Açlığa çare mi, insanlık için tehdit mi?

Neleri yiyebiliriz sorusunu geçeli çok oldu. Neleri yemiyoruz ki? Son 15 yılda gıda teknolojisindeki gelişmeler bu soruyu tekrar gündeme getirdi. Genetiği değiştirilmiş gıdaları yiyebilir miyiz?

Açlığa çare mi, insanlık için tehdit mi?

Neleri yiyebiliriz sorusunu geçeli çok oldu. Neleri yemiyoruz ki? Son 15 yılda gıda teknolojisindeki gelişmeler bu soruyu tekrar gündeme getirdi. Genetiği değiştirilmiş gıdaları yiyebilir miyiz? Atalarımız, doğada karşılaştıkları ürünlerin hangilerini yiyebileceklerini hayvanlara bakarak öğrenmişti; onlar zehirlenmiyorsa, yenebilirdi. GDO’lu ürünleri yiyen kimi hayvanlarda hiç de hoş olmayan alametler görülebiliyor.


Peki, biz ne yapmalıyız? Net bir cevap veremiyoruz şu anda, ama ne olduğunu bilmediğimiz birçok gıda da hayatımıza ve midemize girmiş durumda. Tabii, cüzdanlara giren paranın büyüklüğü de tartışmayı kızıştıran ve çetrefilleştiren önemli bir unsur.

İki sene önce NTV haber merkezinden muhabir arkadaşlar, bir dizi haber için gittikleri Trakya’dan dönmüşlerdi ve kavun partisi veriyorlardı. Trakya çiftçilerinden aldıkları kavunları dilimleyip bütün haber merkezine ikram ettiler. Bana da bir dilim düştü; şeker gibiydi. Bir dilim daha almak için kuyruğa girdim. Yediğim ikinci ve üçüncü dilimler de tatlı mı tatlıydı. Şehirde, nasıl yetiştirildiğini bilmediğimiz, lezzet istikrarı olmayan kavunlardan sonra, doğrudan çiftçiden alınmış bu doğal lezzet güllelerini takdir ettim: “Vay be, hepsi de çok iyi çıktı kavunların!” Trakya’dan gelen arkadaşlardan biri durumu açıkladı: “Çünkü genetiğiyle oynanmış kavun bunlar.”

Genetiğiyle oynanmış gıdaların, bütün dünyada yıllardır –kimi zaman hırçın–tartışmalara konu olduğunu, ’de ise hiç de öyle büyük ve ciddi tartışmalar olmadan atı alanın Üsküdar’ı geçtiğini de biliyordum, ama yine de bu kadarını tahmin etmiyordum. Arkadaşım beni daha da hayrete düşürecek bilgiler vermeyi sürdürdü: “Trakya’da üretilen bütün kavunlar böyle artık; genetiğiyle oynanmamışı yok. Hadi bir şey daha diyeyim: Bu Kırkağaç kavunlarının neredeyse tamamı genetiğiyle oynanmış.”

Birkaç gün sonra bindiğim bir taksinin şoförü de Çanakkale-Biga’lıydı ve o da başka bir bilgi verdi: “Yok, kalmadı o eski ‘Çanakkale’nin domatesi’; hepsi genetiğiyle oynanmış.” Domates, ilgilendiğimiz konu bakımından önemli; hatta bir başlangıç noktası.

FlavrSavr, 1994’te Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nin (FDA) izniyle üretilen ilk genetiği değiştirilmiş domatesin ticari adı. FlavrSavr, domatesin raf ömrünü uzatmak ve taşınmasını kolaylaştırmak için üretilmişti. Tam olgunlaşmadan, daha yeşil haldeyken toplanan domates, nakil sırasında sandıklarda, karanlık odalarda olgunlaşıyordu. Bu yarım yamalak olgunlaşma nedeniyle de içi ham bir ürün ortaya çıkıyordu. Bu duruma çözüm olarak da etilen gazıyla domatesin kabuğu kızartılıyordu; ama kabuk kızarsa da domatesin içi ham kalıyor, yani doğal yapısındaki besin içeriğine sahip olamıyordu. Üretici şirket Calgene, FlavrSavr’ı işte bu duruma çözüm bulmak amacıyla üretti. Ama sonuç arzu ettikleri gibi olmadı. Nakil sırasında bu sefer de ezilmeler oldu. Fakat domateslerin ezilmesinden daha vahim şeylere de neden oldu genetiği değiştirilmiş bu domatesler; deneyler gösterdi ki bunları yiyen farelerin mideleri delinmişti. Firma bu sonuçlardan sonra ürünü piyasadan çekti.

