Haftanın filmleri
Bu hafta 4'ü yerli 11 film vizyona giriyor.
HAFTANIN FİLMİ GİBİ GÖRÜNSE DE...
“JURASSIC WORLD”
Dile kolay, serinin ilk filminin üzerinden 22 sene geçmiş. Michael Crichton’ın romanından uyarlanan ilk iki filmi yöneten Steven Spielberg bu kez yapımcı koltuğunda. Üçüncü film faciaydı hatırlayacaksınız. Serinin 4. filmi “Jurassic World’de ise yönetmenliği, “Zaman Yolcuları” adındaki ilk uzun metrajıyla sükse yapan genç sinemacı Colin Trevorrow kapmış. İyi de olmuşa benziyor, yani filmde dinazorlar gayet şık görünüyor. Yeterli mi peki? Elbette değil. Sorun hikaye konseptinde ki serinin öncesine göre fazla bir değişiklik de yok aslında. Dinazorlar kontrolden çıkar ve parkı ziyaret edenler birer av olurlar. Kosta Rika’nın Pasifik kıyılarındaki bir adada oluşturulan tam teşekküllü parkta geçiyor film. Parkın yöneticileri ilgi çekmek ve böylece ziyaretçi sayısını artırmak için budalaca bir planı devreye sokar. Parktaki dinazorların genleriyle oynayarak çok zeki ve yeni bir tür yaratırlar. Ama işte o tür, kontrolden çıkınca adada bulunan yaklaşık 20 bin insanın hayatı tehlikeye girer. “Jurassic World”de suda da gidebilen dinazorlar göreceksiniz. Çok sayıda aksiyon sahnesi, serinin önceki filmlerini sevenlerin hoşuna gidebilir. Ama hikaye yeterince sürükleyici mi, orası soru işareti. Sonu belli bir film izlemekten daha beter bir şey olamaz. Başrolde “Galaksinin Koruyucuları” filminden hatırlayacağınız Chris Pratt var. Aktör acaba galaksiyi olduğu gibi dinazorlarla dolu bu minik adayı da kurtarabilecek mi, onu göreceğiz. Filmde kendisine Bryce Dallas Howard eşlik ediyor ancak aktrisin saç modeli, filmde şu ana kadar görebildiğimiz yegane görsel kusur. O saçların durumu nedir allah aşkına? Neyse yine de aksiyon ve elbette dinazor severlere filmi önerebiliriz.
(3.0/5)
ASLINDA HAFTANIN FİLMİ BU:
“AJAN”
En iyi gizli servis ajanlarının bile yapamadığını o yapabilir mi? CIA’de çalışan bir masa başı analisti ilk saha görevinde nükleer bir bombayı durdurabilir mi? O, sadece konuşarak bir boğayı bile alt edebilir. O tabii ki Melissa McCarthy. Çenesinin kuvvetine, Sandra Bullock’la başrolü paylaştığı komedi filmi “The Heat-Ateşli Aynasızlar” filminde şahit olmuştuk. Bu kez gaza daha sıkı basması lazım. Çünkü dediğimiz gibi bir nükleer tehdit söz konusu. Susan Cooper’dan söz ediyoruz aslında. Gizli görevdeki iki önemli ajanın kimliği yanlışlıkla deşifre olunca teşkilat, büyük kumar oynar ve parasını, kimsenin tanımadığı ve önemsemeyeceği Susan’a yatırır. Susan masa başından kalkar, ilk saha görevinde ortalığı birbirine katar. Başrollerde McCarthy’ye deneyimli ajanlar olarak Jude Law ve Jason Statham’ın eşlik ettiğini söylersek, ilginizi çeker herhalde. Yönetmen ve senarist ise McCarthy ile “Bridesmaids-Nedimeler” filminde de çalışan Paul Feig. Filmin aksiyon ve komedi dozunu başarıyla tutturduğunu söyleyebiliriz Ama McCarthy stili komediyi sevmiyorsanız bu filmden uzak durmanız daha sağlıklı. Geriye kalanlar ise, örneğin ben, bu filmi aksiyon ve komedi seven herkese rahatlıkla öneriyorum.
