AKP’nin Anayasa için gerekçesi yok

AK Parti’nin anayasa değişiklik paketi ile ilgili olarak Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu, partinin hazırladığı pakette gerekçelerini açıklamamasının kabul edilemeyeceğini söyledi.

AKP’nin Anayasa için gerekçesi yok

AK Parti’nin gündeme getirdiği 26 maddelik anayasa değişikliği paketi üzerine her kesimden farklı bir ses çıkıyor. Muhalefet paketin sadece hükümet partisi tarafından hazırlandığı için kabul edilemeyeceğini söylerken, kimileri paketin oldukça eksik ve yanlı olduğuna vurgu yapıyor.

Marmara Üniversitesi Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu ise hazırlanan değişiklikler için öncelikle gerekçelerin açıklanmamasının büyük eksiklik olduğunu vurguluyor. Kaboğlu, ayrıca düzenlemelerin yasama ve yürütmeyi adeta bir zırh içine alıp koruduğunu ve eşitlik ilkelerine de aykırı olduğunu belirtiyor.

Anayasa paketi referanduma gider ve kabul edilirse, Anayasa Mahkemesi’nin bunu iptal etme gibi bir durumu var mı?
Hayır yok. Anayasa Mahkemesi değişiklik önerisini önceden iptal edebilir. Nasıl ki cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine dair anayasa değişikliği yapıldı, ardından Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü ve Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’ya uygundur” dedi. Ne zaman yapıldı, referandum yolunda. Nedeni şu; anayasa değişiklikleri Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra 10 gün içinde Anayasa Mahkemesi’ne götürülür. Dolayısıyla referandum sonrası değil ancak referandum öncesi yapılır. Yani Meclis’te oylanıp, Cumhurbaşkanı imzalayıp, Resmi Gazete’de yayımlandıktan 10 gün sonra değişikle ilgili itiraz Anayasa Mahkemesi’ne götürülür götürülür, götürülmez kalır.

Anayasa Mahkemesi kabul etmezse o zaman değişiklik referanduma da götürülemez değil mi?
Tabii, Anayasa Mahkemesi hayır derse o değişiklik hiçbir şekilde referanduma sunulamaz.

O zaman bunun için bir tür sistemin kendisini koruması diyebilir miyiz? Çünkü Anayasa Mahkemesi karşı çıktığı sürece anayasa değişiklikleri referanduma sunulamıyor.
Burada şöyle bir durum var. Bu referandum konusu bugünkü anlamda 1987 anayasa değişikliği ile düzenlendi ve normal olarak bizim anayasal sistemimize referandum yabancı olduğu için öyle çok hesaplanmış bir durum değildir. Zaten bu anlamda uygulaması da olmadı. Onun yanında, Anayasa Mahkemesi’nin anayasa üzerindeki denetimi de çok istisnai bir durumdur. Ama olmaz mı? Olur. Mesela gelecekte olabilecek durum dikkate alındığı zaman Anayasa Mahkemesi referandum işlemini mi denetlenecek, yoksa anayasayı mı denetleyecek? İki durumu birbirinden ayırt etmek gerekiyor. Dolayısıyla bu metnin TBMM’de oylanmasından sonra ortaya çıkacak tabloya göre konuşmak daha sağlıklı olur.

Kanuna göre Cumhurbaşkanı Meclis’te 367 ve üzeri oy alan Anayasa değişikliğini referanduma sunmadan onaylayabiliyor. Mevcut durumda AK Parti’nin değişikliği 367 oyu bulsaydı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bu değişikliği onaylasaydı Anayasa Mahkemesi buna karşı çıkabilir miydi?
Anayasa Mahkemesi buradaki olasılıkların dışında ne olursa olsun müdahale eder. Anayasanın 148. maddesine göre Anayasa Mahkemesi’nin müdahalesi bu olasılıkların üzerinde tutulmuştur. Şöyle ki, Anayasa Mahkemesi anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Anayasa değişikliklerinin teklif ve oylama çoğunluklarına ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususlarını denetler. Burada şu var, önemli olan anayasa değişikliğinde şekil kuralına uyulup uyulmadığı noktasından hareketle Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi.

