"Biz neden İslam Birliği demiyoruz da Arap Birliği diyoruz"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Biz, İslam Birliği niye demiyoruz da Arap Birliği diyoruz? Ne Arabın Arap olmayana, ne Arap olmayanın Araba üstünlüğü vardır, üstünlük ancak takva iledir. Özü bu. Biz ölçülerimizi kaybettik. Ölçülerimizi kaybettiğimiz için de sıkıntı yaşıyoruz" dedi.

"Biz neden İslam Birliği demiyoruz da Arap Birliği diyoruz"

Türk-Arap Yükseköğretim Kongresi Kapanış Oturumu ve Gala Yemeği'nde konuşan Erdoğan, "Biz, İslam Birliği niye demiyoruz da Arap Birliği diyoruz? Ne Arabın Arap olmayana, ne Arap olmayanın Araba üstünlüğü vardır, üstünlük ancak takva iledir. Özü bu. Biz ölçülerimizi kaybettik. Ölçülerimizi kaybettiğimiz için de sıkıntı yaşıyoruz. Bu ölçüleri bizim yeniden yakalamamız lazım. Yeniden bizim aslımıza dönmemiz lazım. Eğer bunu yakalayamazsak, geçen bu sürelere yazık olur" dedi.

"Gala yemeği münasebetiyle böylesine mümtaz bir toplulukla bir arada olmaktan büyük bir memnuniyet duyduğumu özellikle ifade etmek istiyorum. Bu akşam bizleri bir araya getiren, tanışmamıza, muhabbet sofrasında bir araya gelmemizi sağlayan İstanbul Medeniyet Üniversitesine ve Arap Üniversiteler Birliğine teşekkür ediyorum" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, kongrenin düzenlenmesinde emeği, katkısı ve desteği olan tüm kurum, kuruluş ve şahısları kutladı.

İslam İşbirliği Teşkilatının (İİT)  Dönem Başkanlığının 'ye geçtiğini hatırlatan Erdoğan, "Bundan sonra sizlerle çok daha farklı bu 2 yıl içerisinde müşterek bazı çalışmaları yapmamızın da mümkün olduğuna inanıyorum. Bu zirvenin akabinde gerçekleşen bu kongrenin bilhassa eğitim öğretim alanında iş birliğimizin gelişmesine katkıda bulunmasını diliyorum." dedi.

Erdoğan, bu yıl ikincisi düzenlenen kongrenin gelenekselleşmesini, daha geniş kitlelere ulaşmasını ve yeni katılımlarla güçlenerek önümüzdeki yıllarda da devam etmesini dileyerek, ortak coğrafya kadar ortak bir medeniyeti, ortak bir tarihi, ortak bir kültürü paylaştıklarını anlattı.

Recep Tayyip Erdoğan, şunları kaydetti:

"Ortak tarihimizde derin izler bırakmış Endülüs var, Bağdat var, Afrika'nın, Ortadoğu ve Asya'nın muhteşem medeniyetleri var. Ortak medeniyetlerimizde Kurtuba, Timbuktu, Fes, Şam, İstanbul, Sana, Kahire, İskenderiye, Buhara gibi merkez şehirler var. Bu şehirler sadece sınırları içinde yer aldıkları ülkelerin, milletlerin değil, aynı zamanda hepimizin, tüm ümmetin ortak şehirleridir. Bu şehirlerin her biri asırlar boyu İslam medeniyetinin cazibe merkezleri olmuş, kütüphaneler ve medreseler şehri olarak dünyanın her tarafından ilim yolcularını misafir etmiştir. 11. yüzyılda, yani Avrupa'nın Ortaçağ karanlığını yaşadığı bir dönemde, Kahire'de 75, Şam'da 51 ve Halep'te 44 medrese bulunuyordu. Nizamiye Medreseleri uzun dönem İslam medeniyetinin kalbi, zihni olmuş, Haçlı ve Moğol saldırıları karşısında Müslümanların ayakta kalmasını sağlamıştır. Döneminin en kaliteli yüksek öğretim kurumları olan bu medreselerde, dünyanın çok farklı bölgelerinden öğrenciler ve alimler eğitim alıyordu. Bu medreseler ilim hayatını yenileyip diri tutarken, medeniyet birikimimizin tüm insanlığa ulaştırılmasını da sağlamışlardır. 'İlim Çin'de de olsa alınız' Hadisi Şerifini kendilerine düstur edinen Müslümanlar sürekli olarak ilim ve hikmetin peşinden koşmuşlardır, sürekli araştırıcı ve arayıcı olmuşlardır. Bizim tarihimizde kalem hep kılıcın önündedir. Bugün tarihe ve insanlığa karşı sorumluluğunun gereğini yerine getiren her tarihçi, her bilim adamı şu gerçeği kabul etmektedir; İslam medeniyeti 8. yüzyıldan itibaren çok değerli bilimsel ve kültürel çalışmalar gerçekleştirmiş, bu çalışmalar 12. yüzyıldan itibaren Avrupa medeniyetini de önemli ölçüde beslemiştir. İslam medeniyetinin altın çağında sadece fetih, toprak kazanımı yoktur. Aynı zamanda bu çağ bilgiye yön verenlerin de Müslümanlar olduğu, İslam beldelerinin ilmin merkezi olduğu bir dönemdir.​"

