Assange ne iş yapar?
Medya dünyasının en tartışmalı isimlerinden Julian Assange, 5 Ekim’de gerçekleşecek Yeni Medya Düzeni Konferansı öncesinde NTV'nin sorularını yanıtladı.
ABD'ye ait gizli diplomatik belgeleri yayımlayarak hükümet ve firmaları kızdıran, bir yandan da 'sızıntı haberciliği' konusunda tartışmaların artmasına yol açan Julian Assange, WikiLeaks, siyaset ve habercilik hakkında düşüncelerini Ahmet Yeşiltepe'ye anlattı.
Merhaba Julian. İlk olarak, röportaj teklifimizi kabul ettiğin için sana teşekkür ederim. Amerikalı siyaset uzmanı Alan Dershowitz şöyle diyor: "Kuşkusuz ki Julian Assange bir gazetecidir, ama yeni bir tür gazeteci.” Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Mesela, “işiniz nedir?” diye sorduklarında nasıl cevap veriyorsunuz?
Her şeyden önce, insanların bu soruyu sorması bana ilginç geliyor. Demek istediğim, bence ilginç olan, sorunun cevabından çok, neden bu soruyu sordukları. İnsanlar bu soruyu soruyorlar çünkü Amerika’da hakkımda devam eden bir dava var. Beni casuslukla suçlayan Washington’a karşı bu sorunun cevabı çok kilit hale geliyor..
Benim bir yayımcı, gazeteci olup olmadığımın cevabı, Washington’daki dokunulmazlığımı doğrudan etkiliyor. Bunu nedenle siyaseten güçlü çevrele bu sorunun cevabını farklı yönlere doğru çekmeye çalışıyorlar. Bize karşı olanlar, beni pasifize etmek ve tümüyle korumasız bırakmak istiyor. Böylece ben ve organizasyonum yok olabilecek. Bizi destekleyenler bunun bir komplo olduğunu bildikleri için de benim iş tanımımla ilgili farklı yorumlarda bulunabiliyorlar, konuyu tamamen farklı bir noktaya sürükleyebiliyorlar.
Sonuçta, bu bahsettiğim farklı algı ve yorumlar dışında, elbette tanım daha önemli. Biz ne iş yapıyorsak onu yapıyoruz. Ve asıl yaptığımız iş önemlidir, bize yakıştırılan sınıflandırma, sıfat o kadar da önemli değil… Fakat bence şu konu açık ki, biz birilerinden bilgi alıyoruz ve bunları kamuoyu ile paylaşıyoruz, yani bir nevi yayımcı olduğum şüphe götürmez. Bu arada, başka gazetecileri organize ettiğim için, editörüm de.
Yine belirtmek isterim ki, 25 yaşımda ilk kitabımı yazdım. Aynı zamanda “yazar”ım.
Savaş alanına giden bir televizyon kameramanı gazeteci midir diye sorulabilir, veya sadece haftalık yayınlara makale yazan kişi “klasik” anlamda “gazeteci” midir, diye sorulabilir. Bence bunlar çok önemli ayrıntılar değil; önemli olan bulunması zor olan bilgilere ulaşıp, bunları kamuoyu ile paylaşan mesleklerden birine mensup olmam.
Wikileaks projesi, bir bakıma, medyanın ne kadar tarafsız ve özgür olduğunu sorguluyor, tartışmaya açıyor. Sizce Wikileaks projesinin özü nedir?
Bizim işimiz ana akım medyadan hem daha kolay hem de daha zor. Biz çerçevesi iyi çizilmiş fakat hayata geçirilmesi zor olan bir görevi yerine getiriyoruz. Biz halka aktarılması en zor, yayımlandığı sırada hukuki, politik ve fiziksel tehditlere karşı en güç korunabilen bilginin peşinden koşuyoruz. Yani bizim için kolay olan, elimize ulaşan bilginin doğru olup olmadığını tespit etmek. Çoğunlukla içeriğe fazla zaman harcamıyoruz; biz bu bilginin tarafımıza iyi niyetle verilmiş resmi bir doküman olup olmadığını inceliyoruz. Ve bunun bu tür resmi bir doküman olduğunu tespit ettikten sonra, bunun bilgisini “resmi belge” niteliğini vurgulayarak kamuoyu ile paylaşıyoruz. Bizim şöhretimiz bunun üzerine kurulu; öyle ki, 4 buçuk yıldır bu konuda hiç yanılmadık. Yani, işimiz göreceli olarak kolaydır. Fakat zor olan, süper güçlerin engellemek isteyeceği bu tür bilgileri her şeyi göze alıp yayımlamaktır. Yani bir taraftan, işimiz kolay, diğer taraftan ise çok zor. Bu da bizim uzmanlık alanımız, bir bakıma günlük uğraşımızdır.
