"Herkesin bir İstanbul’u var"

Fragmanı izlediğimde bir yandan da kendime kızmıştım. Önyargılı olma, sen iyi bir şeyler bulursun diye telkin etmiştim kendimi...

"Herkesin bir İstanbul’u var"

Filmi izledim. Ferzan Özpetek filmlerini seven biri olarak üzülüyorum. Belki de ben İstanbul’un farklı manzaralarına bakan, farklı semtlerini dolaşan, farklı kokularına aşina bir şehirliyim. Filme uzak kalmış biri olarak salondan çıktığımda kafamda kendi İstanbul’um canlandı. İşte bu yüzden ona dair cümleler paylaşmak istedim bu yazımda.

"Herkesin bir İstanbul’u var" - 1 Ferzan Özpetek imzalı “İstanbul Kırmızısı”nda Tuba Büyüküstün, Halit Ergenç, Mehmet Günsür, Nejat İşler, Serra Yılmaz, Zerrin Tekindor gibi birçok ünlü ve usta oyuncu rol alıyor. Yarın vizyona girecek filmde Londra’da yaşayan Orhan’ın, yönetmen Deniz’in kitabındaki karakterlerle tanışmak üzere İstanbul’a gelişi ve sonrasında gelişen olaylar anlatılıyor.

"BENİM İSTANBUL'UM"

İstanbul... Yanından değil, içinden geçtiğindir. En azından bir gün mutlaka yaşayacağım dediğin şehirdir. On kişinin anca sığacağı mekanda yüzlerce nefesle birlikte sabaha kadar dansedip, İstiklal Caddesi’nde güneşin biraz sonra doğacağı anları karşılamaktır. Bir parkta uyanmaktır, üzerine çiğler düşerken üşümemektir. Yürümektir. Kadıköy’den Bostancı’ya, Boğaziçi Üniversitesi’nden Bebek’e, Kabataş’tan Beşiktaş’a, Beşiktaş’tan Beyazıt’a. Gülhane Parkı’nda oynaşan sevgilileri hissettirmeden izlemektir. Vapura yetişmek yada yetişememektir. Kadıköy’e geçtiğinde derin bir nefes almaktır. Boğa’yla fotoğraf çektirenlere gülmek, içten içe o Boğa’nın üstüne binip türlü türlü komik kareler vermeyi istemektir. Bahariye’nin kalabalığından geçip Moda’ya ulaşmaktır. Moda’nın acıtmayan kayalıklarında acıtan anılara bakmaktır. Barış Manço’nun evidir, Sunay Akın’ın Oyuncak Müzesi’dir. Karanlıkta uyananlarla birlikte işe gitmek için servise binmek, ağız kokuları birbirine karışırken kısa bir uykuya dalmaktır. Bir gece yarısı Tarlabaşı’nda, sokağın ortasında, yüzünün yarısı sökülmüş kadife bir koltuğun yanında, hayatının tamamı sökülmüş esmer bir gence bakmaktır. O sokaklardan bazen evindeymiş gibi rahat, bazen gasp edilecekmiş, vurulacakmış, tecavüze uğrayacakmış gibi korkuyla geçmektir. Ev arkadaşının Gazi Mahallesi’ndeki aile yemeğinde silah sesleri ve yangın kokusu eşliğinde sohbet etmeye çalışmaktır. Eyüp’tür hatta Rami’dir. Rami’nin, fotoğraflarda gösterilmeyen cennet olduğunu bilmektir. Keşfetmektir. Bayrampaşa’da bir lunaparkı, Caddebostan’da bir balıkçıyı, Nişantaşı’nda bir ucuzcuyu... 

"Herkesin bir İstanbul’u var" - 2

Sonra, üzerinden uçaklar geçtiğinde ve bomba sesleri kuşları göç ettirdiğinde bir sığınağın olmasını dilemektir. Trafikte boğulurken lanet ettiğin şehre, bayramlarda yeniden aşık olmaktır. Ayrı kaldığın üçüncü günde özlemektir. Sevmek, sevişmektir. 14 Şubat’ı Ortaköy’de köprünün bir bacağının altında yeşile yayılıp uyuyarak geçirmektir. Sarhoş, aşık, yorgun... Ölümdür, cenazedir. Tarık Akan’ın Teşvikiye’deki cenazesini hayretle izlemektir. Bakırköy’e gidip onun yürüdüğü sokaklara bakmaktır. Ruh ve Sinir’e uğramaktır. Zamanın ve aklın aynı anda durduğu o gözlerde kendi deliliğini aramaktır. Ormandır Ruh ve Sinir. Orman havası da almaktır. Bazen bir bomba patlayacak endişesiyle metroya yürümektir. Merdivenleri hızlı hızlı inmek, içten içe sarı çizginin ötesine basmayı istemektir. Nüfusun yarısıyla mindiğin metrobüste sırtından ağır ağır akan ter damlasını hissetmek, ona, kalabalığa ve gözünü üzerine diken pis herife küfretmektir. Sokak çalgıcılarıyla tanıştığın bir gece yanına gelen çocuğun adının Mayıs olduğunu öğrendiğinde içine dolan bahardır. Biber gazının ve seyyar pilavın tadını bilmektir. Nişantaşı’nda bir ev partisidir. Cihangir Parkı’nın dolayısıyla hatıralarının yıkılmamasını dilemektir. Esenler Otogarı’nda aynı koltuğun başkasına da satılmadığını umarak otobüsünün gelmesini beklemektir. Cam kenarını seçmek ve sevgiline yapacağın süprizi düşünmektir. Ayrılıktır, ihanettir, kavgadır... Selimiye’de bir evde camların aşağı inmesidir. O sinirle Harem’e kadar yürümek, o anda bile Harem’in dünyanın en güzel otogarı olduğunu düşünmektir. Hiç anlaşamadığın Kunduz adlı bir kedinin ölmeden birkaç gün önce kucağında saatler geçirip sana veda etmesidir. Köpeklerdir. Şehrin asıl sahibinin kediler ve köpekler olduğunu hatırlamaktır. Sinemaların tuvalet koktuğu zamanlarda, büyük adam olmuş gibi koltuğuna kurulup film izlemektir. Balat’ın büyülü manzarasında bir balıkçının elinden çay içmektir. Yaptığın kötülükleri denize anlatmaktır, denize açılmaktır İstanbul. Bunca insan nereye gidiyor diye düşünmektir. Gece ölmeyi düşünerek uyuyup, sabah umutlu uyanmaktır. Yalan söylemektir, her sokağında, her kucağında, her tepesinde. Kendini kandırdığında dürüst olmanın ne kolay olduğunu anlamak, sonunda, en azından kendine dürüst olmayı öğrenmektir. Gayrettepe’de bir otel odasıdır, küçük bir diş fırçası koyamadılar diye hayıflandığın. Her şeyin karşıtıyla var olduğunun en güzel örneğidir. Bağdat Caddesi ve Fikirtepe’dir, Maslak ve Sanayi Mahallesi’dir, Cihangir ve Hacıhüsrev’dir. İyidir, kötüdür, aşıktır, düşmandır, zordur, çok kolaydır. Yıkmak, yeniden yapmak, yıkmak, yeniden yapmak, yıkmak ve yeniden yapmaktır. İstanbul korunaklı bir yalıdan baktığın değil, seni her gün yutmasına izin verdiğin ve her sabah bağırsaklarından yeniden doğduğun karanlık cennetindir.

İSTANBUL KIRMIZISI FRAGMANI - İZLE

Sayfa Yükleniyor...