Anayasa Mahkemesinden 'kızamık aşısı' kararı

Anayasa Mahkemesi, kızamık aşısı yaptırmalarına rağmen, SSPE rahatsızlığı sonucunda çocukları sakat kalan anne babanın, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edilmediğine karar verdi.

Anayasa Mahkemesinden 'kızamık aşısı' kararı

Anayasa Mahkemesi, kızamık aşısı yaptırmalarına rağmen, kızamık hastalığına bağlı ortaya çıkan Subakut Sklerozan Panensefalit (SSPE) rahatsızlığı sonucunda çocukları sakat kalan anne babanın, "maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı"nın ihlal edilmediğine karar verdi. 

Anayasa Mahkemesinin kararına göre, Diyarbakır'da bir anne baba, 2000'de dünyaya gelen çocuklarına dokuz aylıkken kızamık aşısı yaptırdı. Aşıya rağmen bir yaş civarında kızamık hastalığı geçiren çocuk, 2007'de kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan Subakut Sklerozan Panensefalit (SSPE) hastalığına yakalandı ve vücut fonksiyonlarını kaybederek yatağa bağımlı hale geldi.

Anne-baba, çocuklarının SSPE hastalığına yakalanmasında ve bu nedenle sakat kalmasında hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek, 2008'de Sağlık Bakanlığına müracaat etti.

Sağlık Bakanlığı, "SSPE ve kızamığa bağlı diğer komplikasyonların aşılanmamış, aşılandığı halde yeterli bağışıklık düzeyine ulaşmamış veya aşılanmadan önce kızamık hastalığı geçirmiş çocuklarda ortaya çıktığını, somut olayda SSPE hastalığının ortaya çıkmasında hizmet kusurunun bulunmadığını" belirterek başvuruyu reddetti.

Başvurucular, bunun üzerine Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde dava açarak, tazminat talebinde bulundu. Mahkemenin davayı reddetmesi ve kararın kesinleşmesi üzerine çift, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.

Başvuruda, çocuklarının sakat kalınması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, olay hakkında açılan tam yargı davasının yaklaşık yedi yıl sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği öne sürüldü.

ANAYASA MAHKEMESİ "İHLAL YOK" DEDİ

Başvuruyu görüşen Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edilmediğine oy birliğiyle karar verdi.

Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia ise başvuru yolları tüketilmediğinden kabul edilemez bulundu.

Yüksek Mahkemenin kararında, devletin, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında, sağlık hizmetlerini, ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorunda olduğu belirtildi.

Somut olayda başvurucuların, çocuklarına kızamık aşısı yaptırdıkları halde bu aşının yeterli dozda ve uygun koşullarda yapılmaması nedeniyle önleyici etki gösteremediğini ileri sürdükleri kaydedildi.

SSPE BİLİMSEL İNCELEME KOMİSYONU RAPORU

Kararda, derece mahkemelerince hükme esas alınan SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonu raporuna yer verildi.

Raporda, kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğunun ifade edildiği aktarıldı.

'de 1970'te başlatılan rutin kızamık aşı uygulamasının, Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri doğrultusunda giderek artış gösterdiğinin anlatıldığı raporda, 2003-2005 yılları arasında gerçekleştirilen kızamık aşı günleri kapsamında on beş yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapıldığının belirtildiği kaydedildi.

HASTALIĞININ YOK EDİLEMEMİŞ OLMASINDAKİ SORUMLULUK

Anayasa Mahkemesinin kararında, şöyle denildi:

"Veriler dikkate alındığında, başvurucuların çocuklarının dünyaya geldiği dönemde kızamık hastalığının eliminasyonu tam olarak gerçekleştirilememiş ise de bunun için sürekli artan aşılama oranlarına ulaşıldığı ve bu kapsamda rutin aşılamaların yanı sıra çeşitli aşı kampanyaları yürütüldüğü görülmektedir.

İhtiyaçların öncelik sıralamasının belirlenmesinde ve kamusal kaynakların hangi sağlık hizmetine ne kadar tahsis edileceği hususunda idari makamların daha elverişli konumda oldukları dikkate alındığında, somut olayda anılan dönemde kızamık hastalığının tamamen yok edilememiş olmasında yetkili makamlara bir sorumluluk atfedilemeyeceği değerlendirilmiştir."

Kararda, başvuru formu ve eklerinde, başvurucuların yaşadığı bölgede başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde rutin aşılamaların yanı sıra ek bazı önlemlerin alınmasını gerektirebilecek bir durumun olduğuna ve bu hususta o dönemde yetkili olan kamu makamlarına bildirimde bulunulduğuna ilişkin bir kayıt da bulunmadığı aktarıldı.

Başvurucuların, olayların meydana geldiği dönemde, yani çocuk henüz kızamık hastalığına yakalanmamışken, "yakın çevrelerinde kızamık hastalığı görülmesi üzerine yetkili kamu makamlarına durumu bildirdiklerini, kamu makamlarının durumu bildiğini ancak gerekli tedbiri almadığını ileri sürmedikleri" belirtildi.

Kararda, "Esasında bulaşıcı hastalığa ilişkin bir vakanın görülmediği ve/veya bir salgının ya da salgın tehlikesinin olmadığı normal durumlarda, derece mahkemelerinin kararlarında da belirtildiği üzere aşı takip sorumluluğunun asıl olarak anne babalar üzerinde olduğu kabul edilmelidir." denildi.

"Devletin yükümlülüklerini yerine getiremediği söylenemez"
Dünya Sağlık Örgütünün, 1970 yılı sonlarında kızamık aşısını bebeklik çağında yapılması gereken aşılar arasına aldığı hatırlatılan kararda, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları arasında dokuzuncu ayda tek doz olarak önerdiği, ancak 2000'de dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık aşısına ek olarak ikinci dozun da önerildiği anlatıldı. Kararda, şunlar kaydedildi:

"Başvuru formu ve eklerindeki bu bilgi ve belgeler dikkate alındığında, Türkiye'de belli bir dönem tek doz olarak uygulanan kızamık aşısının anılan dönemdeki uluslararası standartlarla uyumlu olduğu, o dönemdeki uluslararası standartlara uygun olarak hareket eden kamu makamlarının sonradan ortaya çıkan sonuçlardan sorumlu tutulamayacağı değerlendirilmiştir. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde somut olayda devletin koruyucu sağlık hizmetleri kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getiremediğini söylemek mümkün değildir. Ayrıca dava reddedilmiş bile olsa başvurucuların etkili bir yargısal korumadan yararlanamadığı da söylenemez. Açıklanan gerekçelerle başvuru konusu olayda kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir."

Sayfa Yükleniyor...