedeki güvenlik durumu ve yatırım yaptığı zaman 5 sene sonra 10 sene sonra 15 sene sonra bu yatırımın karşılığını rahat alırım diye o güvenceyi içinde hissetmesi çok önemli. Bu ortamda çok önemli ölçüde yakalanmış durumda. Çözüm sürecinin pek çok cephesi var. Devletin vatandaşıyla artık yeni bir sözleşmesi var. Çözüm sürecini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin temel hak ve özgürlüklerini doyasıya yaşayabilmesi olarak tanımlıyoruz. Ama aynı zamanda devletin merkezi hükümetin ve yerel yönetimlerin etnik kökeni ne olursa olsun mezhebi ne olursa olsun tüm vatandaşlarını aynı samimiyette kucaklayabilmesi. Bununla birlikte artık şiddetin bir yöntem olmaktan çıkması. Varsa farklı fikirlerin, görüşlerin siyaset ortamında tartışılması. Terörün kalıcı şekilde son bulması ve silahların bırakılması tabi çözüm sürecinin olmazsa olmaz şartı. Bununda özellikle HDP'nin kendi kendini sorgulaması, örgütle bağının ve yapısının yeniden sorgulanması ve açık bir tercihte bulunması gerekecek. Biz bir siyasi parti mi olacağı yoksa bir terör örgütü olmaya devam mı edeceğiz diye bir tercihte bulunmaları gerekiyor. Bizim Kürt kökenli vatandaşlarımızın dahi yüzde 80'i çözüm sürecini artık destekliyor. Güvenin, huzurun meyvelerini rahatlığını yaşadılar. Dolayısıyla bunun ısrarla devam etmesi lazım.

Son seçimler döneminde ilk kez ekonominin öne çıktığı bir süreç yaşıyoruz. Ekonomide bir sıkıntı olduğunun işaretidir bu deniyor bu yoruma katılır mısınız?

Bu seçimler çok önemli. Dünyadaki konjonktürün oldukça enteresan olduğu bir dönemden geçiyoruz. 2008 krizinin etkisi hala devam ediyor. Hala Avrupa'da bir toparlanma yok. Dünya ticareti kriz öncesine göre yarı yarıya daha düşük artıyor. Bir yandan Amerika bir yandan Avrupa merkez bankalarının uyguladığı politikalar kurlarda şiddetli hareketlere sebep oluyor. Petrol fiyatlarını 40 dolara düştü tekrar 65 dolara çıktı. Suriye, Irak, Yemen, Libya, Mısır'da askeri darbe rejimi var. Rusya'nın Ukrayna ile olan ilişkilerinin yeni bir şekilde aldığı bir dönemdeyiz. Türkiye'nin kendi içindeki birlik beraberliğini koruması ve siyasi istikrarını koruması belki de hiçbir dönem olmadığı kadar bugün önemli. Bölgemiz, dünya güllük gülistanlık olsaydı Türkiye belki daha farklı seçim sonuçlarıyla işi götürebilirdi. Ama güçlü bir siyasi istikrarın devam etmesi olmazsa olmaz bir şart artık. Koalisyonların bir ülkeyi ne hala düşürdüğünü Avrupa'da çok net gördük. Bizde önceki koalisyon hükümeti döneminde sadece 3 buçuk yıl iktidarda kalmışlar ve kümülatif enflasyonu yüzde 303. Dolar kuru 4.2 kat artmış o dönemde. Kamunun borcu 29 katrilyondan 236 katrilyona çıkmış o dönemde. Siyasi istikrar zarar gördüğünde, ekonomik programın bir sahibi olmadığında ne hala düşmüşüz. Böyle bir tablo Türkiye'nin ekonomisini ciddi anlamda zarara sokabilir. Önümüzdeki dönemle ilgili yapısal reformlar dahil, ekonomik hedeflerimiz dahil her şeyi açıkladık ama bunların güçlü bir irade ile uygulanması gerekiyor.

Muhalefetin seçim taahhütleri ile ilgili kaynak maliyet tartışması başladı. Ekonomik göstergelere etkisini nasıl görüyorsunuz onların hayata geçmesi halinde?