Buradan anlaşılan şu oluyor, hazırlanan teklif referanduma giderse ve kabul edilirse Anayasa Mahkemesi mesela kendi yapısının da değiştirilmesini öngören maddeye itiraz edemez. Böyle mi?
Burada önemli olan TBMM’nin yapacağı değişiklikte 175. maddeye uyup uymayacağı. Anayasa Mahkemesi bunu inceleyecek. Mahkeme değişikliklere şekil bakımından uyulup uyulmadığını inceler. Mesela, teklif kaç imza ile geldi, iki kez görüşme yapıldı mı, sonrasında alınan oy sayısına göre mi hareket edildi? Anayasa Mahkemesi ancak bu durumları inceleyebilir. Anayasa Mahkemesi’nin denetimi şekil ile sınırlıdır. Yalnız burada şunu da belirtmek gerekir: 1987 değşikliğine göre, “...meclis üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile kabul edilen anayasa değişikliğine ilişkin kanun veya gerekli görülen maddeleri cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulabilir. Halkoylamasına sunulmayan anayasa değişikliğine ilişkin kanun veya ilgili maddeler resmi gazetede yayımlanır.” (m.175/ıv). Bu yazım tarzı, önceki fıkrayla çelişkili olsa da tartışma yaratabilir. Çünkü ayırma durumunda halkoyuna sunulan kısmın resmi gazetede yayımlanmayabileceği biçiminde bir izlenim yaratıyor.

AKP’nin Anayasa için gerekçesi yok - 1

Bir anayasa profesörü olarak bu değişikliği paketi için ne düşünüyorsunuz?
Bir ön saptama yapmak istiyorum. ’de çok uzun zamandır yeni bir anayasa yapılması talebi var. Neredeyse çeyrek asra yayılan bir anayasa yenilenmesi çalışması var ama bu konuda birikim sivil kesimde. Siyasal kesim bu konuya pek açık değil. O yüzden şu anda anayasayı yenileyebilme durumundan Türkiye siyasal aktörleri uzak. Bu yüzden birinci seçenek olarak yeni bir anayasa yapamıyoruz. İkinci seçenek, bütünsel bir revizyon. Başlangıç kısmından tutun da, anayasayı değiştirme usulünün daha açık şekilde yazılmasına kadar. Çünkü, anayasa profesörleri arasında bile anayasanın değiştirme süreci ve aşamaları bakımından ortaya çıkabilecek seçenekleri değerlendirme konusunda bir tartışma var. Anayasa çok sorunlu yazılmış. Anayasa tamamen değiştiremezsiniz ama baştan sona okuyarak değiştirebilirsiniz. Revize edersiniz. Üçüncü seçenek ise, şu an AK Parti’nin yaptığı gibi anayasanın bir kısmında değişiklik yapmak. Bu değişiklikler üç alana ilişkin. Bir, hak ve özgürlükler alanına ilişkin. Çocuk haklarından, kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkı tanınıp tanınmayacağına kadar. İki, devlet organlarına ilişkin ki, devlet organları dediğimiz zaman yasama, yürütme ve yargıdan sadece yargıya değiniyor. Bir üçüncü kategori değişiklik var ki, o da her ikisi arasında yer alan, yurttaş ve devlet arasında köprü kuran siyasal partilere ilişkin değişiklik.

Bu üç alanı kapsayan bir değerlendirme yaparsanız o zaman…
Hak ve özgürlükler alanında 1982 Anayasası’nda çok değişiklikler yapıldı. Bütün bu değişikliklere rağmen hak ve özgürlükler konusunda toptan revizyonu bir yana bıraksak bile birçok hak ve özgürlük alanında değişiklik yapılması lazım. Fakat bu pakette çocuk hakları diyor aileye bağlıyor. Cinsellik falan da diyip karıştırıyor. Tam hak değil bu. Kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı diyor ama onu nasıl kullanılacağı, yasa çıkmadan kullanılabilinir mi, kullanılamaz mı, uyuşmazlık kurulu kimlerden oluşur durumları belirsiz; ayrıca grev hakkı hiç yok. Burada üzerinde dikkat edilmesi gereken durum gerekçeleri yok. İktidardaki bir siyasal parti anayasa değişikliği yapıyor ve gerekçesi yok. Kamu çalışanlarına neden toplu sözleşme hakkı tanınıyor da grev hakkı tanınmıyor? Bunun gerekçesini yazmamışlar. Türkiye Barolar Birliği ile 2001'de “Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi” yazdık ama gerekçeli. Anayasa değişiklikleri gerekçeli yazılır. Dolayısıyla hak ve özgürlükler alanında düzenlemeler var ama bunlar diğerlerine göre öncelikli olanlar.

