Tarlada başlayan caz (İguana derisinden çıkan sesi dinliyoruz)

Çocukluğunda tarlada çift sürermiş, Türk müziğini caza uyarlaması da tarladan gelmiş. “Cazcı tabiattan beslenmeli” diyor. Doğada sesi güzel olan ne varsa toplamış, Ritim Atölyesi’nde meraklılara sunuyor, çalınması-dinlenmesi için. İşte Bizim Cazcılar’dan Okay Temiz’in büyülü dünyası…

Tarlada başlayan caz (İguana derisinden çıkan sesi dinliyoruz)
Tarlada başlayan caz (İguana derisinden çıkan sesi dinliyoruz) - 1 Söyleşi: İrem Gökbudak/NTV RADYO

Kaplumbağa iskeletinden, yılan derisinden, iguana derisinden, bambulardan, deniz canlıları kabuklarından, tabiatta sesi güzel olan ne varsa hepsi burada. Dekor değil, hepsi çalınıyor. Dokunuyor, sallıyor, vuruyorsunuz, her birinden ayrı güzellikte sesler çıkıyor. Burası Okay Temiz’in Ritim Atölyesi. Her yaştan, herkese açık. Okay Temiz’e göre cazcı, tabiattan beslenmeli. Galata’da kurduğu Ritim Atölyesi’ndeki enstrümanlar da, bu yüzden tabiattan. NTVRadyo’nun Bizim Cazcılar programı için Okay Temiz’le burada, Galata’daki Ritim Atölyesi’nde konuştuk. Bu atölyede daha önce duymadığım, bilmediğim yüzlerce enstrümanla karşılaştım. Her birinin bir hikâyesi var. Kimini kendisi yapmış, kimini dünyanın bir ucundan bulup getirmiş. Çünkü her sesi bulmak, duymak istiyor.  Burası canlı bir müze. Okay Temiz, şimdilerde burada geçen büyülü dünyasını, müziği, cazı anlattı. Bir bölümü aşağıda. Bizim Cazcılar programından tamamını ise, Okay Temiz’in sesinden buradan dinleyebilirsiniz http://www.ntvradyo.com.tr/PodcastDetay/40815/2raruvjl/bizim-cazcilar

Tarlada başlayan caz (İguana derisinden çıkan sesi dinliyoruz) - 2

TÜRK MÜZİĞİNİ CAZA UYGULAMAM TARLADAN GELİR

Çatalca’da büyüdüm. Çiftliğimiz vardı. O çiftlikte 450 baş koyun, inek, bir sürü atlarımız, keçilerimiz, ördek, kaz, tavuk her şeyimiz vardı. Ve traktör üzerinden inmezdim ben. Hayatım hep tarla sürerek, çiftçilikle, ekin ekmekle, ekin biçmekle geçti. Onun için tarlayı iyi tanıyorum. Bu yaptığım, Türk müziğini caza uygulamam tarladan gelir. Folkloru tanımamdan... Bu da dinlediğim radyolardan kaynaklanıyor sanırım. Çatalca’da Balkan radyoları daha kuvvetli çekiyordu, Türk radyolarına göre. Çatalca’dan Sofya’yı, Atina’yı dinliyorsun. Türkiye’deki radyo programları da güzeldi. İyi müzik çalardı. Folklor çalardı, Türk Klasik Müziği çalardı ve Batı Klasik Müziği çalardı. Bunlardan beslendik.

DİŞİM BOZUK, BOYUM KISA DİYE…

Annem “sen konservatuara git kabiliyetlisin, yeteneğin var” dedi. Konservatuara gittim ama yanlış enstrüman verdiler bana. Ben ritimle alakalıydım. Annem ud çalarken ben yanında ritim tutardım. Tabii bu bir senfonide davulcu olacağım demek değil. Trompet istiyordum. Onu bana uygun görmediler. Dişlerim bozuk diye. Alakası yok! Sonra kontrbas istedim, boyun kısa dediler. Trombon istedim, diğer sazları istedim. Onlara da handikap yaptılar. Bana o aletleri vermediler anlayacağınız. Kızdım! Sonra beni vurmalı çalgılara yönlendirdiler. Çok kızdım. Ama çok çalıştım. E çok çalışınca da 1 senede bütün metotları bitirdim. Sonra hafta sonu için ekstra içler çıktı, bu sayede piyasaya girmeye başladık. Kaçak tabii, çünkü yasaktı ve sonunda yakalandık. Ve bizi konservatuardan uzaklaştırdılar. İyi de oldu aslında. Hemen piyasaya atıldım.

