Cin Ali tatilde

Daum’un değişik mevki tercihleri sonucu, Deniz Barış’ı önümüzdeki haftasonu asbaşkan olarak görebilir miyiz?

Cin Ali tatilde - 1

2002-03 sezonu denince Fenerbahçe taraftarının aklına iki kazanç gelir sadece; biri 6 Kasım’daki meşhur Galatasaray maçı, diğeri Tuncay Şanlı. Diyarbakır dönüşü kovulan Mustafa Denizli’nin yerine gelen Werner Lorant’la başlanan sezon Tamer Güney’le biterken Fenerbahçe futbol takımı tarihine 9 maçlık galibiyetsizlik serisi de yazılıverir. 28 Şubat’ta Malatyaspor’u yenen Fenerbahçe Galatasaray, Elazığspor, Altay, Adanaspor, Gençlerbirliği, Denizlispor, Beşiktaş, Samsunspor ve Bursaspor maçlarından galibiyet alamaz. Seriyi 9 Mayıs’taki Kocaelispor maçıyla bitiren Fenerbahçe o maçtan sonra ligde kalan üç maçında da galibiyet yüzü göremez. Sezonun son maçında Göztepe deplasmanında hala Avrupa umutlarını koruyan Fenerbahçe’nin yolunun Edirne’den dışarı çıkamamasında hakemlerin payı az değildir.

2009-10 sezonuna sekizde sekizlik bir galibiyet serisiyle başlayan Fenerbahçe’de ise oynanan futbolu eleştirenlere Christoph Daum’un cevabı “Hayatınızda hiç sekizde sekiz gördünüz mü?” şeklindedir. İ.B.Belediyespor maçı sonrası kendisine yöneltilen “Kariyerinizde hiç 7 maç kazanamadığınız oldu mu” sorusuna “Hayır, kariyerimde böyle bir şey yaşamadım” demek zorunda kalan hocanın aynı hoca olması manidar. Ne oldum demeyeceksin...

Nihat Özdemir’in maç sonu hakeme yüklenmesi ise apayrı bir konu. Herkes yüklenecek birilerini arıyor, yönetim de taraftara yüklenmekten arta kalan zamanda hakemleri bulabildi demek ki. Fırat Aydınus’un ve yardımcılarının tartışmalı kararları yok değil. Fenerbahçe’nin iptal edilen golü, Alex’e çıkan, Ekrem’e çıkamayan kırmızı kart vesaire. Tabi Cristian’a çıkamayan kırmızıyı da söylemek lazım. Yedi resmi maçından üstüste galibiyetsiz çıkan bir takımın yönetimi yedinci maçtan sonra hakeme yükleniyorsa orada yüzünü ekşitenlere “Limon mu yedin” diye sorulmaz.

Fenerbahçe yönetiminin böyle bir huyu gelişti. “Arkanda ayı var” karikatürleri gibi, kavganın en gerildiği anda rakibinin gözüne yerden aldığı kumu atan kızılderilililer gibi; hakemler yaktı bizi edebiyatı. Hakemlerin sonuca doğrudan tesir ettiği maçları az değil sarı-lacivertlilerin. Taraftarın genelindeki “Sen önce oyununu oyna, ona rağmen hakem skora tesir edebilirse ona laf edersin” tavrını yönetimin pek paylaşmadığı da gerçek.

En son Aziz Yıldırım’ın 15. haftadaki Eskişehirspor maçı sonrası Kulüpler Birliği başkanlığından istifasıyla izlediğimiz isyanın ikinci perdesi 23. haftada bu sefer asbaşkan ağzından tekrarlanıyor. Mikrofonların karşısında asbaşkanı değil de başkanı görseydik bir istifa daha duyar mıydık bilinmez. O istifanın da arkası 321 milyonluk havuz ihalesine bağlanınca unutuldu gitti neticede.

