'5 bin metrekareyi 120 metrekareye sığdırdık'

Türkiye, ağır sanayiden eczacılığa, eczacılıktan dosya arşivlemesine kadar dünyadaki en gelişmiş otomatik depolama sistemine kavuştu.

'5 bin metrekareyi 120 metrekareye sığdırdık'

, teknoloji ve bilişim alanında çok hızlı bir gelişim yaşıyor. Mobilden yazılıma, artırılmış gerçeklikten sanayiye kadar Türk girişimci, mühendis ve bilim insanlarının gösterdiği atılımlar yavaşça  dünyanın ve Türk kamuoyunun da ilgisini çekmeye başlıyor. Temelleri ve vizyonu AR-GE dayalı olan, ’nin tek ‘robotik depolama sistemi’ teknolojisini sunan Robast, Türkiye’deki hızlı teknolojik gelişime sürükleyen firmalardan sadece bir tanesi.

Uzun bir AR-GE süreci sonunda kurulan ve dünyada bile çok az firmanın sunduğu bir teknolojiyi Türkiye’de üreten Robast’ın Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Demirbaş, Türkiye’nin ‘teknolojiyi satın alan değil, üreten bir ülke olma’ yolunda önündeki perdeyi yırtmaya çalıştığını belirtiyor.

Küçük-büyük, her türlü firmanın depolama maliyetini ciddi ölçüde kısan, aynı zamanda iş ortamına müthiş bir esneklik kazandıran robotik depo sistemleri, Türkiye’de arşivleme ve depolama sistemlerini bir başka boyuta taşıyacak. Demirbaş, ağır sanayi ürünlerinden binlere çeşit ilaç kutusuna kadar robotik depolama sisteminin nasıl çalıştığını ntvmsnbc’ye anlattı:

Robast’ın kuruluş süreci, bugüne kadar yaptığı faaliyetleri ve sahip olduğu vizyon hakkında bilgi verebilir misiniz?

Robast’ın bir resmi kuruluşu, bir de gayri resmi kuruluşu olduğunu söyleyebilirim. Gayri resmi kuruluşumuzu, resmi kuruluşun öncesinde gerçekleştirdiğimiz AR-GE süreci olarak tanımlıyoruz. 2004’te başlayan bu süreç yaklaşık sekiz yıl sürdü. Tüm bu çalışmalar boyunca her zaman “hemen kullanalım” değil, “nasıl yapabiliriz, nasıl kullanabiliriz” gibi sorular üzerinde düşündük.  Ticari zekaya sahip olmak her firma için çok önemli. Yaptığımız ürünün patentini almadan, onu pazarlamayı bilmeden ayakta durmanız mümkün değil. İsterseniz uzay mekiği yapın. Ancak onu satışa hazır hale getiremeden, satamadıktan sonra bunun bir anlamı yok.

En önemli sorular, ürünlerimizi nasıl sunacağımız ve tüketiciler için nasıl kullanılabilir kılacağımızdı. Örneğin dünyanın depolama alanında en küçük robotu kabul edilen, kalınlığı 11 santim olan ve 3 ton ağırlık kaldırabilen bir robotumuz var. Ancak bunu nasıl pazarlayacağınız bambaşka bir konu. Örneğin bir firma bizden 16 tonluk çelik ruloları depolamamızı istedi. Elinizde bu ağırlığı kaldırabilecek robot var ama o ruloları kaldırıp nasıl istenilen şekilde yerleştireceksiniz? Bu kapsamda, çok ciddi bir AR-GE gerektiren tüm sorulara cevap bulmalısınız. Tasarımdan sonra tasarladıklarınızı imalata geçirmek için büyük miktarda para harcadık. Bu süreçte yönetim kurulu başkanımız bize çok destek verdi. Bize inandı ve sabır gösterdi. Birçok Türk firmasının kaçırdığı özelliği bir hiçbir zaman göz ardı etmemiş olduk.

AR-GE çalışmalarını ilerletmemizin ardından 2005 yılında resmen şirket halini aldık. Daha sonra Robast tabanlı olarak, Almanya’daki ortak firmamızla birkaç proje gerçekleştirdik. Bugün birçok firmaya projeler üretiyoruz.

“NEDEN ROBAST?”

