Haftanın filmleri

Bu hafta vizyona 8’i yerli toplam 11 film giriyor.

Haftanın filmleri
Haftanın filmleri - 1 orkan.sanci@ntv.com.tr

Bu hafta vizyona 8’i yerli toplam 11 film giriyor. Yerli sinema adına belki bir bereketten söz edilebilir ama aradaki birkaç drama dışında, kaliteden söz etmek zor ne yazık ki.

Kabaca “salon işgali” diyebileceğimiz bu tür denemeler, gerçekten kaliteli yerli-yabancı eserlerin seyirciyle buluşamaması anlamına geliyor.

Bu da seyircinin sinemadan uzaklaşması, çareyi başka medyalarda araması anlamına geliyor. Neyse, bu karamsar girişin ardından bakın sizin için neler yazdık.

MUHTEŞEM KUROSAWA !..

“MUHTEŞEM YEDİLİ”

Japon sinema efsanesi Akira Kurosawa 1954’te çektiği “Yedi Samuray”la çığır açarken hikaye anlatma güzelliği ve kötü’nün karşısına iyi’yi yerleştirme biçimiyle de her dönem örnek oldu.

Yul Brynner, Steve McQueen, Charles Bronson’lu kadrosuyla 1960 yapımı mükemmel uyarlamayı saymazsak Japon üstadın filmine hatta metnine mümkün olduğunda sadık kalmaya çalışan bir yeniden çevrim karşımızdaki. Aslında kadim bir anlatı’nın beyazperdedeki atalarından birinden besleniyor film.: Bir grup iyi adam güçlerini birleştirir ve kötülüğe karşı koyar. Rose Creek kasabasının halkı, bir sanayicinin tiranlığı altında ezilmektedir. Yardım isterler. Çağrılarına ödül avcısı, kanun kaçakları ve kumarbazlardan oluşan bir “çete” koşar. 7 silahlı adam, her ne kadar tipik birer anti-kahraman olsalar da kötülüğün bu denli onursuz biçimine karşı bir şey yapmak zorunda hissederler. Orijinal filmi ya da 1960’taki denemeyi izlemediyseniz daha çok keyif alacağınız bir western “Muhteşem Yedili”. Başrolde Denzel Washington ve kamera arkasında son dönemdeki “suç” ortağı Antoine Fuqua var. Beklentileri yükseltmemek şartıyla öneriyoruz.

(beklenti-metre: 5 üzerinden 3,5 puan)

EN SON NEREDE KORKMUŞTUK?

“BLAIR CADISI”

Dünyanın henüz “viral” kavramının ne olduğunun pek farkında olmadığı 1999’da üç sinema  öğrencisinin Maryland ormanında kayboluşu, bölgede efsanesi dolaşan Blair Cadısı’yla karşılaşmaları pek enteresan gelmişti. Hatta ABD’de “gerçek” bir olayın görüntülerini izleyeceğini düşünüp filme gidenler bile olmuştu. 2008’deki “A Blair Witch Tale”i görmezden gelsek bile doğrudan 1999 yapımı filmin kaymağını yemeye çalışan “Blair Cadısı” capcanlı karşımızda duruyor. Geri dönen Blair Cadısı’nın kendisi mi yoksa biraz daha bu işten para kazanma isteği mi, tartışılır. Ama Adam Wingard’ın çektiği yeni filmin ülkesi ABD’de beklentilerin altında kaldığını söyleyelim.

(beklenti-metre: 5 üzerinden 2,5 puan)

İNSANLIK HALLERİ..

“RÜZGARDA SALINAN NİLÜFER”