Daha öncelikli olarak tabir ettiğiniz maddeler hangileri? Bir örnek verebilir misiniz?
Mesela işçilerin sendikal hakları çok sorunludur. Onlar üzerine düşünülmüyor ya da düşünün 57. maddenin adı “Konut Hakkı” ama madde içinde hak kavramı yok. İşte Toplu Konut İdaresi konut inşa ediyor dağlarda, ovalarda ama kimin için inşa ediyor? Düşünün 30 yılı Türkiye konut hakkı olmadan heba etti. Bir örnek veriyorum ya da çocuk hakları çok önemli ama Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde üç tane çekince maddesi var, onları kaldırması da önemli. Bunları gerekçe olmadığı için bilemiyoruz. Sosyal haklar ve düşünce özgürlüğü hala sorunlu. Bilim ve Sanat Özgürlüğü hala sorunlu. Bunlar neden hiç dikkate alınmamış. Bir örnek vereyim, Bilim ve Sanat Hürriyeti, şöyle deniyor, “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir. Yayma hakkı, Anayasanın 1., 2. ve 3. maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.” Böyle bir bilim ve sanat hürriyeti olur mu? Hak ve özgürlükleri ciddiye alan kişiler, düşünce ve ifade özgürlüğüne önem veren kişiler bunun üstünü çizmeliydi. Bunun gibi 10 tane örnek hemen sayabilirim. 10. madde eşitlikten bahseder ve önemlidir ama o kadar öncelikli değil. 26. maddeyi okuyabilirim düşünce özgürlüğü bakımından.

AKP’nin Anayasa için gerekçesi yok - 2

Devlet alanı dediğiniz kısma geçersek…
1982 Anayasası’nda devlet alanında hak ve özgürlüklere oranla bakınca çok az değişiklik yapıldı. Gerçi hak ve özgürlükler alanında değişiklikler yapıldı ama yine birçok eksik, çelişki ve tutarsızlık var. Devlet alanında Milli Güvenlik Kurulu’nun statüsü biraz yumuşatıldı, bundan başka TBMM üye sayısı iki aşamada 550’ye çıkarıldı. Bir de 2007’de çok tartışmalı olan cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ile Meclis’in görev süresinin beş yıldan dört yıla indirilmesi var. Ancak 1982 Anayasası’nda gerekli olan kurumsal anayasa kısmının değişmesiydi. Burada ne yaptı AKP hükümeti, yargıyı hedef aldı sadece. Yargıda da Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile Anayasa Mahkemesi’ni hedef aldı. HSYK ile Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılandırılmasını yıllar yılı hepimiz savunuyoruz ama burada iki önemli çelişki var. Birincisi bu kurulların düzenlenmesi diğer iki devlet erkine dokunulmaksızın yapıldı. Oysaki anayasa revizyonu iç tutarlılık ve bütünlük bakımından diğer iki devlet erkiyle birlikte ele alınması gerekirdi. Yasama ve yürütmedeki eksiklikleri, aksaklıkları da gözden geçirip, onlarla birlikte yapılmalıydı. Birincisi bu yapılmadı.Deniyor ki, Almanya’da Anayasa Mahkemesi üyeleri Parlamento tarafından seçiliyor. Doğru, ama orada Parlamento iki kanatlıdır. Bizde Millet Meclisi’nin yanında senatonun kurulması akla bile gelmiyor. Öyle ya Anayasa Mahkemesi’ni çok daireli yapma konusunda radikal bir dönüşüm öngörüyorsunuz eğer, peki Avrupa ülkelerinin çoğunda mevcut olan senatoyu kurmayı neden aklınızın ucundan geçirmiyor sunuz? Bu iç tutarlılık bakımından ciddi bir sorgulamadır. Bu bakımdan demek ki; yasama, yürütme ve yargı bütünlüğüyle düşünülmemiş. Denmiş ki, HSYK ile Anayasa Mahkemesi’ni yeniden düzenlersek yargı yola girer. Bir an için varsayalım ki onlar yeniden düzenlenirse yargı yola girecek. Ancak onların yeniden düzenlenmesinde ne yapmak gerekiyor; şikayet ettiğimiz 1982’nin kırılması, aşılması, ileriye götürülmesi gerekiyor. Bu kurumların yapılarının genişletme anlamında 1982 Anayasası’nın çerçevesi kırılıyor fakat esasen aranması gereken yasama, yürütme ve yargı dengesi çerçevesinde bu kez yürütmeye 1982 çerçevesinden daha fazla ağırlık tanınıyor.