Analizler de yapıyoruz; ama bu açıdan işe baktığınızda, sadece yayınladığımız belgeleri referans alarak analiz yapmak mümkün değil, ayrıca bizim yayınlarımız o kadar hacimli ki, bazen durumu daha iyi anlamak ve yorum için dünyanın her bir tarafından binlerce yayını da işin içine katmak zorunda kalıyoruz. Yani linkler veriyoruz, olay ve kişilerin arka planını da aktarıyoruz. Böylelikle bir kişinin doğru veya haksız, veya belirli bir amaç doğrultusunda hareket ettiğini daha isabetli şekilde değerlendirebiliyorsunuz. Ama şunu vurgulamalıyım ki, çoğunlukla yorumdan uzak, belgeyi yoruma girmeden ve bu şekilde tarafsız sunmayı tercih ediyoruz. Neticede bir dokümanın resmi belge olup olmadığı da, siyah/beyaz kadar nettir.
Evet, şimdi daha genel bir soru soracağım; internetin insanlığın aydınlanmasına hizmet ettiğini düşünüyor musunuz?
Kesinlikle. Bence internetin tüm problemlerine rağmen, ki birçok problemi var; televizyona karşı, yani “geleneksel televizyonun” pasifliğine karşı müthiş bir panzehir olduğunu düşünüyorum. Televizyonda, masrafı çok yüksek olan merkez bir noktadan milyonlarca kişiye yayın yapılıyor ve yayınlanacakları izleyenlerin konumu çok pasif, çünkü izledikleri ile ilgili tepki vermeleri aynı medya içerisinde imkansız.
İnternete gelirsek; öğrenilen dersler, edinilen bilgiler birikebilir, yani bir kişinin önceden söylediği ile şimdi söylediği birikebilir ve karşılaştırma yapılabilir; bu açıdan bakıldığında internet harika bir şeydir; çünkü temelde, internette bilgi paylaşımı söz konusudur.
İnternetin en büyük sorunu ise, dünyanın gördüğü en etkili casusluk makinesi olmasıdır. Biz tüm iletişimimizi; aile ile ilgili olanları, iş dokümanlarımızı, özel yazışmalarımızı internete koyuyoruz. Bunun sonucunda da, interneti dışarıdan kontrol edebilecek kadar güçlü bazı organizasyonlar, milyonlarca kişi ile ilgili emsalsiz bilgiye kolaylıkla ulaşabiliyorlar.
Bu bağlamda yine aynı yere dönersek, Wikileaks sizce dünyanın kaderini değiştiren bir proje olarak tanımlanabilir mi? Örneğin son açıkladığınız dosyaların Arap Baharı olarak bilinen harekete etkisi oldu mu?
Yayınladığımız bilgiler, her yerde inanılmaz değişikliklere yol açıyor. Dünyanın bazı bölgelerinde bunların daha etkili olduğunu görüyoruz, ve konunun uzmanları, bunun önemli ölçüde bizim tarafımızdan yayınlanan dokümanlar nedeniyle olduğunu söylüyorlar; ki buna Tunus’ta olanlar da dahil… Wikileaks, Arap Bahar’ının kuvvetli şekilde devamına ve Mısır’da Mübarek yerine getirilmesi önerilen Süleyman’ın siyaset sahnesine çıkmasına da neden oldu.
Başka örneklerde bu dinamikler nasıl sonuç veriyor, elbette bunu söylemek için daha erken; ama birçok hukuki soruşturma, seçim ve siyasi istifalar Wikileaks tarafından açıklanan belgeler sonucu yaşandı. Geçtiğimiz ay tüm dünyadaki Google News endekslerine göre, yaklaşık 35,0000 makale Wikileaks tarafından açıklanan belgeler referans gösterilerek yazılmış. Mesela Wikileaks tarafından yayımlanan dokümanlardan dolayı, Afrika’da şu anda büyük bir politik mücadele ve değişim süreci yaşanıyor; Afrika’nın bir numaralı politik konusu şu anda Wikileaks belgeleridir.