(4.0/5)
HAFTANIN BİR BAŞKA AJANLI FİLMİ:
“ÇITIR KAÇAK TEHLİKELİ”
“Çıtır Kaçak Tehlikeli”, olağanüstü yetenekleri olan 16 yaşındaki bir gizli servis ajanının, gençliğini yaşamak istemesi üzerine bir öykü anlatıyor. Megan, bir plan yapar ve kendisini ölmüş gibi gösterir. Tek isteği, yaşıtları gibi sıradan bir okul hayatı olan sıradan bir genç kız olmaktır. Başarır da. Ortadan kaybolur ve bir okula kayıt olur. Ama normal yaşama olan arzusu, sandığı gibi sonuçlanmaz. Yetenekleri yüzünden çoğu olayda kendini ele verir. Üstelik normal bir okulda giderek popülerleşen bir öğrenci olmak o kadar da eğlenceli değildir. Teşkilattaki akıl hocası Hardman onu bulur sonunda. Teşkilatın böyle genç yeteneklere ihtiyacı vardır. Anlattıklarımızdan anlamışsınızdır aslında bu vasat bir film. Yönetmenliğini Kyle Newman’ın yaptığı “Çıtır Kaçak Tehlikeli”, popüler bir jargonu kullanacak olursak biraz fazla “teenage” işi. Filmde başrolü yani Megan’ı genç oyuncu Hailee Steinfeld oynuyor. Kadroda Samuel J. Jackson ve Jessica Alba da var.
(2.0/5)
VASAT BİR AKSİYON
“VICE”
Başrolünde Bruce Willis’in adını görmek sizi şaşırtmasın. “VICE” haftanın en vasat aksiyonlarından biri. Willis filmde Julian Michael adında, “VICE” adını verdiği sanal bir yaşam alanı kurgulayan girişimci rolünde. Tıpkı insan gibi görünen robotlar tasarlar. Müşterilerine fantezilerini gerçekleştirme fırsatı sunar. Müşteriler, kendilerinin birebir kopyası olan robotlar sayesinde gerçek hayatta yapamayacakları şeyleri yapabilecekleri bir dünya içinde bulurlar kendilerini. Üstelik robotların ham hali, olduğu gibi “I, Robot” filminden kopya edilmiş gibi. Sonra beklenen olur. Robotlardan biri, ki ismi Kelly, kontrolden çıkar. Bilinç sahibi olur. VICE denen bu sanal fantezi dünyasından kaçar. Ama iki ateş arasında kalır. Bir yanda VICE firmasının müşterileri ve yatırımcıları, diğer tarafta VICE’ı kapatmaya çalışan bir dedektif. Bu fazlasıyla zorlama senaryoyu yöneten isim Brian A. Miller. Başrollerde Bruce Willis’e Ambyr Childers ve Thomas Jane eşlik ediyor. VICE haftanın zayıf halkalarından biri. (1.5/5)
HAFTANIN ROMANTİK DÖNEM FİLMİ:
“KÜÇÜK KARMAŞA”
Romantik bir dönem filmi olan “Küçük Karmaşa” iki özelliğiyle ilk bakışta dikkat çekiyor. İlki ünlü İngiliz aktör Alan Rickman’ın 7 yıl sonra çektiği ikinci film olması. Rickman yönetmenliğin yanı sıra filmin senaryosuna da katkıda bulunmuş. Diğeri ise yıldızı giderek parlayan Belçikalı aktör Matthias Scoenaerts’in son 1 yıl içinde benzer rollerde üçüncü kez karşımıza çıkması. Hatırlayacaksınız önceki haftalarda aktörün “Çılgın Kalabalıklardan Uzak” ve “Aşk Uğruna” isimli iki filmini anlatmıştık. “Küçük Karmaşa”da kendisi sağolsun yine genç bir aşığı oynuyor.
Hikaye 1682 yılında Fransa’da geçiyor. Genç peyzaj mimarı Sabine De Barra’nın öyküsünü izliyoruz. Güçlü bir kadındır Sabine. Dönemin şartlarına uymak istemez, “şartlar bana uysun” der. Derken bir gün, Kral 14. Louis için Versay Sarayı’nda çalışması teklif edilir. Teklifi kabul eder hemen tabii. Kralın baş tasarımcısının ekibine dahil olur ve çalışmaya başlar. Bu sırada o baş tasarımcıyla yani Matthias Schoenaerts’in oynadığı La Notre ile yakınlaşmaya başlar. Dönem filmi atmosferi altında romantizm izlemek isteyenlere tavsiye edebileceğimiz “Küçük Karmaşa”nın başrolünde yani Sabine rolünde Kate Winslet var. Filmin yönetmeni Alan Rickman’ın yanısıra her role bürünebilen Stanley Tucci de kadroda.