Robast olarak, beş bin metrekarelik kapalı alandaki malzemeyi, 120 metrekareye sığdırmış bir firmayız. Bunun nasıl olduğunu daha net anlayabilmeniz için şöyle anlatayım: Depolama forklift ile yapılıyor. Forkliftin çıkabileceği maksimum yükseklik, kaldırabileceği maksimum ağırlık belli. Bizim Ankara’da kurmuş olduğumuz sistemin boyu 13 metre. Maksimum altı tona kadar kaldırabilen robotlara sahibiz ama güvenlik sınırı olarak beş ton kabul ediyoruz.

Ankara’da depolamamız istenen malzeme, altı metre boyunda yassı metal ürün ve çelik profillerdi. . Bu malzemeyi zaten forklift ile o kadar yükseğe kaldırmanız imkânsız. Biz normalde en fazla iki rafa kaldırılabilecek ve çok geniş bir alan gerektirecek ürünleri aldık ve çok az bir alana sığdırdık. Sonuçta yatay olarak geniş bir alan gerekebilir ama dikey olarak istediğiniz kadar yukarı çıkabilirsiniz. Böylece depolama yapacak şirketin kiralayacağı arsa, inşa edilecek depo maliyeti çok ciddi olarak azalıyor.

Her müşterimiz bize yapacağımız depolamanın matematiksel olarak mümkün olup olmadığını sordu. İlk başta değil gibi geliyor ama mümkün. Bunu her proje öncesinde sunduk ve nasıl olacağını gösterdik. Matematiğin şaşması mümkün değildir.

Robotik depolama sisteminin nasıl çalıştığına dair birkaç örnek verebilir misiniz?

Paletle depolama yapan bir firmaya göz atalım. Forklift geliyor, paletini koyuyor. Daha sonra robot devreye giriyor. Dikkat ederseniz, robotun içinden bir robot çıkıyor. Dünyanın depolama alanındaki en küçük robotu, kendisini kaldırarak üzerindeki yükü ana robotun üzerine koyuyor. Ana robot, teslim aldığı malzemeyi götürmesi gerektiğini bildiği yere yerleştiriyor ve geri geliyor. Bu süreç tamamen yapay zeka yazılımı tarafından yönetiliyor. Kimse robotu kontrol etmiyor, ‘oraya git şunu yerleştir’ gibi bir talimat vermiyor. Sadece ne istediğini söylüyor.

Biz, robotik depolama sistemiyle, geleneksel depolama sistemlerinin yapamadığı birçok avantaj sunuyoruz. Bunlara örnek verirsek:

- Forklift ile arka arkaya ikiden fazla depolama yapmanız mümkün değildir,

- Forklift için mutlaka bir manevra alanı bulunmak zorunda. Bu mesafe 3.5-4 metreye kadar çıkıyor. Robotlarımızın kullanması gereken maksimum alan ise 1.2-1.3 metre. Robot, kurulan sistemde koridorun sonuna kadar rahatlıkla gidip gelebiliyor.

- Kurulması gereken sistemde robotlar yük kaldırma veya hızlarına göre daha üstün özellikte olabiliyor. Robotlarımız dakikada 400 metre hıza ulaşabiliyor. Tabii ki bu üzerindeki yüke bağlı. 

- Yapay zeka yazılımı, robotun taşıyacağı, depolayacağı ürünü tanımasını sağlıyor. Firmalar için sadece tek çeşit ürün depolanmıyor. Yüzlerce çeşit ürünü olan firmalar da mevcut.

Sisteminizi kuracağınız deponun inşa edilmesini de siz mi üstleniyorsunuz?

Bunu müşterimiz olan firmayla değerlendirerek karar veriyoruz. Depoyu karşı taraf inşa edebilir ancak robotumuz yerleştirilen hatta yürümezse bu bizim için değil, karşı taraf için sorun olur. Bir raf firmasına videoda gösterdiğimiz sistem inşa ettirilebilir ancak burada çok dikkatli olunması gerekiyor. Gördüğünüz her şey yıllarca üzerinde çalışılan AR-GE’nin bir parçası. Milimetresine kadar çok titiz imal edilmesi gerekiyor.

Bu kadar detay gerektiren çalışmalarda üstesinden gelemeyecek gibi olduğunuz durumlar yaşadınız mı?

