Başbakan Davutoğlu: Karşısında önce biz dururuz

Başbakan Davutoğlu, "Müslümanlardan arınmış bir Avrupa gibi bir fikrin çıktığı dönemde, şu veya bu dini topluluklardan arınmış bir Türkiye'yi kim yapmak isterse karşısında önce biz dururuz" dedi.

Başbakan Davutoğlu: Karşısında önce biz dururuz

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Ankara Palasta düzenlenen yemekte, gayrimüslim kanaat önderleriyle bir araya geldi.

Davutoğlu, yemekte yaptığı konuşmada, yılbaşı döneminde de dini liderlerle İstanbul'da buluştuğunu, şimdi de Ankara'da böyle bir toplantıda bulunmaktan büyük mutluluk duyduğunu ifade etti.

"Bugün bu salonda, birlikte olduğumuz çok değerli dostlarımız, hangisine baksak hangisiyle selamlaşsak aslında derin ortak kültürümüzün izlerini yansıtıyorlar" diyen Davutoğlu, şöyle konuştu:

", bu coğrafya, şehirlerimizin tümü, asırlarca birçok dinin, birçok etnik mezhebi anlayışın, yaşayışın, kültürün özgürce varlığını sürdürdüğü ve nesilden nesile aktarıldığı medeniyetler beşiği. İbrahimi geleneğinin tümü, Hristiyan, Musevi, Müslüman, her mezhebiyle her kimliğiyle bu topraklarda asırlarca bir arada oldu, birlikte yaşadı. Ben tarih analizleri yaparken hep kadimden bahsederim. Kadimle kastedilen şey: Eskiden beri, kültürümüzde geriye doğru olduğunda başlangıcı bilinmeyecek kadar eski olan demektir. Bu açıdan bakıldığında bu topraklarda çok kültürlülük, mezheplerin bir arada yaşaması, başlangıcı hatırlanmayacak kadar eskiye gider. O anlamda kadimdir. Hristiyanlığın en önemli kutsal mekanları, bu topraklardadır. Musevilik bu topraklarda özgürce yaşama alanı bulmuştur ve İslam, bu topraklarda asırlarca değişik dinleri bir arada tutan çok köklü bir maya oluşturmuştur."

Davutoğlu, Başbakan olduktan sonra birçok şehri ziyaret ettiğine, hep şehirlerin ruhundan bahsettiğine işaret ederek, kültürlerin, siyaseti ve geleceği tanımlayan şeylerin, mekanlara nüfuz etmiş bir ruh ve şehirlerde mahallelerde tecessüm etmiş bir kültürle alakalı olduğunu ifade etti. 

"REERANS NOKTASI İSTANBUL OLURDU"

Kadimde, Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya ve bunların tam ortasında Anadolu’da hep çok kültürlü hayatın söz konusu olduğunu dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Semerkant’a gittiğimde, 1993 yılında ilk kez, Semerkand’daki Yahudi mahallesine, Buhara'daki Yahudi mahallesine uğradığımda, İstanbul'daki sinagogların, Yahudilerin havasının orada da olduğunu görmüştüm. Ama Sermerkand'ın İslam kültürünün de bütünüyle İstanbul'a taşınmış olduğunu görürsünüz. Aynı şekilde Hristiyanlığın her mezhebi, Balkanlar’da, nasıl Saraybosna'da yan yana yaşamışsa Katoliklik, Ortodoksluk, İslam iç içe, komşu halinde, asırlarca bir arada yaşamışsa ya da Üsküp'te bir mahalleye gittiğinizde yine yan yana, Yahudi, Müslüman, Hristiyan kültürlerini yaşar görmüşseniz, aslında bir referans noktası alınsa referans noktası bence İstanbul olurdu. İstanbul, kültürlerin medeniyetlerin, inançların, bizim Anadolu tabiriyle kilim deseninin armonisi uyumu içinde yaşadığı bir ulu şehir."

Seneler önce bir toplantıda, Anadolu coğrafyasına ve özelde Türklere dönük çok kültürlülüğe müsamahakar değilmiş gibi kanaat uyandırılmaya çalışıldığında, muhatabı olan aydın ve din adamlarına, "bugün eğer çok kültürlülüğün yan yana yaşadığı bir şehre gitmek istesek aynı mekanda aynı sokaklarda nereye giderdik" şeklinde bir soru sorduğunu anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Londra'ya mı, Paris'e mi, Berlin'e mi, New York'a mı yoksa İstanbul'a mı, Üsküp'e mi, Saraybosna'ya mı ve Anadolu'nun hemen hemen her şehrine mi, İzmir'e mi? Hangi şehri seçerseniz seçin, o şehrin dokusunda bizim ortak tarihimizden gelen yansımalar bulursunuz. Bu sadece bir mimari yansıma değildir. Sosyal bir yansımadır. Bugün insanlığa örnek teşkil edecek şekilde birbirlerinin dini günlerine saygı sebebiyle Ramazan'da açıkta yemek yemeyen gayrimüslim dostlarımız olduğu gibi yine Musevi, Hristiyan geleneklerine uyarak onların özel günlerinde özel ikramlarda bulunan Müslümanlar da yan yana yaşadılar. Bu bizim kültürümüz. Tabii bu kültürde kırılmalar yaşandığı dönemler de oldu. Artık hepimiz çok açık yüreklilikle bu tarihle bu tecrübelerle yüzleşmekten kaçınmamalıyız. Yani 6-7 Eylül olaylarını acılarını bizim unutmamız mümkün değil. İstanbul sokaklarındaki o görüntüleri, bugün herhangi birinin tasvip etmesi de mümkün değil."