Julian, Wikileaks’i tanımlarken, suiistimal ve yolsuzluk içeren devlet sırlarının kamuoyuna bağımsız ve tarafsız bir şekilde sunacak bir kanal olduğunu söylemiştiniz. Peki bu kanalı kendi çıkarları için kullanmak isteyenleri ; örneğin, bazı belgeleri seçerek ve böylelikle bir bakıma manipülasyon yaratmak isteyenleri nasıl engelliyorsunuz?
Biz en başta kişileri değerlendiriyoruz. Büyük bir merak ve iştahla araştırmaya girişmek, belli bir disiplin içerisinde bunu yürütmek bizim en önemli özelliğimiz; bu nedenle, 130 ülkedeki yayınlarımızda, şu ana kadar herhangi bir hata yapmadık. Bir gün belki hata yaparız çünkü kimse hatasız değildir, ancak şu ana kadar yapmadık.
Kötü niyetli kişilerin bizi seçmemeleri için bir sebep daha var: Wikileaks, sahte ya da tahrif edilmiş bir dokümanı yollamak için dünyanın en kötü adresi (gülerek); çünkü ilk olarak, bu tür dokümanları tespit etmekte bir numarayız. Ayrıca, ikinci olarak, biz her zaman belgenin tamamını yayınlıyoruz. Bu nedenle, biz hata yapsak bile, TÜM bilgi kamuya açık olduğundan dolayı, söz konusu belge en küçük detayına kadar incelenip daha derin araştırmaların konusu olabilir. Belgenin sahte olup olmadığı da bu tür araştırmalar sonucu ortaya çıkabilir.
Bize manüplasyon amacıyla bilgi-belge göndermek isteyenler aslında yanlış adrese geldiklerini hemen fark edeceklerdir. Bunun yerine ana akım medyaya gitmeleri onların çıkarlarına daha iyi hizmet eder, çünkü bu durumda sadece bir gazeteciyi kandırmak durumundalar. Bize gönderseler, önce, ilkeli ve bu konulara çok hakim bir organizasyonu kandırmak zorundalar, yani Wikileaks’i; ayrıca tüm dünyayı kandırmak zorundalar çünkü biz tüm dokümanı orijinal haliyle yayımlıyoruz.
Bize mümkünse bu konuda biraz daha bilgi verir misiniz; aldığınız dökümanların gerçekliğini nasıl kontrol ediyorsunuz?
Bilgilere öncelikle teknik düzeyde bakıyoruz; elektronik bir kaynağı bilimsel olarak inceleyebileceğiniz bazı noktaları var. Bir başka husus; belirli çevrelerden gelen belgelerdeki sahtecilik ya da yanlış düzenleme olasılığını göz önüne alarak değerlendirme yapmak. Mesela, belirli bir çevreden gelen gerçek dokümanların neye benzediğini bilmek, ayrıca bunların sahtesini oluşturabilecek kişi ya da örgütleri de iyi tanımak gerekiyor. İncelemeden sonra dokümanı hazırlayan kurumdan birkaç kişiyi, içeriden birilerini arayarak belgeyi doğrulamaya çalışıyoruz, sorumuz şu; “bu dokümanı siz mi hazırladınız?”. Bugüne kadar sadece bir kere “hayır” cevabını aldık. Çünkü, gerçek bir belgenin sahte olduğunu iddia etmek kurumun itibarı açısından tehlikeli olabilir; belgeyi Wikileaks’e sızdıran kaynak, belgenin gerçekliğini ispatlayan başka belgeler sızdırmaya devam edebilir çünkü.
Bazen “belki” cevabını alıyoruz, genellikle istihbarat teşkilatları net bir cevap vermekten çekiniyorlar; bu durumda da evraktaki bilgileri doğrulayacak sorular sorabiliyoruz, mesela “şu tarihte şu olay gerçekleşti mi?” gibi. Tüm bu çalışmaların sonucunda da, “bu dokümanın kendisi gerçektir çünkü içeriği gerçektir” diyebilecek kadar kendimize güveniyoruz.
Dokümanlar yayınlanmadan önce nasıl değerlendiriliyor, yayınlanacak belgelerin nihai kararını kimler veriyor?
Ben Genel Yayın Yönetmeni’yim. Yani sonuçta, eğer bir anlaşmazlık varsa, ki bu enderdir, o halde nihai karar verici ben oluyorum.