Bir ilaç firması için ürettiğimiz robotta böyle bir deneyimim oldu. İlacı seçecek olan çok ufak bir pim bizi tam iki hafta uğraştırdı. 7500-8000 farklı ilaç kutusunu inceledik. Geçtiğimiz günlerde bir eczaneye gittim, eczacı beni meslektaşı zannetti. Sadece kutunun boyutu falan değil, içindeki ilacın etkisine kadar çalıştık. Çünkü yapay zeka yazılımıyla robota bunu öğretiyoruz. Robota ilacın özelliğini söylediğimiz zaman, o ilacı bulup getiriyor. Eczacının sadece, ‘bana şu lazım’ demesi yeterli. Kimse robota bana şunu getir, şuraya koy’ gibi bir talimat vermek zorunda değil. Robotun sahip olduğu hassasiyet milimetrenin 10 binde biri. Konumlanması bu derecede mükemmel, pozisyon kaçırması neredeyse mümkün değil. Ve en önemli noktası ise SGK provizyonunu robot kendi yapıyor. Mevcut eczane yazılımlarına entegre olabiliyor.

Depolanan ürün çeşitliliğine bakıldığında, herhangi bir kategorizasyon yapıyor musunuz?

Böyle bir şey söz konusu değil. Aklınıza gelebilecek her türlü depolamayı yapabiliyoruz. Örneğin, Bir firma soğuk depolama istiyor. -30 Santigrat derecede çalışacak sisteme yönelik proje hazırlıyoruz. Başka bir firma 16 tonluk ruloların kaldırılmasını istiyor, buna göre proje yapıyoruz. Örneğin Adalet Bakanlığı bizden çok ilginç bir proje istiyor.

Büyük ya da küçük ölçekli olsun, firmaların mevcut depolama sistemlerine bakıldığında ne gibi olumsuzluklar var?

Kısaca Türkiye’nin dev firmalarından birinden örnek vereyim. Yıllık depolama maliyetleri 12 trilyon TL. 150 tane forklift kullanıyorlar. Bu da üç vardiya 450 personel demek. Forkliftlerin yakıt maliyetini bir kenara koydum, taşıdıkları ürüne çok büyük zarar verebiliyor.  Çok büyük kurumsal firmalarda depolama alanında inanması güç uygulamalara rastlayabiliyorsunuz.  Bugün birçok firma mevcut sistemlerinden memnun olmayabilir. Ama eski alışkanlıklardan kopamamak gibi bir yönümüz var.

Maalesef bugün hala depolama alanında büyük güvenlik açıkları var. Malzeme düşebilir, sorun değil. Peki ya çalışanınızın üzerine düşerse? Bizim müşterilerimizle yaptığımız işlerde önem verdiğimiz konuların başında iş güvenliği gelir. Bu konuyu en iyi şekilde yürüttüğünü düşündüğünüz bazı kurumsal firmalarda hiç beklenmeyecek açıklar var.

“TÜM HASTANELERDEN BİR İLAÇ AYNI ANDA KALDIRILABİLİR”

Bir savaş ya da doğal afet durumunda, Türkiye’nin hangi bölgesine hangi ilaç gerekiyor diye sorduğumuz zaman, akıllı ilaç sistemiyle anında bu cevabı alabiliriz. Başka bir örnek vereyim: Kısa bir süre önce çocuklar için kullanılan bir ilaç Sağlık Bakanlığı tarafından yasaklandı. Ancak hastanelerden bu ilaç toplatıldı mı, toplatılmadı mı bilen yok. Eğer eczane ve hastaneler için geliştirdiğimiz sistem tüm hastanelerde olursa, bir ilaç toplatılsın talimatı verildiğinde, siz yerinizde otururken robot o ilacı toplayacak ve kutusuna koyacak. Ancak bazıları Türkiye’nin hala bu sisteme hazır olmadığını düşünüyor.

Onay çıkarsa yakın zamanda bu sistemi kurmaya başlayacak mısınız?

AR-Ge süreci bu projede devam ediyor. Ayrıca, bu alanda bazı şüpheler ortadan kalkmış değil. Bu hizmeti sunan tek şirket olduğumuz için kıyaslama yapılamıyor ve bu da potansiyel müşteride soru işaretleri oluşturuyor. Ayrıca, hazır olmadan işe girişip aşırı taleple karşılaşma durumunda bunun altından kalkamamaktan da çekiniyoruz. O yüzden daha vakit var.

Adalet Bakanlığı’nın istediği bir projeden söz etmiştiniz?

