'Cadı avı'nda son perde

Operasyon başarıyla tamamlandı. Galatasaray yönetimi, başarısızlığın faturasını Skibbe'ye keserek bir kez daha kendisini akladı..

Baros'un 87. dakikada kaçırdığı penaltı, Galatasaray tarihine önemli bir kilometre taşı olarak geçecek. Ancak, sadece sıradan bir teknik direktör değişikliğini işaret etmekle kalmayacak, aksine bir kulübün felsefesini ve özünü inkar ettiği dönemin başlangıcı kabul edilecek..

‘Çirkin ördek yavrusu' ilan edilen Michael Skibbe, artık görevinin başında değil. Gidişiyle birlikte, Galatasaray'ın da içine girdiği çıkmazdan kurtulması bekleniyor. Hatta, birçoklarına göre ‘lanet' şimdiden bozuldu bile. Sezonun kalan bölümünde Sarı-Kırmızılı takımın silkinmesi ve hedeflerine bir bir ulaşması kaçınılmaz bir gerçek..

Alman teknik adamla ilgili eleştirileri üç ana başlıkta toplayabiliriz aslında; birincisi çaylak olduğu, ikincisi oyuncularla arkadaş olup disiplin sağlayamaması, üçüncüsü ve en ilginci de futboldan anlamaması..

Üçüncüye hiç değinmeden, sırasıyla diğer başlıklara bir göz atalım..

‘Çaylak' yaftası vurulan Skibbe, 21 yaşında sakatlık nedeniyle profesyonel futbol kariyerine nokta koyup, antrenörlüğe başlamış. Yıl 1986.. Yani; yaklaşık 23 yılını, hayatının yarısından fazla bir bölümünü bu mesleğe kafa yorarak geçirmiş. 32 yaşında Borussia Dortmund'un başına geçerek Bundesliga tarihinin en genç teknik adamı unvanını almış. Ardından da malum olduğu üzere Leverkusen macerası..

‘İş bilmemek'le suçlanan Skibbe'nin özgeçmişinde bunlar yazıyor.

‘Disiplinsizlik' ise bir diğer suçu. Futbolcular üzerinde otorite kuramamakla eleştiriliyor. Çok güzel; bir teknik adamın lafını dinletebilmesi elbette ki önemli. Peki, futbolcular bu denli laubali tavırlar içerisindeyken, hatta -kimilerine göre- Skibbe'yi ‘iplemez'ken, bu kulübün başkanı, futbol şube sorumluları, yöneticileri ne iş yapar? Ya da futbolcuların böyle bir hakkı var mıdır? Cevap olumsuzsa, burada faturanın kesileceği tek adres Michael Skibbe midir?

Ve bizler; Hiddink'i ‘otoritesiz', Löw'ü ‘acemi' diye damgalayıp, arkasına teneke bağlayarak bu ülkeden gönderen bizler mi biliyoruz her şeyi? Bir tek bizler mi anlıyoruz futboldan? Dünyayı algılamakta zorlanırken, söz konusu futbol olunca mı berraklaşıyor her şey?

Vurgulamakta fayda var; efendiliği bile eleştiri konusu olmuş bir teknik adamdan bahsediyoruz. “Başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter” marşını şiar edinmiş bir kulüp, bünyesindeki en asil adamlardan birini kapı dışarı etti bugün. Ancak farkında olmadıkları bir gerçek var; bu kararın altına imza atanlar için de çember gittikçe daralıyor.

Başarıysa kriter buyurun; Lucescu sonrası 6-7 yıllık dönemin, açık ara en iyi uluslar arası performansına imza atmış bir teknik adam var karşınızda. Ligde ise beklentileri karşılayamamış.. Varsayalım ki herkes masum, bir Skibbe sorumlu bu tablodan. Buradan ne gibi bir anlam çıkarmamız gerekiyor? Galatasaray artık, Avrupa başarısını göz ardı eden, yerel performansa göre kıstaslarını belirleyen bir kulüp haline mi dönüşmüştür?