(3.0/5)
ORMANDA GERİLİM
“ÖLÜM ORMANI”
“Ölüm Ormanı” adlı film için Amerikan basınında yapılan yorumlardan birinde “Jaws’ın denizde yaptığını size ormanda yapıyor. Korkutuyor” denilmiş. Bunun biraz fazla iddialı ve fazla büyük bir iltifat olduğunu söylemeliyiz. Evet bir gerilim filmi olarak işini yapıyor ama “Jaws” gibi çığır açan bir film de değil doğrusu. “Ölüm Ormanı”, daha çok ormanda kamp yapacaklara ikinci kez düşünmelerini tavsiye eden bir gerilim filmi. Alex ve Jenn metropol hayatına alışkın bir çift. Alex’in doğa tutkusu ve ısrarıyla ıssız bir ormanda kamp yapmaya giderler. Burada gizemli bir yabancıyla ve vahşi ayılarla karşılaşılarlar. Ani kamera hareketleri, ses efektleriyle sizi koltuğunuzda rahatsız edebilecek türde bir film. Genç çiftimiz sonunda kaybolurlar. Kamp yapma hayalleri, ölüm kalım savaşına dönüşür. Aralarındaki kırılgan ilişki de bu koşullar altında ciddi bir sınavdan geçer. “Ölüm Ormanı”nın yönetmeni Adam McDonald. Başrollerde Missy Peregrym, Jeff Roop ve Eric Balfour bulunuyor.
(2.5/5)
YERLİ FAL PARODİSİ
“FAL”
“Fal” filminde küçük bir Anadolu kasabasındayız. Melek isimli genç kız, işlediği dantelleri satarak geçimini kazanan, ahaliden biridir. Ama başka bir özelliği daha vardır. Çok iyi fal bakar. Baktığı fallar kısa sürede gerçekleşince kasabadaki ünü artar. Tam da o günlerde Faik adlı genç kasabaya yerleşir. Faik, sanatçı ve siyasetçileri iyi falcılarla buluşturan bir aracıdır. Dolayısıyla Melek ile Faik’in yollarının kesişmesi uzun sürmez. Ünal Çeken’in yönettiği filmin oyuncuları arasında Gamze Köse, Ali Elgün ve Eren Özkan öne çıkıyor. “Fal” isimli film, “fala inanma falsız da kalma” esprisini uzatan, yer yer g��ldürmeye çalışan, ama bunu başarabildiği biraz şüpheli bir film. Seçim sizin. (2.0/5)
İLGİNÇ BİR AİLE DRAMASI:
“MUTLU KUZULAR”
“Mutlu Kuzular”ın konusu ilginç. Almanya'da oğlu Can ve kızı Sevgi ile yaşayan Elmas, geçimlerini sağlayabilmek için vücudunu satmaktadır. Bir gün oğlu Can durumu öğrenince büyük tepki gösterir. Kardeşi Sevgi’yi de alarak dedesine gider. Mutlu aile tablosu bir anda yıkılır. O güne kadar sadece çocukları için yaşayan Elmas büyük çöküntüye uğrar. “Mutlu Kuzular”, Elmas’ın çocuklarının sevgisini yeniden kazanabilmek için verdiği mücadeleyi anlatıyor. Tabii bunun için öncelikle mesleğini değiştirmesi gerekiyor. Uzun yıllardır Almanya’da yaşayan Gaziantep kökenli yönetmen Kadir Sözen’in filmi, Nürnberg'deki Türkiye-Almanya Film Festivali’nde “en iyi film” ödülüne aday gösterilmişti. Başrolde yani Elmas rolünde Nergis Rashidi var. Ona, Vedan Erincin, Benno Führmann, Anna Thalbach ve Erhan Emre eşlik ediyor. İlginç konusuyla öne çıkan bir drama.