Açlığa çare mi, insanlık için tehdit mi? - 1 Şemanın animasyonlu halini görmek için tıklayın.

Genetiği değiştirilmiş organizmalarla (GDO) ilgili tartışmaların başında işte bu sağlık kaygısı geliyor. Peki, bu kaygı nereden kaynaklanıyor? GDO, doğal yollarla hiçbir zaman oluşamayacak, sadece laboratuvar ortamında yapılan genetik değişimlerle elde edilebiliyor. Bu değişimler bir organizmaya aynı türden ya da farklı türden bir ya da birden fazla gen aktarılması, organizmadaki bir ya da birden fazla genin çıkartılması ya da bütünüyle yapay olarak üretilmiş bir genin organizmaya aktarılması gibi değişik yollarla sağlanıyor.



Fakat bu yolların insan sağlığını olumsuz yönde etkileyeceği konusunda şüpheler var. Kimi bilimciler ve kanaat önderleri, ihtiyatlı olmak iyidir ilkesinden hareketle, insan sağlığına etkileri uzun zamanda ortaya çıkabilecek bu uygulamaya mesafeli duruyorlar. Kimileriyse aksine gönül rahatlığıyla GDO’ların sağlığımızı tehdit eden hiçbir taraflarının bulunmadığını söylüyor. Savundukları şeyse, “oynanmış gen” dediğimiz şeyin en nihayetinde bir protein olduğu ve bu proteinin sindiriminin daha ağızda tükürük yoluyla başladığı, daha sonra da mide ve bağırsakta tümüyle sindirilerek vücuttan atıldığı. Bu protein zincirinde doğada olmayan hiçbir elementin ya da maddenin bulunmadığını, dolayısıyla sindirilebilen böyle bir proteinin bize “dokunmayacağı”nı iddia ediyorlar. Oysa meseleye karşı soğuk duran taraftaki bilimciler kaygılı: “Daha önce hiç bilmediğimiz, alışkın olmadığımız bir protein formunun, ‘sindirilse’ bile vücudumuzda ne gibi etkilere yol açacağı belli değil” diyorlar. Hamile bir kadının karnındaki bebek bile protein zehirlenmesine neden olabiliyorken, doğal olmayan bu farklı protein formlarının en azından yaratabileceği alerjik reaksiyonların kesinlikle izlenmesi ve bu organizmaların uzun süren gözlem ve deneylere dayalı testlerden geçirilmesi gerektiği konusunda ısrarcılar.

GENLERLE NEDEN OYNANIYOR?

Açlığa çare mi, insanlık için tehdit mi? - 2 Kırkağaç kavunlarının artık çoğu GDO’lu.

Peki, neden genlerini değiştiriyorlar bitkilerin? Daha çok ürün, bir senede birkaç mahsul almak istiyorlar; bitkinin böceklere ve tarımsal ilaçlara karşı daha dirençli olmasını amaçlıyorlar; küresel ısınmanın etkisiyle daha da yakıcı hale gelen kurak koşullarda ürün almak istiyorlar. Bu amaçla domates, patates, mısır, soya fasulyesi, bal kabağı, pamuk, pirinç, papaya, muz, kanola ve tütün gibi bitkilere transgen (gen aktarımı) teknolojisi uygulanabiliyor. Bazı transgenik bitkiler de çeşitli hastalıkların tedavisi ya da endüstriyel önem taşıyan enzimleri elde etmek için kullanılıyor. Bunun yanısıra koyun, keçi,inek, sığır, tavuk, domuz ve balık gibi hayvanlarda doğurganlığın, büyüme hızının, hastalıklara karşı direncin, süt üretiminin ya da besin kalitesinin arttırılması için de GDO kullanılıyor.

