Adli Tıp Kurumu’nda neler oluyor?

Hüzeyin Üzmez davası nedeniyle Adli Tıp Kurulu’ndaki görevinden istifa eden Doç.Dr. Ayten Erdoğan, dava sürecinde kurulda yaşananları, çocukların maruz kaldığı uygulamaları ve istifa gerekçelerini Canlı Gaste’de açıkladı.

Adli Tıp Kurumu’nda neler oluyor?

Bugün 23 Nisan; çocukların bayramı ancak dün gece Canlı Gaste’de, herkesi bir kez daha düşünmeye sevk eden bir konuk vardı.

Tüm ’nin yakından takip ettiği Hüseyin Üzmez davasında, tacize uğradığı iddia edilen B.Ç.’yi muayene eden Adli Tıp Kurulu’ndan istifası ile gündeme gelen Doç.Dr. Ayten Erdoğan.

Erdoğan’ın ‘sahte rapor verdirecekler’ iddiasında bulunarak istifa ettiği Adli Tıp Kurumu, Türkiye'deki her önemli olayda başvurulan bir merci. 14 yaşındaki B.Ç’ye taciz etmekten yargılanan Vakit Gazetesi Yazarı 76 yaşındaki Hüseyin Üzmez davasında da Adli Tıp'tan ‘çocuğun bu olaydan nasıl etkilendiğine dair’ rapor istendi.

Kurumun Çocuk Psikiyatristi Doç. Dr.Ayten Erdoğan da, "Bize sahte rapor verdirecekler" diyerek istifa etti. O günden sonra bu olayla ilgili olarak hiç konuşmayan Erdoğan, Canlı Gaste'nin konuğuydu.

"Vakayı görmediğimi ama dosyayı incelediğimi ve ‘ruh sağlığının bozulması gerekiyor’ sonucuna vardığımı söyledim. ‘Kendisini de görmek gerekir ama soruyorsanız bozulmuştur’ dedim. O günden sonra bir cehennem hayatı yaşadım."

"Çocuk Koruma Kanunu’na göre, çocuğun bir kez ifadesi alınır. Gördüğüm tüm olaylarda 5-6 kez muayene yapılıyordu. 10 kez muayene edilen çocuklar vardı. Çocuklar bunu istemiyorlardı. Ağlıyorlar, kendilerini yerlere atıyorlardı."

"Mahkemeden toplu halde çocuk gönderiliyor. Tecavüzcüsü ve çocuk aynı otobüste gönderiliyordu. O çocukları görüyordum; titriyorlardı ve ‘nasıl aynı otobüste döneceğiz’ diyorlardı. Eski kurul üyelerine ‘bu nasıl oluyor?’ diye sordum, cevap, ‘sen ilk defa mı gördün, hep böyledir’ oldu."

Doç. Dr. Ayten Erdoğan'ın açıklamaları şöyle:

Ben, Kayseri'nin bir köy lisesinden mezun olan, öğretmen bir babanın 7 çoçuğundan biriyim. Çocuklarının hepsini üniversite okutan bir babanın kızıyım. Kendimi kardelenlerden olarak görüyorum.

Üniversite, lise hayatımı devlet bursları ile geçirdim ve bu nedenle devlete ve halkıma borcum var. Meslek hayatım boyunca hep doğruyu yapmaya, dürüst olmaya çalıştım ve böyle yetiştirildim.

Özel sektörde sıkıldım...
Adli Tıp Kurulu’na girmem teasadüfen oldu; 3.5 yıl önceydi. Uzmanlığımı aldıktan sonra özel bir hastanede çalışmaya başladım. 25 yıllık hekim olarak hep devlet kurumlarında çalışmıştım ve doyurucu olmadığını hissettiğim özel sektörden sıkıldım. Bakanlığına başvurumun ardından Adli Tıp Kurulu’na atandım. Kuruldaki ilk görevim raportörlüktü ve 6 ay bu şekilde çalıştım.

