Her dinlediğinizde bir gizem çözülür

Önder Focan'a göre; Cazcı mütevazı olacak, çalarken gruptaki diğer müzisyenleri dinlemeyi bilecek ve başka cazcıları da dinleyecek. Çünkü cazı her dinlediğinizde bir gizem çözülür

Her dinlediğinizde bir gizem çözülür
Her dinlediğinizde bir gizem çözülür - 1 İREM GÖKBUDAK 

Müziğe mandolinle başlamış Önder Focan. Sonra gitar ve caz. Liselerarası müzik yarışmasında arkadaşlarıyla caz çalmış, "doğaçlama" diye diskalifiye edilmişler. Bugün biraz tambur, biraz piyano da çaldığını söylerken, "Ama çalıyorum demek ayıp olur" diyor. Türk Müziği'ni çok seviyor, profesyonel olarak da çalıyor. Rock'a karışmış caz seviyor. 

NTVRADYO'nun Bizim Cazcılar dizisi için, Önder Focan'la konuştum. Hakan Rauf Tüfekçi, ondan çok şey öğreneceğimi söylemişti. Gerçekten, cazcıların "otel lobilerinde çalan müzisyenler" olarak görüldüğü dönemde başlayan, Türkiye'nin önde gelen sanatçılarından olan (Ve en uzun soluklu, halen devam eden caz kulübü Nardis'in sahibi) Focan'ın söyledikleri, özellikle caza mesafeli duranlar için öğretici nitelikte. 

Programı NTV RADYO'da kaçırdıysanız, podcast sayfasından dinleyebilirsiniz. Aşağıda söyleşiden bir bölümü, okumayı sevenler için deşifre ettim. Okurken, Focan'ın programda çalınmasını istediği parçalardan biri eşlik edebilir. 

“Sekiz” adlı albümünden “Pek Methini Duyduk” parçasını Pat Metheny. Sonny Rollins’in The Bridge albümünden "Without a Song”. Songbook albümünden Meltem Ege ile birlikte yaptığı “Eski Küçük Şehir”. Önder Focan & Şallıel Bros. Funkbook albümünden “Salatanın Suyu”. 

Önder Bey, müzikle nasıl tanıştınız? 

Enstrümanlara karşı son derece ilgim vardı. Ama çok fazla bulunmuyordu bulunduğumuz çevrede enstrüman. İlkokullarda mandolin çalınıyordu ve ben ilkokul 3. sınıfta mandolin sahibi olup, mandolin dersleri almaya başladım. Ve çok hızlı ilerledim. Hocamız klasik müzik eserlerinin mandolin düzenlemelerini içeren metotlar getiriyordu. Zor part'ları, çift sesleri falan bana çaldırıyordu. Ben o zaman, “ah ne kadar güzel” dedim. O sıralar The Beatles falan da çıktı. Ben gitar da çalayım dedim, ama bir türlü gitar sahibi olamadım. İlk gitarım 13 – 14 yaşında oldu. Ondan sonra da önce pop, sonra rock, sonra da caza yöneldim. Tamamen otodidakt'tım. Kendim öğrendim. Başlangıcım ve ilerlemem bu. 20 yaşından itibaren de sadece cazla ilgilendim. 

Ailenizde başka müzisyenler var mıydı, sizi desteklediler mi? 

Babamın babası Türk müziği bestecisi. Bende el yazması notaları var. Onu ziyarete gittiğimiz zaman arkadaşları toplanıp evde çalarlardı. Ve kanun sanatçısıydı. Oradan herhalde bir şeyler var.  Anneannemin kulağı iyiydi. Piyanonun başına geçince bir şeyler çalabiliyordu. Ama formal bir eğitimi olan ya da hakikaten bir piyanist filan değildi. Babamda işte kulaktan bir şeyler çıkartır çalardı. Yani genel olarak müziğe yatkınlığı var ailenin, ama gerçek performans yapan kişi dedemdi. Ama hep ailede müziğe bir ilgi vardı ve müziği desteklediler.  

Her dinlediğinizde bir gizem çözülür - 2

"LİSELERARASI MÜZİK YARIŞMASINDA CAZ ÇALDIK, DİSKALİFİYE OLDUK" 

Caz müziğe geçişiniz nasıl oldu? 