NEDEN TARTIŞILIYOR?
GDO üreticilerinin iddiasına göre bu teknoloji hem açlığa çare, hem de daha az tarım ilacı gerektirdiği için çevre sorunlarına çare olacak. 1994-1995’te FlavrSavr olarak bilinen domatesle başlayan, 1998’de tahılla, mısırla yaygınlaşan bu üretimin 15 yıllık gözlem süresinde “yüksek verim ve az tarım ilacı” iddiasını test edebilecek veriler, yalnızca belirli kesimlerin elinde. Örneğin ABD Tarım Bakanlığı’nın (USDA) yaptığı araştırmalara göre, GDO’lu tohumların daha yüksek verim sağladığı genel bir doğru olarak kabul edilemez. Verimin daha yüksek olduğu bölgeler de var, daha düşük olduğu bölgeler de. Dolayısıyla “GDO teknolojisinin daha yüksek verim sağladığı iddiası bilimsel olarak doğru kabul edilemez” diyor USDA.

GDO üreticilerinin en büyük savunma noktalarından biri de dünya üzerindeki açlığa ancak bu teknolojinin çare olabileceği iddiası. Tam da bu noktada, ironik bir durum sözkonusu: Borç batağındaki fakir Afrika ülkelerinin durumu. Tarımsal üretimi arttırmak için gelişmiş ülkelere borçlanıyorlar, borçlar birikiyor. Bu arada zengin devletler kendi çiftçilerine öyle büyük miktarlarda sübvansiyon sağlıyor ki, bunlar ürünlerini dünya piyasalarında ucuza satabiliyorlar. Afrika ülkeleri ise bunlarla rekabet edemiyor ve daha da borçlanıyorlar.

GDO muhalifleri de benzer bir noktadan hareket ediyor. Zira GDO üreten firmalar neredeyse tekel konumundalar ve özellikle üçüncü dünya ülkelerinin tarımını ellerine geçirmeleri ihtimalinden korkuluyor. Yazının başındaki kavun örneğinden gidelim. Geleneksel tarımda kendi tohumunuzu kullanıp bir dahaki sene gene ürün alabilirsiniz. GDO’lu tarımda ise bu mümkün değil; üretici firmadan her sene tohum satın almak zorundasınız, zira tohumluk ayıramazsınız ve patent de onların elinde.

Bu yüzden tohumların mahremiyetine çok önem veriyor bu şirketler. Şirketten ürün satın alırken, tohumlar üzerinde asla bilimsel çalışmalar yapılamaz kaydı da kabul edilmek zorunda. Bu kuralı ihlal edip firmaların ürünlerinde herhangi bir bilimsel çalışma yapılırsa, çalışmayı yapanlar hakkında yasal cezai işlem uygulanabilir.

Bu kadar büyük tartışma kopmasının asıl nedeni, GDO’nun büyük bir ticari kazanç kapısı olması elbette. ABD ile AB arasında da büyük bir çekişme konusu bu. AB, GDO’lu ürünlere etiket koymak istiyor, ABD de haksız rekabet yaratacağı gerekçesiyle buna karşı çıkıyordu; çünkü, bir ürüne GDO’lu etiketi yapıştırmak, bir ölçüde de olsa caydırıcı etkide bulunabilirdi. AB ise Avrupalıların ne yediklerini bilme hakkı olduğunda ısrar ediyordu. Sonunda ABD kısmi bir zafer kazandı ve yüzde 9’a kadar GDO ihtiva edenlere etiket konmaması konusunda AB’yi razı etti.Sonuç olarak, tartışmalı bir ürünle karşı karşıyayız. Belki de en doğrusu, neyin ne olduğunu bilmemiz ve buna göre kendi yiyecek tercihimizi özgürce kendimiz yapmamız. Ama bu özgürlüğe ne kadar sahip olduğumuz belli değil ve gelecek de daha özgür gibi görünmüyor

NTV Bilim, Sayı 9, Kasım 2009

Sayfa Yükleniyor...