Mehmet Şimşek: Kriz havası yok

NTV yayınında konuşan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, küresel ekonomide bir kriz havası olmadığını belirtti. Şimşek, dünyanın düşük büyüme tuzağında olduğuna da dikkat çekti.

Mehmet Şimşek: Kriz havası yok

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, NTV Ankara İstihbarat Şefi Ahmet Ergen'in sorularını yanıtladı.

İstanbul Vezneciler'deki bombalı saldırıyı değerlendiren Şimşek, terör örgütlerinin sahada büyük bir bozguna uğradıklarını belirterek, ''O nedenle büyük şehirlerde masum insanları hedefleyerek acziyetlerini ortaya koyuyorlar. Türkiye güçlü bir ülke, birliğimiz beraberliğimiz daha da güçleniyor. Terörle mücadele konusunda hükümetimizin kararlılığı son derece net. Sonuna kadar gidilecek'' diye konuştu.

Küresel ekonomi konusunda da konuşan Mehmet Şimşek, bir kriz havası olmadığını ifade ederek dünyanın düşük büyüme tuzağında olduğunu söyledi.

Şimşek'e sorulan sorular ve alınan yanıtlar şöyle:

İstanbul'da dün bir terör saldırısı gerçekleşti. Bu terör eylemleriyle ilgili değerlendirmelerinizi alıp ekonomiye geçelim.

Sahada terör örgütleri büyük bir bozguna uğramış durumda. Özellikle Türkiye'de bölücü terör örgütü ile özellikle Güneydoğu’daki kardeşlerimiz araya bir mesafe koydular. Sahada da büyük bir bozgun var. O nedenle büyük şehirlerde masum insanları hedefleyerek acziyetlerini ortaya koyuyorlar. Türkiye güçlü bir ülke, birliğimiz beraberliğimiz daha da güçleniyor. Terörle mücadele konusunda hükümetimizin kararlılığı son derece net. Sonuna kadar gidilecek. Türkiye aslında kendi sorunlarını Ortadoğu’daki yaklaşımlarla değil daha çok demokrasi daha çok hak ve özgürlük ekseninde, kardeşlik hukuku ekseninde çözmek için büyük bir çaba içinde. Bu noktada sayın cumhurbaşkanımızın liderliğinde çok büyük reformlar yapıldı. Fakat bölücü terör örgütünün emeli ne haktır ve hukuk ne kalkınmadır. Eğer mesela hak, hukuk meselesi olsaydı, özgürlük meselesi olsaydı silahların çoktan gömülmüş olması lazımdı. Şiddeti meşru kılacak hiçbir zemin yok. Türkiye bu konuda Ortadoğu’ya örnek olacak bir yaklaşım içine girdi sorunlarını çözme konusunda. Türkiye hakikatten çaba gösterdiği zaman çok hızlı bir yükselişe geçebiliyor. Muhtemelen yakın çevrede olup bitenleri ve oradan destek aldıklarını da dikkate alırsanız hedefin Türkiye'nin büyümesi olduğu açık ve nettir. Ben bu vesileyle şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Küresel ekonomi başlığı gündemde etkisini artırmış durumda. Fed'in geç de olsa faiz artıracağı endişesi de piyasaları tedirgin ediyor. Nasıl bir bakış var, uluslararası çevreler küresel ekonominin bugününü ve geleceğini nasıl görüyor?

