İkinci Dünya Savaşı ve spor

Dünya sporuna bir şekilde yön vermiş 4 adam, 2.Dünya Savaşı’nda farklı şeyler yaşadılar. İşte onların kimi acı kimi tatlı hikayeleri.

İkinci Dünya Savaşı ve spor - 1

Savaş acı demektir. Günümüzde bu acıları televizyonlardan, gazatelerden ve en önemlisi internet üzerinden yakından takip ediyoruz. 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan iki savaş, toplumları fazlasıyla etkiledi. Bundan sporcular da etkilendi tabii ki. 2. Dünya Savaşı’nda birçok başarılı sporcu ya öldü ya da ölümün ucundan döndü. İşte kimileri iyi kimileri kötü biten maceralardan bir kısmı:

Luz Long: 1936 Berlin Olimpiyatları denince ilk akla gelen isimlerden biriydi Long. Uzun atlamada ABD’li Jesse Owens’ın en büyük rakibiydi. Adolf Hitler’e “yağ yapmak” isteyen hakemlerin bayrakları, Ari ırkın uzağında bir Afrika kökenli Amerikalı olan Owens’in ilk iki hakkını faul olarak nitelemişti. Long, Nasyonal Sosyalist Parti’nin öğretilerine bağlı olmayan gerçek bir sporcuydu. O gün Berlin’de yaşananlar ile ilgili hikayeler var. Birine göre Long, havlusunu atlama tahtasına koyup Owens’ın kritik 3. atlayışının faul olmadığını kanıtlar. Diğerine göre de Owens’ın yanına gidip tahtanın çok gerisinden atlaması konusunda teşvik eder. Sonuç ise tüm hikayelerde aynıdır. Long, Owens’a geçilir. Savaş çıktıktan sonra orduya yazıldı Long. 1943’te daha 30 yaşındaydı Sicilya’da vurulduğunda. İngilizler, onu bulup hastaneye kaldırdılar. Kim olduğunu, dünya tarihine nasıl geçtiğini bilmeden kurtarmaya çalıştılar. Ama Long son nefesini verdi Çizme’nin hemen altında.

Fritz Walter: Kaiserslautern kentinde doğup büyümüştü Fritz. İkinci Dünya Savaşı başladığında 19 yaşında genç bir yıldız adayıydı. Alman Milli Takımı’nın teknik direktörü Sepp Herberger’in dikkatini çekmesi uzun sürmedi. Savaş devam ediyor ama Fritz, birliğine gitmek yerine tarafsız ya da işgal altındaki ülkelerle yapılan milli maçlarda boy gösteriyordu. Büyük bir futbolcu olacağına herkes emindi. Ama Almanya’nın yenilgisi kaçınılmaz hale geldiğinde ortada kalmıştı. Mecburen birliğine gitmişti. Birlik Sovyet ordusuna değil Amerikalılar’a teslim olma niyetindeydi. Bir Amerikan birliği de buldular. Ama Yankiler, Sovyet bölgesinde oldukları için teslim ettiler ballı bölüğün elemanlarını. Fritz artık Sibirya’ya giden trendeydi. Bir daha ülkesini canlı olarak göreceğinden şüpheliydi. Çalışma kamplarından önce Ukrayna’da bir esir kampında mola verdiler. Askerler top oynuyordu. Çek, Macar, Polonyalı askerler de vardı futbol sahasında. Canı çekti Fritz’in. “Oynayabilir miyim” diye sordu. Gelmesini söylediler. Öyle iyi oynuyordu ki farkedildi. Bir Macar subay yanına geldi. “1942’de bizi yenmiştiniz ve sen 2 gol atmıştın” dedi gülerek. Sabah Sibirya’ya giden tren kalktığında Fritz içinde değildi. Ukrayna’daki kampta 8 ay esirlere futbol öğretti ve ardından Kaiserslautern’e döndü. 9 yıl sonra 34 yaşında Dünya Kupası’nı kaptan olarak aldığında rakip onu kurtaran subayın ülkesiydi: Macaristan.

Eric Liddell: Hugh Hudson’ın Oscar kazanan filmi Chariots of Fire (Ateş Arabaları) olmasaydı birkaç atletizm tarihçisi dışında Eric Liddell’ın ismini hatırlayan yoktu. Çin’de bir misyonerin oğlu olarak dünyaya gelen İskoç, 1924 Olimpiyatları’nda 400 metrede altın aldı. Aslında 100 metrenin favorilerinden biriydi. Ama 100 metre seçmeleri Pazar günü yapılacaktı. Dindar Liddell’ın seçmelere katılmasına imkan yoktu. Tabii filmdeki gibi bunu yolda öğrenmedi Liddell. 6 ay öncesinde biliyordu ve 400 metreyi seçmişti. Altın madalya kazandıktan sonra Çin’e döndü İskoç. Ama İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan Japon işgali, onu da toplama kamplarına götürdü. Orada yaşadıklarının yanına bir de beyin tümörü eklendi. 1945’te bir Japon kampında kanserden yaşamını yitirdiğinde 43 yaşındaydı.

Bert Trautmann: İkinci Dünya Savaşı’nın en ateşli çatışmalarına katılmıştı genç Bernd. Doğu Cephesi’nde Iron Cross’u haketmişti. 3 yıllık cehennemin ardından da Batı Cephesi’ne geçmişti. Orası da cennet değildi doğrusu. Nitekim İngilizler’e esir düştü Bernd. Esir kampında günler geçmiyordu. Futbol maçları yapıyordu Almanlar. Bernd Trautmann bir gün kaleye geçmek istedi ve bir daha kaleyi bırakmadı. 1948’de serbest bırakıldığında ülkesine dönmedi. Ada’da çiftliklerde çalışmaya başladı. Bu arada bir amatör takımda kalecilik yapıyordu. Öyle başarılı oldu ki artık adı Bernd’den Bert’e çevrilen Alman’ı izlemeye çevre köylerden de gelenler vardı. 1949’da Trautmann’a Manchester City’den teklif geldi. 15 yıl kalesini koruyacağı City’den. Ve ilk profesyonel maçına çıktığında 26 yaşındaydı şanslı Alman.

Sayfa Yükleniyor...