Yerli ve yabancı festivallerden Altın Portakal dahil 14 ödül toplayan üstelik bunu yazıp yönettiği ilk uzun metrajıyla başaran bir sinemacı Seren Yüce. O zamanlar takvim 2010’u gösteriyordu. 6 yıl sonra Yüce ikinci filmiyle karşımızda. İster istemez bünyelerde beklenti büyük. Kariyerine böyle parlak giriş yapan bir sinemacı, hangi ülkede olursa olsun, ikinci filminde büyük bir sınav altında hissedebilir kendini. Ama Yüce, bildiği sularda korkmadan yüzüyor sanki. İlk filminde anlattığı gelenekselci insan ilişkilerinden ziyade bu kez modern diye tabir edilen, İstanbul’un iyi semtlerinden birinde yaşayan orta yaşlı ve evli bir çifte çevirmiş kamerasını. Handan ve Korhan’ın özellikle kapalı mekan (ev) çekimlerdeki halleri, Handan’ın içi boş hevesleri, çoktan bitmiş ilişkilerin alışkanlık diye kendini yutturan koma halleri, “bitti” denilince bitmemesi, gerçekten bitmesi için “kabullenmek” gerektiği, gibi meselelere temas ediyor film. Tüm bunlar kamerasıyla öykü yazmaya çalışan bir sinemacıyı çağrıştırıyor bize. Yüksek tempolu olay örgüsü yerine gözlemlere dayalı bir “haller” anlatısı bu. Yerli sinemamıza musallat olan trend’leri düşünecek olursak “insanlık halleri” üzerine kurulu filmlere su gibi ihtiyacımız olan bu dönemde Seren Yüce, belki ilk filmi kadar değilse de, belli bir düzeyi tutturmuş görünüyor. Özellikle Handan, hani “roman yazmak”tan çok “roman yazmış biri olmak” isteyen karakter çoğu kişiye tanıdık gelebilir. Başrollerde Tolga Tekin ve Songül Öden yer alıyor.

(beklenti-metre: 5 üzerinden 3 puan)

“ANNE BEN NASIL DÜNYAYA GELDİM?”..

“LEYLEKLER”

Uzun lafın kısasını baştan söyleyelim: “Neşeli Ayaklar”ı sevdiyseniz “Leylekler”i de seveceksiniz. Nicholas Stoller, Jim Carrey’li “Bay Evet”ten tutun Seth Rogen’lı “Komşular”a kadar bir dizi komediye imzasını başarıyla atmış bir isim. Başarı dediysek öyle tür’ü baştan yaratmadı elbette ama belli bir kalite dokunuşu var işte. Bu neşeli animasyon da beklentilerini doğru ayarlayanlara istediklerini verecektir. Konusu hani şu eskiden anne-babaların çocuklarına anlattıkları “masal”a dayanıyor: “Seni leylekler getirdi, evladım”. Hatırladınız mı? “Leylekler” işte bu işi yani kargo görevini yerine getiren tiplerle dolu. Ama işler bir gün ters gidiyor. Gerisini bu gayet hoş renk paletine sahip filmde bulabileceksiniz.

(beklenti-metre: 5 üzerinden 3,5)

PLATON DUYMASIN..

“RAUF”

Kars’ta geçen filmde 9 yaşındaki Rauf’un dünyayı algılamasına, tanımasına en kötüsü de 20 yaşındaki bir kıza duyduğu aşk’a tanıklık ediyoruz. Kötüsü? Platonikliğin de ötesinde bir durum Rauf’unki. Zana’dır kızın adı. Marangozun kızıdır. Rauf, o coğrafyanın birbirine benzer köylerinden birinde, “savaş” altında “pembe”nin peşindedir aslında. Ama “pembe”yi aşk zanneder. Sonra anlar ki; hayat siyah-beyaz’dır ve sadece “gri” olanlar hayatta kalabilir. Soner Caner’in yazıp Barış Kaya ile birlikte yönettiği bu film, uzak coğrafyalardan kopup gelen bir masal gibi duruyor. Bakalım değeri bilinecek mi?

(beklenti-metre: 5 üzerinden 3)

DİZİLERDEN AŞİNALIK OLMASA..

“ÇOK UZAK FAZLA YAKIN”

Gönül işlerini anlatmayı sevdiğini bildiğimiz Türkan Derya, beyazcam için ürettiği işlerde bunu başarabildiğini de kanıtlamış birisi. Lakin “Çok Uzak Fazla Yakın” iyi bir televizyon dizisi olabilecekken beyazperdeye uyarlanmış gibi duruyor. Yani ilk bakışta. Filmin içine girdiğinizde Burcu Biricik’i bir kez daha acı çeken genç kadın rolünde görebilirsiniz. Özgün Çoban ise diğer başrol. Üniversitede başlayan aşklarını inişli çıkışlı yaşayan gençlerin hikayesi, bu haliyle bir televizyon dizisi olmaktan ne çok uzak, ne de uzun metraj olmaya fazla yakın.

(beklenti-metre: 5 üzerinden 2.5)

GOL DEĞİL AMA DÜŞÜNCE GÜZEL..

“OT”

Burak Donay zor bir meseleye el atmış. 1990’ların sonunda terörün yine yaygın olduğu bir coğrafyada geçiyor hikaye  Genç sinemacı, asker ile terörist arasında kendi hayat gailesi ile uğraşan bir baba’ya çevirmiş kamerasını. İki ateş arasında kalan, tek derdi çocuklarını okutacak parayı bulabilmek için dağlardan ot toplamak olan birisidir Şeref. Erkay Yavuz, Erol Koçan ve Melike Kurt’u oyuncu kadrosunda bulunduran film, bol cin’li yerli sinemamızda son dönemde farklı işler arayanlar için şans verilesi bir yapım gibi duruyor.

