Yerli malı yurdun malı

5 takım haricinde yerli hocalar var takımlarımızın başında. Daum, Rijkaard, Couceiro, Doll ve Sollied azınlığı oluşturuyor.

Yerli malı yurdun malı - 1

İki hafta sonra yerli malı haftasını kutlayacağız. Okullarda hala çocuklara üzerinde kestane, portakal, elma resmi yapıp yapıştırdıkları taçlar taktırılıp resim çektiriliyor mu bilmiyorum ama takvime göre zamanı geldi. Yirmi sene kadar geride kalmış olmasına rağmen hatırlarım "Muz da getirin ama Anamur olsun" diyen öğretmenlerimizi. Hey gidi...

Hoca gündemimizde de aynı konu var; Chiquita mı, Anamur mu?

Özellikle Yılmaz Vural hocamız yaptığı komboyla mikrofon müptelası oldu, eh, sever de konuşmayı, şov yapmayı. Hafta içi başladı "Yerli hocalara yeterli şans verilmiyor" diye, Fenerbahçe'nin façasını bozdu, halen devam ediyor. Milli takım da hala hocasız olunca "Sahiden" diyor insan kendi kendine, "Neden olmuyor, neden verilmiyor bu şanslar".

Sonra dönüp bakıyoruz ligdeki hoca dağılımına, 5 takım haricinde yerli hocalar var takımlarımızın başında. Daum, Rijkaard, Couceiro, Doll ve Sollied azınlığı oluşturuyor. Yerli hocaların da isimlerini sayalım, Mustafa Denizli, Ertuğrul Sağlam, Tolunay Kafkas, Abdullah Avcı, Şenol Güneş, Rıza Çalımbay, Mehmet Özdilek, Yılmaz Vural, Ziya Doğan, Mesut Bakkal, Muhsin Ertuğral, Hakan Kutlu. Yani aslında "şans verilmiş" durumda yerli hocalara.

Bu isimlerden Abdullah Avcı dördüncü sezonunda ve üçüncü sezonunu yaşayan Tolunay Kafkas'la birlikte en istikrarlı olanı. Mustafa Denizli, Mehmet Özdilek ve Rıza Çalımbay ikinci sezonlarını yaşıyorlar takımlarıyla. Ertuğrul Sağlam da 2010'a girdiğimizde ikinci sezonuna başlamış olacak.

Şenol Güneş Trabzonspor'un bu seneki ikinci hocası. Yılmaz Vural Kasımpaşa'nın bu seneki ikinci çalıştırıcısı.

Ziya Doğan sezonun hemen başında Diyarbakırspor'un başına geçerken Nurullah Sağlam'la yaşananlar hatırlarda. Diyarbakır'la anlaştıktan çok kısa süre sonra ayrılan Nurullah Sağlam, Erhan Altın'ı görevden alan Denizlispor'da bir süre çalıştıktan sonra istifa etti ve yerine Hakan Kutlu geldi. Dallas gibi.

Bir sezonluğuna Trabzonspor'da yardımcı antrenör olarak çalıştığı dönem haricinde Türkiye macerası bulunmayan ve Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki performansıyla tanınan Muhsin Ertuğral ise bu kez Sivas'ın başında. Bülent Uygun'un iki sene üst üste başarıp üçüncü sene kendi kendini baltaladığı kariyeri kenarda dururken, Ertuğral'ın Sivas'a beklediği taze kanı sağlayıp sağlayamayacağını görmek için yeterli zamanı olacak mı bilinmez.

Yerli hoca diyince akla gelen diğer isimlerden Güvenç Kurtar ortalarda yok. Sakıp Özberk de öyle (İnternetin azizliği, biraz araştırma yapmaya kalktığınızda TFF'nin bilgilerinin güncelliğiyle Wikipedia'nın şüpheli gerçekliği arasında kalıyorsunuz, ikisi farklı şeyler söylüyor, o yüzden "ortalarda yok" demeyi tercih etmek zorunda kaldığımı itiraf edeyim). Hüseyin Kalpar, Fuat Yaman, Levent Eriş, Hüsnü Özkara ismi aşina olup Bank Asya Ligi'nde görevde olanlar.

