Arınç: 'Savcılar gitti dava bitti' demek ayıp

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Ergenekon savcılarının görev yerlerinin değiştirilmesi kararıyla ilgili "Savcılar gitti bu dava bitti şeklinde başlıklar atabilecek konuma geldiler. Doğrusu ayıplanacak, üzülecek bir davranıştır'' dedi.

20. Yerel Medya Eğitim Semineri için Şanlıurfa'ya gelen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç gazetecilerin sorularını yanıtladı.

HSYK kararlarının geçmişte tamamen yargıya kapalı olduğunu, ancak 12 Eylül'de yapılan referandum ile birlikte ''meslekten çıkarma'' kararlarına karşı yargı kararlarının kabul edildiğini aktaran Arınç, sonradan yapılan bir uyum yasasıyla da geçmişte meslekten çıkarılanların bu haklardan nasıl istifade edeceklerini de düzenlediklerini ifade etti.

12 Eylül'de yapılan referandum sonucunun, Türk Milleti'nin vermiş olduğu çok önemli bir karar olduğunu belirten Arınç, bu kararda Şanlıurfa'nın payının çok büyük olduğunu söyledi.

Şanlıurfa'nın referandumda yüzde 95 oranında ''evet'' oyu verdiğine ve genel toplamdaki yüzde 58'lik ''evet'' oyunun içinde en büyük katkısı olan il olduğuna dikkati çeken Arınç, şunları kaydetti: ''Geçmişte toplanamayan, toplandığı zaman da karar alamayan HSYK gitti, yerini birbiriyle uyumlu, hakimlik ve savcılık mesleğinin kendilerine yüklediği sorumluluğun ışığında karar veren bir yapı aldı. Dün gündeme gelen atamalarda sanırım bir kaç savcının ismi tartışılıyor. Bunlar, 3-3,5 senedir 'Ergenekon' ismi verilen bir terör örgütüyle ilgili soruşturma yapan, iddianame yazan ve bu davayı takip eden savcılardır. Şimdi onlardan birkaç tanesi farklı görevlere ya yükseltilerek, terfi ettirilerek atanmışlardır veya üzerlerindeki özel yetkiler kaldırılmış, yeni savcılara yeni yetkiler verilmiştir. Ancak böyle özetleyebilirim.

Bu, çıplak gözle baktığımız zaman HSYK'ya ait olan bir yetkinin kullanılmasıdır. 22 üye toplanmıştır ve böyle bir karar almıştır. Elbette alınan bu karara bu kurulun yetkisi içinde kaldığından dolayı hiçbirimizin söyleyecek bir sözü yoktur. Dolayısıyla HSYK'nın tasarrufunu, anlayışla ve saygıyla karşılamak, onun yetkisi dahilinde görmek, bence en doğru olanıdır. Ancak bu savcılardan bir veya birkaç tanesinin isimleri kamuoyu tarafından çokça bilindiğinden, görevlerinden bir şekilde ayrılmış olmalarının belli bir çevrede adete bir sevinç meydana getirdiğini görmekteyiz. Yani 'filan gitti bu dava bitti' şeklinde başlıklar atabilecek konuma geldiler. Doğrusu bu ayıplanacak, üzülecek bir davranıştır.''

Cumhuriyet Savcılarının, kamu adına iddia eden kişiler olduğunu belirten Arınç, bağımsız yargının karar verirken hakimiyle savcısıyla ve savunma makamındaki avukatıyla karar verdiğini ifade etti.

Arınç, şöyle devam etti:

''Bu savcıların kişiliklerini ve kimliklerini bir tarafa bırakarak 'nin belki de son 10 yıl içerisinde karşılaştığı en önemli bir suç işleyen veya işlediği iddia edilen bir örgütle ilgili arama yapanlar, iddianame tanzim edenler, mahkeme önüne çıkaranlar, tutuklama talep edenler ve tutuklayanlarla yeri geldiğinde tahliye edenlerle bir bütün olarak görev yapan savcı ve hakimlerimizi kutlamak istiyorum. Tüm 'nin hatta tüm dünyanın dikkatle takip ettiği bir yargı süreci var. Bu yargı sürecinde çok müthiş iddialar var. İnsanın kanını donduracak bir takım kayıtlar, belgeler ve bilgiler var. Tüm bunların yargı süreci sonunda karara kavuşacak olmasını hepimiz özlemle bekliyoruz. Çünkü Türkiye'nin bu kararı görmesi, bu kararın arkasından da 'Türkiye'de hakimler var' demesi, en doğal hakkımızdır. Burada görev yapan tüm savcıları, ismi geçenler ve geçmeyenler dahil, yaptıkları çok önemli bir görevden dolayı şahsım adına kutluyorum.''