Erdoğan, İslam medeniyetinin altın çağında sadece fetih ve toprak kazanımı olmadığını aktararak, bu çağın aynı zamanda bilgiye yön verenlerin de Müslümanlar olduğu, İslam beldelerinin ilmin merkezi olduğu bir dönem olduğunu söyledi.

"Malumunuz İbn-i Haldun Mukaddime adlı eserinde devletleri yaşayan birer organizmaya benzetir. Her birinin bir ömrü olduğunu söyler. Yani devlet de canlı varlıklar gibi doğar, gelişir, büyür, yaşlanır ve nihayet varlığını kaybeder. İslam ülkelerinin parlak dönemleri maalesef 19. yüzyıldan itibaren yerini gerilmeye bırakmış ve çözülme başlamıştır." diyen Erdoğan, istisnalar dışında son 200 yılık tarihin yeni fetihlerin ve insanlığa yön veren buluşların, kalıcı eserlerin değil daha çok ayrışmanın ve içe kapanmanın tarihi olduğunu aktardı.

Dünyanın dört bir tarafından kendine öğrenci çeken İslam beldelerinin ne yazık ki bugün fakirlik, cehalet ve kısır çekişmelerle gündeme geldiğini dile getiren Erdoğan, "Hemen yanı başımızdaki Halep varil bombalarıyla harabeye dönmüş durumda. Mahzenlerinde Antik Yunan'dan el yazmaları bulunan Musul Kütüphanesi'nden neredeyse hiçbir iz kalmadı. İşgalin ardından Bağdat Kütüphanesi yağmalandı. Her biri hazine olan binlerce kitap ve el yazması eser ya yok edildi ya da ülke dışına kaçırıldı." diye konuştu.

Sana'nın tarifsiz güzelliğinin darbe aldığını, Kudüs'ün tarihine ve Müslüman kimliğine yönelik girişimlere karşı ayakta kalma mücadelesi verdiğini belirten Erdoğan, bu karamsar tablonun ortaya çıkmasında bölgeye yapılan dışarıdan müdahalelerin etkisi olduğuna vurgu yaptı.

Erdoğan, "Şunu unutmayalım. Şüphesiz 'bir damla petrol, bir damla kandan daha değerlidir' diyen sömürgecilerin neden olduğu tahribatı görmezden gelemeyiz. Tek kutsalı menfaat olanları, çizdikleri yapay sınırlarla yapay sorunlar üretenleri elbette eleştireceğiz. Kendi vatandaşları için hak gördükleri demokrasiyi bölge halkları için lüks görenlerin ikiyüzlülüklerini de ifşa edeceğiz. Ancak bunları yaparken çok daha önemli bir noktayı gözden kaçırmamalıyız. Peki nedir bu nokta? Öz eleştiridir. Kendimizi şöyle bir eleştiriye çekeceğiz, nefis muhasebesi yapacağız, kendimizi sigaya çekeceğiz. Onları tenkit ettiğimiz kadar kendi öz eleştirimizi yapmazsak içinde bulunduğumuz karamsar tabloyu da değiştiremeyiz. Sorunun menşeini sadece dışarıda ararsak, böyle bir kolaycılığa düşersek inanın hiçbir yere varamayız. Doğru teşhis, doğru tedavinin de ilk adımıdır." diye konuştu.

Medreseler yozlaşınca, sosyal hayatın da yozlaştığını vurgulayan Erdoğan, şöyle konuştu:

"Üniversitelerimiz kendini yenilemeyince sanayimiz de gelişmedi. En zeki çocuklarımız, en yetişmiş insanlarımız kendi vatanlarında önleri kesilince, Amerika'ya, Avrupa'ya, farklı ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Kimi zaman da batı başkentlerine eğitim için gönderilen evlatlarımız, ülkelerine kendi halkından, kendi değerlerinden utanç duyan yabancılar olarak döndü.