Lise 2 ya da 3’te sanıyorum... O zamanlar tabii en büyük isteğimiz -liseler arası yarışmaları vardı- Milliyet’in yarışmalarına katılmak. Ona katıldık bir tane şey vardı, halen var galiba King Crimson diye bir grup. Live albümleri var. Live at the Orpheum diye. Onu getirdi bir arkadaşımız. Heyecanlıyız, acayip bir şey! 11 dakikalık bir parça var, harika. 1 ay uğraştım oradaki bütün mellotron gitar ve saksafon sololarını çıkarttım. Bir arkadaşım da bana yardım etti. Diğerleri dışarıda futbol oynuyorlar, minyatür kale. Bizi bekliyorlardı bitsin diye. Meğer onlar doğaçlama sololarmış. Biz onlar muhakkak olması gereken şeyler zannediyorduk o zaman. Ve bunları biz nota nota çaldık yarışmada. Doğaçlama çalıyoruz diye diskalifiye olduk yarışmadan. Çünkü parça da 11 dakika. 11 dakikalık bir şeyi de kimse beklemiyor liseli bir gruptan. Ama o çalışmalar çok faydalı oldu. O grubun müziğinin içinde bir miktar caz, blues da var. Bu caza yönelmeme de fayda sağlamıştır tabii, diye düşünüyorum. 

"BİRAZ TAMBUR, BİRAZ PİYANO... AMA ÇALIYORUM DEMEK AYIP" 

O dönemde daha çok ne tür müzik dinliyordunuz? 

Dinlediğim ve çok beğendiğim rock grupları vardı. Hala beğeniyorum. Bu grupların bir rengi vardı, bana bir şey çağrıştırırdı. Bu insanlar bir şekilde caz biliyorlardı. Rock’ı iyi çalmak için bir şekilde caz da bilmek gerek herhalde, dedim ve caz dinlemeye başladım. Ondan sonra da cazın içinde kaldım. Yani rock bitti benim için. Bitti değil aslında her zaman yine dinliyorum ama, performansçı, gitarist ya da besteci olarak cazda kaldım. Ama beni caza yönelten rock’tır. Şimdinin rock’ı değil de, Deep Purple, Pink Floyd'dan daha çok Led Zeppelin. Daha sonra işte caz-rock akımı çıktı. Bizi bunlar yöneltti aslında. Yani rock’a karışmış caz, beni caza çekti. 

Gitar dışında çaldığınız başka bir enstrüman var mı? 

Yani insanların karşısında değil de kendi kendime evde çalabildiğim bazı enstrümanlar var. Örneğin birazcık piyano, çok az ama. Biraz tambur, yine çok az. Onu da ben kendi kendime çalıyorum evin içinde, biraz gitarı o tambur tekniğine adapte edeyim diye çalışmıştım zamanında. Tabii gizli tuttuğumuz enstrümanlar var işte. Çünkü ayıp, ben çalıyorum, çalabiliyorum demek, buna senelerini vermiş üstadların yanında. Ama hani güzel bir şeydir başka renkleri evinizde aramak. 

"CAZCILAR, OTEL LOBİSİNDE ÇALAN MÜZİSYENLER GİBİ GÖRÜLÜRDÜ" 

Bir mesleğiniz daha var, ancak müzisyenliğiniz ve caz hep daha ön planda. 

Evet ben iki meslekliyim. Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde Makine Mühendisliği okudum. Ve işimi yapıyorum da. İki mesleği de sürdürdüm hayatım boyunca. Ama profesyonel müzisyen olarak sadece caz çaldım. Yani popüler müzik çok az bir-iki tane belki, çok çalmadım. Bu sayede de caza yoğunlaşabildim. Caz benim için özel yerini her zaman korumuş oldu. 

Cannes'da 1997’de uluslararası caz festivalinde İKSV adına Türkiye’yi temsil ettiniz. Anlatır mısınız? 

Uluslararası caz festivaline, İstanbul Caz Festivali de üye. O zaman 11 üyesi vardı. MİDEM’de hep organizasyon var. O konseri de "Guitar Night" diye adlandırdılar ve bu 11 üye ülkeden birer gitarist sahne aldı. Ben Türkiye’yi şerefle temsil ettiğimi düşünüyorum. Aranjmanlar yapıldı. Bize gönderdiler. Kendi part'larımızı çalıştık. Nerelerde solo çalacağımız söylendi. Bazılarını hep birlikte 11 gitarist çaldık. Ben 4 numaraydım, harika müzisyenler vardı, şu an birçoğu dünyaca ünlü. İlginç bir akşam oldu... 

Albümlerinizden bahsedelim. Siz işe kasetlerle başladınız. 