Sahadaki görevi adalet ve hak dağıtmak olan hakemlerin sahada oynanan futbola göre kimin hak ettiğine göre düdük çalmak gibi bir misyonu yok tabi ki. Çok kötü oynadığınız bir maçta, sırf çok kötü oynadığınız için hakkınız olan bariz bir penaltının verilmemesi gibi bir şey söz konusu olmamalı. Veya bariz ofsayttan gol yemenize izin verilmemeli. 90 dakika boyunca oyun seyrinin sürekli yön değiştirebildiği bir zenginlik sunan futbolda herhangi bir hakem hatasını tek başına değerlendirmek de mümkün olamıyor, çünkü o hatalar seyrin tamamını değiştirebiliyor. Örneğin Fenerbahçe’nin İnönü deplasmanından 3 gollü yenilgiyle döndüğü maçta skor 0-0’ken yine aynı Fırat Aydınus’un veremediği penaltı verilse maç 3-1 biter denemiyor.

Fenerbahçe’nin lehine hakem hatası hiç mi olmuyor denebilir, elbette ki oluyor. Ankaragücü maçının son dakikalarındaki tartışmalı pozisyonda Özer’in çıkarttığı topun çizgiyi geçip geçmediği “en teknolojik yöntemlerle” tartışılmıştı yayıncı kuruluşun yayından kalkan programında. Yine, yukarıda belirttiğim gibi, Cristian’ın yaptığı faul Alex’in yaptığından daha sertken kırmızı çıkmaması da hemen eklenebilir listeye.

Asıl itiraz da burada zaten, biri diğerinden daha sert iki hareket, daha sert olana sarı, daha az sert olana kırmızı, aynı maç, aynı hakem. Ancak Fenerbahçeli yöneticilerin bu isyanlarını biriktirip biriktirip tam kendilerine yönelecek tepki zirve yapmışken hedef şaşırtmak istercesine dile getirmeleri artık inandırıcılıklarını kaybetmelerine neden oluyor. O noktada da kimse haklılık haksızlık tartışamıyor, yönetimin tarzını ve zamanlamasını tartışır hale geliyor. Yedi resmi maçını üst üste galibiyetsiz kapatan bir takımın yöneticisinin mikrofon gördüğünde ilk hedefi hakem olmamalı sanki.

Herhangi bir kulübün, yani sadece Fenerbahçe’nin de değil, hakemlerle ilgili konuşma konusunda düz bir politikası olmalı. Skordan bağımsız olarak her maç sonunda leyhte ve aleyhte olan kararları birlikte, açık yüreklilikle dile getirebilmeliler. Kazandıkları maçlarda aleyhlerine olan hataları kazandıkları için dile getirmemeyi, lehlerine olan hakem hatalarını ise tamamen görmezden gelmeyi seçtikleri için, puan kaybedilen maçlardan sonraki sızlanmalar “ağlama”ya dönüşüyor. Kanıksanmış bir hale geldi bu durum, kimse için inandırıcılığı yok. Bunu artık herkes görmeli. Ya hep konuşun, ya hep susun.

Taraftar cephesinde ise, Güiza yazısında anlattığım gibi, Bursa maçında Güiza seçildi, dün Deniz. Seçimlerin rastgeleliği sürecektir, çünkü bu isimlerin o maçta ne yaptıkları değil mazileri önemli olan. Daha hala Olimpiyat Stadı’ndaki bir diğer maç olan 5-1’lik kupa finalinde tıngır mıngır kaleye giden topa neden kaymadığına anlam veremedikleri Deniz Barış’ın sağ açık oynaması değil yani esas problem.

Alex’in kırmızı kart yokluğunda Emre’nin forvet arkasına çekildiğini görürsek Cristian’a yarenlik edecek olan Selçuk’un sıradaki isim olacağını söylesem kim bana “Atma canım” diyebilir ki. O yüzden Deniz kaleye de geçebilir, forvete de. Çocuk kitaplarındaki Cin Ali misali, Deniz sağ bekte, Deniz stoperde, Deniz önliberoda, Deniz sağ açıkta. Kale ve forvette de denenirse Volkan ve Güiza da eleştiri ve protestolardan kurtulmuş olur, tek taşla kuş katliamı.

Daum’un değişik mevki tercihleri sonucu, Deniz Barış’ı önümüzdeki haftasonu asbaşkan olarak görebilir miyiz?

Sayfa Yükleniyor...