Çılgınca bir Galatasaray

Hamburg bela bir eşleşme gibi görünüyordu. Aksi gibi, Galatasaray’ın savunması cümleten mezun, Emre Aşık’tan başka has stoper de yoktu. Tam da bu ahvalde ağırlığınca altın edecek Meira, Zenit’e satıldı.

Çılgınca bir Galatasaray - 1

İşte buradan başlayabiliriz maçın hikâyesine: Hamburg takımını deplasmanda karşılamak üzre, çeşit çeşit senaryo üretilebilir, belki bunların hiçbirinin Galatasaray’a bir faydası da olmayabilirdi. Ama herhalde Bülent Hoca bir devreyi 10 kişi oynayalım, savunmanın göbeğini de Hakan Balta ve Kewell’la tutalım dese, aklını oynattığına şüphemiz kalmazdı.

Galatasaray’ın bu sezon UEFA Kupası’na yaklaşımını nasıl değerlendirelim? İstiyor mu, istemiyor mu? İdari işlere bakarsanız, umurlarında bile değil, çok açık. Bordeaux maçının arasında teknik direktör değiştirmek, değiştirirken tecrübesi olmayan birini seçmek yeterince gösteriyor. Ama yetmiyor gibi, takımın en elzem, belki yeri dolmaz tek oyuncusu da tam Hamburg maçı öncesi satılıyorsa, yönetimin kupada gözü olduğuna nasıl inanalım?

Oysa takımın havası bambaşka: Birinci dakikadan itibaren, Galatasaray lig ve dahi kupa gibi milli hudutlarda bize reva gördüğü futbolun tamamen dışına çıkıp bambaşka bir takım oluyor. Ve evet, öyle görünüyor ki UEFA Kupasını hakikaten istiyor. Hamburg maçı bu örneğin daniskası!

Kısa bir özetle; müthiş bir ilk yarı, şanssız bir ikinci yarı başlangıcı ve gerisi biraz iman gücüyle... Ayhan’ın golü, bölüm bölüm sanatkâr paslaşmalar, rakibe verilen gaz... Hem istekli, hem kabiliyetli, hem de biliinçli bir oyunla, başarılı bir ilk yarı çıkartıyor Sarı Kırmızılılar. İkinci yarı ise üç büyük şanssızlık üst üste geliyor. Daha 48’de yenen golde, kafa pasının yerine ulaşması, rakibin becerisi kadar şansıyla da vâki oldu. Üstüne dört dakika müthiş bir baskı kurdu Galatasaray ve Nonda akıl almaz bir son vuruşla Hamburg’u yıkacak golü kaçırdı. Dönüşünde Emre Aşık’ın belki de kalecinin kucağına gidecek topun peşindeki Petric’i düşürmesiyle, savunma tek “resmî” stoperini de kaybetti.

İşte bundan sonrası klasik bir hamaset rantı: Korkmaz, stoperde eksilen yere genç Semih’i koyabilecekken, Kewell’ı oraya çekti ve takımı başarma/başaramama savaşına soktu. Tümden delilik olmasın diye, Lincoln’le Mehmet Güven’ı değiştirdi. Bir 10-15 dakika bocalandıktan sonra o hamasi direniş gücü takıma sirayet etti. Galatasaray her hattıyla öyle fedakârca oynadı ki, Hamburg’un baskısı hiçbir zaman bu olağandışı koşulların gerektirdiği bir sürklasmana dönüşemedi; hepsi hepsi, evinde gole ihtiyaç duyan bir takımın sıradan baskısını aşamadı. Galatasaray da çıkamadı ama, Arda’yla nefes aldığı, Ümit Karan’la gole yaklaştığı anlar oldu. Sonunda, Hasan Şaş’ı da tam böyle bir savaş halinde yeniden sahalarda görmenin hoşluğunu unutmamalı.

Arda tek başına, Galatasaray’ın Hamburg’a diklenen yüzüydü. Kalede Sanctis, kaleci olmadığını söyleyen herkese selam gönderdi. Hakan Balta, Kewell savunmanın göbeğindeki candan emeklerinin karşılığını, aksadıklarında yaradandan aldılar. Takımın tamamı bir bütün olarak bu destansı galibiyetin bir parçası olmak için elinden geleni yaptı. Ve yine, 11’e 11 çok daha kolay geçeceği hissini uyandıran bu Avrupa gecesini bir zafer ve destan tadında, başarıyla bitirdiler.

Galatasaray Hamburg’dan, Bordeaux’ya göre çok daha avantajlı bir skorla dönüyor. Rövanşta Emre’nin cezası olacak ki, onun varlığı bazan işte böyle, yokluğundan daha ziyan edici olabiliyor. Korkmaz bu maçta cesaret edemedi ama, Semih’i o maça hazırlamak lazım olabilir. Emre Güngör’ün yetişeceğini umalım. Başka bir problemi yok Galatasaray’ın. Taraftarın epeydir özlediği, bahar aylarına yetişen Avrupaî bir zafer gecesinin gerekli alt yapısı hazır artık.

Sayfa Yükleniyor...