Onur Şenol: Neden-sonuç ilişkileri

Günlerdir, hatta haftalardır beklenen Fenerbahçe- Galatasaray derbisi oynanan futboldan çok maçın genelinde hakim olan ve son dakikalarında da tamamen ayyuka çıkan çirkin olaylarla anılıyor bu günlerde.

Yaşanan olayları, “derbinin gerginliğine” , “taraftarın fanatizmine” , “futbolcuların hırsına” bağlamak tüm bu yaşanan olayların azmettiricilerini aklamak anlamına gelir. Futbol sahalarında yaşanan bu tür olayları ancak tarihsel süreçte incelediğimizde gerçek aktörlerin ve olayların gerçek nedenlerinin üzerine gidebiliriz.

Günümüzde futbol sadece bir müsabakaları olmaktan çok öteye gitmiştir. Gelişen ve geliştikçe vahşileşen kapitalist dünyada birçok “şey” gibi futbol da bir pazara dönüşmüş , kitlelerin en çabuk ulaşabileceği bir ürün haline gelmiştir.

Konuyu çok da teorize etmeden, günlük pratiklerden yola çıkarak anlatmaya çalışacağım; benim çocukluğum 80’li ve 90’lı yıllara tekabül etmektedir. O yıllarda taraftar olmakla günümüzde taraftar olmak arasındaki farkları o senelerde yaşayanlar biliyordur. Tribünlerin iki takıma da eşit dağıtıldığı, hatta iki rakip taraftarının yan yana maç izledikleri, maç sonrası galip takımın taraftarının mağlup takımın taraftarına şakalar yaptıkları, mağlup takımın taraftarının bu şakalara verdikleri esprili cevapları hatırlayanlar günümüzde neden böyle olamadığını sorup duruyor kendilerine…

Aklıma hemen iki şey geliyor benim. Çocukken mahallemizde futbolcu olan bir ağabeyimiz evlenmek ister fakat kızın ailesi futbolcu olduğu için bu ağabeyimize kız vermezdi. Neden acaba? Cevabı o günler için çok basit: Çünkü futbol oynayan gençler bu işten para kazanamazlardı..

Sonraları her çocuk gibi ben de futbolcu olmak istemiştim 90’lı yılların başlarında. Babamdan gizli gizli katıldığım antrenmanlar bana bir gün tuttuğum takımın yolunu açacaktı, dedim ya çocuktum işte.. “Şeytan Rıdvan”ın ve o dönemki büyük futbolcuların yolundan gidiyordum çünkü. Çünkü onlar da babalarından kaçarak antrenmanlara katılmışlardı. Demek ki onların zamanında da futbol para etmiyordu…

Peki ne oldu da ülkemizde futbol bu kadar prim yaptı? Ne oldu da müsabakayı izleyen taraftarlar hırslarından ve öfkelerinden sahalara inmeye başladılar? Ne oldu da maç çıkışlarında ve hatta tribünlerde birbirimizin canına kast edecek kadar nefret ettik karşı takımlardan?

Cevap yine çok basit: futbol artık para ediyor günümüzde… Milyonlarca dolar para kazanan oyuncular ekmeklerinden olmak istemiyor artık. Takımı için değil transfer ücreti için mücadele ediyorlar (her birini tek tek bu sınıfa koymak haksızlık olacaktır elbette ki). Büyük bir takımdan beğenilmeyip gönderilecek bir futbolcu muhtemelen kazandığı paranın üçte birine razı olarak devam edecek futbola çünkü. Tam tersi de bu sonuca varır; küçük takımdan büyük takıma geçme isteği sahadaki futbolcuyu daha da hırçınlaştıracaktır.

Tabii ki futbolu bu kadar çirkinleştiren şey sadece ve tek başına kapital de değildir. Tarafların örgütleştirilmesi ve bu örgütlerin de fetişleştirilmesidir durum. “Uğrunda ölmek” , “can feda”, “intikam” , “dişe diş kana kan” vb gibi sloganlar terörize edilmiş kitlelerin sloganlarıdır. Peki futbol kitlesi nasıl terörize ediliyor?

Günümüzde futbol endüstrisinden sadece futbolcular para kazanmamaktadır. 90’lı yılların başlarında açılmaya başlanan özel televizyon kanalları birçok spor muhabirine, eski hakeme, eski futbolcuya ve bir kısım entelektüellere de iş imkanı yaratmış ve futbol daha fazla konuşulmaya başlanmıştır. Daha fazla konuşulan futbol daha fazla tartışılmaya ve daha fazla kritiğe maruz kalmıştır. Eskiden hakemin verdiği karar tartışmasız doğru kabul edilir, üzerine tartışma yaratılmazdı. fakat şimdi hakemin her kararı tartışmaya müsait. Bu durum yine her teknik direktör için ve her futbolcu için de geçerliydi. Kendi kalesine gol atan bir futbolcuya hep bir ağızdan küfür edilmez, hiçbir teknik direktör hep bir ağızdan gönderilmez, hiçbir yönetim hep bir ağızdan istifaya çağırılmazdı. Artık ofsayt çizgilerimiz, mikro kamera görüntülerimiz, bilgisayarlı tv analizlerimiz var. artık olumlu pozisyonları alkışlamaktan çok olumsuz pozisyonları yuhalıyoruz. Artık futbol yorumcularından çok futbol amigolarının yorumlarını izliyoruz her kanalda ve gazetede.

Basın-yayın ve enformasyon genel müdürlüğünün 2008 yılı kayıtlarına göre Türkiye de 27 ulusal, 16 bölgesel, 215 yerel olmak üzere toplam 258 televizyon kanalı , 55 yaygın, 23 bölgesel, 2381 yerel olmak üzere 2459 gazete bulunuyor…

Yerel televizyon ve gazeteleri hesaba katmadan bile tv ve gazete sayısı oldukça fazla. Her ulusal kanalda bir gece,bir adet ve ortalama en az 3 yorumcuyla spor programı yapılsa 81 spor yorumcusunun görüşlerini dinlediğimiz anlamına gelir. Yine bölgesel ve yerel gazeteleri hesaba katmadığımızda 55 yaygın gazetede ortalama 5 spor yazarı olduğunu farz edersek 275 tane de futbol yazısı okuyoruz her gün. ki bu verileri haftanın birkaç gününe çekmek çok daha fazla yorum/yorumcu elde etmek demektir. Bir futbol müsabakası için bu kadar yazılıp çizilmesi herhalde herkese bir şeyler ifade etmiştir..

Tanıdık bildik koca koca adamlar milyonlarca seyircinin/okuyucunun önünde kavga ediyor, küfürleşiyor, dedikodularla ortamı gerginleştiriyor sonra da Arda, Semih’e neden yumruk attı diye tartışıyorlar. Yine kulüp başkanları çıkıp şampiyonlukların tezgahlarla kazanıldığını beyan ediyor ve maç sonrası olayların üzüntü verici olduğunu söylüyorlar…

Yazımın başına dönecek olursak; Fenerbahçe-Galatasaray derbisinden sonra işte tam da bu nedenlerle futboldan değil de sahadaki çirkin olaylardan konuşuyoruz. İşte tam da bu nedenlerle derbileri haftalar öncesinden gerginleştiriyor, bu nedenlerle ille de kazanmak istiyoruz. Ben de işte tam bu nedenlerle derbiyi değil de derbide çıkan olayların nedenleriyle ilgili bir yazı yazmaya çalışıyorum. Güzel hareketleri, taktiği, skoru, sporu yazmaya çalışmak yerine…

Sağlıcakla…

Sayfa Yükleniyor...