Yürütmeye fazla bir ağırlık nasıl tanınıyor?
Bizim en çok eleştirdiğimiz konu 1982 Anayasası yürütme ile Cumhurbaşkanı'nı sistemin merkezi haline getiriyor ve bu da sistemi parlamenter rejim olmaktan uzaklaştırıyordu. Bu taslağı benim okuduğum zaman gördüğüm tablo şu; 1982 zaten Cumhurbaşkanı'nın yetkilerini arttırmıştı, o nedenle bunun şemsiyesi, sistemin şapkası konumundaydı Cumhurbaşkanı. 1987 ise cumhurbaşkanını halka seçtirmekle daha da pekiştirdi, demokratik meşruiyet açısından. Sanki bu düzenlemede Cumhurbaşkanı'na verilen gerek HSYK’da gerek Anayasa Mahkemesi üzerinde öncelikli rol, 2007 değişikliklerinin bir uzantısı, daha ileri götürülmüş bir hali. Yani sisteme Cumhurbaşkanı ekseninde bir rejimin entegre edilmesi. Belkide önümüzdeki dönemde başkanlık sistemine doğru bir adım daha geçiş provası. Olabilir mi? olabilir. Fakat bunların açıkça yapılmasında yarar var. Bunun bu şekilde yapılması, hem Cumhurbaşkanı merkeze yerleştiriliyor ama öte yandan en çok şikayet edilen konu, HSYK’da Adalet Bakanı ve müsteşarın bulunması tutkusundan vazgeçilmiyor. Siz hem yargıyı bağımsızlaştıracağım diyorsunuz, hem de aynı sistemi daha da derinleştiriyorsunuz. Örneğin; Yüksek Öğretim Kurulu’na (YÖK) yetki veriyorsunuz Anayasa Mahkemesi’ne üye seçsin diye. 22 kişilik YÖK bu Anayasa’da en çok şikayet ettiğimiz kurum değil miydi? Onun yetkisini arttırıyorsunuz ve bunu demokrasi adına yapıyorsunuz. Burada demokrasi adına, yargı bağımsızlığı adına tam tersi yapılıyor.

Siz HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin genişletilmesini savunuyorsunuz. Pakette önerilen değişiklik bu durumda ne açıdan farklı?
Gerek HSYK, gerek Anayasa Mahkemesi genişletilmeliydi. Biz hep onu savunduk. Üyeler, üyelik yapısı bakımından çoğulcu bir yapının sağlanması gerekiyordu. Fakat bu şekilde olmaz. Burada kimin, hangi organın atadığından çok, kimin atandığı ve atanan kişinin niteliği önemli. Atayan organında hangi çoğunluk sistemiyle seçimi yapıldığı önemli. Salt çoğunluk mu, nitelikli çoğunluk mu, basit çoğunlukla mı? Avrupa’dan alıyoruz diyorlar, ama bakmadıkları Almanya’da, İspanya’daki kurumlar zaten çift meclisli. O bir kere çoğulculuğu sağlıyor çünkü birinde bir parti hakim durumdaysa öbüründe diğer parti hakim durumda olabiliyor. Sonra gerekli çoğunluk var. Bir de üyelerde aranan nitelikler. Bu açılardan baktığımız zaman ciddi olarak HSYK ile Anayasa Mahkemesi’nin statüsünü başkalaştırıp, yürütmenin ve yasamanın, bir büyük partinin güdümüne sokma iradesi çok açıkça görülüyor. 1982 Anayasası’nın getirdiği düzenlemenin ilerisine sayı olarak geçiliyor, genişletme olarak geçiliyor, ama öz olarak, hedef ve gerekçe olarak bunların daha da gerisine düşülüyor. Fakat burada üzerine gidilmeyen çok ilginç bir nokta, derin bir çelişki var. Eğer hükümet partisi AKP bu iki kurumu bu şekilde yeniden yapılandırmak suretiyle, yargı bağımsızlığını sağlayacağına inanıyorsa, o zaman neden 83. maddeyi, yasama dokunulmazlığına ilişkin maddeyi de çok küçük bir rötuşa tabi tutmuyor? Çünkü bugüne kadar AKP’nin başlıca kaygısı şuydu, “Yargı bağımsız değil, 83’ü değiştirirsem bağımsız olmayan yargıcın önüne çıkarım.” Şimdi ise AKP diyor ki, bu düzenlemeyi yaparsak yargı bağımsızlaşacak. O zaman lütfen dokunulmazlık maddesine “yargılanma olanağı” kelimeleri eklensin. Milletvekili yine milletvekilliğine devam etsin. Dokunulmasın, gözaltına alınmasın ama dosya açılabilsin. Mahkeme milletvekilinin işlediği suçu araştırabilsin. Buradaki çelişkiye baktığımız zaman bu işin yargı bağımsızlığı ve demokrasi adına yapılıp yapılmadığına karar verebiliriz. Derin çelişki bana göre burada.