Michael Skibbe, -her ne şart altında olursa olsun- efendiliğin zaaf olarak görüldüğü topraklardan; asmadan, kesmeden, ego mücadelesine girmeden ve en önemlisi kendini bozmadan gittiği için teşekkürü hak ediyor. Galatasaray'ın ve Türk futbolunun unutulmaz figürlerinden biri olarak kalacaktır gerçek futbolseverlerin gözünde. Bundan sonraki kariyerinde başarılı olması dileğiyle, beyaz bir sayfayı daha kapatıyoruz arkasından.

Bugün Skibbe'yi yerden yere vuranların, yerine gelen Bülent Korkmaz hakkındaki görüşlerini de duymak lazım aslında..

Zira, Korkmaz da ‘Skibbe eleştirileri'nden payını almak için oldukça müsait görünüyor..

El birliğiyle kapı dışarı edilen Skibbe çaylak ise Korkmaz ondan da çaylak. Skibbe futbolcularıyla arkadaş diye suçlanıyorsa, Korkmaz'ın durumundan hiç bahsetmeyelim zaten.

Ayrıca, takım içindeki yerli-yabancı kavgası bu kadar ayyuka çıkmışken, Korkmaz'ın tercihlerinin artçı sarsıntıları da beraberinde getirmesi hayli muhtemel. Galatasaray eskilerinin dillerinden düşürmediği ‘olağan şüpheliler'den Skibbe'nin bileti kesildi. Ancak, Lincoln, Baros, De Sanctis ve Meira'nın, bu değişikliğe karşı nasıl bir refleks geliştireceği şimdilik belirsizliğini koruyor..

Tabii buradan, Bülent Korkmaz'ın Galatasaray kariyerinin ‘mutlak hüsran'la sonuçlanacağı gibi bir anlam çıkartılmamalı. Kendisine verilen bu şansı doğru kullanabilmesi gibi bir ihtimal, elbette ki olasılık dahilinde. Galatasaray taraftarı da sonuna kadar kaptanlarının arkasında duracaktır. Korkmaz'ın adı bile, muhtemel başarısızlıkları önemsiz kılmaya yetecektir tribünlerin gönlünde.

Ancak, yönetimin neden Bülent Korkmaz'ı tercih ettiğini sorgulamak gerekiyor. Benzer bir örnek için Gheorghe Hagi'nin Galatasaray'daki teknik direktörlük kariyerine bakmak yeterli aslında. Zamanında, taraftar tepkisinden çekinen Canaydın yönetimi, nasıl ki kulübün efsane isimlerinden Hagi'yi takımın başına getirerek kamuoyu baskısını hafifletmek istediyse, bugünkü yönetim de aynı taktiği uyguluyor. Bir anlamda Bülent Korkmaz, Adnan Polat ve arkadaşlarının can simidi oluyor. Tabii, bir gün önce şans eseri tribünde olduğu için adaylar arasına giren ve anlaşma aşamasına gelinen Hagi'ye nazaran daha makul bir tercih olduğunu da belirtmek lazım..

Operasyon başarıyla tamamlanmıştır. Galatasaray yönetimi, başarısızlığın faturasını Skibbe'ye keserek bir kez daha kendisini aklamıştır.

Sezon başında yardımcı antrenörleri kapı dışarı eden, ardından federasyon ve MHK'yı Galatasaray'ın ‘sanal düşmanları' olarak lanse eden yönetim kurulunun, ‘cadı avı'nda vardığı son noktadır Michael Skibbe.. Yarınki tercihin Bülent Korkmaz olmayacağının garantisi ise maalesef yok. Tıpkı Hagi gibi, tıpkı Ümit Davala gibi, tıpkı jübilesi dahi yapılmayan onlarca ‘2000 ruhu' gibi, 'Kaptan' da kucağına bırakılan bu bombayla varlığını sürdürmeye çalışacak. Arkasında, kendisine sırt çevirmesi an meselesi olan yöneticilerin ‘suni' güvencesinde, ne kadar başarılı olacağı ise belirsiz..

Galatasaray'da devrim, yine kendi evlatlarından birini yiyecek gibi gözüküyor, umarım yanılırım..

Sayfa Yükleniyor...