(2.5/5)
YERLİ KORKU DENEMESİ
“HANNAS: KARANLIKTA SAKLANAN”
Yerli korku-gerilim sinemamızda din öğesi çok baskın. Neredeyse her filmde, çeşitli ayet veya hadislerden alıntılar yapılıyor, ardından cinler alemine dalınıyor. İnsanlara musallat olan paranormal güçlerden söz ediliyor. Aslında bu, “konu bulma” açısından bir tıkanıklığın göstergesi. Korku sinemamıza musallat olan gerçeğin ta kendisi. “Hannas: Karanlıkta Saklanan” da böyle bir film. Mekanlar değişse de, karakterlerin durumu farklılaşsa da sonuç değişmiyor. Anlatalım: Genç psikiyatrist Mert, Anadolu’nun uzak bir şehrinde bir hastanede göreve başlar. Sadece hastaların değil, orada çalışanların da durumlarında bir tuhaflık fark eder. Özellikle kimseyle iletişime geçmeyen Muazzez’le yakından ilgilenir. O günlerde hastaneye genç hasta Elif gelir. Elif’e konulan ilk teşhis histerik psikozdur. Fakat Elif, terapiler sırasında bir varlığın kendisine musallat olduğunu anlatır. Mert ise olayı bilimsel düzlemde düşündüğü için hastayı ikna etmeye çalışır. “Hannas: Karanlıkta Saklanan” adlı bu film, bilimin açıklayamadığı veya asla açıklayamacağı bazı güçlerin olabileceği konusunu tartışmaya açmaya çalışıyor. Bunu yaparken ise korku-gerilim türünde iyi bir sınav veremiyor ne yazık ki. Galiba sinemada, korkutma ve germe ile sinir bozma arasında bir fark var. Kimi sahnelerde sadece sinirinizin bozulduğunu fark edebilirsiniz. Bu haliyle, film, başta belirttiğimiz o konu tıkanıklığından fazlasıyla müzdarip. Kamil Aydın’ın çektiği filmin oyuncuları Hazal Şenel, Furkan Kızılay, Fatma Karanfil ve Murat Ercanlı olarak sıralanıyor.
(1.0/5)
ETHEM SARISÜLÜK VE DİĞERLERİ
“HAZİRAN YANGINI”
Taksim Gezi Parkı’nda iki yıl önce Mayıs ayında başlayan eylemler tüm yurda yayılmış, çok sayıda insan, polisle karşı karşıya gelmiş, gençler hayatını kaybetmişti. İşte o isimlerden biri, Ankara’da polis kurşunuyla ölen Ethem Sarısülük ekseninde bu belgesel, Gezi olaylarını hatırlatan bir belge niteliğinde. Gazeteci Gürkan Hacır, saatlerce görüntü kaydını eleyerek Gezi olaylarında aslında ne olduğunu seyircinin karşısına getirmeye çalışmış. Ama örneğin, Amerikalı gazeteci ve aktivist Michael Moore’un yaptığı gibi, çektiği filmle bir sonuca varamamış, “Birader, memleketim nerede” diyememiş mesela. Film bu haliyle sadece, ileride bir belge olarak işe yarayacak gibi duruyor. Zira Ethem Sarısülük’ün öldürülmesiyle ilgili davaya ve Sarısülük’ün acılı ailesine geniş yer ayrılmış. Oysa, Michael Moore’un siyasi belgesellerindeki gibi bu filmin net bir mesajı olması gerekiyordu, en azından hak ediyordu, gibime geliyor.
(2.5/5)
HAFTANIN ANİMASYONU
“ŞÖVALYE RUSTY”
“Şövalye Rusty” için haftanın animasyonu diyebiliriz yani bu haftayı da çocuklara uygun bir animasyonsuz geçmeyelim denilmiş belli ki. Film güzel, sıkmıyor, tam da çocuk izleyiciye yönelik. Ama sanki çocuklara, o yaşlarda, sinemanın büyüleyici dünyasını gösterecek, onlara hayata dair ilham verecek filmler lazım. Hikaye, adı üstünde, Şövalye Rusty’nin başından geçenler üzerine kurulu. Bir düelloyu kazanan Rusty, kaybedenler tarafından sahtekarlıkla suçlanır. Hatta Kral tarafından ünvanı ve kalesi elinden alınır. Bu arada taht oyunları da var filmde. Prens, Kral’ın sağlık durumunun kötü olduğunu bildiğinden darbe planları yapar. Amacı ülkede diktatörlük kurmaktır. Şövalye Rusty, hem kendine hem de krala karşı kurulan tuzağı ortaya çıkarmak zorundadır. Evet dediğimiz gibi “Şövalye Rusty” kötü bir film değil, ama çocuklara sinemayı sevdirecek türden bir yapım da değil. Daha çok, benzerlerine televizyonlarda sıkça rastlayabilecekleri türden.
(2.5/5)
- Etiketler :
- Haberler -
- sinema