Geçen hafta ben Paris'teydim ve OECD bakanlar toplantısına katılma fırsatı buldum. Bir kere bir kriz havası yok. Ama dünya düşük büyüme tuzağında. Dünyanın son 50-60 yıldır alışık olduğu yüksek büyüme şu anda mümkün görünmüyor. Küresel kriz aslında sorunları daha net ortaya çıkardı. Küresel kriz öncesinde küresel ekonomi aşırı borçlanarak bir momentum yakalamıştı. Şimdi küresel kriz o momentumu durdurdu ve sorunları çok net ortaya koydu. Birinci husus uzun vadeli baktığınız zaman dünya nüfusu yaşlanıyor. Mesela 1950'lere giderseniz diyelim ki 5 yaş altı nüfusun çalışma çağındaki nüfusa oranı yüzde 14-15 civarı ama bugün yarı yarıya inmiş durumda. İkinci temel konu tabiî ki aşırı borçluluk. 2007 sonrasında bile küresel borç 60 trilyon doların üzerinde artmış. Yani milli gelire oran olarak 5'te 1'den fazla artmış. Üçüncü sorun, aslında dünyada verimlilik düşüyor. Yatırımlar zayıf çünkü. Ama başka faktörlerde var. Yeni yaratılan istihdam hizmet sektöründe yaratılıyor. Bunlarda rekabet şartlarının düşük olduğu sektörler. Dolayısıyla orada da verimlilik düşük. Ama temelde son 50 yıldaki büyüme momentumunun önümüzdeki 50 veya 30 yıl devam edeceğine dair destekleyici çok fazla unsur yok. O nedenle yeni normal terminolojisi de kullanılıyor. Şimdi düşük büyüme tuzağındaysak buradan nasıl çıkacağız? Buradan çıkış için üç tane temel araç var. Para politikası, maliye politikası ve reformlar. Son 8-9 seneye baktığınızda yükü ağırlıklı olarak para politikası çekti. Şu anda 10 trilyon dolarlık devlet tahvillerinin faizi eksiye düşmüş durumda. Birçok önde gelen gelişmiş ülke merkez bankasının politika faizi ya 0 ya da eksi. Para politikasının bu işi tek başına başaramayacağı nettir. Ama şu anda maliye politikasında alan sınırlı alanı olanlarda kullanmak istemiyorlar. Tavsiye, para politikası destekleyici olmaya devam etsin ve maliye politikasında imkanı olanlar bunu yatırımlar için kullansın deniliyor ama buna imkanı olan ülkeler kullanmıyorlar. Üçüncü ayak yapısal reformlar. Asıl olan yapısal reformlarda yüksek sürdürülebilir büyümeyi yakalamaktır. Tabi yapısal reformlar siyasal iradeyi gerektiriyor. Maalesef dünyada bazı yerlerde aşırı bazı yerlerde aşırı sol yükseldiğini reformlara karşı bir tutum olduğunu ortamın pek müsait olduğunu, reformların yapılamadığını konuşuluyor. OECD reformları takip ediyor. İlginç olan reformlarda momentum kaybı var. Küreselleşme beklide eskisi kadar güçlü bir etkide bulunmuyor. Mesela dünya ticaret hacmi yüzde 2.8 arttı geçen sene, küresel büyümenin altında. Şimdi Dünya Bankası dün diyor ki küresel ekonomi yüzde 2.4 büyüyecek. 1960'lı yıllardan veri küresel ekonomi yüzde 4 büyümüştür. Dolayısıyla uzun vadeli büyümenin oldukça altındayız. Buradan çıkış yapısal reformlarla olur fakat bunları yapacak siyasal iradede de sorun var küresel anlamda.

Bu ortamdan Türkiye nasıl ayrışıyor, Türkiye'ye nasıl bakılıyor? Dünya Bankası raporunda küresel ekonomi büyüme beklentisi tahminini düşürdü ama Türkiye için 2016 ve 2017'yi değiştirmedi ama 2018'i yükseltti. Bu Türkiye'nin nasıl bir ayrışmasına işaret ediyor?