Bakanlık bizden ıslak imza deposu talep etti. Şu an inanılmaz bir sıkıntı olduğunu fark ettik bu konuda. Sorun da şu: Bankalar, noterler olsun, ıslak imzanın saklama süresi 10 yıl. Bu kadar ıslak imzalı belgenin konması gereken yer var. Bu sıkıntı halini alınca, bakanlığın işlemleri de doğal olarak yavaşlayabiliyor. Tek bir belgenin arşivden bulunması için duruşmalar aylarca ertelenebiliyor. Proje için hazırlanan simülasyonda bir avukatın arşivden istediği belgeyi nasıl alacağını görebilirsiniz. Robot, aynı sıradaki üç kutudan istenileni diğerlerinin üzerine koyarak avukatın önüne getirip koyuyor, ardından diğerlerini tekrar yerleştiriyor.

Güvenlik aşamasını nasıl kontrol edeceksiniz?

Bir avukatın bir baroya ait arşive girebilmesi için tabii ki oraya kayıtlı olması lazım. Biz, elektronik imza, parmak izi veya retina taramasıyla arşive girişi kontrol edeceğiz. Bu şekilde, hangi avukat, hangi gün, hangi saat, hangi dakika, hangi dosyaya bakmış, bu şekilde anlayabileceğiz.

AR-GE kadronuz kaç kişi? Çalışacağınız mühendisleri nasıl seçiyorsunuz?

Toplam 39 mühendisimiz var. Yazılım ekibi de buna dahil. Mavi yakalı personel olarak da 120 kişi çalıştırıyoruz. Çekirdek kadroyu uzun yıllar süren çabalarla oluşturduktan ve oturttuktan sonra gerisi daha kolay geliyor.

Mühendisleri yaptığımız kişilik analizlerine göre seçiyoruz. Hiçbir zaman iş görüşmelerinde mühendislere nereden mezun olduklarını, nasıl projelerde çalıştıklarını sormadık. Gerçek bir cevap alarak karşımızdaki kişiyi anlamaya çalıştığımız testler uyguluyoruz. Basit ama bana büyük izlenim veren sorular önemli. Mühendisin nereden mezun olduğu değil, ne yapacağı önemli. İş arkadaşlarımızı aynı zamanda Robast’ın ortağı olarak kabul ediyoruz. Çünkü biz bir AR-GE firmasıyız ve bu çalışmada 2-3 yıl bizimle yer alan bir meslektaşımız bir gün ayrılırsa, bu bizi o kadar geriye iter. Sony, LG gibi büyük firmalar da böyle bir yaklaşım sergiliyor.  Bu yeni bir şey değil. Bugün Google’ın ofisi gibi yatak koysanız, gelen müşteri ‘Bunlar burada çalışmıyor yatıyor’ der ama ‘Gece 2’ye kadar çalışıyorlar’ demez. Böyle önyargılar da var ama bir şirket kültürü oluşturmalısınız. Mezun olunan üniversiteye göre önyargılı yaklaşmak, AR-GE’de önümüzü tıkıyor. Buna bakarsak Einstein’da hayatta olsaydı ticari kafası olmadığı için aç kalabilirdi.

'5 bin metrekareyi 120 metrekareye sığdırdık' - 1 Küresel perakende devi Amazon'un İngiltere'deki yüksek maliyetli depolarından bir tanesi.

“TÜRK FİRMALARI ÇOK GÜÇLÜ”

Robast’ı farklı kılan, verdiğimiz hizmeti Türkiye’de sunan tek şirket olmamız. Her çeşit malzemenin en etkin ve en tasarruflu şekilde depolanmasını sağlayan teknolojiyi dünyada bizim dışımızda birkaç şirket daha sunuyor. Örneğin Almanya’da bu alanda uzmanlaşmış bir şirket var. Ben, Türk firmalarının ne kadar güçlü olduğunu göstermek için bu şirketle ilgili bir örnek vermek istiyorum: Bizimle temasa geçerek, distribütörlüklerini yapıp yapamayacağımızı sordular. Biz de, “Ne münasebet, asıl siz bizim distribütörümüz’ olun dedik. Aslında bizden talepte bulunan CEO’larının üstü kapalı olarak söylediği, “Avrupa batıyor. Biz Türkiye pazarına girmek istiyoruz ve bunu yapmak için bir firma arıyoruz. Bu amaçla dört-beş firmayı gözden geçiriyoruz” oldu.  Robast olarak cevabımız, “Bizim dışımızda istediğinize teklif verebilirsiniz” dedik.

