AB'den Türkiye için şiir

Başbakan Erdoğan, büyükelçilere "Güney Kıbrıs'ta Annan planına yüzde 75 hayır çıktı. Avrupa Parlamentosu'nun gözü kör müdür?" diye sert çıktığı toplantıda İspanyol Büyükelçi bir şiir okudu.

AB'den Türkiye için şiir

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, resmi konutunda AB ülkelerinin büyükelçileriyle öğle yemeği yedi.

Yemekte, AB dönem başkanlığını yürüten İspanya’nın Ankara Büyükelçisi Joan Clos, Mevlüt Çavuşoğlu’nun AKPM Meclisi Başkanlığı’na seçilmesi ve İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması dolayısıyla Erdoğan’a takdirlerini iletti.

Clos, İspanyol Şair Antonio Machado’ndan “Yolcu, diye bir şey yok, yol olur attığın adımlar” dizesini okuyarak “Büyük ve barış içinde Avrupa için birlikte yürüyelim” dedi.

bundan sonra AB politikasını bu şiire göre belirlemeli imasında bulunan İspanyol Büyükelçi’nin okuduğu şiirin tamamı şöyle:

"Caminante, son tus huellas
El camino y nada más;
Caminante, no hay camino,
Se hace camino al andar."


Ey yolcu, ayak izlerindir
Yol dediğin, işte o kadar.
Ey yolcu, yol diye bir şey yok,
Yol olur attığın adımlar.


AB'NİN GÖZÜ KÖR MÜ ALLAH AŞKINA?
Başbakan Erdoğan, yemekte Avrupa Parlamentosu'nun Raporuna sert tepki gösterdi. Raporda kabulü mümkün olmayan unsurlara yer verildiğini söyleyen Erdoğan, "Avrupa Parlamentosu'nun gözü kör müdür Allah aşkına?" diye sordu.

Erdoğan, raporu şu sözlerle eleştirdi:

''Burada bir gerçeği özellikle vurgulamak istiyorum, Avrupa Parlamentosu raporu üzerinde durmak durumundayım. Bu raporda esas itibarıyla tek taraflı, gerçeklerle bağdaşmayan ve tarafımızdan kabulü mümkün olmayan unsurlara yer verildiği ve katılım sürecine olumsuz tesir edebilecek bir üslubun burada benimsendiği görülmektedir.

Raporda Türkiye'den beklenenler sıralanırken Avrupa Birliğinin Türkiye'ye karşı yerine getirmediği taahhütlere değinilmemiş olması ayrıca düşündürücüdür. Raporda Kıbrıs'ta devam eden kapsamlı müzakereler ve Kıbrıs Türk tarafının yapıcı, çözüme dönük gayretleri adeta hiçe sayılmış ve Kıbrıs sorununun ortaya çıkmasında sorumluluğu olanlarla ilgili gerçekler maalesef görmezden gelinmiştir. Bunu bizzat yaşayan birisi olarak söylüyorum.

Ve bu müzakerelerde kaçan taraf her zaman Güney Kıbrıs Rum yönetimi olmuştur. Ve maalesef garantör ülke olarak Yunanistan olmuştur. Ve bunu Burgenstock'da bizzat yaşadım. Ve Annan Planı'nın o ifadesi çok açıktır, 'bunu erteleyelim' diyen Yunanistan ve Güney Kıbrıs olmuştur. Ve o toplantıda Papadopulos ve Karamanlis, onlar masadan çekilirken biz söz verdik 'hayır burada bugün bu işin bitmesi lazım' demişizdir. İmzayı atmışızdır ve bir hafta sonra referandum yapılmıştır.

