Güzel olacak

Milli Takıma hoca seçmek sadece bir taktik-adam seçmek demek değil, başlı başına teknik-adam seçmek. Kariyerinin o anki noktasında Türk futbolculara bir şekilde bakmış, mümkünse bir-iki tanesiyle çalışmış olması gerekir. Farklıyız çünkü.

Güzel olacak - 1

Almanya bizden zaten. Nüfus sayımında toplama bakarsan, orada memleketimizdeki illerin pek çoğundan fazla Türk yaşıyor. Löw de bizden, Serdar Taşçı da, Mesut Özil de. Kıyamazlar bize. Löw’e pantolon altına kapalı sandalet giydi diye 'kro' muamelesi yapanlar olmuştu ama unutmuştur Joachim, onlar kin tutmaz bizim gibi.

E, Avusturya desen o da Almanya'dan hallice. Renkleri de kırmızı beyaz. En iyi oldukları zamanlardan birinde, Italya 90 elemelerinde yenmemiş miydik? 3-2 yenildiğimiz (ama ezilmediğimiz) maçta da, Rıdvan hakemi aldatmaya yönelik hareketten sarı kart görmüştü, daha o kural yokken. Çocuk aklımla hatırladığım kadarıyla pozisyon da net penaltıydı. Hakem kimdi acaba, o zamanlardaki uğurlu hakemimiz Fransız Michel Vautrot muydu? (Araştırdım, değilmiş, Tullio Lanese’ymiş, İtalyan).

O zamanlar hocamız da yerliydi, Tınaz Tırpan. Denizli'den sonra, Piontek-Terim'den önce olmak da ne sıkışmışlıktır. SSCB maçında alınan yenilgi belki de Türk futbolunun direkten dönüşüdür 90'larda. Zamana yayınca, namağlup şampiyon Beşiktaş, 103 gollü şampiyon Fenerbahçe, Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finalisti Galatasaray'dan karma o kadro Dünya Kupası’na gidememişti. Düşünsenize; Rıdvan, Tanju, Feyyaz aynı hücum hattında, Oğuz, Uğur, Rıza ort asahada, Recep ve Semih beklerde, stoperler Cüneyt ve Gökhan, kalede Engin. Muazzam bir kadro aslında.

Kazakistan ve Azerbaycan zaten 'komşu'. Azerbaycan'la oynayacağımız milli maçları AZTV'den seyretmek için can atanlar bile vardır. Volkan Demirel'e 'kapıcı' diyecekler, kaçar mı? Yine de onlar da bizim gitmeye çalıştığımız yolun peşindeler; ekol sahibi ülkelerden hoca ithaliyle ekol yaratma. Onların bu yolda olması bir nebze doğal da, bizimkisi biraz acayip. Bizim oraları geçmiş olmamız lazımdı, kendi ekolümüzün ürettiği hocalardan birini gözü kapalı Milli Takımın başına geçirebiliyor olmamız lazımdı, son 10-15 seneye bakınca.

Kazakistan'ın başında örneğin, Bernd Storck var, 47 yaşında, Almanya'nın önde gelen takımlarında yardımcı teknik direktörken, Kazakistan'da kulüp çalıştırmaya başlamış. Oradan da milli takıma sıçramış.

Azeriler'in başında ise daha kalın özgeçmişli bir isim var; Berti Vogts. Gruptaki rakiplerimizden en rütbeli olanını sekiz sene çalıştırmış, iki Avrupa Şampiyonası finali oynayıp birini kazanmış ama Dünya Kupası performansları silik kalmış bir isim. Bugün Milli Takımımızı geçtik, bir orta sıra takımımızın başına geçirmeye kalksanız burun kıvıranı çok olur yani! Bizdeki burun kıvır kıvır bitmez çünkü.

Bir de herkesin gizli fobisi halini aldığını satır aralarından okuduğumuz Belçika var. Belçika diyince de aklıma Oktay’ın golü geliyor ilk. Bir de Axel Witsel’in Polonyalı meslektaşının ayağını burgulu kırması. Çirkin.