2002'de öyle bir tablo devraldık ki hiper enflasyona gelmişti Türkiye artık. Tek haneli enflasyonu sadece bizim dönemimizde gördük. Daha önce enflasyonun hep bu kadar yüksek olmasının sebebi şu anda olduğu gibi partilerin popülist tavırları ve vaatleri. Ben her aileye iki anahtar vereceğim diye genel başkanlar vardı. Emekli maaşları olsun, asgari ücretler olsun ölçüsüz arttıracağını söyleyenler oldu. Eğer gerçek anlamda bir kaynağa dayanmayan bir harcama yaptıysanız veya taahhüdüne girdiyseniz merkez bankasına dönüp para bastırma gibi bir yola başvuruyorsunuz. Bunu söyleyen partilerin geçmişine bakın bunların hepsinde Türkiye hiperenflasyon yaşamıştır. Neredeyse açık arttırmayla ortaya atılan taahhütlerin yolu Türkiye'de enflasyon üretmek olacak. Aslında söylemedikleri kaynak enflasyondur. Asgari ücreti yüzde 50 arttırırken tekrar Türkiye'de yüzde 80- yüzde 100 enflasyon üretilecek bir döneme memleketi sokmaktır. Yüzde 50 maaş artışı yapabilirsiniz ve para basarak bunu karşılarsanız arkadan gelecek enflasyon o artının tamamını siler götürür. Fiili olarak halkımızın satın alma gücü düşer. Yıllarca bu yaşandı. Son 12 yılda düşen enflasyonla birlikte halkımızın satın alma gücü yükseldi. Maaş artışından daha fazla piyasada fiyatlar artıyorsa o artış gerçek bir artış değildir. Dolayısıyla bu projelerin fikirlerin tümünün uygulanması Türkiye'de çok yüksek bir enflasyonu beraberinde getirir. Bunu 13 yıl bütçe yapan bir hükümetin kabine üyesi olarak söylüyorum size. Açıklanana bütün bu projeler Türkiye'nin tekrar eski laçka politikalara dönmesini öneren politikalardır. Bunlara da halkımızın inanacağını biz düşünmüyoruz. Doğru politikalarla nasıl satın alma gücü yükseldi bunu yaşadık gördük.

Ana muhalefet partisi Türkiye'nin Ekonomik Yükselişi başlıklı 'Merkez Türkiye' projesi açıkladı. 20 yılda yüzde 6 büyüme hedefi, 20 yılda 200 milyar dolar yatırım, 1 milyon 200 bin kişiye istihdam gibi taahhütleri nasıl değerlendirirsiniz?

Ana muhalefet partisi hayal üretmeye devam ediyor. Ne söylerim de nasıl farklı kesimlerin gözünü boyayabilirim diye bir çaba içine girmiş. Bunlar seçime iki hafta kala apar topar böyle seçim otobüslerinin arka odasında hazırlanan projeler. Proje açıklıyorlar Türkiye'nin neresinde hangi bölgesinde olacağının bile ismi yok. Çünkü böyle bir şeyi şu şehirde yapıyorum dese diğer bütün şehirleri kızdıracaklar küstürecekler. Acaba birilerini daha kandırabilir miyiz diye hazırlanan şeyler. Bir hayal ürünü projeyi daha açıklamış olabilirler. Çok detaylarını da incelemedim açıkçası şöyle basından biraz okudum. G20 dönem başkanı olarak 20 en büyük ekonominin bakanlar komitesinin başkanı olarak ve her ülkedeki hangi proje nasıl  yürüyor hangi ekonomik program nasıl sonuç veriyor onu da bilen bir kişi olarak ben dinlediğimde anlamadım bu projeyi. Demek ki bu bir hayal. Daha somut ayağı yere basan projeler gelirse muhalefet partilerinden biz de daha ciddiyetle inceleriz ama onun dışında çok üzerinde durmaya değer görmüyorum.

Halihazırdaki ekonomide ilk çeyreğe yavaş başladığımıza yönelik işaretler var. Büyüme de durum nasıl?