AKP’nin Anayasa için gerekçesi yok - 3

Siyasal partilerle ilgili yapılan değişiklikler var. Burada da denge faktörü gözetilmemiş mi?
Siyasal partiler bildiğimiz gibi hayli evrim geçirdi. DTP olmadı ama AKP’nin kurtarılması mevzuattaki bir evrimin bir sonucudur. Bugün siyasal partilerin kapatılması geçen yıllara göre daha zordur. Bu açık. Siyasal partileri iki madde düzenliyor. 68. maddenin 4. fıkrası, partilerin kapatılma nedenlerini sıralar. 69. madde ise; kapatmaya ilişkin usulleri düzenliyor. Ben partilerin kapatılması için 68. maddede sayılan nedenleri azaltmalarını ve daha da somutlaştırmalarını bekliyordum. Şiddete çağrı, anti-demokratik faaliyet gibi. Bu taslakta 68’e dokunulmuyor, adı geçmiyor. Siyasal partilerin kapatılma nedenleri aynen tutuluyor. Ama 69’uncu maddeye şöyle bir şey ekleniyor. Cumhuriyet Başsavcılığı parti kapatma talebinde bulunursa Meclis’te bir komisyon kurulacak. Meclis’teki komisyon, grubu bulunan partilerin beşer kişilik temsilci vermesiyle oluşacak. TBMM Başkanlığı’nda toplanacak, gizli oyla oylayacak ve üçte iki oy “Evet” derse dava açılacak, demezse açılmayacak. Bu demokrasi adına o kadar büyük bir çelişki ki, siyasal partiler demokrasi adına yaşamalı, kapatılmamalı. Ama burada siz siyasal partileri diğer siyasal partilerin iradesine tabi tutuyorsunuz. Yani, engelleyebilirsiniz de, süzgeç görevi de görebilir. Burada verilen karara yargı yolu da kapalı. İki büyük parti anlaştığı zaman tamam. Buradaki esas tehlike şu, yüzde 10’luk baraj sistemi olmasaydı bu savunulabilinirdi. Şimdi yüzde 10’luk baraj sebebiyle tıpkı 22. Yasama Dönemi’ndeki gibi AKP, CHP gibi iki parti girerse parlamentoya hayatta iki parti alehine dava açılamayacak, reddedecekler. Fakat parlamentoya giremeyip de DTP gibi rahatsızlık yaratan partiler kapatılabilecek. Bu açıdan şöyle bir durum çıkıyor karşımıza, partilerin kapatılmasına karşıyız. Ancak parti hakikaten Anayasa’ya karşı eylemler içine girmiş ise, sürekli Anayasa’ya aykırı söylemi ve faaliyetleri yoğun bir biçimde işliyorsa siz o partiye karşı parlamentodaki grubu sayesinde dava bile açamayacaksınız. Diğer yandan iki parti düşünün, aykırı sesleri seslendiren ve yüzde 9.9 oy aldığı halde keyfi olarak sürekli sistem dışında tutacaksınız. Burada iki yüz var. Biri, suç işlediği görüne görüne partinin mahkeme önüne çıkarılmaması, imtiyazdan yararlanması durumu var. Öbüründe ise parti suç işlemiyor sadece aykırı fikri öneriyor, topluma farklı bir seçenek sunuyor, çoğunluğu oluşturamıyor, yüzde 10’u bulamıyor ve parlamento dışında tutuluyor keyfi olarak. Yaptıkları fikir özgürlüğü kapsamında ama aykırı ve parlamentoya sokmuyorsunuz onu. Bu açıdan bakılınca 69. madde yeni yazıldığı haliyle madalyonun iki yüzünü yansıtıyor. Biri kara da olsa parlamentoda olunca aklanıyor, diğerinde ak pak olsa da parlamento dışında olduğu için kapatılabiliyor. Burada yöneten yönetilen, seçen seçilen ayrımında seçilmişlere yönelik bir imtiyaz zırhının oluşturulması söz konusu. Böyle olunca sonuç, nasıl ki, 83. maddede parlamentoya bir kere girmiş milletvekili münferit olarak parlamenter kaldığı sürece korunuyorsa, parlamentoya girmiş bir siyasal parti suç işlese de korunacak çünkü bir tür yasama dokunulmazlığı olacak ancak parlamento dışında kalan parti iki şekilde cezalandırılacak. Bir yüzde 10’u alamadığı için parlamentoya giremeyecek. İki kanuna aykırılık iddiası karşısında aleyhine yargısal süreç işletilebilecek.