Her zaman söylüyoruz, yine söyleyeceğiz, ne olmuştur referandumda? Kuzey Kıbrıs'ta Annan Planı'na yüzde 65 'evet' çıkarken Güney Kıbrıs'ta yüzde 75 'hayır' çıkmıştır. Nasıl oluyor da hala burada Türkiye ve Kıbrıslı Türkler suçlu hale getiriliyor. Bu Avrupa Parlamentosunun gözü kör müdür Allah aşkına? Bunu söylemeyeceğiz de neyi söyleyeceğiz? Biraz gözleri açsınlar. Kulaklarını doğruya,  hakikate açsınlar. Ve bu dilleri doğruyu, gerçekleri konuşsun. Eğer bu adaleti bunlar görmezden gelirlerse bu adalet bir gün onlara da muhakkak lazım olacak. Bugün bunu burada dile getirmemeyi kendime hakaret, saygısızlık olarak görüyorum. Onun için sizlerin huzurunda bunu söylemek durumundayım. Her türlü adalet duygusundan uzak olan bu yaklaşım, en hafif tabiriyle büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Avrupa Parlamentosunun işlevinin, Kıbrıs Rum tarafının sözcüsü gibi davranmak ve tüm mesnetsiz iddia ve taleplerini karşılamak olmaması gerekir. Avrupa Parlamentosunun yeni yasama dönemindeki Türkiye ile ilgili bu ilk sınavında iç politika saiklerine rehin düştüğünü görmekten üzüntü duyuyoruz.''

GENİŞLEME YORGUNLUK DEĞİL
Başbakan Erdoğan, büyükelçilere hitaben yaptığı konuşmada şunları söyledi:

''Her fırsatta ifade ettiğim gibi, Türkiye bugün sadece bölgesel anlamda değil, küresel ölçekte de insanlığın karşı karşıya bulunduğu sorunların çözümü için eşsiz bir tarihi tecrübeye sahip bulunuyor. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma özelliği ile Türkiye, geniş bir coğrafyada barış ve adalet mesajlarını güçlü şekilde ifade ediyor, bu mesajlar da karşılığını buluyor.

AB'nin genişleme yorgunluğundan ziyade, yeni genişleme dalgalarını konuşması, bunları tartışması daha anlamlı bir yaklaşım olacaktır. Zira ben genişlemenin bir yorgunluk değil, bir güçlenme unsuru olduğunu düşünüyorum. AB'ye üye olan her yeni ülke, birliğin kültürel çeşitliliğine, değerlerine ve her şeyden önemlisi gelecek vizyonuna eşsiz katkılarda bulunmaktadır.

Türkiye olarak, AB'nin küresel ölçekte daha barışçıl, istikrarlı, uyumlu ve refah üreten bir ortamın sağlanmasında üstleneceği role büyük önem atfediyoruz.

Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki AB'nin bu tartışmalar çerçevesinde bir içe kapanma eğilimi göstermesi ve verilen sözlerin, atılan imzaları tekrar tartışmaya açması, kamuoylarımız açısından son derece motivasyon kırıcı bir maliyet taşıyor. Türkiye'nin AB ile üyelik müzakerelerine başlatan kararın altında bütün AB ülkelerinin imzaları bulunuyor. Buna rağmen halen Türkiye'nin AB üyeliğinin, bu bağlamda Türkiye'nin Avrupalılığının tartışılıyor olması, ne hakkaniyetle ne ahde vefa ile ne de tarihi gerçeklerle bağdaşıyor. Türkiye, hükümetimizin 7 yıldan bu yana attığı kararlı adımlar sonucunda bugün hiç olmadığı kadar Avrupa ile bütünleşmiştir. AB üyeliğine her zamankinden daha yakın bir noktaya gelmiştir."

MAÇ ORTASINDA KURALLAR DEĞİŞİYOR
Başbakan, konuşmasına şöyle devam etti:

''Gelecek Kasım ayında da inşallah Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin dönem başkanlığını üstleniyoruz. Esasen İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa Konseyi kurulduğunda Bakanlar Konseyi'nin ilk kararı, Türkiye'yi üyeliğe davet etmek olmuştur. Bu örgüte, Türkiye 1949'da katılırken bunun altını özellikle çiziyorum, 1949'da katılırken 61 yıl oldu. İspanya ve Portekiz 1970 yılı sonunda üye olabilmiş Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri 1990'lara doğru üye olmaya başlamışlardır.