Bu isimlerin bazılarının dönemlik parlamaları olmadı değil. Yılmaz Vural'ın Bursaspor'la yaşadığı bir dönemi hatırlarız. Benzer şekilde Ziya Doğan Trabzonspor'la belli bir çizgi yakalamıştı. Güvenç Kurtar'ın Kocaelispor'la, o zamanki adıyla Birinci Lig'e çıktığı sezon hemen zirve mücadelesi verdiği akıllarda. Sakıp Özberk ve Nurullah Sağlam benzer şekilde Antep'te iyi dönemler geçirdiler. Şu sıralarda aktif olarak göre yapmayan Ersun Yanal Denizlispor ve Gençlerbirliği başında yaptıklarıyla milli takım hocalığına kadar yükseldi. Ümit Kayıhan'ın da Ege takımlarımızla arası iyi olmasına rağmen şu sıralar işsiz hocalar arasında olduğunu sanıyorum. Yukarıda adını andığımız Bülent Uygun da Sivasspor'la adeta çığır açtı ama daha dün NTVSpor'da "Türkiye'de Ferguson olunamaz" demiş. Şenol Güneş'in Trabzon'un Ferguson'u olması gerektiği demecini getiriyor hatırlara.

Bizde hep söylenen şeylerden biri, takım çalıştırmayan teknik direktörlerimizden bazılarının kötü giden takımların kulüp yönetimlerine "kuş uçurmayı" sevdikleridir. "Beni alın, kurtarırım takımı" dedikleri söylenir, bir nevi kuyu kazma. Meslektaşın işsizliği üzerinden ekmek kavgası. İspatı yoktur ama hep söylenir, şehir efsanesi midir bilinmez. Şimdi şimdi yeni simalar ikinci, üçüncü senelerine doğru yol almaktayken buna nispeten seviniyoruz. Çünkü kimi gedikli futbolcularımız gibi takımı düşer kendi kalır isimlerin, ligimizde üst seviyede kalite artışına katkılarnın olmadığı kesin. Düşünsenize, bir takım küme düşüyor, neredeyse tüm oyuncuları takımlarının oynama hakkını kaybettiği ligde kalıyorlar. Hocalar da keza. Kısırlığın Türkçesi.

Alex Ferguson gibi, Arsene Wenger gibi, rahmetli Guy Roux gibi olmak da şart değil. Çünkü takım kurmak, sistem inşa etmek için gidilmesi gereken yol illa ki tek hocayla 10 sene 20 sene devam etmekten geçmiyor. Devamını getirirken bir öncekinin yaptığını yıkmaya değil ileri götürmeye niyetli ve kabiliyetli birisini getirmekten geçiyor işin ucu. Bunu yapabilirsen sistem kurma şansın olabilir, tek hoca zorunluluğu olmadan.

Yine döndük dolaştık, geldik mi sisteme?

Kulüp yönetimleri ve federasyon yönetimlerinin eğilmeleri gereken bir konu bu. Kulüplere de hocalara da belli bir kota, limit konması gerekliliğiyle başlanabilir. Teknik direktörlerin sendikalaşması ve sözleşmelerinde tazminat ve benzeri belli maddelerin standart hale getirilmesi de çözümlerden biri olabilir. Kulüplere bir sezonda anlaşabileceği teknik direktör sayısında kısıtlama getirilebilir, İtalya'daki gibi yaptırımlar uygulanabilir.

Futbol federasyonumuz milli takım hocası için şimdiye kadar yaptığı tek açıklamada "Yabancı olacak" dedi. Yani öyle bir küme sundu ki olasılık bazında, hiç bir anlam içermiyor özüne baktığınızda. Vasıflardan hiç bahsedilmiyor, üzücü ve düşündürücü olan o. Ve bütün şovmenliğine vesairesine rağmen bu bulanıklık Yılmaz Vural'ı bile haklı duruma düşürüyor. Çünkü belki de o vasıfları saysalar gerçekten sahadakilerle ve tribündekilerle aynı dili konuşan birinin o koltuğa geçme imkanı olduğu ortaya çıkacak. Ve belki de asıl o zaman başlayacak sorgulamalar. Öylesi kimsenin işine gelmediği için böyle karanlıktayız.

Kariyeri hiç tartışma götürmeyecek, özgeçmişinde en az bir uluslararası büyük kupa barındıran bir isim olmadığı takdirde, İstanbul'a inmeden "Bu muydu?" demeye başlarız. Ne kadar haklı ne kadar haksız olduğumuzu ise tarih daha sonra yazacaktır.

Sayfa Yükleniyor...