Öncü göstergeler elimizde kati rakamlar 10 Haziran'da açıklanacak. İlk çeyrek hem Türkiye'de hem dünyada oldukça hareketli bir dönemde. 10 Haziran'da tam değerleri göreceğiz. Ama önemli olan yılın tümüne bakmak lazım. Seçim döneminden sonra ekonomide daha hızlı bir tablo göreceğimize inanıyoruz. Her seçim bir miktar tereddüde bekle gör tutumuna sebep oluyor. Seçim sonrası güçlü bir istikrar zeminin korunduğu ve güçlü bir siyasi iradeyle ekonomi politikalarının devam edeceği ki şu andaki bütün göstergeler buna işaret ediyor ve hızlı toparlanacağımızı işaret ediyor.

Enflasyonda yıl başından bu yana devam eden bir yükseliş eğilimi var. Yılın kalanında enflasyon için öngörünüz nasıl?

En son merkez bankamızın enflasyon raporunda yüzde 7'ye yalın bir rakam görüyoruz orada. Gıda ile gıda hariç ürünleri ayrı ayrı değerlendirdiğinizde çok farklı bir tablo var. Bu yılın geri kalan kısmında enflasyonun temel belirleyicisi gıda ürünlerinin fiyatları olacak. Bu da merkez bankamızın çok direk olarak kontrol edemediği bir alan. Gıda komitesini kurduk, ilgili bütün kurumların müsteşarları var. Onlar artık ürün ürün analiz yamaya başladılar. Bazen bakıyoruz ürünün üreticideki fiyatı 2 lira pazardaki fiyatı 10 lira. Arada ne oluyor? Biz arzu ediyoruz ki hem üreticilerimizin eline makul getiri sağlasın ama aynı zamanda tüketici açısından makul fiyatlara alınabilecek ürünler olsun.

Merkez Bankası'nın elini güçlendirmek için gıda komitesi bir adım atar mı yakın zamanda? Bir de ne tür adımlar atması gündemde?

Takvimlendirmek çok kolay değil çünkü her ürün için farklı konular söz konusu. Ürün destek konularımız var bizim. Bazı ürünlerde devlet ürün satın alma yoluyla fiyat oluşturuyor. Bazı ürünlerde dönüm başına destek veriyor bazı ürünlerde kilogram başına destek veriyor. Gümrük ticaret bakanlığından, ekonomi bakanlığına, hazineden maliyeye, merkez bankasına, sanayi bakanlığına kadar pek çok kurumumuz artık beraberce çalışacaklar bu konularda. Ortak akıl ve tek bir perspektif oluşacak ve bunun er ya da geç faydalarını görürüz. Bazı ürünler için karar almak daha zor olabilir. İthalatın yoğun olduğu ürünlerde de daha farklı daha sert uygulamalar söz konusu olabilir.

İstihdam konusunda seçime bağlı ya da seçimden sonra bir canlanma bekleyelim mi?

Aslında Türkiye'de yine enteresan bir dönemden geçiyoruz iş gücü piyasaları açısından. Türkiye'de istihdamın aslıdan hızla arttığı bir dönemdeyiz. Son krizden bugüne baktığımız dönemde istihdam çok çok arttı. 2009'dan bugüne 6 milyon 300 bin kişiye ilave istihdam oluştu Türkiye'de. Dolayısıyla Türkiye'de çalışanların sayısı hızla artıyor. Geçen sene yüzde 2.9 büyüdük fakat çalışanlarımızın sayısı yüzde 5.5 arttı. İç dinamikle rolumlu fakat iş gücüne katılım istihdam oluşumundan çok daha hızlı artıyor. Eskiden çalışmayı tercih etmeyen vatandaşlarımızda artık çalışmak için daha gayretli. Örneğin geleneksel iş gücüne katılma oranı kadınlarda yüzde 30 erkeklerde yüzde 70 mertebelerindeyken son 3 yılda yeni işe başlayanlara sorduğumuzda yüzde 46'sı kadın yüzde 54'ü erkek. Biz daha çok yatırım yapmalıyız, daha çok iş sahası açmalıyız ki bu yüksek işgücüne katılıma katkı sağlayacak ve işsizliğin artmamasına hatta gerilemesine sebep olacak bir tabloyu oluşturabilelim.