Türkiye, NATO'ya, kurulduktan 3 yıl sonra 1952 yılında Almanya'nın katılımından 3 yıl önce üye olmuştur. Bugün katılım müzakerelerini  yürüttüğümüz Avrupa Birliğine ilk üyelik başvurumuzun tarihi Avrupa Ekonomik Topluluğunun kuruluşunun 2 yıl sonrasına 1959 yılına isabet eder. Sadece bu hususları dikkate alarak dahi şunu rahatlıkla söyleyebilmeliyiz, Türkiye'nin, Avrupalılığını da Avrupa Birliği üyeliğini de tartışmanın zamanı çoktan geçmiştir.

Türkiye'nin, Batılı vizyonu bu kadar güçlü bir zemine sahipken buna rağmen halen ayrıcalıklı ortaklık gibi maçın ortasında oyunun kurallarını değiştirmeye ve süreci sulandırmaya yönelik tekliflerin ortaya atılıyor olması, büyük bir samimiyetsizlik örneğidir. Nitekim, AB'nin genişlemeden sorumlu eski komiserlerinden Verhaugen geçtiğimiz günlerde, bu teklifleri son derece isabetli bir yaklaşımla (sahte bir ambalaj) olarak nitelendirmiştir. Türkiye olarak, AB'ye tam üyelik yolunda, artık sorgulanmaması, hatta bizim dahi tekrarlamaya lüzum görmediğimiz bir husustur.''

DEMOKRATİK AÇILIMDA GERİ ADIM YOK
Hukuk dışı yapılanmalarla mücadelelerinin aynı şekilde devam edeceğinin altını çizen Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Milli birlik ve kardeşlik projesi olarak ifade ettiğimizi, Türkiye'de terör meselesinin, azınlıkların, inanç guruplarının, etnik unsurların sorunlarını ve ekonomik sorunların minimize edilmesine yönelik demokratik açılım sürecini kararlılıkla sürdürüyoruz.

Bu noktada, bir hususu bir kez daha sizlerle paylaşmakta fayda görüyorum: Türkiye'de basın özgürlüğü konusundaki tartışmaların ne yazık ki Avrupa'ya çok farklı şekilde aksettirildiğine şahit oluyoruz. Demek ki Türkiye'deki bir kısım medyanın ciddi lobi faaliyetleri sebebiyle böyle bir gelişme söz konusu. Ülkemizinde medya kuruluşlarının yayınladıkların haberler, analizler, yorumlar, derinlemesine incelendiğinde yedi yıl öncesine göre gelinen seviyenin, kıyas kabul edilmeyecek derecede olduğu rahatlıkla görülecektir. Ancak şunu da kabullenmek gerekir; basının, Başbakan'ı eleştirmek hakkı olduğu kadar, başbakan'ın da basını eleştirme hakkı vardır. Eleştiri, eleştiri sınırlarını aşıp hakarete dönüştüğünde yaptığımız sadece hukuka başvurmak ve hukuk yoluyla hak aramaktır. Yoksa bunu da mı yapmayalım? Bu hakaretler, benim edep, haya sınırlarımı da aşar. Bunu da söyleyeyim...

Bir kısım yargı kararlarının basın özgürlüğüne müdahale olarak yansıtılmasını da ben son derece yanlış ve yönledirici buluyorum. Türkiye hakkındaki raporların da bu manada yeterince araştırma yapılmadan hazırlandığını görüyorum.

Yine yazılı ve görsel medyanın, bu tür yazılar sebebiyle değil de eğer farklı konularda, örneğin Maliye'yi ilgilendiren konularda rutin olarak çalışmalar yapılan, vergi incelemelerinden doğan neticelerde meydana gelmiş bazı konular eğer kalkıp 'basın özgürlüğüne müdahale' diye yansıtılırsa ve AB mensubu ülkeler bunu bu şekilde değerlendirirse, bu bizi ayrıca üzer... O zaman AB kendi ilkeleriyle, özellikle bir defa orada çatışır ki, bu AB müktesebatına ters bir görünümdür. Bunu da hatırlatmayı kendim için görev telakki ediyorum.''

Sayfa Yükleniyor...