Aslında Türkiye'nin temellerine bakarsanız bizim ciddi avantajlarımız var. Biz pozitif ayrışabiliriz. Geçen sena ayrıştık aslında. Birinci husus demografik yapı Türkiye'de oldukça elverişli. Bugün Rusya ile Çin'le karşılaştırdığınız zaman son derece elverişli. Çalışma çağındaki nüfus Türkiye'de yıllık yüzde 1.7 büyüyor. Avrupa'nın 28 üyesindeyse yıllık 0.1 büyüyor. O zaman biz bu çalışma çağındaki nüfusu nitelikli hale getirebilirsek büyük bir avantaj söz konusu. Yani bizdeki nüfus yaşlanacak ama yaşlanmasına epey zaman var. İkincisi, Türkiye'nin dünyadan farklı olarak Türkiye ekonomisindeki borçluluk oranları düşüktür. Yani Türkiye'nin hane halkı, özel sektör ve kamu borçlarının tamamının milli gelire oranı yüzde yüz civarıdır. Kürsel ekonomi açısından yüzde 300'lere doğru gidiyor. Bizdeki borcun bir tek olumsuz kısmı özel sektör borcunun cari açık nedeniyle son yıllarda hızla yükselmiş olmasıdır. Makul bir düzeydedir ama cari açığa neşter vurma noktasında çabalarımızı hızlandıracağız. Türkiye aslında hükümet olarak altyapı yatırımlarını ciddi bir şekilde önceliklendirmiş bir hükümettir. AB süreci nedeniyle kurumsal altyapısını iyileştiren, rekabet ortamını iyileştirmeye çalışan bir ekonomi. Bu da yine verimliği ve inovasyonu olumlu etkiler. Dolayısıyla dünya ekonomisinin temel hastalıklarına bakarsanız uzun vadeli büyümeyi sınırlayan Türkiye'nin önünde önemli bir fırsat var. Türkiye'de b izde 2 yıllık bir seçim üreci geçirdik ve kolay olmadı. Ama şimdi yine hükümetimizin önünde 3 buçuk yıllık bir süre var. İyi bir yol haritası ve reform programı var. Dolayısıyla Türkiye bir taraftan AB ile entegrasyonu önceliklendirip bir taraftan reform programını güçlü şekilde uygulaması halinde Türkiye çok rahat bir şekilde küresel ekonomiden olumlu yönde ayrışabilir ve daha güçlü bir büyümeyi ortaya koyabilir. Geçmişte biz bunun yapılabileceğini gösterdik.

Rusya ile yaşanan bir süreç var ardından Almanya ile soykırım iddialarını içeren kararın onaylanmasıyla başlayan yeni bir dönem geldi. Acaba bu süreç ekonomik etki yaratacak bir boyuta ulaşır mı?

Almanya'nın yaptığı dostluğa, stratejik ortaklığa hiçbir şeye sığmaz. Ama biz öfkeyle kalkmayız. Her şeyden önce biz gereken bütün protestoları yaptık bütün girişimlerde bulunduk. Avrupa bizim için çok önemli bir pazar. Almanya'yla ikili yaşacağımız bir sorun Avrupa ile ilişkileri fazla etkilememesi lazım. Almanya ile siyasi anlamda bir sorunumuz var şu anda. Ama ticaret, ekonomi, yatırım noktasında bu ilişkilerin zedelenmemesi noktasında gereken hassasiyeti göstereceğiz. Türkiye'nin menfaati neyse odur. Almanya bizim en büyük pazarımız ihracat anlamında. Tabiki bu ilişkileri daha da güçlendireceğiz. Rusya bizim bin yıldır komşumuz. Biz Rusya ile ilişkilerimizi geliştirmek istiyoruz. Rusya'yla her konuda hemfikir olmayabiliriz. Rusya ile ilgili konuda Türkiye tabii ki haklı ama yine de sorun çözme odaklıyız. Almanya konusunda çok açık ve haklı Türkiye ama biz yine de bu ilişkilerden ticaretin ve ekonominin minimal düzeyde etkilenmesi için gereken her şeyi yapıyoruz.

Sanayi üretim endeksi Nisan verisi geldi bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 0.7'lik bir artış var ama bu 9 ayın en düşüğü seviyesinde. Bunu nasıl yorumlamak lazım?