Burada demek istediğimiz, Robast zaten kendisidir. Sadece robotlarımızda kullandığımız motorlar Japonya’dan geliyor. Bunun dışında robotların üretilmesinden kullandıklarını yapay zeka yazılımına kadar tüm girdiler Türk mühendislerin elinden çıkıyor.

Yaptığımız işlere değer katabilmemiz için, olaylara geniş açıdan bakabilmemiz şart. Biz elimizdeki teknolojiyi sunmadan önce anlatımını yaparken bazı müşteriler için inanması güç gelebiliyor. Çünkü düşünebileceklerinden, bugüne kadar gördüklerinden çok daha büyük bir şey sunuyorsunuz. Sunduğumuz hizmeti yapamayacağımızı düşünüyorlar. Hatta Türk firması olduğumuzu söyleyince suratlar ekşiyor.

Türk toplumundaki bu yanlış algı neye dayanıyor? Aynı yaklaşım yabancılarda da var mı?

Bu bakışın en büyük nedeni, Türk toplumu olarak AR-GE’ye yeterince yatırım yapmamamız. Türkiye’de eskiden kalma bir AR-Ge mantığı var: Arakla getir. En basit bir örnek verirsem; Türkiye’de ilk kez otomobil üretimi için kolların sıvanacağı dönemde Henry Ford, “Bizde araba var, neden yapıyorsunuz ki? Alın bizimkini kullanın” diyor ve biz de almaya başlıyoruz. Uçak sanayisi için de aynı şeyi söyleyebilirim. Bir şekilde Türkiye’de yapılabilecek atılımların önüne geçildi. Sonuç olarak bilinçaltımıza, “Ya işte Türk değil mi” gibisinden kendi kendimizi kötülemeye başlayan bir inanış yerleşti. Dahası, Türkiye’de know-how yok (teknik bilgi). Yapılmış olan bir şeye ya da yaptığımız bir şeye yenilik, özellik eklemek yok. Özel imalat ürünler sürekli yurt dışından geliyor. Neden? “Biz yapamayız.” Bu nedenle biz kendimizi geliştiremedik ve dışarıya hayranlık oluştu.

“TÜRKİYE’NİN ÖNÜNDE BÜYÜK BİR FIRSAT VAR”

Son zamanlarda özellikle Ortadoğu ve Orta Asya’daki Türki Cumhuriyetler olsun, birçok ülkeden olumlu yaklaşım görmeye başladık. Türki Cumhuriyetler Türk mühendis talep ederken, Arap Baharı’ndan çıkmış Libya gibi ülkeler Türkiye’den talepte bulunuyor. Bu durumda Avrupa’nın krizde olması da önemli bir etken. Kısaca Türkiye için çok büyük bir fırsat söz konusu. Ancak burada her zaman yaptığımız hataları yapmamamız gerekiyor. Türkler olarak AR-GE’de çok çabuk sonuç talep ediyoruz. Ancak AR-GE’de bu mümkün değil. Girdiyi koyuyorsunuz ve beş yıl bekliyorsunuz. Bugün kullanılan ürünler, tasalanması, test edilmesi, geliştirilmesi ortalama 5-6 yıl alan cihazlar.

Yabancı elektronik firmaların ürünlerine olan bağımlılık buradan mı kaynaklanıyor?

iPhone’u sadece iPhone olduğu için alıyoruz. Alırız, bir alo deriz, mesaj çekeriz, fotoğraf çekeriz. Telefonunda henüz e-posta ayarını yapmamış milyonlarca kişi olduğuna eminim. Birçok kişi akıllı telefonları oyun oynamak için, eğlenceli uygulamalar indirmek için kullanıyoR. Bahsettiğimiz bir yabancı hayranlığı etkisi de her zaman mevcut tabi.

Apple gibi büyük ve kendisini farklılaştırmış olan firmaların sahip olduğu avantaj know-how. Tanıtacakları yeni bir ürün öncesinde sürekli etrafa yayılan bu sızdırılma haberlerinin bir önemi olduğunu düşünmüyorum. Geçmişte rastladığımız gibi prototip telefonların barda unutulduğu gibi haberler reklam amacı taşıyıor. Bunu duyan tüketiciler iPhone’un çalınmasıyla değil, yeni bir modelin çıkmış olduğuyla ilgileniyor ve bunu fark ediyor.