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, son birkaç gün içinde BDP'li milletvekillerinin, aldıkları bir kararı uygulamaya soktuklarını ve bunun adının ''sivil itaatsizlik'' olduğunu belirterek, şöyle dedi:

''Demokratik yöntemlerden birisi olarak bunu görebiliriz ve şuna da şükredebiliriz, bu milletvekillerinden birisi giydiği Kandil kıyafetiyle eline bir taş alıyor o taşla beraber koşuyor, araçlara veya önündekilere savurmaya çalışıyor. Bir başkası üstelik bayan milletvekili kendisini ikaz etmeye çalışan bir emniyet mensubuna hiç sıkılmadan ve utanmadan tokat vurabiliyor. Şimdi bunlardan vazgeçip de itaatsizliğe dönüştüyseler buna şükretmek lazım.''

Siyasi partinin siyaset konuşan, siyasetin alanını genişleten, TBMM'deki kürsülerde söz hakkı olan, kürsüde konuşurken tamamen dokumazlık zırhı altında ne söyleyecekse suç olmayan, hatta bu konuşmasını dışarıda tekrarlarsa bunun da suç sayılmadığı bir konumda bulunduğunu ifade eden Arınç, ''Elbette size oy verenlerin de tüm Türkiye halkının da size söylediklerini, taleplerini, isteklerini, beklentilerini meclis kürsüsünden konuşmak, milletin içine girmek, toplumun taleplerini almak ve toplumla birlikte olmak siyasetçinin görevidir. Siz bütün bunları yaparken itaatsizlikten yola çıkmayacaksınız. Kürsüler sizindir, il ve ilçe teşkilatları sizindir, her türlü platformda, her gittiğiniz yerde bu haklı taleplerinizi konuşabilirsiniz ve bunları her zaman savunabilirsiniz'' diye konuştu. Arınç, sözlerini şöyle tamamladı:

''Böyle üç tane yan yana gelmiş yağmurun altında bir sandalye, üstlerinde şemsiye, yanlarından otomobiller geçiyor bu garip manzaralar siyasi mensubunun yapacağı işler değildir. Sivil itaatsizlik, insan kovalamaksa, taş atmaksa, küfür etmekse bunun adı kandırmacadır. Kaldı ki 4 veya 5 talebi ileri sürerek, 'bunlar kabul edilmediği takdirde bu yönteme devam edeceğiz' demek, inandırıcı değildir, bir siyasetçinin de söyleyeceği sözler değildir. Çünkü bu taleplerinizin yerine gelmesi sizin siyasette çok güçlü olmanıza ve bunları yapacak noktaya kadar haklarınızı savunmanıza bağlıdır. Böylesine garip işlerle kendinize güldürebilirsiniz ama Türkiye'nin önünü tıkamak, halkı huzursuz etmek rahatsız etmek bir siyasetçinin yapacağı iş değildir'' dedi.



Arınç, ''idam cezasının geri getirilmesi'' tartışmalarına ilişkin soru üzerine, şahsi kanaatleri ve gönülden geçenleri söylemenin zamanı olmadığını söyledi.

Arınç, ''Türkiye idam cezasını 10 yıl önce kaldırdı. Hem de farklı ölçüde kaldırdı. Ben de o zaman TBMM'de partimin grup başkan vekiliydim. Yani bir insan inancı itibariyle veya daha caydırıcı olması bakımından ölüm cezalarının kalmasını isteyebilir. Bugün Amerika'nın birkaç bölgesinde idam cezası kalmıştır. Ama dünyanın pek çok ülkesinde idam cezası kaldırılmıştır'' diye konuştu.