6 aylık dönemde, kuruldaki tüm eksiklikleri gözlemledim ama sadece raportör olduğum için muayeneler yapmam izin verilmedi. Ben gelen kişilere bakamadım. O zamanki yetkiliye çıkarak ‘Biz 25 uzman olarak kurula atandık ve diğer arkadaşlar muayene yapıyorlar ama ben yapamıyorum” dedim. Bu durum kurul başkanına aktarılmış ve bana bir muayene verildi. Muayaneyi yaptıktan sonra kaşeyi bastım ama bana sadece 'bakacaksın' dendi; ilginçti. Eksiklikleri gördüm...

Çocukların mağduriyetini biliyordum...
Daha sonra Zonguldak Üniversitesi'nde göreve başladım ve doçentliğimi 1.5 yıl önce aldım. Kurulda geçirdiğim süre tesadüf değildi ve orada misyon üstlenmem gerekiyordu. Ben tekrar atama istedim ve kamuoyunun yakından bildiği olay o anda meydana geldi. Benden önce Çapa’dan başka bir çocuk psikiyatristinin atanması olacaktı ama gerçekleşmedi. Ben atama için kimseyle de görüşmedim. Ayrıca, davayla da herhangi bir ilgim yoktu sadece basından takip ediyordum. Ancak, çocukların mağduriyetini biliyordum.

6. İhtisas Kurulu’nda göreve başladım. Çocuklar için uygun ortamı sağlarım diye düşündüm ve mücadele ettim. 4 ay boyunca doğruyu yapmak uğruna taviz vermedim. ‘Uyumlu ol’ mesajları verildi. ‘Bir şey değiştirmeye çalışma’ mesajları aldım. Örneğin çocukların 7 kişinin önünde muyayene edilmesine karşı çıktım.

Konunun uzmanı olmayan kişiler suçlayıcı sorular soruyorlardı. Çocuklar ağlıyor kendilerini yerlere atıyorlardı. Buna izin veremezdim. Çocuğu korumam gerekirken taciz eden konumuna düşüyordum. Tüm dünyada; Avrupa ve Amerika’da, nasıl muayene edildiğini araştırdım. Avrupa’daki yetkililerle görüştüm; kongrelerde konuştum. Görevim sürerken aksaklıklarla ilgi pek çok dilekçe yazdım. Bazıları işleme sokulmadı, bazılarına da cevap verimedi. Orada yaşanan sorunların üstlere yani Adalet Bakanı’na, Başbakan’a, Cumhurbaşkanı’na iletildiğini sanmıyorum.

4 ayda 1000 çocuk gördüm...
Basbas bağırdım ve yanlışlıkarı söyledim. Tek bir çocuk psikiyatristi vardı ve tüm Türkiye’den görüş alınması gereken dosyalar geliyordu. Bazı vakalarda 2011'e tarih veriliyor. 4 aylık dönemde 1000 çocuk gördüm. Eski kurum günde 70 çoçuğa bakıyormuş. Bir kişi günde 10-12 kişiye bakabilir. Adli vakada bu sayı daha az oluyor. Sayıyı, her gün 12 çocuk ve 5 yetişkin olarak belirledik. Ama bu sayılar aşılıyor, günlerce saat 8'e kadar bakmaya devam ediyordum. Benim isteğim dışında eklenen kişiler de geliyordu. Gece de kalmayı teklif ettim...

Bu sıkıntılara, sadece Hüseyin Üzmez davası üzerinden bakılmasına çok üzülüyorum. Binlerce çocuk gördüm, hakim ve savcılarla görüştüm. Onların da sıkıntıları vardı ve benim yapabileceğim bir şey yoktu. Bazen bir ifadeyi gözden kaçırırsanız, ciddi hatalar yaparsınız. Dosyada birkaç şeyi eksik okursanız yanlış karar verebilirsiniz.

Bu olaydaki mağdureyi görmek istemememin nedeni; çelişkili bir rapor varsa, hakimler itiraz ettiyse dosya Genel Kurul’a geliyor. Uzamanlık dalları farklı 50 civarında kişinin oluşturduğu bir kuruldan bahsediyoruz. Örneğin 6. İhtisas Kurulu’nun yanlış bir kararı varsa, aynı kurul dosyayı yeniden inceliyor ve Genel Kurul’a girerken bir fikir oluşturuluyor.

