Haftanın filmleri

Bu hafta 2'si yerli toplam 6 film vizyona girdi. İşte bu hafta vizyona giren filmler ve değerlendirmeleri...

Haftanın filmleri

HER DAHİNİN KARANLIK YANI VARDIR..
“STEVE JOBS”

Biyografi filmlerinde, hele ki dünyaca ünlü birinin hikayesinin anlatıldığı filmlerde, seçtiğiniz başrol oyuncusunun bir şekilde o ünlüye benzemesi gerekir. “Steve Jobs” ise, teknoloji tarihinin en nev-i şahsına münhasır isimlerinden birini oynaması için, ona zerre kadar benzemeyen bir aktör seçmiş. Buna rağmen ortaya iyi bir film çıkmış! Peki bu nasıl olabiliyor?

Her şeyden önce kadro çok usta isimlerden oluşuyor. Yönetmen koltuğunda Oscarlı İngiliz sinemacı Danny Boyle oturuyor. Senaryoyu bir başka Oscarlı Aaron Sorkin yazmış ki zekice kaleme alınmış diyalogları hemen fark edeceksiniz. Tartışmalı başrolde ise, son haftalarda peşpeşe filmlerini gördüğümüz yetenek deposu Michael Fassbender var. Fassbender o kadar iyi bir oyuncu ki ve senaryo ona o kadar güzel alanlar açıyor ki, Steve Jobs’a tek bir sahnede bile benzemiyor olsa da sizi film ilerledikçe o olduğuna inandırmayı başarıyor. Tek bir basit sahne için bile farklı kamera açılarıyla defalarca çekim yapmaktan geri durmayan çalışkan bir isim olan Danny Boyle ise bu kez görsel açıdan daha sade ama yine son derece yetkin bir işçilik çıkarmış. Sadece 56 yaşında kansere yenik düşen Jobs’un hayatının tamamı anlatılmıyor filmde. Apple’ın üç büyük ürününün lansmanının öncesi ve sonrasında Jobs’un yaşadıkları perdeye yansıtılmış. Bu ürünler 1984’teki Macintosh, 1998’deki NeXT(tam bir fiyasko) ve 1998’deki iMac.

Filme yöneltilen eleştirilerin odağında ise en çok, Jobs’un pek de insancıl olmayan tarafına geniş yer ayrılması yer alıyor. Ama merhum zaten pek de yumuşak kalbiyle tanınmazdı. Ölünün arkasından konuşmak yerine, onu iyi ve kötü yanlarıyla anlamak isteyenler için “Steve Jobs”un, iki yıl önceki Ashton Kutcher’lı “Jobs’a göre çok daha iyi bir seçenek olduğunu belirtelim en iyisi. Teknoloji dünyasını çalkalayan bu adamın özel hayatı da çalkantılı olacaktı elbette. Kendi kurduğu şirketten kovulan, daha sonra dönüp onu zirveye taşıyan bir adamı daha yakından tanımayı kim istemez ki? (3.5/5)

MİLYONUNCU KEZ AYNI HİKAYE..
“VICTOR FRANKENSTEIN”

Tamam, ölümsüzlük tutkusu bitmiyor insanoğlunun ama hiç değilse bazı şeyleri milyon kez sinemaya uyarlama tutkusu olmasaydı!. Mary Shelley’nin klasik gotik romanının bilmem kaçıncı sinema versiyonu karşımızda.

“Şanslı Slevin” ve “Push/Darbe” filmleriyle tam kendi tarzını oturtmaya başlamışken yeniden televizyon dizileri dünyasına dalan yönetmen Paul McGuigan’ın projenin başında olması kabul etmeliyiz ki ilgi çekici. Ayrıca oyuncu kadrosunda James McAvoy ile artık Harry Potter olarak anılmak istemeyen Danny Radcliffe var. BBC için çekilen dahiyane Sherlock Holmes dizisinin genç Moriarty’si -aşırı yetenekli- Andrew Scott da yan rollerden birinde. Ama hikaye, klasik anlatıya fazla sadık kalmış ne yazık ki. Çılgın bilim insanı Victor Frankenstein, zehir gibi zeki yardımcısı Igor ile birlikte kolları sıvayıp insanoğlunu ölümsüzlüğe taşıyacak bir buluş yapmaya karar verir. Ama deneylerde Victor sınırları aşar, çok aşar hem de.

Sonuç, hepimizin bildiği gibi korkutucu olur. Yarattıkları bu canavardan kurtulmaları gerekir bu kez. Evet; değerli, emek verilmiş bir çalışma olduğu kesin ama “vasat” için de aynen bu ifadeler kullanılır zaten. (2.5/5)

BÜYÜMEK İSTEMEYEN ÇOCUKLARA..
“PAN”

