T&T

Tiffany & Tomato değil, Trinidad & Tobago da değil. Twin turbo hiç değil, Audi'nin sevilen roadster'ıyla da hiç alakası yok. Terim ve Tanjevic. Evet, çok milli haftamızın iki milli takımının hocaları.

T&T - 1

Söylemesi ayıp, nostalji yapmak için yaşım henüz genç sayılır (kimi kandırıyorsam!) ama milli takım denince Nike'ın son geri dönüş modası, göğüste bandıyla İtalya '90'a katılmaya çalışan kadro gelir hala aklıma. Engin, Recep, Semih, Cüneyt, Gökhan, Rıza, Rıdvan, Oğuz, Metin, Feyyaz, Tanju... Şifo Mehmet, Aykut, Ünal, Kemal, Hami. Zamanının S.S.C.B'siyle aynı grupta olma talihsizliği yüzünden o senelerin korkulan rakipleri Doğu Almanya ve Avusturya karşısında aldığı mucize skorların hakını alamayan o milli takım. Sonra UEFA ve Süper Kupa galibi Galatasaray'ın iskeletini oluşturduğu milli takımla yaşadığımız 2002 Dünya Kupası üçüncülüğü. Ve nihayet 2008 yazının mucize milli takımı.

Basketbolda ise dün NTV'de sırayla gördüğümüz isimlerin oynadığı dönemler, Harun Erdenay, Orhun Ene, "Genç" İbrahim Kutluay ("Genç" Semih geliyor hemen akla), Tamer Oyguç, Ömer Büyükaycan, Hüsnü Çakırgil, Ömer Saybir, Levent Topsakal... Futboldaki kadar parlak değil, orada yakalanan neslin hakkının verilebildiği zamanlar daha yakın.

90'ların milli takımına bakınca üç büyüklerin karması görüntüsü çıkıyor ortaya.

Trabzonspor'un bile adam sokmakta zorlandığı bir dönem. Bugünün milli takımında ise beş tane gurbetçinin yanı sıra (iki tane de yeni dönmüş lejyoner var son kadroda) Ankaragücü ve Bursaspor'dan da birer isim var. Bugün Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor ve diğer milli oyuncularımızın takımları başka başka oyunlar oynuyorlar. Baktığınızda ilk üç takımın oynadığı oyunları kağıt üzerinde birbirine benzetmeyi başarsanız da (ki bu mümkün) benzer malzemelerden ortaya çıkan yemekler çok farklı. Buna bir de "diğerlerini" ekleyin. Üstüne de Fatih Terim sosu dökün.

Yine basketbola dönelim, Efes Pilsen ve Fenerbahçe Ülker 7 oyuncu verirken geri kalan beş oyuncunun beşi de farklı takımlardan.

Bu, en popüler iki dalında yakaladığımız parlak nesiller, farklı ülkelerde farklı sistem ve ekollerle oynayan oyuncular olarak milli takımlara zenginlik katmakta. Ancak bizim bu zenginlikten maksimum yarar çıkartabildiğimizi söylemek zor.

Her iki milli takımımız da, yardım amaçlı oynanan maçlar için toplanmış Dünya Karması tadında oyunlar sergiliyor. Her iki takım da, 3 gün arayla çok alakasız coğrafyalarda çok alakasız spor dallarında mücadele ettiler ve kazandılar. Her ikisi de mücadeleleriyle, pes etmemeleriyle ön plana çıktılar, zorlandılar, kötü durumlara düştüler ancak pes etmeden kazanmasını bildiler. Kelleler koltuğa alındı, göz kapalı potaya drive edildi, tekmeye kafa sokuldu. "Olmayacak galiba" dediğimiz anda birileri isyan etti parkede veya çimlerde. Ve oldu.

Fatih Terim ve Bogdan Tanjevic özgeçmişleri parlak iki teknik adam ve iki "gözde" milli takımımızın dümeninde oturuyorlar. Her ikisi de, tam anlamıyla, nev-i şahsına münhasır (çevirisi: içeriği kendine özgü) isimler. Teknik taktik yönleri, oyuncu tercihleri, kimi kişisel takıntıları pek çok tartışmaya, yazıya konu olmuştur. Her ikisinin de "Ben yaptım oldu/ben yaparsam olur" duruşları var. Özgeçmişlerine bakınca haklı çıktıkları zamanlar haksız çıktıkları zamanlardan çok olsa da ve o parlak özgeçmişler pek çoklarını susturmaya yetse de halen düşük perdeden de olsa eleştirilerini eksik etmeyenler var. Mesela ben!

Terim'in 2000 model Galatasaray'ından kalan saldırgan, hücumu düşünen, çok koşan, çok basan takım arzusu, işin taktik kısmında zaman zaman eksikliğe yol açıyor mesela. Cesaretinin ayarının bozulduğu zamanlar korunacak avantajları elden kaçırıveriyor (12 Kasım 2005, İsviçre deplasmanı gelsin akıllara 2006 elemelerinde). Hamaset dozunun zehirlediği zamanlar da oluyor zaman zaman.

Tanjevic'in ise uzun pozisyonlarını denge bozan isimlerle oynatma alışkanlığı var. Tüm zamanların en iyi uzun oyuncu rotasyonuna sahip bir milli takımımız var, Kerem Gönlüm'ün zamansız ve talihsiz doping olayı nedeniyle kadro dışı kalmasına rağmen üstelik. Ama biz 4 numarayı şutu olan isimlerden seçip farklı bir yol izliyoruz. Buna Karadağlı hocanın oyuncu değiştirme sıklığıyla herkesin başını döndürme fetişi de eklenince zaman zaman sahada kimin hangi pozisyonda oynadığını anlamak bile zorlaşıyor. Yalçın Granit'in FastBreak dergisi zamanlarında çocuk zihnime kazıdığı "topu yere vurabilen uzunlar" klişesini imha eden Tanjevic'in bu konudaki ısrarı da yazı tura gibi, tutarsa kazanıyorsunuz, tutmazsa canınız sağ olsun.

Sistem de sistem, illa ki ekol diye tepinip duralım, seyrederken bizim anlamakta zorlandığımız, her daim heyecan dozunu yüksek tutan, şablonmuş, setmiş, hatları belli hücum ve savunma anlayışıymış, bunların alayını elinin tersiyle iten iki teknik adamımız var. Bu durum bizim için ne kadar handikap gözükse de rakipler için daha da zorlayıcı bir durum. Düşünsenize, Türk milli takımını izlemek için gelen bir yardımcı antrenör olduğunuzu. Ülkenize döndüğünüzde bir rapor sunabilmeniz mümkün değil gibi.

Sistemsizliğin sistem, ekolsüzlüğün ekol olduğu iki amiral gemimiz aynı günlerde göğüs göğüse çarpışıyor. Ve kazanan daima haklı.

Sayfa Yükleniyor...