Muhalefetin görüşünde inşaata dayalı büyüme modelinden vazgeçilsin şeklinde. Buna yönelik olarak büyümede yeni bir başarı hikayesi yaratmak adına inşaatın ağırlığı nasıl kırılacak?

İnşaat sektörü bizim için çok çok önemli bir sektör. Gelişmekte olan ekonomiler değil gelişmiş ekonomilerde dahi inşaat sektörünün yüksek bir payı olduğunu görüyoruz gayrisafi yurtiçi hasılada. Fakat inşaat sektörü diyince bir sürü alt sektörler var. Bir fabrika inşaatı yapıyorsak ve orada üretim yapacaksak oradan da ihracat yapacaksak problem yok. Ama bu inşaat konut, ofis, AVM türü bir inşaatsa buradaki gelişmelerin ülkenin genel ekonomik tablosuyla birlikte olması gerekiyor. Önce yatırım yapmamız, üretmemiz ihracat yapmamız yani hak etmemiz gerekiyor önce. Sonra hak ettiğimiz refah seviyesine ulaşıp o seviyede konuta AVM'ye ve ofislere sahip olmamız gerekiyor. Bankacılık sisteminde kredilerin dağılımına baktığımızda toplamda kredilerde imalat sanayinin payı yüzde 19. Buna yüzde 5 elektrik üretimini eklediğimizde yüzde 24. İnşaata giden kredi yüzde 7. Buna bakınca bu tablo çok kötü değil ama dikkat etmemiz lazım. Zaten cari açığımız varken yurtdışından kredi alıp, o krediyle daha lüks mekanlara ulaşma gibi bir trend varsa buna da dikkat etmemiz gerekiyor. Bu Türkiye'yi iyi bir noktaya götürmeyebilir. Cari açığı olmak demek daha yurtdışından kredi almak durumunda olmak demek. Özel sektör dışarıdan borçlanıyor. Bankacılık istemimize bakınca kendi mevduatımız artık bankaların kredisini karşılayamaz duruma gelmiş dışarıdan bankalara borçlanarak kredilendirme yapıyorlar. 100 liralık mevduata karşı 121 lira kredi vermiş durumda piyasaya. O 21 puan dış borç. Bu finansmanı biz yatırımda üretimde kullanırsak ve ihracattan gelen dövizle biz borcu ödeyeceğiz dersek tamam. Özellikle gayrimenkul alanında ranta çok dikkat etmemiz lazım. Rekabet kurulu bir yanlış olduğunda hemen ciddi cezalar kesiyor şirketlere fakat gayrimenkul işinde minik rekabetin olmadığı alanlar oluşuyor. Orası da karlılık açısından çok cazipse yatırım sermaye o tarafa yönlendirilebiliyor.

Yargı konusunda esas sorunu nerede görüyorsunuz ve ne yapılmalı?

Ne yapılmalının cevabını sayın başbakanımız 17 Nisan'da açıkladığı yargı reformu stratejisi ile ortaya koydu. Yargının insan kaynağı stratejisinden tutun kurumsal yapılanmasına kadar, uluslar arası boyutlarına kadar ve bilir kişilik müessesesinin yeniden dizayn edilmesine kadar çok sayıda unsur var içinde. Problem ne diye baktığımızda aslında yargı gibi en çok güvenilmesi gereken kurumun maalesef kredibilite açısından olumsuz etkilendiğini gördük. Bizim yargı sistemimiz için işini çok iyi bilen çok iyi yapan bağımsız dürüst kendi vicdanı ile karar veren insanlarımız sayıca çok ve ağırlıkta. Fakat maalesef paralel yapı başta olmak üzere bazı yapılanmalarında bazı yargı mensuplarımız üzerinde etki olduğunu bu dönemde yaşadık. Bunun en kısa zamanda düzeltilmesi ve toparlanması gerekiyor. Yargının hiç bir etki altında kalmadan, uluslararası hukuk normları, anayasa, yasalar ve hür vicdana dayanan kararlar üretmesi gerekiyor. Sistemin daha hızlı çalışması gerekiyor. Bununla ilgili yapılacaklar belli. Burada siyasi iradenin güçlü olması çok çok önemli zayıf hükümetlerin yapabileceği işler değil bunlar.