Tarlada başlayan caz (İguana derisinden çıkan sesi dinliyoruz) - 3

TÜRKİYE’DE MÜŞTERİYİ KOVMAK İÇİN CAZ ÇALARDIK

Piyasaya atıldığımda dans müziği çaldım. Ama çok kültürlü bir dans vardı eskiden. Dans müzikleri çok iyiydi. İşte İspanyol ça ça ça’lar, Küba melodileri, Portekiz melodileri, İspanyol şansonlar, Fransız şansonlar… 19 sene çaldım bunları. 19 senenin sonunda artık ben yurtdışına çıkacağım, dedim. Caz çalmak istiyorum. Türkiye’de caz çaldık ama lokallerde müşteri gelmeden önce, kaçak. Kapıdan girerken müşteri, İtalyan parçalarına başlıyorduk. Gece yarısından sonra kalan müşteriyi kovmak için de caz çalıyorduk. Hadi kalkın gidin, der gibi. O müziği anlamadıkları için de hoşlanmıyor kalkıp gidiyorlardı. Kaçak, caz çala çala artık tak etti. Ben Fransa’ya gideceğim, dedim. Olmadı. 1967 senesi Danimarka’ya gitmek nasip oldu bana. Ufak bir iş gelmişti. Oradan İsveç’e geçtik. Hemen caz müzisyenleriyle tanıştım ve caz hayatım başladı. En büyük cazcılarla, en büyüğüyle, Don Cherry’le tanıştım.

İSVEÇ’TE TÜRK MÜZİĞİYLE CAZ ÇOK TUTTU

İsveç’e ilk Türk cazını götüren benim, Ahmet Muvaffak Falay’la beraber. Ben davul çalıyordum, Muvaffak Falay trompet çalıyordu, bir orkestra kurduk “Sevda” adında. 6 – 7 sene devam ettik. Sonra ben kendi grubumu kurdum İsveçlilerle. Bir Türk de vardı. Oryantal müzik yaptık. Çok tuttu bu. Türk müziğini caza uygulama teklifi de Don Cherry’den geldi. Her şeyi daha güzel çalalım diye bir sürü müzisyen götürdüm İsveç’e. Tuna Ötener geldi mesela bizim caz piyanistimiz. Saksafon da çalar. Sonra Salih Baysal geldi kemancı. Bodrum’da lokantalarda, kahvelerde şarapçılara keman çalardı. Bu adamı götürdük dünyanın dördüncü kemancısı seçildi, seneler sonra. Zurnacı Binali Salman, zurnacı Ziyaettin Aytekin vardı. Daha kimler… Pırıl pırıl Türk müziğini bozmadan senelerce çaldım ve çok büyük ilgi gördü.

Tarlada başlayan caz (İguana derisinden çıkan sesi dinliyoruz) - 4

ORMANDA 12 SENE, TEK BAŞINA

İsveç’te bir ormanın içinde 12 sene yalnız yaşadım. İsveç Hükümeti bana antika bir ev verdi, bir çivi bile çakamazsın bir tarafına. Güzel, müze gibi bir evdi. Ben orada yaşadım ve orada beslendim. Yeri geliyordu 2 metre karın içerisinde kalıyordu o ev ve yola çıkmak için saatlerce kürekle kar atıyordum. Kar makinaları bile bazen gelemezdi. Yani tam tabiatın içerisinde. Benim çocukluğum da anlattığım gibi geçti zaten, Çatalca’da traktör üzerinde çiftçilik yaparak. İsveç’te ormanın içinde, kısacık bir yazı, sert kışı olan yerde, tertemiz havası ve sessizlikle, huzurla dolu bir yerde yaşadım. Bir sürü beste yaptım. 100’ün üzerinde bestem var. Bunların hepsini orada yaptım. Burada yapamıyorum, çok zor.

ZEHİRLİ MÜZİKTEN KURTULMAK İÇİN

(Galata’daki Ritm Atölyesi) Kaplumbağa iskeletinden, yılan derisinden, iguana derisinden, değişik bambulardan, değişik deniz hayvanların kabuklardan bir sürü alet var burada. Bunlar özel. Çocuklar, bunları hayatları boyunca başka yerde göremezler. Burası aslında canlı bir müze. Çünkü bu aletleri biz çalıyoruz. Duvara asılan alet yok. Kaldırılmış, dekor olarak duran bir alet yok. Hepsini kullanıyoruz. Hepsi çalışır, işlevli, çalışılmış, güzel sesi olan ve özel seçilmiş aletler. Onun için burayı çocuklara, her yaştan herkese açıyoruz. Çocuklar küçük yaşta bu aletlerin farkına varıyorlar. Kaliteli müzik şekillerini, tarzlarını görüyorlar. Yayınlanan müzikler çok kötü maalesef. Onun dışında yapılan şu ucuz müzikler var ya hani dinlediğimiz, ismini vermiyorum şimdi, onlar zehir hakikaten. Onlardan kurtulmak için bu tip alternatiflerin olması lazım.

Sayfa Yükleniyor...