Wikileaks; politik meselelerin iç yüzünü öğrenmek için ana akım medya her zaman doğru adres olmayabilir fikrinden yola çıkıyor; fakat The New York Times gibi gazetelerle işbirliği yapıyorsunuz. Bunun sebepleri nelerdir, örneğin onların haber filtrelemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onların filtrelemesinden tabii ki hoşnut değiliz (gülerek). New York Times’a gelince, bir anlaşma yapmıştık, ama onlar 62 sayfalık bir resmi yazışmayı 2 paragrafa indirdiler ve Afganistan’da görevli üç suikast timinin faaliyetlerine ilişkin çok önemli bir belgeyi böylece mahvetmiş oldular.
Ama gerçeklerle başa çıkmamız lazım!.. The New York Times gibi kuruluşların kamuoyları üzerinde ciddi etkileri var, özellikle bazı meseleleri duyurma konusunda. Bu kuruluşlara gerçekleri söylemeleri ve bu gerçekleri duyurmaları için somut nedenler vermeliyiz, teşvik etmeliyiz. Biz de bu beklentiye göre kendimizi konumlandırıyoruz. Maalesef dünyanın şu anki gerçekleri ile uyumlu hareket etmeliyiz, bu bir gereklilik. Bu, yaşamak istediğimiz dünyayı kurabilmek için zorunlu.
Julian, son zamanlarda batılı ülkeler ve hatta bazı yayın ortaklarınız, insanların hayatlarını “tehlikeye atması nedeniyle” hassas bilgilerin ifşa edilmesini “ahlaken” sorguluyorlar. Bu tür değerlendirmelere cevabınız nedir?
Bir kez daha insanların şunu düşünmesi gerekiyor: “bu soru neden soruldu?”. Bir şeyle suçlandığınızda, bunu tersine çevirmek için demagoji yapmak geleneksel bir hiledir. Biz dünyanın değişik yerlerinde 140,000’den fazla kişinin sorgusuz-sualsiz-yargısız öldürüldüğünü açığa çıkardık, ki bu suçların büyük bir çoğunluğu Amerikan ordusu ile ilişkilidir.
Doğal olarak yapılan manevra; gerçek cinayetler, ölümler ve savaş suçlarından bahsetmektense dikkati farklı bir noktaya çekme çabasından başka bir şey değildir… Suçlanan kurumun kendi iç yazışmalarından işkence, uluslararası anlaşmalara aykırılık ve daha pek çok konuda suiistimal gibi başlıkları somut olarak belgeliyoruz. Onlar da suçlamalar hakkında konuşacaklarına; kendilerinin işlediği kanıtlanan bu suçların ifşa edilmesinden dolayı ortaya çıkabilecek, muhtemel kurgular veya temelsiz varsayımlardan söz ediyorlar.
Ana akım medya açısından baktığımızda ise, durum aslında çok ilginç. Gelişmekte olan ülkelerdeki ana akım medya ortaklıklarımız genellikle iyi düzeyde… Ve onların cesur duruşlarına, çalışma ahlakına hayranlık duyuyorum. Ama Batılı ülkelerdeki medya ortaklarımız ile sıkıntılar yaşayabiliyoruz; çünkü CIA ve Pentagon gibi kurumların girişimleri bu basın yayın kuruluşları üzerinde etkili oluyor. Aslında bu da anlaşılır bir durum, çünkü sisteme o kadar yakınlar ki her şeyden sorumlu tutulabiliyorlar.
Kaç tane Wikileaks belgesi daha yayın için bekletiliyor?
Amerika’da “Cablegate” olarak adlandırılan ve 2004-2010 yılları arasındaki politik meselelerin belgeleri söz konusu olursa; 2 hafta öncesi itibariyle hepsi yayımlandı, fakat çoğu henüz okunmadı. Bu açıdan baktığımızda, son 1 ayda belgeler üzerine neden 35, 000 makale yazıldığını anlıyoruz, çünkü gazeteciler belgeleri inceleyip keşfediyorlar. Belgeler yakın zamanın politik geçmişini ele alan yaklaşık 3,000 ciltten oluşuyor. Yani, Britannica ansiklopedisinin 3,000 cilt olduğunu düşünürsek, bunu da bir İmparatorluğun yönetimini ve dünyanın nasıl işlediğini anlatan modern bir ansiklopedi olarak görebilirsiniz.
