Haftanın filmleri

Bu hafta 3'ü yerli toplam 9 film vizyona giriyor.

Haftanın filmleri

HAFTANIN MERAKLA BEKLENEN FİLMİ:
“MAD MAX: FURY ROAD”

Sinemada post-apokaliptik türünün yaratıcılarından George Miller, 1979-1985 yılları arasında kotardığı efsanevi Mad Max üçlemesini -dile kolay tam 30 yıl sonra- devam ettiriyor. Miller’ı bunca zaman sonra yine tozlu yollarda çetelerle savaşan bir kahraman öyküsü anlatırken izleyecek olmak heyecan verici. Mel Gibson gitmiş, yerine son dönemin popüler yıldızlarından Tom Hardy gelmiş. Charlize Theron’un varlığı da cabası. Hikaye ise her zamanki gibi diyebiliriz. 

Mad Max savaş sonrası çorak topraklarda yollara düşer, kimselere bulaşmamaya çalışır. “Yalnızlık kurtuluştur” der. Ama yolu, genç bir kadın olan Furiosa’nın (Theron) çetesiyle kesişir. Furiosa ve çetesinin peşinde ise Immortan Joe adlı kötülük timsali vardır. İlk üçleme, zamanının çok ötesindeydi. Bu sefer ise, daha yüksek bütçeyle çekilmiş aksiyon sahneleri, bol patlama ve ünlü yıldızlarıyla tam zamanında çekilmiş bir film var karşımızda gibi geliyor. Yönetmen Miller’ın dehası hala yerinde olabilir ama ilk üçlemeyi bilen seyircinin heyecanı hala yerinde mi, orası soru işareti. Filmin üç boyutlu olduğunu da ekleyelim. (4.0/5)

ÇILGIN AKSİYONDAN UZAK DÖNEM FİLMİ:
“ÇILGIN KALABALIKTAN UZAK”

Viktorya dönemi İngiltere’sinde geçen öykü, yaşadığı toplumun kadınlara biçtiği rolü reddeden, baskıları hiçe sayan, özgürlüğüne düşkün Batsheba ile tanıştırıyor bizi. Genç kadın bir de güzel olunca haliyle ilgi çekiyor tabii. Tam üç adam birden aşık oluyor ona. Bu üç aday arasındaki sınıfsal farklılıklar üzerinden film, çağlar geçse de toplumların değişmeyen yazgısı hakkında sözler söylerken; bir kadının “daha iyi olanı mı” yoksa “kendini daha iyi bir kadın yapacak olanı mı” seçmesi gerektiği noktasında son ana kadar izleyiciyi merak içinde tutarak önemli bir iş de başarıyor.

Tabii bunda, filmin senaryosunun uyarlandığı romanın yazarı Thomas Hardy’yi övmeliyiz belki de en çok. Sinemadaki edebiyat uyarlamaları içinde son yılların en kalburüstü işlerinden biri olduğunu da söylemeliyiz. Yönetmenliğini Thomas Vinterberg’ün yaptığı filmin ana karakterini yani Batsheba’yı, cennet tanesi gamzeleriyle Carey Mulligan oynuyor. Michael Sheen ve son dönemde iyice çıkışa geçen Matthias Schoenaerts’in de aşıklardan ikisini başarıyla oynadığını ekleyelim. Çılgın aksiyon filmlerinden uzakta sakin bir aşk hikayesi izlemek isteyenlere tavsiye olunur (4.0/5)

BİR ROMAN UYARLAMASI DAHA:
“AŞK UĞRUNA”

Yine bir roman uyarlaması ve yine bir aşk hikayesi. Üstelik yine Matthias Schoenaerts genç bir aşığı oynuyor. Bu kez 1940 yılında Fransa’dayız. Nazi işgali başlar. Alman askerleri, kasaba kasaba evlere yerleşmeye başlar. Genç ve güzel Lucile Angellier, evlerine gelen Alman askerinden etkilenmeye başlar. İki genç arasında filizlenen aşk, acaba savaşın trajedisi nedeniyle tomurcuklanabilecek midir?(burada sevgi dolu müzik girer).

Buraya kadar ilginizi çekmediyse Lucile’i Michelle Williams’ın genç alman subayını ise Schoenaerts’in oynadığını söyleyelim. Ayrıca kadroda Kristin Scott Thomas ve Margot Robbie de var. Yönetmen Saul Dibb bir önceki işi olan dönem filmi “Düşes” ile ortalamanın üzerinde eleştiriler almıştı. (3.5/5)

HAFTANIN MÜZİKLİ FİLMİ:
“EDEN”

Ünlü müzik grubu Daft Punk’ın prodüktörlüğünü yapan Fransız DJ Paul’ün hayatı ilginizi çekiyorsa bu filme gidebilirsiniz. Yok, Fransa’da elektronik müziğin son 20 yıldaki gelişimini merak ediyorsanız, yine gidebilirsiniz. 