Ne demiştik, vasat filmler için. Genellikle emek verilmiş, iyi niyetli çalışmalardır. Belli bir değerleri vardır. Üstelik “vasat” genellikle olumsuzluğu çağrıştırsa da aslında “belli bir ortalamayı tutturmuş” anlamına da gelir. İşte o filmlerden biri: “Pan”. İsminden hemen çıkartamayabilirsiniz, kısaca özet geçelim: Peter Pan’ın hikayesinin elden geçirilmiş hali bu.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Londra’da bir yetimhanede yaşayan 12 yaşındaki Peter Pan, masal bu ya, bir gün uçan bir gemi tarafından kaçırılır ve kendini Neverland adında büyülü bir dünyada bulur. Ama büyülü dediysek cennet değil burası. Kötüler de vardır. Hem eğlenceli hem tehlikeli bir macerada Peter, kaderini keşfetmeye çalışır. “Kefaret”, “Aşk ve Gurur” gibi dönem filmlerinin altından rahatlıkla kalkan, “Hanna” gibi stilize aksiyonlara dalabilen yetenekli İngiliz Joe Wright bu kez fantastik bir dünyanın kapısını seyircilere açmış. Klasik öykünün başlangıcına odaklanan filmin oyuncu kadrosunda Levi Miller, Hugh Jackman, güzel insan Rooney Mara ve Garrett Hedlund var. Evet vasat olabilir ama hiç büyümeyen çocuklar biraz zorlarlarsa, zengin döşenmiş sahneler eşliğinde filmin içinde rahatlıkla kaybolabilir. (2.5/5)

SESSİZLİĞİN ÇIĞLIKLARI..
“RÜZGARIN HATIRALARI”

Az diyaloglu, sessiz, düşük tempolu bir film çekerek çok şey söyleyebilirsiniz. Ama belki de, söyleyecek o kadar da önemli bir sözünüz yoktur. Bu kez ilki geçerli galiba. Doğrusu henüz izlemediğimiz için “Rüzgarın Hatıraları” ikilemde bıraktı bizi. Olumlu hislerimiz ağırlıkta çünkü kamera arkasında, “Sonbahar” ve “Gelecek Uzun Sürer” filmleriyle ödüller kazanan yazar-yönetmen Özcan Alper var. Yine ümitvarız çünkü oyuncu kadrosunda Onur Saylak, Tuba Büyüküstün ve Mustafa Uğurlu yer alıyor. Yine iyimseriz çünkü film, Türkiye’nin en azından bir dönem unutturulmaya çalışılan yıllarında geçiyor.

Muhalif görüşleri nedeniyle hedefteki bir isim haline dönüşen Ermeni şair-yazar Aram’ın yolculuğunun öyküsü bu. Aram, İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesine yakın bir dönemde Türkiye’den kaçmak zorunda kalır. Hedefi Sovyet hakimiyetindeki Gürcistan topraklarıdır ama yolculuğu, Karadeniz ormanlarında sona erer. Sonrası sessizlik, belirsizlik. Belirsizlik, belki de Aram’ı ve aynı kaderi paylaşan diğerlerini anlatan en isabetli sözcük olabilir. Puanı, beklentimiz ölçütünde. (3.0/5)

KURBAĞA PRENSESİN ÖYKÜSÜ..
“KURBAĞA KRALLIĞI”

Kurbağa krallığında düzenlenen olimpiyatlarda kurbağalar yarışır elbet. Saçma mı oldu? Hiç de değil! Bir kere, film kendi içinde tutarlı. Mesela kral ve kraliçe de kurbağa. Kızları Prenses Froglegs mesela, bildiğin vrak’lıyor. Hikaye ise bilindik: olimpiyatları kazanan, Kral’ın biricik kızı prensesle evlenecektir! Aman bir heyecan, aman bir koşuşturma. Ama kötü kalpli yılan Serpent’in planı başka. O, bu kargaşadan yararlanıp krallığı ele geçirme amacında. İyi de sevgili Serpent, sen kurbağa değilsin, yılansın, yani tahta çıktığında bir şeylerin ters gitmiş olduğunu kurbağa halkı anlamayacak mı? Animasyon film buna takılmıyor pek. Kaldı ki, Prenses’in derdi de başka. Öyle evlenmeye falan pek niyeti yok. Özgürlüğünün peşinde. Ama yılan Serpent’in planını öğrendiğinde, sadık arkadaşı Freddie ile birlikte bir plan yapmaya koyulmaktan da geri durmuyor. Bu filmde kurbağa prens yok prenses var. Masal sevenler yine de beklentilerini fazla yükseltmesin. (2.0/5)

ADI ÜZERİNDE..
“AZAP”

Evet, haftanın yerli korku denemesini yazımızın sonuna bıraktığımız doğrudur. Ama bize bir sorun “niye” diye? Hurafeler, cin’ler, kötü makyajlarla korkutma çabaları.. Belki de her hafta aynı şeyleri yazmaktan usanmış olabiliriz. Ya yanıltıyorsak sizi? Ya gerçekten de başarılı bir filmse? Genç öğretmen Ayşin, ataması yapılan uzak diyarlardaki köyle ilgili internette araştırma yapar. Köyün geçmişinde cin’lerle dolu garip olaylar yaşandığını görür. Ayşin inanmakla inanmamak arasında kalır ama mecburen gider köye. Atanamayan öğretmen olarak kalmaktansa, cinli bir köyde çalışmak daha iyidir, belki de! Yok, filmin atanamayan öğretmenler sorunuyla ilgilendiğini sanmayın sakın. Konumuz belli: Cinler.

Gece varır köye Ayşin. Fatma Ana’ya misafir olur. Köyde yakında bir düğün yapılacaktır. Ayşin uykuya dalar. O andan sonra her uyanışında aynı geceyi yaşamaya başlar. Tam üç gece boyunca üstelik. Bakın burada ben de biraz gerildim. Dilek Keser-Ulaş Güneş Kacargil’in birlikte yönettiği filmle İrem Deniz, Ayşe Selen, Dilşah Demir rol almakta. (2.0/5)

Sayfa Yükleniyor...