Yayınımızın hemen öncesinde otomotiv sektöründeki iş bırakma eylemlerinden biri son buldu ve üretim başladı. Siz önceki gün zamanlama manidar açıklaması yapmıştınız ama bu eylemin bir içi işveren ilişkisi dışına taştığına yönelik tespitleriniz var mı?

Bu bizim bir toplu sözleşme süreciyle hükümetin içinde olduğu bir konu değil. Buradaki konu sendika ile işçi kesimi ve işveren arasındaki lokal bir konu. Orada belli sektörlerde belli firmaları ilgilendiren bir konu. Hükümet bu işin tarafı değil. Bizim bu aşamada hem çalışanlarımızı hem de işverenlerimize tavsiyemiz hukuk içinde hareket etmeleri. Hukuk ne diyorsa o çerçevede hareket edilmeli. Çalışma bakanımız sadece bir arabulucu sıfatıyla taraflarla görüştü. Bunun sonucunda da ilerlemeler sağlanıyor. Zamanlama açısından birim çok dikkatimizi çekmişti seçimlere iki üç hafta kala dedik hani siyasi bir tavır var mıdır yok mudur, arkasında başka sebepler var mıdır buna da bakılması gerektiğini kayda geçirmek istedik. Öyle bir şey yoksa zaten taraflar anlaşıp orta yolu bulup ilerlerler.

Kamunun katılım bankaları konusunda BDDK izinleri çıktı ama ne zaman faaliyete başlarlar. Katılım bankacılığın sektördeki payı açısından nasıl bir hedefi var ekonomi yönetiminin?

Katılım bankalarımız aslında geçtiğimiz dönemde çok hızlı büyüdüler. Büyümeleri çok hızlı oldu ama bu noktada yüzde 5 gibi bir payları var. Bundan biz memnun değiliz potansiyeli olduğunu fakat gerçekleşemediğini düşünüyoruz. Biz bunun için kamu bankalarını işe sokalım dedik ve Ziraat Bankası ilk etapta arkasından VakıfBank nihayetinde de Halk Bankası'nın katılım bankacılığına başlamasını arzu ettik. Ziraat Bankası yüzde yüz hazinenin olduğu için mevzuat çok daha rahat. Gelecek hafta Cuma günü hemen açılışını gerçekleştireceğiz. Birkaç ay sonra Vakıf Bank girebilir. Halk Bank'ta yüzde 49'luk halka açıklık var bunun için yasa gerekecek ve meclisin açılması lazım bunun içinde. Basamak basamak devreye girmeleri çok önemli. Katılım bankacılığından pay almak yerine katılım bankacılığından faydalanmayanları hedefleyeceksiniz diyoruz biz hep.

Hazine müsteşarlığına atama seçi,m sonrasına mı kalıyor?

Ekonomik birimlerimizin başındaki arkadaşlarımızın teknik donanımı hiç kimsenin tartışamayacağı kadar güçlü. Bugün BDDK'da bir önceki başkanımız vefat etti yaklaşık 6 kadar 2.başkanımız vekaleten başkanlık yaptı ama hiçbir boşluk olmadı. Hazineye baktığımızda şu anda hazine müsteşarlığımıza vekalet eden sayın Cavit Dağdaş teknik donanım konusunda Türkiye'de ve uluslar arası camiada hiç kimsenin toz konduramayacağı bir arkadaşımız. Yanlış bir asaleten atama doğru bir vekaleten atamadan çok daha kötü bir tabloyu ortaya getirebilir. Onun için asil mi vekil mi bunlara takılmamak lazım.

Sayfa Yükleniyor...