Ya da bir müzik adamının yükseliş ve düşüş öyküsüyle ilgileniyorsanız, bu film yine size göre. Mia Hansen-Love’ın yazıp yönettiği filmin başrollerinde Felix de Givry, Pauline Etienne, Vincen Macaigne ve Hugo Conzelmann oynuyor. (3.5/5)

İLK FİLMİN TADINDAN UZAK DEVAM FİLMİ:
“SİYAHLI KADIN 2: ÖLÜM MELEĞİ”

Başarısız bir korku/gerilim denemesi. Hikaye, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere hükümeti tarafından askeri psikiyatri kliniğine dönüştürülen bir hastanede geçiyor. “Ölü ruhlar” burada tedavi görenlere musallat olmaya başlıyor. Olayları Hemşire Eve’in gözünden izliyoruz. 2012’deki ilk film bir roman uyarlamasıydı ve hayli ilgi görmüştü.

Ama bu kez ilk filmin ekmeğini yemeye çalışan zorlama bir senaryo var karşımızda. Korku filmi açlığı çekenlere geçen hafta vizyona giren “It Follows”u hala tavsiye ediyoruz. (1.5/5)

HAFTANIN YERLİ ÜRKÜNÇLÜ FİLMİ:
“AZEM 2: CİN GAREZİ”

Yapımcılar film için “tüyler ürpertici” ifadesini bir kaç kez kullanmış. Biz de öyle diyelim. Bir baba ve kızının tüyler ürperten hikayesi bu. Yine bir devam filmi. Hikaye bu kez Sakarya’nın bir köyünde geçiyor. Paranormal aktiviteler devam ediyor. İlk film “Azem: Cin Karası”nda hatırlarsanız Düzce’nin bir dağ köyündeydik.

Türkçesi “savunucu” olarak geçen ve Arap yarımadasında kullanıldığı söylenen eski bir büyü, seriye ismine vermiş. En azından öyle diyorlar. Erdinç Kazımoğlu’nun çektiği filmin oyuncuları Murat Bülent Atacan, Ceren Gündoğdu ve İzzet Lüleci. (1.5/5)

HAFTANIN SOSYAL MESAJ KAYGILISI:
“TERKEDİLMİŞ”

Ülkemizdeki organ mafyası haberlerinde sanki bir azalma var. Organ mı kalmadı yoksa mafya mı bitti bilemiyoruz; belki de kanıksanmışlıktan kelli yeterince haber değeri taşımamaya başladı. Ama “Terkedilmiş” bu sorunu gözüne kestirmiş, onu koparıp atacak mesajlarıyla geliyor. Üstelik içine bir de döneme uygun şekilde Suriyeli aile yerleştirmiş ki, değmeyin keyfine! Korhan Uğur’un 2009 tarihli “Öldür Beni”den sonra ikinci kez uzun metraja giriştiği öykü, bir sanatoryumda geçiyor.

Yolları kesişen 9 kişinin öyküsü bu (Inarritu alarmı!). Ha, filmde kesişiyor mu gerçekten, orası soru işareti. Suriyeli bir ailenin organ mafyası yüzünden yaşadığı dramın bu kişiler üzerinde yarattığı etki, biraz zorlama gelebilir bazılarına. Bir filmin, toplumsal sorunlara parmak bastığını gerçekten söyleyebilmek için seyircide bırakacağı “etki” daha önemli değil midir? Oyuncular Levent Ülgen, Burak Sarımola, Mahmut Gökgöz ve Kyamran Agabalaev.  (1.5/5)

HAFTANIN EKSANTRİK YERLİ İŞİ:
“KIRMIZI”

Çehov’dan beri biliyoruz ki, silah çıktı mı sahneye, mutlaka ateşlenecektir. Gelin bu sözü şöyle serbest çağrışımla filmin adı olan “kırmızı”yla dönüştürelim: ortada hem de salonun tam ortasında kıpkırmızı bir bavul varsa mutlaka kan akacaktır! Adı üstünde kırmızı. Aşkın rengidir elbet, güllerin rengidir ama kanın da rengidir. Yücel Müştekin, yazıp yönettiği ilk filminin fragmanında bir açmazla bırakıyor seyirciyi. Beraberliklerinin birinci yıldönümünde dışarıda eğlendikten sonra o izbe mahallelerindeki evlerine dönen genç çiftimiz, salonda ne menem bir şeyle karşılaşır ki ortalıkta bunca küfür, dehşet, panik ve kaçış yaşanır?

Umut ve Aslı’nın öyküsü bu. “Kırmızı sadece bir renk değildir” cümlesinden hareketle “kırmızı”nın seyircide yaratacağı çağrışımlara bel bağlanmış besbelli. Kırmızı üzerine kafa yormalardaysanız, başrollerinde “ıssız adam” Cemal Hünal ve Leyla Göksün’ün oynadığı bu filme de bir şans verebilirsiniz. Küçük bir rolde gazeteci Tayfun Talipoğlu’nu da aşk üzerine söylev verirken izleyebilirsiniz. (2.0/5)

“TINKERBELL VE CANAVAR EFSANESİ”

Seveni bol olan serinin altıncı filminde Tinkerbell ve arkadaşları, bir canavarın yuvalarını tarumar etmesinden endişe etmektedir. Kimseyi dış görünüşüne göre yargılamamak gerektiğine inanan hayvan perisi Fawn ise, bu gizemli canavarla dostluk kurar. 

Belki de canavar sandıkları bu varlık o kadar da korkunç değildir? Yönetmenliğini Steve Loter’in yaptığı bu animasyonun orijinal seslendirme kadrosunda Mae Whitman, Rosario Dawson ve Anjelica Huston da var. (2.5/5)

Sayfa Yükleniyor...