Biz iPhone’u değil ama iPhone bizi kullanıyor gibi?

Kesinlikle öyle, daha iyi bir örnek vermeye gerek yok.

Türkiye’de sözünü ettiğiniz ‘perdeyi’ yırtmak için ayrı bir heves duyduğunuzu anlıyorum, yanılmıyorum herhalde?

Sıkça vermek istediğim bir örneği vermek istiyorum: 100 metre koşusunda bundan 15-20 yıl önce insan 10 saniyenin altına inemez, hatta bu insan fizyolojisine aykırı denirdi. Bu rekor kırıldıktan sonra bu derecenin de altına inilemez dendi. Usain Bolt bunu da yaptı. Resmen insanın insanı sınırlandırdığına inanıyorum. Bu doğumdan itibaren çocukluk süresince bilinçaltımıza işleniyor. Bilimsel bir araştırmaya göre, 0-10 yaş arasında bir çocuğa yaklaşık 150 bin defa “yapma, etme, yapamazsın” gibi olumsuz, sınırlayıcı sözler ediliyor.

Projelerin hazırlanması süreci ve yazılımınızın projeyle uyumlu kılınmasını kısaca anlatır mısınız?

Yazılımımızın belli bir adı yok. Sadece bize ait ve her şirketin talebine göre değişiyor. Bize bir firma geldiği zaman fiyat soruyor. Biz de fiyat yok. Çünkü butik iş yapıyoruz. İlk olarak müşterinin firmasını geziyoruz, faaliyetlerini inceliyoruz ve sonrasında bir fiyat çıkarıyoruz. Standart bir fiyat vermemiz mümkün değil. Bizimle çalışmak isteyen firmalara bir form gönderiyoruz. Bu formu değerlendirerek reel bir analizde bulunuyoruz ve teklif veriyoruz. Taşımanın neyle yapıldığına, uygulamalara, çalışan sayısına kadar her şeyi soruyoruz. Projeyi böylece çok titiz bir şekilde hazırlıyoruz ve yazılımı da projeye spesifik bir hale getiriyoruz.

Firmadan istediği metrekare depolama miktarını alıyoruz. Kaç paket ya da palet depolama istendiği ve kaç tır yükleneceğini soruyoruz. Biz istenilenin iki katına kadar kapasiteyi zaten sunuyoruz. 10 bin paket denirse 20 bin paket, 5 tır denirse 7-8 tır çıkarırız diyoruz. Gerek yok denirse proje küçültülüyor. Ardından gerçek zamanlı animasyon hazırlıyoruz ve sistemin nasıl çalışacağını gösteriyoruz, animasyon üzerinden istenilen değişiklikleri konuşuyoruz.

Türkiye’deki piyasayı şu an nasıl görüyorsunuz?

Bizim için piyasaya nasıl bakıldığı önemli. Türkiye’de bu hizmeti sunan tek şirketiz ve piyasanın bu teknolojiye olan ihtiyacını görebiliyoruz. Artık depolama için alan bulmak iyice zorlaşıyor. İki sorunumuz var: Bir kalıplaşmış anlayışlardan toplumun vazgeçememesi, bir de rakibimizin olmaması.

'5 bin metrekareyi 120 metrekareye sığdırdık' - 2 Robast Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Demirbaş.

5-10 yıl sonrası için vizyonunuz nedir?

Kısa bir süre önce Türkiye’nin en büyük 500 firması açıklandı. Robast listeye dahil değildi. Ben yönetim kurulu başkanımıza ilk 500 içinde değiliz dedim. Ama kesin olarak söylüyorum, beş sene sonra ilk 500 firmanın içinde yer alacağız. 10 yıllık planlarımızın arasında ise Sektörümüzde dünya devleri arasında yer almak. Nereye gideceğimizi biliyorsak, nereden gideceğimizin pek bir önemi yok.

Bu teknolojiyi kullanarak gelecekte Büyük Piramit’in kopyasını inşa etmemiz mümkün olur mu?

Neden böyle bir şey yapacağız? Eğer benden yapmam istenirse yaparım. Ulaşamayacağımız şeylerden biri olarak görülüyor, biz de uzaylılar yaptı diyoruz. Piramitler ve bunun yanında yığınla güncel soruda, kendimizi sınırladığımızı görüyoruz. Ama bizden ihtiyaç için istenirse her şeyi yaparız.

Sayfa Yükleniyor...