"NEDEN SELANİK'TE YAŞAYAN CAMİ YOK"

Davutoğlu, Balkanlar'a, Atina'ya her gittiğinde, "Bu acıları gelin beraber paylaşalım, konuşalım" dediğini vurgulayarak, şöyle devam etti:

"Neden, Selanik'te, mimari olarak cami var da hiç yaşayan cami yok, ibadet edilebilen? Niye İstanbul'da bazı kiliseler, cemaatsizlik sebebiyle kapanıyorlar? Öğretim üyeliğim esnasında İstanbul tarihini anlatmak için öğrencilerimi Karaköy'e götürürdüm. Oradaki Musevi sinagoglarda, kiliselerde, Arap Cami'sine götürürdüm, o kültürü göstermek için. Birçoğunu önceden haberdar eder ancak anahtarla gelir açarlardı. Çünkü yaşayan cemaat neredeyse kalmamıştı. Tabii toplumsal gelişmelerin de bunda payı var. Oralarda yaşanılan mekan olmaktan daha çok ticari mekanlar haline dönüşmesi ama her yer, açık söylemek gerekirse 19. yüzyılın ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan acılarla fakirleşti, çoraklaştı. Balkan şehirleri, Müslümanlardan, Türklerden uzaklaştı, koptu. Anadolu şehirleri, Rum, Ermeni, Musevi topluluklarını kaybetti."

"TEKRAR KAYNAŞMANIN VAKTİDİR"

"Bizim açık yüreklilikle, önümüzde iki yol olduğunu, bütün Ortadoğu'da, Balkanlar'da, Kafkaslar'da hep paylaştım, paylaşıyorum, tekrar kaynaşmanın vaktidir" ifadesini kullanan Davutoğlu, şunları söyledi:

"Şehirleri, Müslüman, Hristiyan, Musevi şehirler hatta Sünni şehirler gibi, Türk, Arap, Kürt şehirler, Rum şehirler gibi bölmek yerine, tarihte olduğu gibi hepimizin ortak mekanları haline getirmek durumundayız. Bu kırılmaların yaşanmasında, dışlayıcı kültürün büyük tesiri oldu.  Dışlayıcı, ötekileştirici kültür, bir müddet sonra neyi kaybettiğini fark etmeden aslında tarihin sahnesinden belli aktörleri aldı, götürdü, çıkardı. Büyük acılar yaşandı. Buna direnenler de çıktı, bunun için çaba sarf edenler de."

Davutoğlu, "Tarihin acı hatıralarını anmak yerine onları hiç unutmadan onlarla yüzleşmekten kaçınmadan adil bir hafızayı, hepimizin acılarını paylaştığımız, hepimizin sevinçlerini ve güzel tarihi geçmişi andığımız ortak bir kültürü oluşturmak durumundayız. İlk Ermeni romanının, Türkçe yazılmış olduğunu unutmamamız lazım. Aynı şekilde güzel Türk musikisine Ermeni boyutunun ne kadar büyük katkılar yaptığını gözardı etmemek lazım. Musevi, Rum kültürlerinin bizim kültürümüz içinde nasıl bir harmanla yaşadığını hiç unutmamız lazım. Bunlar bizim tarihimiz" diye konuştu.

"Acılar, hep gözümüzün önünde olmalı ama o acılardan hep beraber güzel bir gelecek inşa etmek de elimizde" diyen Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: 

"Ben bu geleceğin yine bu topraklardan, Anadolu'dan, İstanbul'dan inşa edileceğine derinden inanmış biriyim. Dolayısıyla sizlerle bir araya gelirken, bir başbakan olarak sizlere hitap etmenin ötesinde bu ortak geçmişi paylaşan güzel geleneği hala sürdüren derneklerimizin, vakıflarımızın, sivil toplum kuruluşlarımızın temsilcileri olarak sizlerle geleceğe dönük perspektifimizi, vizyonumuzu paylaşmak istiyorum: Atina'ya gittiğimde, İstanbul'dan göç eden Rumlarla buluştuğumda, herkes şaşırmıştı. Ne kadar büyük muhabbetle karşılandığımı hatırlıyorum. Onlara da söyledim, daha sık gelin İstanbul'a. Aynı şekilde Balkanlar'dan muhaceret ile kopmuş Türklerin de oralara gitmesi lazım. Amerika’ya, Avrupa’ya yaptığım birçok ziyarette, hep oradaki Ermeni kiliselerini ziyaret etme arzusu içinde oldum, Musevi cemaati ile toplanmak, görüşmek arzusu içinde oldum, çünkü bunlar bizim kadim kültürümüzün devamı." 