Bu nedenle, “Cablegate” belgelerini Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana yayımlanan en önemli politik kaynak olarak değerlendirebiliriz. Gazetecilerin bunları sürekli referans göstermesi ve “şirketler – diplomatik oyuncular – politik oyuncular” arasındaki dengeleri ele alması aslında anlaşılır bir durum. Ve yaşadığımızın çağın özeti.
Önümüzdeki birkaç ay içerisinde yayınlayacağımız materyaller hakkında konuşmuyoruz; çünkü bu, kimi suçlardan ötürü sorumlu tutulabilecek kişilere, daha şimdiden meselelerin yönünü çevirmeleri için hazırlık yapma imkanı verebilir.
TÜRKİYE HAKKINDA ÇOK GİZLİ BELGE VAR
Evet. En fazla belgenin olduğu ülkeler sıralamasında Bağdat’tan sonra Türkiye 2. sırada yer alıyor. Bu da Amerika için, Türkiye’nin bölgedeki stratejik değerinin bir ifadesidir.
Belgelerin yayımlanması için Taraf Gazetesi’ne nasıl ulaştınız? Türkiye ile ilgili belgelerin yayımlanması konusunda Taraf’ı seçmenizin sebepleri nelerdir?
Türk medya iklimi ile ilgili birçok farklı rapora bakıyoruz. Türkiye ile ilgisi olan kaynaklarımıza da sorduk. Onlar da dediler ki, tirajı ne olursa olsun günlük gazeteler arasında, Türkiye’deki belirli oyunculara karşı yayım yapma ihtimali olan gazete Taraf’tır. En cesur davranabilecek gibi görünen bu gazetedir.
Her şeye rağmen, anlıyorum ki Taraf’a bazı baskılar uygulandı. Küçük bir gazete olması nedeniyle sağlanan tüm bilgileri tarayacak kaynakları bulma konusunda zorlandılar. Bu kısıtları göz önünde bulundurduğumuzda, çok iyi bir iş başardıklarını düşünüyorum.
Şimdi tüm belgeler, orijinal halleriyle Wikileaks sitesinde yer aldığından; gazeteciler, Wikileaks belgelerine dayanarak yazılmış makalelerin esas alındığı orijinal belgeyi inceleyebilirler. Yazılan makaleler doğru muydu, belirli bir açıdan mı yazılmışlardı, bazı bilgiler eksiltilmiş miydi.
Biz de bazı yayımlar için bu süreci başlattık. Ve keşfettik ki; The Guardian gazetesi, bazı yolsuzluk suçlamalarını kaldırmış; sadece şahıslara karşı değil, şirketler de dahil buna, örneğin İtalyan Enerji Şirketi ENI hakkında olanlar… Hatta toplumdaki belli meslek ve gruplar hakkında, örneğin, Kazakistan’da bir generalin rüşvet almaya meyilli olduğunu öne süren yazışmalar.
Biraz da sitenizin mali geleceğini konuşmak istiyorum. Kar amacı gütmeyen Wikileaks projesi bağışlarla ayakta duruyor, hatta kısa bir süre önce mali sıkıntılar nedeniyle sitenizin yayınını durdurmak zorunda kalmıştınız. Wikileaks’in son mali durumu nedir, sitenin gelecekte benzer sıkıntılar yaşamaması için planlarınız var mı?
Geçen yıl günde yaklaşık 110,000 Euro bağış alıyorduk. Bu sürdürülebilir bir modeldi, tüm dünya, tüm insanlar bizim amacımıza öyle inanıyordu ki, 30-50 Euro’luk küçük bağışlarla bizi ayakta tutabiliyorlardı. Aldığımız en büyük bağış, en fazla 20,000 Euro olmuştur. Fakat geçen yıl, 7 Aralık’ta Visa, Mastercard, Western Union, PayPal, Bank of Amerika dahil olmak üzere, Amerika kaynaklı finansal hizmet kuruluşları bize karşı birleştiler ve bizi bloke ettiler. Bunu tamamen hukuk çerçevesi dışında, herhangi bir resmi talep olmaksızın yaptılar; herhangi bir resmi devlet talebi yoktu; gayrı resmi talepler vardı, Washington ve politikacıların talepleri... Hatta sahipleri teoride Avrupa bankaları olması gerekiyorken Avrupa Visa ve Avrupa Mastercard da bu karara uydu. Böylece Amerika tarafından yönetildikleri net biçimde ortaya çıktı. Visa Card’ın eski adı “Bank of America Card” olarak geçiyordu, ve anlıyoruz ki, temelde hala Amerika’nın Bankacılık ihtiyaçları doğrultusunda kontrol ediliyor.