Tek aylık bir rakamdan bir trend çıkarmak zordur. Ama bazı verilen bir miktar momentum kaybına da işaret ediyor. Sonuçta ben inanıyorum ki yeni hükümetimizin hızlı şekilde işe başlamasıyla inşallah mecliste de ekonomik aktiviteyi destekleyecek bir takım çabalarda devam edecek. İster istemez yakın coğrafyada olanlardan etkileniyoruz. Kolay bir dönem değil. Ama her şeye rağmen moralleri bozmayacağız yatırıma, üretime, istihdama, ihracata daha güçlü destek vererek bu dönemi inşallah aşıp daha sonra Türkiye'yi tekrar yüksek sürdürülebilir büyüme patikasına oturtmak için gereken yapısal dönüşümü de inşallah sağlayacağız.

Bir bireysel emeklilik düzenlemesi var ya da zorunlu bireysel emeklilik düzenlemesi. Ne aşamada yakın zamanda meclis gündemine gelecek noktaya geldi mi? Kapsamı, usulleri, esasları konusunda Koordinasyon Kurulu'nda (EKK) bir nihai noktaya ulaştı mı?

Zorunlu tanımlamasına ben katılmıyorum, otomatik katılım. Ama çalışanımız tercih ederse belli bir süre için çıkma opsiyonuna sahip olacak. Yani böyle bir algı çok olumlu olmaz. Bir kere burada yeni sistem kurgulandığında göreceksiniz para çalışanımızın hesabında olacak. Devlet ne karışacak ne de kullanabilecek. Amaç, bizim vatandaşlarımız dünyadaki benzer ülkelere oranla daha çok tüketiyor daha az tasarruf ediyor. Biz orta yüksek gelirli ülke grubundayız kişi başına milli gelirde. Bize benzer ülkelerde gelir 100 liraysa 31 lira tasarruf ediliyor ortalama. Bizde 15 lirası tasarruf ediliyor. Geleceğe fazla bir yatırım yok bireysel anlamda. Biz önce bireysel emeklilik sistemini getirdik ve devlet teşvikleriyle bu sistemi geliştirdik. Esas tasarruf alışkanlığı hiç olmayan kesimlerde bu etkili olmuyor. Bu kadar teşvike göre 6 milyon kişi oldu. Şimdi 45 yaş altı şu anda çalışan potansiyel katılımcı olan 13 milyon vatandaşımız var. Çok cüzi de olsa kenara gelecek için bir miktar kaynak koymaları halinde geleceği daha rahat yaşamak mümkün olur. Makro açıdan da Türkiye'nin tasarruflarının bu kadar düşük olmasının nedeni tabi ki yüksek cari açıktır. Türkiye'nin yatırıma ihtiyacı var. Bu yatırımları iç kaynaklarla yani yurtiçin tasarruflarla finanse etmesi lazım. Bunun içinde tasarruf imkanlarına bakmak lazım. Şimdi bunu istismar edecekler olabilir bunun 90'lı yıllarla hiçbir benzerliği yok. Bugün Avustralya'dan Şili'ye kadar iki uçtan bahsediyorum birçok başarılı ülkede bu uygulanıyor ve son derece olumlu sonuçlar var. Biz teknik olarak çalışmayı bitirdik ama henüz bakanlar kuruluna veya EKK'ya sunma imkanımız olmadı.

Bireysel emeklilik konusunda 13 milyon ifadeniz işe yeni giren ya da iş değiştiren çalışanlar açısında konuşuyorduk ama 45 yaş altındaki mevcut yaş altındaki bütün çalışanları kapsayacak gibi. Rakamlar netleşti mi?

Nihai parametreler nasıl şekillendirileceğine bağlı rakamlar. 45 yaş altı şu kadar diyelim çalışan var anlamında söyledim. Sadece iş değiştirenlere ve yenim işe alınanlara bakarsanız zamanla belli bir noktaya gelir. Hem gönüllü hem yeni otomatik katılım meselesi herkese açık. Para şahıs hesaplarında tutulacak, profesyonel şekilde yönetilecek, devletin tek müdahalesi yönetilirken varlıkların tahsisi konusunda belki bir çerçeve çizebilir.

Bazı haberler çıktı basında 6 ay sonra sistemden isteyen ayrılabilecek ama sistemden ayrılırken 6 ayda biriken paranın erken ayrılma nedeniyle kesintiye uğrayacağı şeklinde bir haber yayınlandı. Böyle bir şey olacak mı?

