Hangisi daha acı? (Moonlight - Split)

Bu hafta vizyona girecek 2 filmi izleme şansı buldum. Biri 8 dalda Oscar adayı “Moonlight”, diğeri ABD gişe listesinde haftalarca 1 numarada kalan “Split”. Biri gerilim diğeri dram türü örneği filmler zihnimde garip kapılar açtı. Maalesef o kapılar çiçek desenli duvarlarıyla sıcacık bir oturma odasına değil, tek kişilik bir karanlığa açılıyor.

Hangisi daha acı? (Moonlight - Split)
Hangisi daha acı? (Moonlight - Split) - 1

Lisedeyken yeni bir kitap veya bir albüm çıktığında elden ele, dilden dile dolaşırdı. O özel paylaşımlardan birinin yaratıcısı Ingvar Ambjörnsen’di. “Beyaz Zenciler” kitabını başımızın ucunda değil üstünde taşıdık. Çünkü beyaz olmamıza rağmen zenciydik. Zincirlerimiz vardı. Hem kıyafetlerimizde hem de ruhumuzda. Kurt Cobain öldüğünde, zincire yeni bir halka daha eklendi. Bizim gibi olanların bizden gidişiyle küçüldük. Büyüdükçe şükretmeye başladık. Hayat koşuşturmasında kokuştuk. Değiştik, dönüştük. Ama içimizde, çok derinlerimizde, ufacık bir ışığın aydınlattığı o küçük karanlığımızda hep zenci kaldık. Dünya adaletsiz bir yerdi, insan var oldukça bu kural değişmeyecekti. Okuduk, izledik. Birileri vardı bizim gibi düşünen. Yine şükrettik. Barry Jenkins de o adamlardan biri. Siyahi bir yönetmen. Adını bu yıl duyurabildi. “Moonlight” gibi sessiz bir çığlığa imza attı. 

Chiron isimli küçük bir çocuğun 3 bölümde işlenen büyüme hikayesi karanlığa açılan demir kapının sesi gibi kuvvetli ve rahatsız ediciydi. Amerika denilen acımasız kıtada yaşayan Chiron, kendi ırkına bile yabancıydı. Azınlıklardan oluşan bir okulda eğitim görmesine rağmen dışlanıyordu. İki kere zenciydi o. Kendisinde zamanla farkettiği cinsel yönelim, başkaları tarafından acımasızca eleştiriliyor, fiziksel şiddete varan zorbalıklara dönüşüyordu. Annesi bir bağımlıyken ve çevresi uyuşturucu satıcılarıyla doluyken kaçabileceği tek sokağın adı “Aşk”tı bu küçük adamın. Bir çocuğa aşık oldu. Onun aşkıyla büyüdü. Ne başka bir tene dokundu ne de başka bir hayata. Ruhundaki yarayı, bedeniyle kapattı. Zamanla kocaman bir adam oldu. Sonra bir telefon geldi çocukluğundan. Her insan hayatında bir kez mutlaka yüzleşecektir. O da yüzleşti. Yıllar öncesiyle, annesiyle, ilk ve tek aşkıyla, para kazandığı pis işiyle, tekrar tekrar gördüğü rüyayla, bedeniyle, bir türlü itiraf edemediği kimliğiyle, yalnızlığıyla... Ben mi? Ben çok üzüldüm izlerken. Kendime, sana, Chiron’a, annesine, anneme... Chiron’un çocukluk ve gençlik dönemini canlandıran Ashton Sanders ve Trevante Rhodes bu üzüntüyü içselleştirmemde çok etkili oldu. Mahershala Ali hiç konuşmasa bile bir hikaye anlatıcısı gibiydi. Afrika’nın köyünde, çıplak ayakla koştuğu temiz sayfalardan, Amerika’ya göçen ve kahve lekesiyle dolu bir kitap kapağına dönüşen hayatı gözlerinden yaprak yaprak dökülüyordu. O oyuncular, bir şekilde tutunup başarılı bir filmde yer buldu. Ama geldikleri yer hikayedeki karakterlerle aynıydı. O benzerlik, o aynılık beni onlara bir adım daha yaklaştırdı. Filmden sonra sızlayan kulaklarımda hep aynı soru yankılandı: Siyah, dünya nüfusunun yarısının en sevdiği renk iken, aynı rengi bir bedende görmeye nasıl tahammül edemiyorduk?