Trapattoni seçimiyle ilgili yazı yazmaya kalkmıştım bir kaç hafta önce. Yalanladı TFF. İsabet oldu "Olmaz, anlatayım neden olmaz" diye yazmaktan kurtarmışlardı beni (Benim de burnum kıvrılmaya müsait). Hiddink ismi de hiç düşmüyor gündemden. Bizim İtalya’ya gidemeyişimizin hemen ardından, o zamanın Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazanmış haliyle Fenerbahçe’nin başına gelip, başarısı Koeman’lara, Romario’lara bağlanan Hiddink hani. Sonradan açılmış olacak ki, burnumuzun 'düz' kalmasına en çok imkan tanıyan isim o.

Bugün de Mark Hughes ismi yeniden düşmüş Ada basınına. Ortalama bir Türk'e göre hemen her İngiliz gazetesi 'palavracı, küstah, tabloid' olduğu için inanmıyoruz şimdilik. Ama TFF bunu da yalanlayana kadar beklemek lazım.

"Hughes olur mu?" diye soruyoruz şimdi de için için. İnanmasak da 'ya gelirse' deyip hazırlıklı olmak lazım. Teknik adamlık kariyerine milli takım hocalığıyla başlamış olması ve emaneten aldığı koltuğu 5 sene işgal edebilmiş olmasıyla güzel bir giriş yapmış formalı adam olmaktan üniformalı adam olmaya geçişte. Orada geçirdiği zamanı Portekiz 2004’ün kapısından dönmekle taçlandırabilmiş ancak. Play-off'ta Rusya'ya elenmiş, bizim sevdiğimiz (ve olasıdır ki yine ziyaretçisi olacağımız) play-off’ların havasını da biliyor yani. Blackburn'e geçip iyi bir kulüp hocası kariyerine başlamış, ilk 2 sezonu iyi gitse de sonradan düşüşe geçmiş. İngiltere’nin 'yeni Chelsea'si olmak peşinde gözüken City’nin başına geçmiş, oradan gönderilişi ise aklıma Aydın Örs'ü getirdi nedense. Bir de yerine getirilen Mancini, İngiltere Milli Takımı hocası olsaymış tam olacakmış.

Milli Takıma hoca seçmek sadece bir taktik-adam seçmek demek değil, başlı başına teknik-adam seçmek. Kariyerinin o anki noktasında Türk futbolculara bir şekilde bakmış, mümkünse bir-iki tanesiyle çalışmış olması gerekir. Farklıyız çünkü. Kimi özelliklerimiz iyi anlamda, kimileri kötü anlamda farklı ama işte toplamda; FARKLIYIZ. Milliyetinin ne olduğundan çok bu önemli, tanımlanamaz ekolümüz konusunda en azından o tanımlanamazlık dahilinde fikir sahibi olmalı gelecek isim. Kıvrım kıvrım kıvrılan burnumuzdan başka bir diğer özelliğimiz de sabırsızlığımız çünkü. Çabuk olmak zorunda kim gelecekse.

Ve bir Türk efsanesi olan altyapı olayına da milli takımlar seviyesinde ciddi şekilde eğilmek zorunda. Bu konuda ekibiyle mi geleceği, kendisine bir ekip mi sunulacağı önem kazanıyor. Altında, milli takımların alt yaş seviyelerinde çalışacak isimlere geride kalan yıllarda yerleştirilen (?) sistemle ilgili fayda sağlamakla, onlara bambaşka bir sistem sağlamak arasında seçim hakkı olmalı. Oyuncu izleme komiteleri de işin bir diğer ucu. Başka ülke pasaportlarına itmemeli Türk oyuncuları, her ne şekilde olursa olsun. Aksi takdirde, Hughes'un Galler'in başındaki kariyeri gibi, bizi ilk turnuvaya kadar götürecek köprüde "dayı, n'aber?" diyeceğimiz bir ismi, sırf 'Türk olmadığı için' getirip koyacaklar o mevkiye.

Böyle söyleyince Yılmaz Vural bile sempatik gözükebiliyor insana.

Sayfa Yükleniyor...