CD formatından önce (1994’te) "Jazz Guitar” diye bir kasetim var evet. O ara biz aslında çok beste yapıyorduk. Biz derken, İlkin Deniz diye bir basçı arkadaşımız var, Telvin’in basçısı. Kerem’in de yaptığını biliyorum. Herkes otel lobilerinde çalan insanlar olarak görüyordu Türk caz müzisyenlerini. Halbuki bizde birikmiş malzeme vardı ve bunu sunamıyorduk. Sonra bir türlü kayıt yapamadık, yapamadık çünkü o zamanlar şimdiki gibi kayıt imkânları öyle kolay değildi. Önce, İlkin “Bir Gece Dansı” diye bir kaset yaptı. Ben de o arada bir kayıt yaptım “Jazz Guitar” diye. Bestelerim, Türk müziğinden veya Türk popüler müziğinden düzenlemeydi. Hiç caz standartı yoktu o kasette. Daha sonra Türkiye’de de CD üretimi başladı; “Erken” oldu. Erken’de sadece bestelerim var. Ve o besteleri o dönem biz çalıyorduk Şenova Ülker’le. Bir grubumuz var, hazır bestelerimiz de var, o zaman niye albüm yapmayalım, dedik. Bu ruh haliyle ilgili kısmı, albüm için değil de, parça parça düşünebiliriz. O dönem sıcak bir gündemdi. Bosna savaşı sürüyordu. Biliyorsunuz Avrupa’nın en kanlı savaşlarından biridir, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra. Ben de çok etkilendim. Bosna-Hersek diye bir parça yazmıştım. 

"SALATANIN SUYUNA DA KEDİNİN RENGİNE DE BESTE" 

Her bestenizin bir anısı vardır... 

Evet hep böyle etkilendiğim bir şey var. Yani birinin bir esprisi vb gibi. Şey var; onu ilk caz öğrenirken, caz repertuarı karıştırırken fark ettim. Airegin diye bir parça var. Tersten okuyorsunuz Nigeria yani. Bir otel odasının numarasının, bir parça adı olmuşluğu da var. Ben her şeyle ilgilenirim, bunlardan biri de futbol. Futboldaki güzel bir hareketten heyecanlanıp bir parça yazdım. Oğlum bir kedi gördü, -kedinin alaca alaca renkleri, gitarın siyahtan ortası sarıya kadar giden sunburst diye adlanan rengi vardır- “Aa baba kediye bak, sunburst” dedi. “Sunburst Cat” diye bir parça yazdım, bu son albümümde bir kere daha çaldık onu. Son albümümde ilginç şeyler var. Mesela; benim en sevdiğim şeylerden biri, çoban salatanın dibindeki sostur. "Salatanın suyu" diye bir parça var. Sonra, hani böyle çok susamışsınızdır, canınız bir şeyler içmek ister ve içtiğiniz ilk şeyin ilk yudumunun bir tadı vardır, “İlk Yudum” diye bir parça var, albümün ilk parçası. Etkileyen şeyler bunlardı... Bir insanın kaybı üzerine de yazdığımız şeyler var. Daha evvelki albümlerde de var, bunda da var o. Değişik bir yorum olarak "AB’s Dream" diye. Ajlan Büyükburç arkadaşımız vardı, erken yaşta kaybettik, biliyorsunuz. Bir albüm yapmıştık beraber, New York’ta kaydetmiştik. Bir tane parça için bana “Önder abi bu benim kabusum” diyordu. O albümden çok kısa süre sonra kaybettik Ajdan’ı. Çok üzüldük... Hem çok sevdiğimiz bir insan, hem çok genç yaştaydı... Ben ona bir kabus yaşattım, bir de tatlı rüyası olsun diye adının başharfleriyle bir parça yazdım ona.. Böyle... 

Yeni cazcılarla aranız nasıl, sizinle iletişime geçenler oluyor mu? 

Bizim 2012’den beri etkin olan bir kulübümüz var. Adı Nardis. Türkiye tarihinin en uzun soluklu caz kulübü. İlk açtığımız zamanlarda Bilgi Üniversitesi’nin Caz Performans Bölümü aktifti ve pırıl pırıl genç müzisyenler vardı o zaman. O pırıl pırıl genç müzisyenler bol bol sahne aldılar. Biz onlarla tanıştık, onlar bizimle tanıştılar. Sonra okul kapandı, ama onlar büyüdü ve Türkiye’nin en önemli müzisyenlerinden oldular. Dolayısıyla o nesil ve ondan sonra gelen nesille bizim en azından caz kulüp sayesinde çok ciddi bir ilişkimiz var. Tanışıyoruz, birlikte çalıyoruz. Onlara sahne veriyoruz, takip ediyorum, böyle bir durum var. En son kaydını yaptığımız albümün adı Önder Focan ve Şallıer Kardeşler veya Şallıer Bros. Şallıer’lerin biri 21, öbürü 22 yaşında. Oğullarımdan küçük ikisi de. Böyle çok gençten, yaşlıya kadar herkesle birlikte olabiliyorsunuz. Herkesle birlikte çalabiliyorsunuz, dinleyebiliyorsunuz. Hoş bir şey. 