Hangisi daha acı? (Moonlight - Split) - 2 Barry Jenkins’in yönettiği 6 oscar adaylığı bulunan film, Tarell Alvin McCraney’in “In Moonlight Black Boys Look Blue” kitabından uyarlandı. Trevante Rhodes, André Holland, Janelle Monae, Ashton Sanders, Jharrel Jerome, Naomie Harris ve Mahershala Ali’nin rol aldığı filmin etkileyici müziklerinde Nicholas Britell’in imzası var.

ACININ 23 HALİ!

“6. His” filmini izlediğim günü dün gibi hatırlarım. Sinema salonlarının küçülmediği zamanlardı. Kocaman bir karanlıkta, salonca şaşkınlığa bulanmıştık. Aslında bizler de Dr Crowe gibi öldüğünün farkında olmayan, boşlukta salınan, bazen birbirine değen ruhlardık. Manoj Nelliyattu Shyamalan, gerilim efektini kullanarak zihinlerde küçük boşluklar açan garip bir adam. “The Happening” gibi, salondan çıktığımda bir süre kendime gelemediğim, o süre içinde düşündüklerimi, bir gece sonra anlamlandırabildiğim bir filmin yönetmeni. Yeni filmi “Spilit”in fragmanını görünce de heyecanlandım. Mark Wahlberg ve Bruce Willis’in gibi ünlü isimlerle çalışan yönetmen bu kez James McAvoy’u başrol koltuğuna yerleştirdi. McAvoy, 23 farklı karakteri ruhunda taşıyan bir adama, Kevin’e hayat verdi. Hikaye, diğerleri kadar heyecanlı değildi. Beni ilgilendiren tarafı Kevin’in de bir beyaz zenci oluşuydu. Annesinden şiddet gören, büyürken küçülen Kevin, içindeki 23 karaktere sığınmıştı. Yaramaz bir çocuk, gey bir modacı, temizlik hastası bir adam, despot bir kadın, acımasız bir katil... “Çoklu kişilik bozukluğu”... Çocukken yaşanan travmalar sonucunda nadiren ortaya çıkan hastalık. Yeryüzünün en temiz çocuklarını kirleten ve onları içlerindeki karakterlere mahkum eden kocaman gölgeler. İşte Kevin da o gölgelerden kaçmak için tam 23 limana sığındı. Hangi ayakkabıyı alsam kararsızlığını saatlerce yaşayan normal bir zihnin yanında, bir gün içinde 23 farklı düşünce biçimine, karaktere giren, hasta olmak zorunda bırakılan yapayalnız genç bir adamdı Kevin. James McAvoy, rolden role girerken öyle yoruldum ki, onun performansını takdir ederken, ruhunda en az iki kişiyi barındıran,  yaptğı hiçbir şeyi isteyerek yapmayan, başkalarının açtığı delikleri ilaçlarla kapatmaya çalışan insanlara saygı duydum. Benim izlemekle yetindiğim bu hikayeyi onlar yaşıyordu çünkü. Yaşamak bir sanattı ancak o kitabın yazarı sen olduğunda anlamı vardı yaşamanın, biri özenle dolduracağın sayfaları, daha işlenmeden yırttığında değil.

Hangisi daha acı? (Moonlight - Split) - 3 M. Night Shyamalan imzalı filmde James McAvoy 23 farklı karakteri bünyesinde barındıran Kevin rolünde. Gerilim dozu yüksek filmin sonunda bir de süpriz var.

Bu filmleri, kaybetmek zorunda bırakılanlara, acıyı sessizce, feryat etmeden, kimselere göstermeden çekenlere, kim olduğunu kendisinin bile duyamayacağı şekilde içine içine söyleyenlere, beyaz zencilere ithaf ediyorum.

Sayfa Yükleniyor...