Böyle bir durumda bir tek fon yönetim kesintisi olur. O da cüzi bir şeydir. Ama onun dışında bir kesinti olmayacak.

Yani 100 liradan 6 ayda 600 lira biriktiyse bunun neredeyse 500 liradan fazlası kesilecek yönünde haberlerdi.

O tamamen spekülasyon.

Ekonomi Koordinasyon Kurulu hafta sonu 6 buçuk saat süren bir değerlendirme yaptınız. Taşeron çalışanların kadroya alınması, asgari ücretin vergi diliminden etkilenmemesi için Ağustos ayı adres gösteriliyordu. Acaba bir yol haritası belli oldu mu? Mecliste bunların görüşülmesi anlamında bir irade belirdi mi?

Henüz öncelikler konusu çalışılıyor. Yeni bir hükümetimiz var ve geçmişte başlatılan çalışmalar dikkate alınacak ama sonuçta meclis yaz tatilinin arifesinde. Dolayısıyla ne kadar uzun süre çalışılacak eğer bütün yaz meclis çalıştırılmayacaksa hangi acil konular önceliklendirilecek o konular üzerine bir çalışma yapılıyor şu anda. Bu konuda verilmiş bir karar yok şu anda.

Önceki yıllarda özelleştirme gelirleri bütçeye ciddi katkı yaptı. Bu yıl küresel ortamı da dikkate alarak 2016'nın kalan bölümünde 2017'de özelleştirme açısından fırsatlar ve riskler neler?

Tabi artık maliye bakanımız bu soruların muhatabı. Ama Türkiye özelleştirmeyi bir reform olarak hep görmüştür.Devletin asli görevlerine dönüp üretimi, diğer konuları daha rekabetçi daha yenilikçi özel sektöre bırakmak şeklinde. Bundan ben inanıyorum vatandaşımız fayda görmüştür. Türkiye'nin bütçesin de önemli bir gelir gelmiştir bu gelirde milletimiz için yatırımlar için kullanılmıştır. 2016 ve 2017 için hedefleri tutturma konusunda zerre kadar bir tereddüt yok. 2016 başında gerek fondaki nakit gerekse önceki yıllar özelleştirmesi yapılıp taksitleri bu yıla denk gelen toplam bir 14 milyar lira civarında bir kaynak söz konusu. Bizim zaten hedefimiz 10.8 milyar liraydı. Dolayısıyla hiçbir şey yapılmasa da hedefler tutturulacak. Ama momentumun devam ettirilmesi faydalı olacaktır. Şu anda yanlış hatırlamıyorsam toplamda 21, bunun 11 yüzde 50 ve daha fazla kamunun uhdesinde.

İstanbul Sanayi Odası ilk 500 büyük şirketi dün açıkladı. Bu listedeki şirketlerin kazancının 3'te 2'sini finansman giderlerine ayıran bir yapı var. Borçlanarak büyüme gösterildiğine dair bir manşet var. Sanayiciden de bu durum sürdürülemez yorumu geldi. Ne dersiniz?

Büyük şirketlerimiz tabi ki finansman anlamında belli ki borçlanarak bu yatırımları ki dünyanın hiçbir yerinde zaten tamamen öz sermaye ile bir şey yapılmaz. Bence sorunun özüne inmek lazım. Bu finansman maliyetleri yüksek düşürmek lazım bu konuda tereddüt yok. Ancak Türkiye katma değer zincirinde arzuladığı yerde değil. Ürettiği malların teknoloji yoğun bilgi yoğun olmadığını biliyoruz. Bu sektörlerde kar marjlarının dünyada son derece düşük olduğunu düşmeye devam ettiğini biliyoruz. Dolayısıyla sorun düşük karlılıktır. Ama ilk 500'e giren firmaların daha çok borç alacak bazı faaliyetlerini sürdürdüğüne dairde bir takım işaretler var.

Sayfa Yükleniyor...