Cehennem hayatı yaşadım...
Dosyayı günlerce inceledim. Bütün diğer vakalarda olduğu gibi kurula çıkmadan 1 hafta önce 6. Kurul’da vakayı görüştük. Orada kurul üyeleri ‘Sen bu konuda uzmansın ne düşünüyorsun?’ dediler. ‘Ruh sağlığı bozulmamış kararı veren üstler var. Benim aynı fikirde olma zorunluluğum olmadığı için konuşmayayım’ dedim. Çok ısrar ettiler, fikirlerimi paylaşmam da gerekiyordu zaten. Ben de vakayı görmediğimi ama dosyayı incelediğimi ve ‘ruh sağlığının bozulması gerekiyor’ sonucuna vardığımı söyledim. ‘Kendisini de görmek gerekir ama soruyorsanız bozulmuştur’ dedim. O günden sonra bir cehennem hayatı yaşadım. (Gözleri doluyor)

Bu konuda çok fazla konuşmak istemiyorum. Odayı terk etmek zorunda kaldım. Kurul’da 7 kişiyiz. Benden başka 'çocuk zarar görmüştür' diyen olmadı. Odadan çıktım. 1 hafta süresince idareden ve  birkaç hocamdan baskılar geldi. Benim gibi düşünmediklerini söylediler. Telkinler de bulundular. Hükümetten kesinlikle bir şey yoktu ve kurum içi bir durumdu. İstifa etmeyi değil, kurula girip vakayı görmeyi düşünüyordum.

Bunların yaşandığı dönemde Adli Tıp Kurulu Başkanı yoktu ve yeni başkanın gelmesini bekliyorduk. Yeni başkan kurulun toplantısından bir gün önce göreve başladı. Yoğundu ve 10 dakika kadar görüşebildim ama dediğim gibi yoğundu. Orada kalırsam çocukların bu yanlış sistem içinde değerlendirilmesine katkıda bulunacağımı düşündüm. Sistemin içinde olursam katkıda bulunacaktım. ‘Dışarıya çıkarsam, yanlışlıkları duyurabilirim’ dedim ve istifa ettim.

Dilekçemde yanlış anlaşılan bir şey de, genel kurulda 50-60 kişiyi zan altında bırakmış gibi olmamdı. Öyle bir niyetim yoktu. O kurulla alakalı bir durum. Konunun uzmanı değillerdi; belki sonuç pozitif çıkacaktı ama... Ben kendi kurulum da, kendi ekibimde tek başıma kalacağımı anladım.

10 kez muayene edilen çocuklar var...
Kamuoyunun tek vakaya kilitlenmesine çok üzülüyorum. Çocuk tecavüz edildiyse, bize gelmeden önce uzman olmayan kişilerce muayene ediliyor. Çocuk Koruma Kanunu’na göre, çocuğun bir kez ifadesi alınır. Gördüğüm tüm olaylarda 5-6 kez muayene yapılıyordu. 10 kez muayene edilen çocuklar vardı. Çocuklar bunu istemiyorlardı. ‘Muayenenin yapılması zararlıdır’ dedim ve imzalar attım. Başka yerlerde bu kadar sayıda muyane edilerek bize gönderilmemeli dedim. Sonraki muayeneler meslek ilkelerime, vicdanıma, ahlakıma aykırıydı. Durmak bir şey kazandırmazdı.

Tecavüzcü ve çocuk aynı otobüste...
Çok çarpıcı bir şey söylemek istiyorum; fakir bir ülkeyiz. Mahkemelerin paraları yok. Mahkemeden toplu halde çocuk gönderiliyor. Tecavüzcüsü ve çocuk aynı otobüste gönderiliyordu; ödenek yokmuş. O çocukları görüyordum; titriyorlardı ve ‘nasıl aynı otobüste döneceğiz?’ diyorlardı. Eski kurul üyelerine ‘bu nasıl oluyor?’ diye sordum, cevap, ‘sen ilk defa mı gördün, hep böyledir’ oldu. Başsavcıyı aradım ve ‘böyle bir şey olamaz’ dedim. Ben bıraktığımda durum hala böyleydi.

Sayfa Yükleniyor...