Bu sadece bizim için bir problem değil; Türkiye’deki herhangi bir insan arzu ettiği şekilde parasını harcayamıyor; elini cebine atıp desteklediği organizasyona kaynak sağlayamıyor. Çünkü ceplerinde Visa veya MasterCard varsa, ceplerinde aslında Amerikan Dış politikasının bir aracı bulunuyor. Bu durum da Türkiye’nin ulusal egemenliğini tehdit ettiği için, rahatsız edici bir durum olmalı.
Resmi şekilde vurgulanmasa da, paramızı “en basit seviyede bile olsa” nasıl harcamayı seçeceğimizi Amerika’nın politikaları belirliyor. Elleri Avrupa’lıların ceplerinde. Bu konuyu Avrupa Komisyonu’na sunduk. İlk karar Ekim’de verilecek, ayrıca Danimarka’da bu konuda bir davamız var. Ne yapabileceğimizi göreceğiz, ancak bu daha genel bir problem ve insanların bu durumdan muhakkak haberleri olmalı. Rusya bile, mesela Putin Rus Bankası’nın kendisine verdiği Visa markalı kartıyla meşrubat almak için dışarı çıksa, Washinton’ın bundan bir saniye içerisinde haberi olacaktır. Bu nedenle, Rusya kendi yerel kart sistemini kurdu ki, bu bilgiler bu kadar hazır bir şekilde Amerika’nın eline geçmesin, diye. Moskova’daki Amerikan Büyükelçiliği buna karşı lobicilik yaptı, Visa buna karşı lobicilik yaptı; ve tüm güçlerini buna harcadılar ve nihayet bu fikirden vazgeçildi. Avrupa Merkez Bankası Başkanı 2008’de Avrupa’nın kendi ödeme sistemi olsun diye öneride bulundu, kısmen bu konuları bertaraf etmek ve kişisel bilgilerin Amerika’ya gitmesini engellemek için. Ama Avrupa’daki elçilikler Visa adına lobicilik yaptılar ve öneri durduruldu. Bu çok ciddiye alınması gereken bir konu.
Dünyayla irtibatınızı sağlayan sunucularınızı dünyanın birçok köşesinde muhafaza ediyorsunuz ve bilgi depolama ile ilgili hukuki mücadeleler veriyorsunuz. Sunucu barındırma sürekliliğini nasıl sağlamayı planlıyorsunuz?
Uzun tecrübelerden öğrendiğimiz şey; farklı tür ve büyüklükteki kuvvetlerle savaş halinde olduğumuz. Bu kuvvetler halkın cahil kalmasını istiyor. Hiçbir devlet, hiçbir kimse ya da yozlaşmış bir kurum Wikileaks’in veya benim bildiklerimi umursamıyor; onlar sadece halka ne söylendiğini dikkate alıyorlar. Bu nedenle de bize farklı yöntemlerle baskı yapıyorlar ki bu bilgileri halkla paylaşmayalım. Biz bu savaşta iletişimimizi sağlayan sunucularımızı kaybediyoruz; karşılaştırmayı doğru yapmak gerekirse, sunucularımız bombalanıp imha ediliyor. Fakat yine de bizim sunucu ağımız var, ve bu saldırılara rağmen yeteri kadar sunucumuz ayakta kaldığı müddetçe yayınlarımıza devam edeceğiz. Hatta geçen sene Aralık ve bu sene Ocak aylarında, saldırıların en kuvvetli olduğu dönemlerde bile, biz doğruyu halka ulaştırma becerimizi muhafaza edebildik. Bu çok büyük emek, çaba ve masrafa mal oldu; fakat en önemlisi, tarihte ilk defa bir yayınevi bir süper güçle kafa kafaya girdi.
Duyuyoruz ki, Wikileaks’ın diğer ekip üyeleri de, siteye olan katkıları nedeniyle resmi veya gayri resmi zorluklar yaşıyorlar. Bu durum gönüllülerin katılımını nasıl etkiliyor?