Beyin göçü, hayat damarlarımızın kurumasına yol açtı. Maalesef, bugün kendi çocuklarımız bırakın fen ve mühendislik bilimlerini, kaliteli ilahiyat eğitimi için dahi İslam ülkelerine değil, batı üniversitelerine gidiyor. Kendine özgü, özgün eğitim sistemlerini geliştiremeyen toplumlar, geleceği inşa edemezler. Bu makus talihi değiştirmek, yeni bir başlangıç yapmak, bizim elimizdedir. Şunu hiçbir zaman unutmayacağız, yıkılan inşa edilir, kaybolanın yerine yenisi konur, ancak öz güvenini yitiren bir milletin tekrar tarih yazması mümkün değildir."

 "DEĞİŞMEZ KADERİ DEĞİLDİR”

"Biz dünyaya, insanlığa örnek teşkil edecek bir değerler manzumesine ve tecrübeye sahibiz." diyen Erdoğan, şunları kaydetti:

"Yoksulluk, kan, gözyaşı, acı, asla bu toprakların, ortak coğrafyamızın değişmez kaderi değildir. Bugün yaşadığımız hadiselerin, sıkıntıların, üzerimizde dolaşan kara bulutların geleceğimizi karartmasına, bizi yeise sevk etmesine asla izin vermeyeceğiz. Tarihimiz sadece övünç kaynağımız değil, aynı zamanda bize güç veren, ilham olması gereken çok önemli bir referanstır."

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yitiğin, kaybedildiği yerde arandığını dile getirerek, bugün içinde bulunulan çıkmaza çözüm sunacak anahtarın eğitim olduğunu söyledi.

Yükseköğrenim dahil, eğitimin tüm aşamalarındaki iş birliğinin güçlendirilmesi gerektiğine değinen Erdoğan, "Tecrübe paylaşımına giderek, imkanlarımızı seferber ederek, ortak çalışma platformlarını arttırarak, birbirimize destek olmalıyız. Her kesimden insanlarımızın, gençlerimizin, öğrencilerimizin, sivil toplum örgütlerimizin, akademisyenlerimizin, sanatçılarımızın çok daha fazla temas halinde olmalarında büyük fayda görüyorum." ifadesini kullandı.

"ÜLKEMİZDEN GİDEN ÖĞRENCİ SAYISI 133”

Türkiye olarak, Arap coğrafyasındaki yükseköğrenim kurumlarıyla iş birliğine özel önem verdiklerini ve bu noktada yeni adımlar attıklarını aktaran Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu alanda koordinasyonun artması, ortak ve çift diploma programlarının açılabilmesi, öğrenci ve öğretim görevlisi değişimine kolaylık sağlanması amacıyla, anlaşma zabıtları ve protokoller imzalıyoruz. Mevlana Değişim Programı kapsamında, 2013 yılından bu yana Arap ülkeleriyle 207 protokol imzalandı. İmzalanan protokoller çerçevesinde, 2013 yılından bu yana Arap ülkelerinden, ülkemize gelen öğrenci sayısı 95. Ben bunu çok az buluyorum. Ülkemizden giden öğrenci sayısı ise 133 oldu. Bu da az. Arap ülkelerinden öğretim görevlisi olarak gelenlerin sayısı 48 iken, ülkemizden giden 12. Bu da çok düşük. Bu sayıları yeterli bulmadığımı, bunların bize yakışan rakamlar olmadığını ifade etmek istiyorum. Üniversitelerimizde, başta Suriye, Irak, Filistin, Yemen, Libya, Somali, Ürdün, Fas ve Mısır olmak üzere toplam 14 bin 770 öğrenci bulunuyor."

Türkiye'deki uluslararası öğrenci sayısının 75 bini geçtiğini, Arap ülkelerinden 451 öğretim elemanının bulunduğunu belirten Erdoğan, bu istatistiklerin, önceki dönemlere kıyasla müspet rakamlar olduğunu, ancak katedilmesi gereken uzun bir yol bulunduğunu vurguladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye ile Arap dünyası arasında bilgi alışverişini, diyaloğu arttırmayı hedefleyen bu kongrenin, bu yönde atılmış önemli bir adım olduğuna dikkati çekerek, kongre kapsamında gerçekleştirilen çalışmaların, başarıyla sonuçlanacağını umduğunu, mutabakat anlaşmalarının imzalanmasıyla somut kazanımlar elde edildiğini söyledi.

“NEDEN ARAP BİRLİĞİ DİYORUZ?”

Erdoğan, "Ne yazık ki İslam dünyası şu anda Şia ve Sünnilik tehdidi altındadır. Ben bunu İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesinde de konuştum. Bizim Şiilik diye bir dinimiz yok. Bizim Sünnilik diye de bir dinimiz de yok. Bunlar birer yoldur. Ama bizim bunların üzerinde tek dinimiz var. O da İslam'dır ve bizler birer Müslüman olarak kardeşliğimize asla gölge düşürmemeliyiz. Kim ki 'Benim mezhebim senin mezhebinden daha üstündür' diyorsa, İslam'a zarar veriyor. İslam'a zarar vermeye kimsenin hakkı yok, ister Sünni olsun ister Şii olsun. Biz böyle bir ayrımcılığın içerisine giremeyiz." diye konuştu.