Peki bu tablodan siz ne görüyorsunuz?
Burada ana nokta yüzde 10 baraja dokunulmamasıdır. Bu düzenlemeyi yüzde 10 barajla okuduğumuz zaman ve 69 ile 83. madde arasında köprüyü gördüğümüz zaman Türkiye’de yasama mensubu olmak ayrıcalıklı bir konumdur. Yasamayı kim oluşturuyor; yürütmenin, partinin güdümünde. Dolayısıyla onlara ayrıcalıklı bir konum oluşturuyor ve yargı da yasama ve yürütmenin güdümüne alınıyor. O zaman yasama, yürütme, yargı ayrılığına dayanan kuvvetler ayrılığını bir daha sorgulamak lazım. “Meclis çalışmalarındaki oy ve sözler, Meclis’te ileri sürülen düşünceler ve Meclis tarafından başka bir karar alınmadıkça bunların Meclis dışında da tekrarı veya açığa vurulması” buraya kadar sorun yok ama “idarenin eylem ve işlemleri, odaklaşmanın tespitinde gözetilemez” deniyor. İdare hükümete bağlı, adam yasaya aykırı birçok işlem yapıyor. İyi de Başbakan, parti başkanı önlem almıyorsa, bu parti için niçin olmasın? Bu hüküm neden konuyor? O zaman daha baştan bağışıklık sağlanıyor. Denecek ki, “Falan kaymakam yaptı”. Tuncelide “Vali dağıtıyor, parti değil” dendi. Bu tür hareketlere anayasal zemin oluşturuluyor. Bunlar oldukça tehlikeli. Bu bir tür demokratik bakış açısının ne kadar ikiyüzlü olduğunu gösteriyor. Bu pakette demokratik açılımın izlerini görmek isterdim. Ama 69. madde demokratik açılıma kapının tamamen kapanmasını gösteriyor. “Yüzde 10’luk baraj anayasal sorun değil” deniyor. Peki, bir cümle zaten. Seçim kanununun 33. maddenin bir fıkrası, onun da üstünü çiz. Ama yüzde 10’luk barajı indirmeyip, bunu getiriyorsan hakikaten ciddi bir sorun.

‘Kamu Denetçisine Başvurma Hakkı’ getiriliyor. Yani bir tür obmudsmanlık. Bunun Meclis Başkanlığı’na bağlanması doğru mu?
Bu kurum bağımsız ve özerk olmalıydı. Fakat bu kadarını bile Anayasaya koyan parti, şu anda TBMM Anayasa Komisyonu’nun gündeminde olan Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanun Tasarısı’nı kanun olarak ve tamamen Başbakanlık’a bağlı bir birim olarak tanımlıyor. Gerçekten burada samimiyet varsa Anayasa’ya girmesi gereken İnsan Hakları Ulusal Kurumu olması gerekirdi. O da bağımsız, uzman ve özerk bir statüyle olmalıydı. Siz hem insan haklarını yasa ile Başbakanlık’ın arka bahçesine alın, bürokratı başına getirmek amacıyla. İnsan haklarını düzeltecek bir kurum varsa devlettir zihniyetini yansıtın, tıpkı komünizmle devlet arasında kurulan bağ gibi. Ombudsman'ı bağımsızlık adına TBMM Başkanlığı’na monte edin. Yargıyı yine demokrasi adına yasama, yürütmenin güdümüne koyun ve bunun adına anayasa reformu deyin. İşte ben bu kısmi paketi, bir; iç bütünlük ve tutarlıklıktan yoksun, iki; eksik ve çelişkili, üç; anti-demokratik, erkler ayrılığı ilkesine aykırı ve erkler arasındaki fren ve denge mekanizmalarını ihlal edici olması nedeniyle son derece sakıncalı buluyorum.

Sayfa Yükleniyor...