Erman gitti kavga bitti...mi?

Sizin liginizin bedelini karşılaştırdığınız liglerin, kendi ülkeleri dışındaki ülkelere satış bedeli bile bizim aklımızdan geçmeyecek meblağlardadır. Marka değeri de orada başlar.

Erman gitti kavga bitti...mi? - 1

Havuz gündemden düşemiyor bir türlü. Kim alacak, kaça alacak, parası kimden çıkacak derken maçların yayınlandığı kanala soktuk elimizi, karıştırıyoruz. Ne çıkarsa bahtımıza mı? O kadar şansa bırakılamıyor, doğal olarak.

Konu döndü dolaştı Erman Toroğlu-Şansal Büyüka ikilisine kitlendi kaldı. Bu da bir diğer komiklik. Dillerden düşmeyen “marka değeri”nin önündeki tek engel Erman Toroğlu’ymuş gibi. O koltuk boşalınca Şansal Büyüka’nın abiliğine, kalenderliğine düzülen övgü satırları da CV’lere ek yapılmış gibiydi, bizi de gör hesabı.

321 milyon dolar büyük bir rakam, ancak bir önceki ihale bedeliyle kıyaslandığında büyük tabii ki. Ama biz herşeyde en iyi nerede bulunduğumuza bakmadan tepeye oynamayı bildiğimiz için çıtayı olmadık yerlere koyduk. Giremediğimiz Avrupa Birligi’nde ne kadar üst düzey lig varsa başladık karşılaştırmaya. Ne kadar saçma oysa ki.

Bizim “dünya derbisi” diye adlandırdığımız Fenerbahçe–Galatasaray derbilerimiz kimi futbol belgesellerine konu olabiliyor. Elbette ki bu ülkede her senenin en önemli futbol olayı bu maçlar. Ancak bu derbileri izlemek için her maça kaç tane yabancı basın mensubu akredite oluyor zahmet edip, Türkiye dışında kaç ülkede naklen yayınlanıyor ve bu naklen yayın karşılığı yayıncı kuruluş ne kadar ücret alabiliyor?

Bu durumun suçlusu Erman Toroğlu mu peki? Tabii ki değil. Kendisinin sonradan dahil olduğu medya sektöründe kendi kendine yaratıp doldurduğu bir boşluk vardı. Kendisini akıllı bir girişimci olarak bile niteleyebilirsiniz. ATV ekranlarında Hıncal Uluç’la başlattığı, sonra taşıya taşıya gündemin birinci maddesi, tartışmasız bilir kişi konumuna geldiği otorite konumu bugün doldurulmak için bomboş bakıyor gözlerimizin içine.

Erman hocanın tarzını beğenmeyebilirsiniz, ki ben de beğenmem. Benim için maçın bittiği anda değiştirilen bir kanaldır Digitürk’ün 77 numaralı kanalı, maç sonu röportajlarını bile feda ederim bu uğurda. Şimdi burada yazdığım için reklam yapıyormuşum gibi olacak ama Rıdvan Dilmen’le Güntekin Onay’ın neler söyleyeceği daha önemlidir benim için. İşin subjektif tarafına, hakem kararlarına değineceklerini bilsem de gündeme yön vermek gibi bir iktidar hırsı sezmem bu ikilide.

Ancak yayıncı kuruluşun ikilisi sık sık bunu yaptılar, bunu yaptıkları söylendiğinde ise mazlum rolüne büründüler. Bugün varlıkları ödenen bedelle birlikte sorgulanır hale geldi ve kenara itildiler, yine mağdur durumundalar. İlginç.

Futbolumuza “penaltı gibi penaltı” tanımı ekleyen, eskiden pozisyon “öpüştürmeyi” severken sonraları önce ak dediğine kara dediği çıkmasın diye bunu bırakan, pozisyon belirleyici piero’larında çizgileri tartışmalı çizdiren ikilinin yerini bu hafta gördük ki Reha Kapsal ve “kravatlı” diğer kanal çalışanları almış. Futbolumuzun marka değerinin endeksi kaçı gösteriyor acaba?

Bizim Almanlar’a kaptırdığımız her Türk oyuncuya içimiz yanarken o ligin marka değerini ne belirler? Bu hesabı sadece ligde oynayan oyuncuların sanal transfer bedellerini transfermarkt’tan derleyip toplamakla yaparsanız yanılırsınız. Çünkü sizin liginizin bedelini karşılaştırdığınız liglerin, kendi ülkeleri dışındaki ülkelere satış bedeli bile bizim aklımızdan geçmeyecek meblağlardadır. Marka değeri de orada başlar. Real Madrid–Barcelona maçına, hatta bizim “dünya derbi”mizin yanında sönük kalmasını bekleyeceğiniz Tottenham–Arsenal, Everton–Liverpool maçlarına dünyanın kaç ülkesinde insanların hafta içi/sonu programlarını  endekslediğinden başlar. Bunu sağlamanın yolu Erman hocanın varlığı veya yokluğundan geçmez.

Havuz muhabbetinin arkası yabancı kısıtlamasına bağlanınca yazıya gerek siteden, gerekse email ile gelen bir çok geri dönüşler oldu. Kimisi hak verirken, kimisi endişeli. “Kalitesiz yabancılar dolar” endişesi en ön planda. “Menejer oyuncağı oluruz” deniyor, “Güney Amerikalı ve Afrikalı dolar” diyor sınırın kalkmasına karşı olanlar. Yani ülke futbolunu oluşturan kulüpleri yönetenlerin yönetme erklerine inanmıyoruz ki. Marka değerini asıl yükseltecek olanlar onlar değil mi? Real Madrid bile kimi transfer şımarıklıklarına bulaşmıyor mu? Robben’den, Huntelaar’dan yararlanamayan onlar değil mi? Onların transfer politikası saldırgan. Amenna, ama onlar için de “Gerekli gereksiz yabancı alıyorlar, sonra da menejerlerin oyuncağı oluyorlar” denebilir mi? Transferin tutma olasılığı kadar tutmama olasılığı da vardır. Bunu kabullenmedikçe her tutmayan transferi “menejer tuzağı” olarak nitelendirmek de çok doğru değil.

Ama işte oradaki endişe dillere destan marka değerinin orta yeri, hiç kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın. Biz futbolumuzun asıl yöneticilerine güvenmiyoruz. Onların transfer politikası sahibi olmadıklarını biliyoruz, iyi oyuncuyla kötü oyuncuyu, ehil menejerle oyuncu tüccarı arasındaki farkı bilmeyen yöneticilerin kulüplerde görev aldığını düşünüyoruz.

Erman hoca pimapen boru ve tuvalet kağıdıyla gol simülasyonu yaparken de azalıyor futbolun marka değeri belki, ama FIFA’da kabaran ihtilaflı sözleşme dosyaları kadar, sözleşmesinin sonunu göremeden alacaklarını da alamamış halde ülkesinin yolunu tutup medyaya ağlaşan yabancılar değil herhalde. Ve bunun suçlusu Erman hoca değil, bavullarıyla havaalanında hüzünlü pozlar veren yabancıların da değil. Onları getirmesini de, yararlanıp göndermesini de bilmeyen yöneticiler yerli yerinde durdukça o endişeler hep “biz demiştik”le sonlanır, orası kesin. Bu sebepler yüzünden statükocu olmayı tercih ederek ise, nereye ilerletebiliriz ülke futbolunu, orası meçhul.

Sayfa Yükleniyor...