'I love you Alex...'

'I love you Alex...'



Bizden biriydi o...


Kimi zaman depremde ölenlerin yakınlarının acısını paylaştı,

Kimi zaman şehitlerin isminin yazdığı tişörtle sahaya çıktı.

Öyle ki ezeli rakibin taraftarı dahi sempatiyle yaklaştı ona.

Tribünlerin sevgilisiydi,

Çünkü bizden biri gibi yaşadı hep.

Eşinin vücudunda Türk bayrağı dövmesi,

kızlarını Türk okullarına göndermesi...

Yenildiğinde rakiplerini tebrik etmesi...

Saymakla bitmez onu bizim gönlümüzün tahtına oturtan nedenler.

Biz de onu kendimizden ayırmadık hiç.

Gönderirken de öyle.

En sevdiklerimize hep yaptığımız gibi, en çok “en sevdiğimizi” üzdük...

...

“Geçen hafta 35 yaşına bastım. Hayatım boyunca son hafta ağladım kadar ağlamamıştım...”

Bir futbolcu, bir eş, bir aile babası, bir insan... Alex de Souza’nın tarifi için bu sıralamaya sondan başlamak gerek. Sekiz yıl boyunca en çok insan olduğunu gösterdi bize çünkü. Bir Brezilyalı, doğrularıyla yanlışlarıyla, attığı attırdığı gollerle, takımına kazandırdığı ve kaybettirdikleriyle, ama en çok insanlığıyla kazındı gönlümüze.

Geçen Pazartesi basın toplantısı öncesi herkes çok merak ediyordu ağzından çıkacakları. Salondaki gerginlik biz gazetecilerin de yüzüne yansımıştı. Acaba ne söyleyecekti kaptan? Sadece futbol kamuoyunun değil, neredeyse tüm Türkiye’nin gözü kulağı bu salondaydı. Haber bültenleri yayın akışını kesti, 40’a yakın kameraman, bir o kadar foto muhabiri, elleri deklanşördeydi.

Önce teşekkür etti Alex; hepimize.

Eleştiri oklarını yanında getirmişti. İşe önce kendinden başladı. “Kulübümü zor durumda bırakmamalıydım” dedi. Eleştiriye kendinden başlamak aslında uzun süredir unuttuğumuz, hatırlasak dahi pek azımızın yapabileceği bir şeydi.

Konulara olaylara girmeyelim. Artık her şey konuşuldu. Teknik direktörün ”Seni bu sene bazı maçlarda oynatmayacağım” sözleriyle başlayan, başkanın “Doğru mu Samet?!!” çıkışıyla sonlanan süreçte yaşananları bir bir anlattı kaptan. Sonra sorulara geçti. Sorular salondaki gazeteci ordusunun sayısıyla doğru orantılıydı. Ve o herkesin sormasına izin verdi. Tıpkı alışveriş merkezinde, sokakta yürürken isteyen herkesle fotoğraf çektirdiği gibi.

Yanında yine eşi vardı. Heykeli açıldığında, izdihamdan küçücük kalan yoğurtçu parkında “acaba ilk ne diyecek?” diye yüzüne baktığımda, yine O’na teşekkür ederek başlamıştı konuşmasına. Sevdiğim bir köşe yazarının deyimiyle; eşini hayatının başköşesine koyunca erkekliğine zarar gelmediğini ilan eden bir insandı o.

Mariott Oteli’nin geniş salonunda de Souza çifti üzgündü... Gözaltları, günlerdir neler yaşadıklarının kanıtıydı. Alex konuşurken sık sık elini başına koyuyor, kafasını eğiyor, son basın toplantısında dahi mahcup durumuna engel olamıyordu mütevazı Brezilyalı. O’nu takımdan uzaklaştıranlar egosundan dem vursa da bizim karşımızdaki sporcunun vücut dili aynı şeyi söylemiyordu.

Yine ezberimizi bozarak bitirdi toplantıyı. Galatasaray’dan başladı, sonra da neredeyse süper ligin tüm takımlarını tek tek saydı. Farklı renklerin, rakiplerinin taraftarına teşekkür etti. “Beni izlediniz, teşekkürler” dedi. Saydığı tüm takımların toplam milyonlarca taraftarını 8 yıl boyunca üzmüş, rakiplerinin deyim yerinde korkulu rüyası olmuştu. Bu teşekkürle, futbolun endüstriyelleşse de hala bir oyun olduğunu hatırlattı bu kez.



Tüm haber merkezlerine aynı bilgi geldi o sabah; zaten bekleniyordu. Basın toplantısında ipuçlarını vermişti kaptan. Başbakan O’nu aramış, Türkiye’den ayrılacağı tarihi ve saati sormuştu. Belli ki Başbakan, hem taraftarı olduğu takımın kaptanını, hem de eski bir futbolcu olarak, hayran olduğu oyuncuyu bir kez daha görmek, veda etmek istemişti. Başbakanlık Ofisi’ne yine eşiyle, bu kez takım elbisesiyle geldi Alex. İlk kez bir Başbakan, bir futbolcuya “güle güle” diyor, makamında kabul ediyordu.

Artık veda zamanı gelmişti. Türkiye’de adettir, takıma gelen her transfere karşılama yapılır, havalimanında omuzlara alınır. Sonra da o oyuncu takımına veda ederken, arkasına teneke bağlanır...

Alex yine ezberi bozdu. Gidişi de tıpkı gelişine benzedi. Hatta daha da görkemliydi. Futbolun zaman tüneline baktığımızda, ilk kez bir futbolcunun vedasına gelenler, karşılamaya gelenlerden çok daha fazlaydı.

Saracoğlu’nda milli maç heyecanı vardı ama binlerce çubuklu formalı taraftar stadın yanında, Salı Pazarı’nın karşısında başka bir amaçla toplandı. Otobüsler bu kez deplasmana gitmek için değil, Alex'e veda etmek isteyenleri Sabiha Gökçen Havalimanı’na taşımak için oradaydı.

Otobüsler ve özel araçlarıyla gelen taraftarlar Sabiha Gökçen Havalimanı’na kadar eşlik etti de Souza ailesine. Veda konvoyundakiler havalimanına ulaştığında, apronu tribüne çevirdiler. Taraftarın getirdiği işaret fişekleri ortalığı aydınlatırken, o sırada Alex, uçağa binmesine dakikalar kala, milli maçı seyrediyordu. Aklı hala Saracoğlu'ndaydı.

Eşyalar yüklendi, uçak pist başı yaptı ve havalandı. Taraftar apronda hala tezahüratına devam ediyordu. Herkes aynı şeyi söylüyordu...

Saracoğlu'nda ikinci yarının sonuna gelindi. Milli Takım kötü bir oyunla Romanya'ya yenilmek üzereydi. Gruptaki şansını zora sokup, Dünya kupasına, Brezilya'ya bir adım daha uzaklaşıyordu. Dakikalar 93’u gösterdiğinde, tribünleri dolduran onbinlerce taraftar bir anda tezahürata başladı.

Bu, Sabiha Gökçen apronunda yükselen tezahüratla aynıydı.

Çünkü, Saracoğlu'nu dolduran binlerce Milli Takım taraftarının akli gitme sansımızın azaldığı Brezilya'da değil, uçaktaki Brezilyalıdaydı;

"I love you Alex..."

Sayfa Yükleniyor...