Her dinlediğinizde bir gizem çözülür - 3

Yurt dışında caz kulüpleri ünlü, Türkiye’de ise çok az. Caz müziği ile toplum arasında nasıl bir ilişki var sizce? 

En sağlam caz kulüpleri New York’ta. Aslında cazın üretimi New York’ta şu an. Herkesin caz deyince aklına New Orleans gelir, ama artık şu anda cazın er meydanı New York. New York’ta herkes bir sahne kapabilmek için çok uğraş veriyor ve hakikatten çok üst düzey müzisyenler var. Dolayısıyla da orada şu anda sayabileceğiniz 10 tane falan caz sahnesi var. Bir ara kan kaybeder gibiydiler ama sonradan yine çok güçlendi bana göre New York’takiler. Yalnız Avrupa’dakiler böyle değil. Avrupa'da Londra, Paris de çok sağlam ama aslında cazın kalesi dediğimiz İskandinavya biraz kan kaybetti bu konuda. Helsinki’de şu anda bir caz kulübü var. Bundan bir sene evveline kadar hiç yoktu. Yani hakikaten ciddi bir caz kulübü. Tamam restoran olup sahnesinde caz olan yerlerden bahsetmiyorum, ama ciddi caz kulübü Avrupa’da da çok az. Nedenini bilemiyorum. Kolay tüketimden kaynaklı birtakım şeyler olabillir. Toplumsal kültür tüketimi alışkanlıklarının değişmesinden olabilir. CD’nin vs.nin ortadan yavaş yavaş kalkması ve dolayısıyla insanların  yavaş yavaş internetten izlemesi olabilir. İnternet yüzünden de biraz daha fazla eve kapanması olabilir. Böyle bir şey. İstanbul’da 2’den fazla caz kulübü olmadı. Olanlar da çok uzun soluklu olmadı… 2 yıl, 3 yıl, 4 yıl en fazla. Ama Nardis 14. yılını bitiriyor. Çok daha fazlasına ihtiyaç var tabii. Cazı destekleyen ve caz müzisyenlerine sahnesinde yer verenler de var. Mesela Kadıköy’de iki yer var benim bildiğim. Avrupa yakasında da var bu şekilde. İyi bir şey bu... 

ROCK SEVİYORUM, ÖZELLİKLE DAHA AZ TİCARİ OLMUŞ ROCK

Siz yurtdışında kalmak, müziğinizi orada yapmak istemediniz mi? 

Ben aslında yurtdışına öğrenciliğim zamanında veyahut da böyle ilk gençlik zamanımda gitme fırsatı bulsaydım, belki o zaman şartlar farklı olabilirdi. Çok daha sonra gittim. Çok daha sonra gidince de burada her şekilde, her anlamda bir düzenim vardı, ondan dolayı da öyle kalma gibi bir şey olmadı. Bir de gidip gelmek çok kolaylaştı artık. Türk olmanın da getirdiği bir avantaj var. Türkiye’de olmanın da getirdiği avantajlar var. Dışişleri Bakanlığı’nın desteğiyle de gittiğimiz çok konser oluyor. 

Caz dışında dinlediğiniz başka müzik türleri var mı, en çok hangisini seviyorsunuz? 

Benim caz dışında en sevdiğim 2 tür var. Biri rock diğeri Türk Sanat Müziği. Ama Türk Sanat Müziği’nin parça formları batı formunda daha caza yatkın gibi geliyor bana. Daha uzun melodik formlar var. Ve hakikaten çok seviyorum. Çok da değerli arkadaşlarım var, onları dinleme fırsatım da oluyor. Hatta bazılarıyla çaldığımız da oluyor. "Yansımalar"da epey bir süre çaldım; konuk müzisyen olarak. Yurtdışında çok konserlere gittik. Sadece Türk Sanat Müziği parçalarını icra eden Münip Utandı ile birlikte çaldım. Dilek Türkan ile birlikte çaldım. Çok da keyif alıyorum. O müziği çok seviyorum. Şenol Filiz'le ortak bir projemiz vardı. Birol Yayla, tambur sanatçısı ve aynı zamanda gitarist. Onlarla birlikte olmak, onları dinlemek her zaman çok hoşuma gidiyor. Tabii rock’ı da her zaman çok seviyorum. Özellikle daha az ticari olmuş rock’ı daha da çok seviyorum. 