Birçok insan bizim için geçmişte gönüllü oldu, mesela ünlü bilgisayar uzmanı Jacob Appelbaum ve başka Amerikan vatandaşları gibi… Her seferinde ABD gümrük noktalarında tutuluyorlar, üstleri ve eşyaları aranıyor, cep telefonlarına ve özel eşyalarına el konuluyor. Bu tacizlerle ilgili Amerika’da davalarımız devam ediyor. Tabii ki bu durum, Amerikalı gönüllülerin katılımlarını zorlaştırıyor.
Ve evet, ben de şu anda ev hapsindeyim, durumumuz zor ve bazı gönüllülerimiz alıkonuluyor, takip ediliyor; ancak hiç birimiz hapiste değiliz. Şahsıma karşı birçok suikast girişimine rağmen şu ana kadar hiç birimiz suikaste kurban gitmedik. Bu bakımdan, makul ölçülerin dışında korkmanın ötesine gitmiyor bu iş. Basitçe, gerçek risklerin neler olduğunu anlayarak stratejilerimizi buna göre ayarlamamız gerekiyor.
Şu ana kadar yayın yapmaya, hatta en güçlü şekilde yayın yapmaya devam edebildik. Evet, bunun finansal, hukuki ve başka sonuçları olabiliyor ancak devam ediyoruz ve bu herhangi bir alanda ilerlemek için yapılması gereken bir şey. Yani korkmak yerine, durumu anlayabilmek; çılgınca cesur olmak yerine ve gerçek riskleri görebilmek, sorunlarla başa çıkabilmek için düşünerek adım atmak.
Almanya’dan elimizde çok ilginç bir örnek var şimdi. Biliyorsunuz, Almanya’daki son seçimlerde Korsan Partisi oyların %8,6’sını aldı ki bu da seçim barajı olan %5’in hayli üzerinde. Bu büyük başarının sebepleri nelerdir sizce?
Korsan Partisi’nin Genel Başkanı ile bu inanılmaz sonucu daha dün görüştüm. Bana öyle geliyor ki, genç insanlar ve internet kullanıcıları için bir siyasallaşma dönemi başladı. Onlar kendilerine dayatılan ve geleneksel olarak duyurulan dünyanın dışında; internet vasıtasıyla, dünyanın farklı bir açıdan görüntüsünü izleyebiliyorlar. Ancak küçük bir medya organizasyonu güçlenmeye, devletle çıkarları ortak olmaya başlayınca, ayrı bir “Kuvvet” haline geliyor ve artık hesap veremeyeceği yayınları yapmıyor.
Oysaki internette bir ayırım var; bilginin taşınmasını sağlayanlar, yani sunucu hizmeti verenler ve içerik hazırlayanlar, yani bilgiyi yayımlayan veya yazanlar. Bu ayırım, birçok konuyla ilgili gerçeklerin duyurulmasını sağlıyor. İnterneti yakından takip edenler, hayatın birçok alanında bilgi sahibi oluyorlar. Büyük ve ana akım siyasi partiler genellikle platformlarında bu bilgilenmiş toplulukları hesaba katmıyorlar.
Ama şu gerçek ki, internet vasıtasıyla bilgiye ulaşanlar ile buna ulaşamayanlar arasında belirgin bir fark oluşuyor. Hayatı internetten takip edenler dünyayı farklı gözlerle görmeye başlıyorlar ve Korsan Partisi ile benzerleri için siyasette artık önemli bir kitle haline geliyorlar.
Ve son sorum, İleride politikaya girmeyi düşünüyor musunuz?
Avustralya’da insanlar bana bu soruyu sıkça yöneltiyorlar ve seçimlere katılmam gerektiğini söylüyorlar. Ancak tabii ilk yapmanız gerekenlerden birisi, ülkede bulunmanız! (gülümseyerek) Ve ben de bildiğiniz gibi şu anda ev hapsindeyim; yani şu anda biraz zor görünüyor. İngiltere’de ise henüz politikaya giremiyorum çünkü yeterince uzun bir süre burada bulunmadım. Umarım bu iki durumdan birisi değişir (gülerek).
Buraya, İstanbul’a gelebilseydiniz, bu gerçekten harika olurdu… Biz yine de size bu değerli röportaj için çok teşekkür ediyoruz. Ama 5 Ekim’de Yeni Medya Düzeni Konferansı’nda daha uzun yeniden görüşeceğiz, tekrar teşekkürler.
Umarım... Hoşçakalın.
- Etiketler :
- Haberler