(Beklenti-metre: 5 üzerinden 3)

YOKSA BU KEZ DE Mİ OLMADI?..

“MÜTHİŞ BİR FİLM”

Yıllar önce Okan Bayülgen’in gece programında milyonlarca izleyiciyi “sahte DJ” tiplemesiyle troll’lediğinden beri radarımızda olan bir isim, Gürgen Öz. Sonraları ne beyazcamda ne de sinemada kendi seviyesinde, doğaçlamaya dayalı ve zeka gerektiren o mizah potansiyelini sergileyebildi. Bu sefer olmuş mudur acaba diye göz attığımızda, yine karambole gidecek gibi bir korku sarıyor bünyeyi. İki çocukluk arkadaşı Ali Kemal ve Vahi, çocukluk hayalleri olan sinema filmini yapmanın peşindedir. Yeşilçam’ın en parlak dönemidir. İki kafadar sektöre daha ilk adımlarını attıklarında, sandıklarından çok daha büyük bir kara delikle karşı karşıya olduklarını anlar. Reklam yönetmeni Emir Khalilzadeh’in çektiği filmin kadrosunda BKM’nin yetiştirdiği yeteneklerden Murat Eken’in yanısıra sakalını kestiği için tanımakta zorlandığımız Cemal Hünal ve usta Füsun Demirel de var. Belki ortaya “müthiş bir film” çıkmamış olabilir ama eli yüzü düzgün kaç komedi çekiliyor ki ülkemizde?

(beklenti-metre: 5 üzerinden 3 puan)

EFSANELERİN NAİFLİĞİ..

“İKİMİZE BİR DÜNYA”

60 küsur yılını Yeşilçam’a veren Yılmaz Atadeniz’in imzasını taşıyan film, kamera arkasında böylesine yaşayan bir tarih bulundurması nedeniyle bile ilgiyi hak ediyor kuşkusuz. Yapımcı, senarist ve yönetmen olarak 100’ü aşkın filme imzasını atan Atadeniz, 1966’daki Yılmaz Güney’li “Çirkin Kral”ın da rejisörü. Ya Cüneyt Arkın’lı “Kanije Kalesi”ne de demeli? Böyle bir sinemacının 2016’ta vizyon gören filmi, oyunculukları ve senaryosundaki naif aşk hikayesi nedeniyle günümüz seyircisine belki “basit” gelebilir ama efsanevi Sefa Önal’ın da senaryoda imzasını bulunduğunu vurgulayacak olursak, ”eski dönem”in “yeni”ye bakışı olarak da görebiliriz. Burgazada’da geçen hikayede Berber Dimitri, Ali Rıza Efendi, genç kız Melek, aşk ve geçim sıkıntıları başrolde. Hikayedeki naiflik, eskilere dayanmasından, Sait Faik Abasıyanık’ın ilk romanından uyarlanmasındandır belki de. Belki de hikaye öyle geri kalmış filan değildir, belki de bu tür hayatları ve aşkları naif bulduğumuz için biz, fazla ileri gitmişizdir!.

(beklenti-metre: 5 üzerinden 3 puan)

KORKMUYORUM ANNE!..

“GECE SEANSI”

“Evden kaçış oyunu”nu biliyor musunuz? Bu filmdekiler biliyor. Hatta müstakil bir ev tutup herşeyi gerçekçi kılmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ancak evden çıkmaya sıra geldiğinde, bu malikanenin gizli bir odasını keşfediyorlar. Sonrası, tahmin edebileceğiniz gibi. Yerli korku denemesinin yönetmeni Hürdoğan Güvendiren.

(beklenti-metre: 5 üzerinden 1)

OLMAYINCA OLMUYOR..

“SAFTİRİKLER”

Yerli komedi denemesi, Arif ve mahalleden arkadaşlarının iyi niyetli bir çabasını anlatıyor. Hasta bir yakınları için yardım maçı düzenlemek isterler, Erman Toroğlu’ndan da yardım talebinde bulunurlar. Filmde işini iyi yapan sadece, asıl işi bu olmamasına rağmen Toroğlu gibi görünüyor. Dolayısıyla beklentimiz düşük.

(beklenti-metre: 5 üzerinden 1)

Sayfa Yükleniyor...