Müzik, özel hayatınızı nasıl etkiliyor? Siz de müzikle evli olduğunu söyleyenlerden misiniz? 

İnsanlar müzikleriyle evlidir doğru.  Hakikaten müzik çok önemli yer tutar ve başbaşa çok kalmak istersiniz. Eğer buna saygı gösteren bir insanla beraberseniz, o zaman o kişiyle evliliğiniz, müzikle evliliğinizi engellemez. Benim evliliğim öyle bir evlilik. Benim eşim Zuhal Focan, müzikle olan ilişkime her zaman saygıyla baktı. Yani o mesafeyi korudu. Hiçbir zaman aramıza girmedi. Dolayısıyla da evliliğim (tahtaya vurayım) çok iyi gitti. Hem de müziğimi sürdürebildim. Çünkü “Ya ben, ya müzik!” diyen bir insanla beraber olamazsınız. O müzik o insanın hayatıdır. Aslında sadece müzik değil. Her ilişkide kişi karşısındaki kişinin hayatındaki önemli şeylere saygı göstermeli. Ve karşısındakini değiştirmemesi lazım. Bence uzun ilişkinin formülü budur. Biz 30 olduk bu sene. Oluyoruz... 

“CAZCI MÜTEVAZI OLACAK, GRUPLA ÇALARKEN DİNLEMEYİ BİLECEK ” 

Sizce bir cazcı profili var mı? Diğer müzik dallarındaki müzisyenlerden farklı olarak... 

Aslında idealize edilmiş cazcı profilleri vardır muhakkak. Çünkü bir caz müzisyeninin gerekli olan şeyleri şu: 1, yeteneği olacak. 2, bir şekilde eğitim almış olacak. 3, sürekli egzersiz yapacak. 4, repertuarını geniş tutacak. 5, bir grubun içinde ve farklı gruplarla da çalabilecek. 

Büyük bir standart repertuarı olacak. Ve çalarken de diğer çaldığı insanlara saygısı olacak. Yani çalarken dinlemeyi bilecek. Çalarken de çalma diyaloğunu yapacak. Bunlar hep bir çalışma ve emek gerektirdiği için de zaten bir mütevazılık ve belirli bir disiplin gerektiriyor. Bu mütevazılık ve disiplin de kendi içinde olmuş olacak. Ama herkes insanoğlu. Herkesin artısı, eksisi, tırnak içinde tabirle ‘arıza’ durumu da var. Dolayısıyla kiminin sahnede bir arızası var, kiminin provada bir arızası var. Kimimiz hiç arıza olmadığımızı zannederken arıza yapıyoruz. Onun için bu idealden sapılıyor. Ama bence caz müzisyeni bu demek diye düşünüyorum. Ve zaten yaptığı işi sevecek. Sevmeden yapılacak bir iş değil bu. Yani buna aşık olması lazım. Bol bol dinlemesi lazım. Çünkü her dinlediğinizde bir şey öğreniyorsunuz. Her dinlediğinizde bir gizem açılıyor. Dinlemeyen bir caz müzisyeni olamaz. Hem sahnede arkadaşlarını dinleyecek hem 1945’te Charlie Parker albümümünü dinleyecek. Çok fazla yapılacak şey var hakikaten. Egzersizin her zaman olması lazım. Ama canlı performansın da çok sık olması lazım. Yani her akşam, her gün değil, haftada 3 – 4 gün güzel bir şekilde canlı çalabiliyor olmanız lazım. 

Caz müzik yapanlarla, diğer müzisyenler arasında bir mesafe var mı?  

Cazın dışındakiler cazcılara biraz uzak hissederler kendilerini. Ben bunu hissediyorum. Hatta benim bir tane rock'çı arkadaşım var. İsveç’te yaşıyor, 65 yaşında. Hala bu kafada, “onlar bizi beğenmez” dediğini biliyorum. Niye beğenmesin? Yani Miles Davis özellikle gidip rock'çıları dinliyordu ve rock gitaristlerini kendi grubuna monte etti. Cazcıların düşüncesi budur. “İki tür müzik vardır; biri iyi biri kötü. Ben iyisini tercih ettim.” Böyle bir söz var. Emekle, gönülle ve sadece müzik aşkıyla yapılmış her şeyin çok güzel olduğunu düşünüyorum. 

NTVRADYO YAYINLARINI BURADAN CANLI DİNLEYEBİLİRSİNİZ

Sayfa Yükleniyor...