Bunun belki insan haklarında gelinen bir nokta, belki de telafisi mümkün olmayacak bir zararın önlenmesi açısından değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden Bakan Arınç, sözlerine şöyle devam etti:

''Tartışmaları bir kenara koyalım. Türkiye'de 2000-2001 yılında önce terör olaylarıyla ilgili istisna tutuldu. Sonra da idam cezası Anayasa'nın her yerinden ve Türk Ceza Kanunu'ndan hiç şüphesiz kaldırıldı. 10 sene sonra bu cezanın geri gelmesi mümkün değildir. Mümkün değildir, doğru da değildir. Dolayısıyla bu tartışma sanal bir tartışma olmuştur. 'Ben idam cezasını istiyorum' diyene saygı duyacağız, 'Olmaz mümkün değil' diyene de saygı duyacağız. Ama matematik olarak şunu bileceğiz ki, Türkiye'de idam cezasının artık geriye gelmesi ve uygulanması mümkün değildir. İçimizden ne geçiyorsa geçsin, şahsi kanaatimiz ne olursa olsun, ben durumun Türkiye'nin geldiği nokta itibariyle, dünyanın geldiği nokta itibariyle artık bu cezanın geriye dönmeyeceğini düşünüyorum. Bu olaylar gündeme geldiği için ölüm cezasını tartışıyorsak, bu yanlış olur. Ölüm cezası yıllardır Türkiye'de tartışılmıştır. 'Evet caydırıcı olması bakımından bu ceza kalmalıdır' diyenlere, ben şunu hatırlatmak istiyorum, Öcalan yakalandığında, mahkum edildiğinde ve hakkında idam cezası verildiğinde 3 parti koalisyondaydı. DSP, MHP ve ANAP... Önce idam cezasını durdurdular, ertelediler sonra da ceza kendisi ortadan kalktı. Ama o tarihte anayasa komisyonunda bekleyen idam dosyasının adedi yanlış hatırlamıyorsam 187 civarındaydı.''

Arınç, o dönemde mahkemelerin idam cezası verdiğini, Yargıtay'ın tasdik ettiğini, ancak cezanın uygulanmasının da Meclis'in kararına bağlı olduğunu anımsatarak, şunları söyledi:

''Meclis'te yine yanlış hatırlamıyorsam, 10-12 seneden beri hiçbir idam cezasını onaylamamıştı. Yani kendiliğinden bu cezanın infazı imkansız hale gelmişti. Sadece Öcalan için bu uygulansaydı, ne olurdu? O ayrı bir konu, ama eğer idam cezası bütün infazlar yapılsın denseydi, o zaman 187 kişiyi asmak gerekecekti. Rakam yanlış olabilir, yani 11 sene öncesinden bahsediyorum size. Ama o zaman hem adalet komisyonu üyesiydim, hem de partimin grup başkan vekiliydim. Dolayısıyla TBMM bile o zamanlar idam cezalarını onaylamıyor ve infazlar yapılmıyordu. Herkes hücresinde 'Ne gün idam edileceğim' diye beklemeye başlamıştı.

Şimdi ceza kanunu değişti ve idam cezası kalktı ve ağırlaştırılmış müebbet, ağır hapis cezası geldi. Caydırıcı olması bakımından, o cezanın idam cezasından daha etkisiz olduğunu düşünmüyorum. Çünkü ağırlaştırılmış müebbet ve ağır hapis cezasının nasıl infaz edileceği de ceza muhakemesi kanununda yazılıdır. Aslında toplumu bu tür suçlardan uzak tutacak çalışmalar yapmamız lazım. Bu ahlaksızca işlenen, gaddarca işlenen, ben iyi bir ceza avukatıyım, Türk Ceza Kanunu'nda bunun karşılığı ya taammüden öldürmektir 448 ve 450. maddelerde, bir de canavarca his saikiyle adam öldürmektir. Bütün bu olaylar canavarca his saikiyle adam öldürmektir. Bir masum çocuktan, bir boşanmış kadından veya bir başka suçsuz günahsız veya aradaki ilişkilerin bitmiş olduğu insanlardan nasıl böyle vahşice onların hayatına kastedebilirsiniz, bunu düşünmek bile insanı ürpertiyor. Önemli olan toplumda suç işleme eğilimlerini azaltmak, toplumu daha huzurlu ve barışçı bir noktaya getirmektir. Tabi bir taraftan toplumu etkileyen bir takım yayınlar, bir taraftan ahlaki boşluk, bir taraftan aile hayatının eski gücünü kaybetmesi bir taraftan başka çekişmeler ve çatışmalar insanları suç işlemeye yöneltebilir.''

Sayfa Yükleniyor...