İkinci sıkıntıyı ırkçılık olarak açıklayan, en önemli tehditlerden birinin ırkçılık olduğunu dile getiren Erdoğan, "Türk", "Arap" şeklinde konuşulduğunu, kendisinin buna üzüldüğünü belirterek, şöyle devam etti:

"Arap Birliği... Bunun karşısında Türk Birliği mi olacak? Niye olsun ya? Şimdi bir taraftan İslam İşbirliği diyorsun, öbür taraftan Arap Birliği diyorsun. Bu ne menem iştir, nasıl bir şeydir bu? Biz, İslam Birliği niye demiyoruz da Arap Birliği diyoruz? Ne Arabın Arap olmayana, ne Arap olmayanın Araba üstünlüğü vardır, üstünlük ancak takva iledir. Özü bu. Biz ölçülerimizi kaybettik. Ölçülerimizi kaybettiğimiz için de sıkıntı yaşıyoruz. Bu ölçüleri bizim yeniden yakalamamız lazım. Yeniden bizim aslımıza dönmemiz lazım. Eğer bunu yakalayamazsak, geçen bu sürelere yazık olur. Bakıyorsun, Arap kardeşim bana farklı bakıyor, ben Türküm, eğer Türk de Araba farklı bakıyorsa yandık. Bizim renklerimizde herhangi bir şey olabilir mi? Ne siyahın beyaza ne beyazın siyaha üstünlüğü vardır. Ölçü bu. Batı dünyası bu ayrımları yaparken İslam dünyasında bu sıkıntı yoktu. Biz onlara bu dersleri verdik. Çünkü biz yaratılanı yaratandan ötürü sevdik, renginden dolayı değil, kavminden dolayı değil, ülkesinden dolayı değil, makamından dolayı değil, rütbesinden dolayı değil. Bundan dolayı sevdik. Bu yanlışı gidermemiz lazım."

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, üçüncü sıkıntının terör olduğunu belirterek, Boko Haram, El Kaide, Şebab'ın insanları İslam adına öldürdüğünü söylediğini, Allahuekber diyerek öldürdüğünü belirterek, "Peki ölen? O da 'Allahuekber' diyerek ölüyor. Şu hale bak ya. Müslümanlar ne hale düştü. Öldüren 'Allahuekber' diyor. Ölen, o da 'Allahuekber' diyor. Biz bu günlere gelmeli miydik? Onun için siz değerli ilim adamlarımıza bu noktada çok büyük görev düşüyor. Bütün üniversitelerimizde gençlerimizi bu noktada çok iyi yetiştirmemiz lazım. Zira gençlerimizden bu yanlış, bu ifrat örgütlere kayanlar oluyor. Onları oralara kaymaktan kurtarmamız gerekiyor." diye konuştu.

Erdoğan, Türkiye'nin terör örgütüyle mücadelede 35 yıldır 40 bin kişiyi kaybettiğini, terörle yoğun şekilde mücadele edildiğini vurguladı.

Suriye'de devlet terörü olduğunu ifade eden Erdoğan, konuşmasını şöyle tamamladı:

"Orada bir terörist, devletin başında bir kişi var. 500 bin insan, 500 bin kardeşimiz Suriye'de bugüne kadar öldürüldü. Değil mi? Peki, bakıyorsunuz kimler burada devreye giriyor, İslam'la alakası olmayanlar giriyor. Şu anda 500 bini aşkın insan Suriye'de ölürken, 1 milyona yakın insan yaralıyken, Suriye'de artık tarih kaldı mı? Suriye'de artık kültür kaldı mı? Suriye'de artık sanat kaldı mı? Suriye'de artık camilerimiz, köprülerimiz her şey gitti mi? Gitti. Peki yeniden bir Suriye'yi acaba yıkanlar yeniden inşa edecekler mi? Irak'ta aynı şey olmuyor mu? Filistin'de aynı şey olmuyor mu? Yemen'de aynısı olmadı mı? Afganistan'da aynısı olmadı mı? Oynanan oyun tamamıyla İslam dünyasının üzerinde, İslam ülkelerinde. Bu oyun buralarda oynanıyor. Onun için ilim erbabı, hikmet erbabı elindeki gençleri buna göre yarınlara hazırlamalıdır diye düşünüyorum. Temennim odur ki İslam dünyası şöyle bir silkelenir kendine gelir, Bünyan-ı Mersus olur ve böylece geleceğe farklı bir şekilde yürürüz."

  • Etiketler :
  • Haberler -
  • Türkiye
  • Recep Tayyip Erdoğan

Sayfa Yükleniyor...