"GERİDE KALDI"

Davutoğlu, şöyle dedi:

"Kırılmaların yaşandığı dönem, dışlanmaların yaşandığı dönem geride kaldı. Eminim 12 yıldır, 'de bu anlamda nasıl özgürlükçü anlayışın, yeni bir anlayışın inşa edilmekte olduğunu görüyorsunuz. Biz yeni Türkiye derken bütün bu dışlanmışlıkların, bütün bu ötekileştirme çabasının, iç tehdit algılanmaların sona erdiği bir Türkiye anlayışıyla bunu söylüyoruz. Bu masayı, bu anlamda beraberce yeni Türkiye'nin, sadece yeni Türkiye'nin değil yeni Balkanların, yeni Ortadoğu'nun, yeni Kafkaslar'ın inşa edileceği bir ortak sohbet halkası olarak görüyorum."

''ORTADAN KALDIRMAYA KARARLIYIZ''

Yeni nesillerin, yeni bir anlayışla iki şey üzerine gelecek inşa etmesinin önemli olduğunu belirten Davutoğlu, şöyle devam etti: 

''Birisi o kadim geleneği temsil eden tarihimiz, ortak tarihdaşlığımız, ikincisi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin eşit vatandaşları olmaktan gelen ortak vatandaşlık bilincimiz. Kim ki tarihimizi, ortak tarihimizi reddedecek şekilde belli kültürleri, dini gelenekleri dışlar, ötekileştirir, aslında kendi geleneğine de ihanet etmiş demektir. Kim ki vatandaşlık kimliğinin ötesinde salt azınlık kavramı üzerinden bir şekilde vatandaşlar arasında 'esas vatandaş', 'ikinci sınıf vatandaş' ayrımı yapar, o devletin temeline dinamit koymuş olur. Ben size Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak ilk defa bu ölçekte bir araya gelmemiz dolayısıyla, şunu açık yüreklilikle ifade etmek isterim. Biz o ortak tarihimizin en güzel şekilde yeniden canlanmasını siyasetimizin, kültürümüzün bir zarureti olarak bir gerekliliği olarak görüyoruz.

Dolmabahçe'de bir araya geldiğim dini liderlerine de ifade ettiğim gibi azınlık kavramını, bazı uluslararası hukuk metinlerinde Lozan'da olabilir ama sosyal hayatta ortadan kaldırmaya da kararlıyız.''

''Siz bu toprakların asli çocuklarısınız, dışarıdan gelmediniz, dışarıya gitmeyeceksiniz'' diyen Davutoğlu, bu geleneklerin, bu topraklarda yaşadığını, bu topraklarda da yaşamaya devam edeceğini vurguladı.

Başbakan Davutoğlu, ''Bu bilinçle hep beraber asli unsur olduğumuza inandığımızda, bütün o acı hatıraları ya da bugünkü dışlanmışlıkları aşabiliriz ve Avrupa'da son dönemde, Avrupa başkentlerinde görülen o ırkçı, dışlayıcı yaklaşımlara karşı da Türkiye'de güzel bir model oluşturabiliriz'' şeklinde konuştu.

''BİZİM GÖREVİMİZ''

Kendisinin hep bu tür konularda ''psikolojik, sosyal, kültürel, hukuki'' olmak üzere 4 boyut olduğuna inandığını ifade eden Davutoğlu şunları belirtti: 

''Psikolojik boyutun temelinde şu var: Asli, oralara ait olma, aidiyet bilinci. O aidiyet bilincini geliştirmek, sürdürmek sizin göreviniz. O aidiyet bilincini korumak bizim görevimiz, devlet olarak.  Aidiyet bilincini sağlamlaştırmak, her şeyden önce bu topraklarda her vatandaşın eşit haklara sahip olduğu inancının kökleşmesiyle mümkündür. Çarpıcı birçok örnekte bunu gördük. Dışişleri bakanı olduğumda, dini liderlerin yurtdışına gittiğinde özel bir protokol uygulanmadığını fark ettiğimde verdiğim ilk talimat bu oldu. Diyanet İşleri Başkanımız, Rum Ortodoks Patriği, Ermeni, Süryani, Musevi liderler dışarıya gittiklerinde bana gösterdiğiniz saygıyı göstereceksiniz dedim. Çünkü onlar hem o tarihi geleneği temsil ediyorlar. Hem de bugünkü vatandaşlarımızın manevi önderleri olarak saygıya muhataptırlar''

Sayfa Yükleniyor...